31 Mayıs 2014 Cumartesi

KIRMIZI KÜPELER - Nezahat Göçmen























 Haftanın tatlı yorgunluğunu biraz musiki dinleyerek geçirmekti en güzeli. Arkadaşımın davet ettiği,  Galata Mevlevihane’si Adile Sultan Şadırvanı önünde Musiki Akşamları dinletisi için çıktım evden.
    
Akşam üzeri. İstanbul’da gün batımı. Sokaklar evlerine dönen yorgun insanların adımlarıyla sessiz sessiz uzuyordu.  Mayıs toparlanıyor, gitmek üzere. Apartmanların önünde atık maddeler, çöp yığınları, çöpün içinde bir kadın. Yanık tenli. Uzun basma etekli. Ayağında örgü patik, patik üzerinde rengi solmuş siyah bir terlik. Başında Yemeni, sıkıca bağlamış. Ayaklarıyla çöpü karıştırırken elleriyle atıkları ayıklamaya çalışıyor. Ayrıştırıyordu.  Bir ara başını sokaktan geçenler doğru çevirdi. Göz göze geldik. Bana gülümsedi. Kulaklarında kırmızı, sallanan top küpeler yanık tenin üzerinde parlıyordu.  Gülümsemesine karşılık olarak küpelerinin çok güzel olduğunu, çok yakıştığını söyledim.
 Hemen ellerini çöpün içinden çıkardı. Bir elini kulağına götürdü. “Size vereyim.” dedi.
“Yooo sana çok yakışmış, teşekkür ederim.” dedim.
“Adın ne senin?”
   
 “Güneş, Güneş” dedi, iki kez söyledi.  ”Ablam küpemi vereyim benim evde bir daha var.   Bir liraya aldım, bu küpeyi. Bir daha alırım.” dedi. Tekrar teşekkür ettim. Sonra bir hamle ile arabasının demirlerini omuzuna aldı, Arabayı kendisi çekiyordu. Diğer çöplere yetişme telaşı vardı. Güneş, küpeleriyle birlikte çevirdi başını yürüdü,  kayboldu batan güneş gibi…
                                                     
 İstiklal Caddesine girdim Hayatların yüzüne bakarak ilerledim. Dünyanın en güzel en renkli değişmeyen caddesi… Bilirim her gün akşama gebedir.
Herkese kucak açar. Herkes konuğudur. Akşam üzeri gitarını, kemanını kavalını, sazını, sözünü darbukasını alan gelir caddeye…
İlerledim Şadırvana…
Karmaşık bir dünyada akıp giden hayatların birisindeydi Güneş…  Zihnimde Güneş karşımda muhteşem bir sahne… Kırmızı küpeleri taktım yıldızlara. Gökyüzü lacivert rengini serdi üzerimize. Şadırvanın ışığında renk değiştiren yapraklar, rüzgarla dans ediyordu.
Başladım dinlemeye. Birçok sanatçının tercih etmeyeceği bir ortam. Ney kültürüyle büyüyen Neyzen Burcu Karadağ üfledi neyine… İki asra yaklaşan Şadırvanın büyüleyici atmosferinde.
 Dede Efendi ve  Ey büt-i nev eda olmuşum müptelâ… Son derece önemli, son derece kutsal bir mekanda. 
Birlikte dinledik kırmızı küpeli yıldızlarla…
Hani bazen her şeyden kaçıp sığınıp,  kendinle baş başa kaldığın anlar vardır ya, neyin sesi götürdü kendime.
 Şadırvanın önü o ağacın altı.  Kim bilir ne hayatlar yaşandı o şadırvanın bulunduğu bahçede…
Zamanı geriye sardım. Tarihin tozlu sayfalarında Adile Sultan ile buluştum.
 “Unutma, erkek olsaydım, şimdi padişah bendim!” diyen 1826’da Sultan II. Mahmut’un kızı olarak dünyaya gelen hassas ve sanatsever kişiliğiyle tarihe geçen sultan. Adile Sultan
İtibarlı ve vakur bir kişiliğe sahip olan Adile Sultan, kadın olduğu için saltanat makamımda bulunamamış. Kendinden büyük olan ağabeyi Abdülmecid Han’ın vefatından sonra kendinden küçük kardeşi Sultan Abdülaziz padişah olmuş.
Eşini ve kızını kaybeden Sultan, sekiz mermer sütunlu bu şadırvanı kocasının ruhu için yaptırmış. Sekiz cepheli kasnağının üzerinde otuz altı mısradan oluşan harika bir kitabe bulunmaktadır.
Şadırvanın kubbesi altında yer alan sekizgen su hazinesinin üzerleri bitki motifleri ile süslenmiş.
Muhteşem konseri izlediğim Adile Sultan Şadırvanın önü; Galata Mevlevihane’sinin bahçesinde. Yolunuz düşerse Beyoğlu’na. Uğrayın Mevlevihane’ye... Şadırvana...
Şadırvandan büyük bir huzurla, heybemde getirdiğim, Güneş ile ayrıldım.
Anladım ki zamanın hepimize eşit davrandığı bu gezegende, hepimizin bir görevi var.
Güneş, dünyanın diğer yanını aydınlatmaya başlarken, Kırmızı küpeli Güneş’in, akşam mesaisi başlıyor demektir.
Hesaplı dünyada hesapsızca yaşayan Güneş, 
Omuzunda demir yığınları
Bir avuç mutluluk bıraktı geçip giderken yanı başımdan…

19 Mayıs 2014 Pazartesi

UTANIRIM GÜNEŞTEN - NEZAHAT GÖÇMEN

UTANIRIM GÜNEŞTEN

Savruldu bahar çiçekleri

Gidilecek baharlar imkansızdır artık.

 Dillerinde dua, aklında doğmamış çocukları

Yer üstünde iş bulamayan, yer altında ekmek arayan

Ekmek kuyusunun derinliğinde toplanan siyah inciler

Ölümü koynunda taşıyanlar, zifiri karanlıkta ellerinde baretleri ile yol aradılar… Evlatlarına sevdiklerine kavuşmak için son vardiyada son çırpınışlar. Tünelin sonunda ne yazık ki ölüm var.

Yerin altından, gün ışığına elveda demeden yerin altına gittiler…

Kat kat gökyüzüne uçuşlar…  Zamanın ışıltılı raflarında yer alamasalar da “Unutulmayanlar” adlı dosyaların içine sıkıştılar.

Balık istifi gibi üs üste yığılanlar

Madenin derinliklerine indikçe korku filmlerini aratmayan sahneleri izlerken, her tabutun başında ana, baba, eş, kardeş ve çocuklar. "Biliyorum gelmeyecek" diye hıçkırık arasından yol bulup çıkan sesler

Son söz ölümündü

Tarihte en büyük ekmeğine sarılanların kazası, insanlık kazası

Cam binalarda, deri koltuklarda havanın en bol olduğu yerde toplantılar yapıp kendilerini haklı çıkarmaya çalışanlar… Yemekten sonra hazımsızlık gideren maden suyu içerek, midelerini hafifletenler, özel otomobillerle yol aldılar basın toplantısına

Çelişki yumağı içinde verilen daha doğrusu verilemeyen yanıtlar

Yüksek seviyede, hızlı üretim yapılan bir iş yerinde nasıl olur da acil çıkış yeri olmaz.

Acı, öfke birbirine karıştı

Yaşam odası

Kaçış odası

Ve daha birçok maden ve madencilik terimi öğrendi bu halk

Demiri ısırarak yaşama tutunmaları öğretilmiş bu canlara…

Hiç gerek yok!  Haklılık çabasına.

Hayat hikayeleri sığmadı, ekranlar doldu taştı.

 Anaların ağıtları semaya ulaştı.

“Olsaydı” olsaydıların geçmişe ne yararı olabilir ki

Ateş düştüğü yeri yaktı.  Şimdi hayat ne güldürüyor, ne öldürüyor ne de yaşatıyor.

Sadece ağlatıyor. Gözyaşlarına takılan kanatları kaldı.

Cebinde oğlunun  düğün davetiyesi ile madene giren baba nasıl unutulur, ne demeli bilmem ki.

Emre Aydın’ın “Soğuk Odalar” şarkı sözleri dizelerinde, gittim geldim.

Hepimiz akıl ve yürek tutulması yaşadık.

Siyah inciler korku ve hayatta kalabilme telaşı yaşarken

Acının yanında utandık.  Utanırım babası öldüğü gün dünyaya gelen çocuktan

 Utanırım güneşten

Havuz başlarında, güneşin sıcağında, şapkalarımızla güneşi kapattığımız anlar. Pahalı güneş gözlükleri ile koruduğumuz gözlerimiz. Güneşten korunma kremi, yine yeni yeniden sürerek korunduğumuz saatler dakikalar geçti gözümün önünden…

Telafisi yok.

Daha önce, madenlerde gidenler gibi

“Ben babamı hiç görmedim.” diyecek çocuklara verecek cevabımız var mı?

Herkes öfkeliydi. Canı yanan insanların duyguları düşünceleri sarmaş dolaş oldu.

Artık ne ölenler gelir, ne de o ocaktan bir ses

“Olur, böyle şeyler.” İradesinden uzak

Karınca kararınca

Yüreğimiz yettiğince acıyı bölüşeceğiz

Dualarla uğurlayan ve geri dönmesini dualarla bekleyen kadınların kara sevdalıları

Yürüdüler el ele cennete

Yarım kalan hayaller, yarım kalan hayatları tamamlamak bizim görevimiz

Geriye kalan anılar, anılar… Bu son olsun dileklerimle

Yıldızlar yağsın üzerlerine, ışıklar içinde yok alsınlar…


NEZAHAT GÖÇMEN

5 Mayıs 2014 Pazartesi

CENNETE MEKTUP -- Nezahat GÖÇMEN

Canım     Kızıma

Gittiğin yere beni de götür                                           
Elmas bir iğne gibi göğsümün en derin yerindesin
Yok öyle bırakıp gitmek, hem gitmek değil ki bu
Yakmak, savurmak, kavurmak
Bir kağıt bir kalem alıyorum elime
Bir de kendimi…
Hayata tutunmak, oluşundan daha zor.
Kısacık ömrümde seni tanıdım.  Bedelsiz bedenimden sıyrılışın, kucağıma alışım daha dün gibi…
İki bahar arasında yaşam. Sonbaharın son ayında, bahardan kalma bir günde aldım seni kucağıma. Adını Bahar mı koysam diye düşünmedim değil. Aydınlıktı sonbahar. Beni annelik denen o en kutsal görev ve kimlikle taçlandırdın. Yine bir ilkbahar mevsimin son ayı veda eden, bir nefes.
Bir çocuğun nefesini, tekmesini, kalbini içimde hissettim. Doğurdum büyüttüm, çalıştım, daha çalışıyorum. Ayakta duruyorum.
Anneciğini ayakta tutan mı ölüm. 
Hüznün tınısında
Bulutlara bakarım, yağmur damlalarında can ararım.
Bir annenin evladına duyduğu hisler değişir mi? Onun sınavındayım…
Adres yok, pul yok, telefon yok. Bir dua mesafesi uzaklıktayım.
Işıklarım söndü, baharlarım yok oldu. Yaşıyorum ama nasıl, bir ben bilirim bir Allah…
Her gece aklımda sen. Yine sen, yine sen…
Kayahan söyler ben dinlerim
Seni çok özledim gece gözlüm …                             
Esen rüzgarda. Her yeni doğan bebekte, açan çiçekte.
Neşem hüznüme batar meleğim.
Akşamlar olurken.
Sensiz bir gün daha bitiyor, biliyorum.
Her kapıyı açtığımda seslenirim. Ama yoksun.
Senin sevgine hasret yorgun dudaklarım.
Işığımda katığımdasın…
Yorgunum, posta posta hatıralar gözümün önünden geçerken,


 Canımı senin acıttığın kadar hiçbir şey acıtmıyor…

Hani son gün, beni bırakıp giderken, meleklerle buluşmaya hazırlanırken, gözlerinle takip etmiştin ve pul pul alnında terler dökerek hafif bir tebessümle elveda anların ve anılar…

Elveda demenin hüznü kapladı tüm benliğini.



Anneler gününde seçtiğin hediye benim de öldüğüm gün. Anneler günü de bırakıp gidilmez ki

Bu kadar anlamlı bir gün de gidilir mi?

Saç rengin değişti mi?

Kömür karası saçlarından bir iki tel tokana takılmış. Gözüm gibi bakıyorum. Bir çift küpe beyaz bir mum üzerinde ışıl ışıl ışıldıyor. Mumu yakmaya kıyamıyorum.



“Allah’ım rüyama girsin.” diye yalvardığım gecelerden bir gece…

Seni gördüm rüyamda.
Saçların yine kömür karası,
Göç eden kuşlar, dönemezlermiş ilk uçtuğu yere... Daha da güzelleşmiş meleklere benzemişsin...

Ziyaretine geliyorum.

Sessizce karşılıyor sessizce ağırlıyor sessizce uğurluyorsun beni. Çok şey anlattığını biliyorum…

Biliyor musun?

Parçalandım, döküldüm

Dağıldım paramparça

Özlem nedir bilir misin?

Cennet kokusuna uzak kalmak.

Uzaklar yakın olsaydı keşke

Özledim ellerini, gözlerini, saçlarını
Ve kokunu özledim…

Yalnız olmadığımı biliyorum, tüm anneler orada mı?

Tüm yavrular el sallar mı annelerine?



Siyah gözlerini götürdüğünü mü zannediyorsun?  Gözlerimin ta içinde… Ellerimi uzatıyorum hayalini tutabilir miyim diye uçuyorsun avuçlarımdan…



Can gitti. Canım gitti. Vedasız gittin. Diğer gidenler gibi.    "Nihai ev" ine döndün... Bir gün hepimizin buluşacağı yerde mutlu ve huzurlu olduğuna eminim! Işık içinde yat! Biliyorsun, sevgide zaman ve mekân olmaz. Görmesek de, duymasak da hep yan yana, can cana, aynı boyutta yaşarız hiç bir zaman "yitirmediğimiz" sevdiklerimizle



Üzerine artık güneş Ankara’da doğuyor. Sahi bilir misin sen gittiğin gün; Yeryüzünde en güzel dileklerin dilendiği gün Hıdrellez ve senin yok oluşun bedenen… Hıdrellez günü sonsuzluğa uzanırken, anneler günü toprakla buluştun. Hiç çekinmeden bana ölümü armağan ettin.

Üzerine son taş kapandığında anladım bir daha gelmeyeceksin. İşte o anda tükendim.

25 yaş çok erkendi. Cahit Sıtkı Tarancı 35 yaş için “Yolun Yarısı” demiş. 25 yaş için yolun hangi bölümü dersin?



Kızım, bu kirli dünyadan daha güzel yerdesin, hissediyorum.



Melekler arasına çok yakıştığını biliyorum.

 Sevgilerin en yücesini annelik duygusu ile tattıran Allah’ım!

Bir daha beni anne olarak yaratmasın,

Evlat acısını yaşatmasın yüreğimi, canımı acıtmasın.

Acıların en büyüğü ile savurmasın.

Duaların ucuna bağladım mektubumu. Uzatıyorum ellerimi gökyüzüne doğru. Tanrının beni göreceği duyacağı, Onu hissedeceğim yere kadar uzatıyorum.

“Babasını, annesini kaybetmiş evlatların adı var. Henüz evladını kaybetmiş annelerin bir sıfatı yok.” derler ya.



Şair ne güzel söylemiş: ”Ölüm gelmiş cihana, baş ağrısı bahane.”



Bütün şarkılarda sen, sen…



Anlatılmak istenen acının büyüklüğünü, anlamak için,duygularımı anlatan, seni anlatan muhteşem şarkılar…

Şimdi Uzaklardasın Öldü Dersin Gül Güzeli Tılsımını Kaybetti­­ Sarılsam Üşür müsün? Unutma Unutama Beni Haram Geceler   Böyle Ayrılık Olmaz   Özlediğim Şimdi Bana Çok Uzakta    Sessiz Gemi  Adio Kerida'yı dinlerken dil bilmemize gerek yok...  ve daha niceleri…



Mecburen yaşadığım bu dünyada

Her günü tüm güzelliğiyle ve acılarıyla bölüşüyorum.

Yıldızlar üzerinde olsun

Elbet bir gün buluşacağız

Son adresim belli

Cennet bizim meleğim.

Huzur içinde uyu



Ve mektubuma son verirken,



Yahya Kemal BEYATLI’nın dizeleri

Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.
Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden,

Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden.



Kınalı kuzum, ölümde buluşmak üzere… Kalbimde ve dualarımdasın