29 Mayıs 2016 Pazar

Atilla ve Avrupa Hun Devleti



"Me and my race are the scourge of God, God sends us to punish you."

''Ben ve milletim Tanrı'nın Kırbacıyız. Tanrı yoldan çıkan milletleri cezalandırmak için bizi gönderir!''


Muncuk 'un öz oğlu. Yassı burunlu, kısa boylu, tıknaz yapılı, geniş omuzlu, büyük başına rağmen gözleri küçük; seyrek sakallı bir insandı. Bir devlet adamında olması gereken, akıllılık, kurnazlık, sezgi, sabır ve karanlık, ileri görüşlülük gibi bütün meziyetlere sahipti.
Çağa, damgasını vuran Türk! Doğu Roma İmparatorluğu'nu da, dize getiren büyük komutan! Batılıların korkulu rüyası!.. ''Tanrının Kırbacı'' Attila!..

Attila


Büyük Hun İmparatorluğu'nun bir ucu Çin sınırında, bir ucu Avrupa'nın göbeğindeydi. Doğu Roma İmparatorluğu da, Batı Roma İmparatorluğu da yıllık vergiye bağlanmıştı. Bu, Hun yumruğu altında kurulan Avrupa barışı yıllarında Attila, Babası Muncuk tarafından, Batı Roma'ya ''Barış Rehinesi'' olarak verilmişti. Böylece Hun İmparatoru Muncuk, anlaşma hükümleri yerine getirildiği sürece savaş açmayacağını, Roma'ya garantilemiş oluyordu.



Bir bozkır çocuğu olan Attila'nın Roma'da öğreneceği pek çok şey vardı. Roma'da dil öğrendi, askerlik teşkilatı hakkında yeni bilgiler edindi, politikanın nasıl yürütüldüğünü yakından inceledi. Fakat Roma'da Attila'nın asıl öğrendiği şey, bu insanların Hunları ne kadar sevmediği, ne kadar hor gördüğü ve ne kadar nefret ettiği idi. Tarihçiler, Attila'nın Roma'yı yıkma kararına, bu ''Barış Rehinesi'' günlerinde vardığını yazarlar.

Atilla'nın Hunların Başına Geçmesi


Hunların başına geçtiği zaman 39-40 yaşlarında olan Atilla, babası Muncuk erken öldüğü için, amcası Rua' nın yanında yetişmiş, onunla birlikte seferlere katılmış, çeşitli kavimleri yakından tanımak imkanını bulmuş, devlet idaresini ve Hun iç ve dış siyasetinin esaslarını öğrenmişti. Amcası Ruanın ölmesinden sonra büyük kardeşi Bleda ile birlikte devleti devralmışlardır. Fakat kaynaklarda yazana göre, eğlenceden hoşlanan, enerjisi kıt Bleda, ikinci planda kalarak, devleti ciddi bir hükümdar vasfını taşıyan kardeşine bırakmıştır. Atillanın yardımcısı sıfatı ile 11 yıl hun imparatorluğunun iradesine katılan Bleda 445 de eceli ile ölmüştür. Böylece Atilla devletin tek hakimi olmuştur.

Atilla'nın Yükselişi




434 yılı baharında Hun sınırlarına gelen Bizans elçilerini Atilla, Tuna ile Morava nehrinin yerleştiği Bizans Margos kalesinin tam karşısında-Tunanın kuzey kıyısında- bulunan Kostantia surları önünde, at üzerinde karşıladı ve dinlenmelerine dahi izin vermediği elçilerin biri konsül-general, diğeri seçkin bir diplomat olan temsilcilerine, taleplerini, barış şartları olarak yazdırdı. Kostantia barışı ( veya Margos Barışı ) diye anılan bu andlaşmanın başlıca maddelerine göre, Bizans bundan böyle Hunlara bağlı kavimlere müzakerelere, ittifaklara girişmeyecek, Hunlardan kaçanlara-esir alınmış Bizans teb'ası dahil- sığınma hakkı tanınmayacak, Bizans elinde bulunanlar iade edilecek, ticari münasebetler yine belirli sınır kasabalarında devam edecek ve Bizansın ödemeyi taahhüt ettiği yıllık vergi iki katına çıkarıldı.

Theodosios II nin aynen kabul ettiği bu anlaşmanın hükümleri icabı olarak, Hunlara iade edilen kaçakları Atilla, daha Bizans ülkesi içinde, Trakya da Tarsus ( Bulgaristanda Hirsovo) kalesinde astırdı. Bu durum Hunlar arasında olduğu kadar Bizans da Roma da ve diğer kavimler arasında Atilla adının dehşet saçan bir otoritenin timsali haline gelmesine yardım etti.

Atilla'nın I. Balkan Seferi



440'dan itibaren Attila Bizans'a karşı baskıyı artırdı. Çünkü II. Theodosios, Kostantina antlaşmasının hükümlerine aykırı olarak Hunlar'dan kaçanları iadede ağır davranıyor, hatta bunlardan bazılarını yüksek makamlara getiriyordu. Mesela Got menşeli Hun firarisi Arnegisclus'u general rütbesi ile Trakya'da Hun sınırında vazifelendirmişti. Müşterek Pazar yerlerinde Grek tacirleri Hunları aldatıyorlardı. Margus piskoposu, Kostantia civarında, kıymetli madenlerden yapılmış silahları ve ziynet eşyası ile birlikte gömülen Hun büyüklerinin mezarlarını soymuş, bu davranış Hunları infiale sevk etmişti. Nihayet Bizans yukarıda adı geçen Agaçeriler isyanında tahrikçi rol oynamıştı.

Diğer taraftan Kuzey Afrika Vandal Kralı Geiserikh, Akdeniz'deki harekatının engelleyen Bizans'a karşı Attila'dan yardım istemişti. Bu sebeplerle ve Margus'un zaptı ile başlayan Attila'nın idaresindeki I. Balkan seferi (441-442), Singidunum (Belgrad) ve Naissus (Niş) üzerinden Trakya'ya doğru gelişirken, Batı Roma'nın tavassutu neticesinde hızını kesti. Aetius bundan böyle Theodosios'un antlaşma şartlarına riayet edeceğini garantilemek üzere kendi oğlu Karpilio'yu Hun sarayına rehine olarak göndermişti. Bu sefer sonunda Tuna boyundaki kaleler Hun idaresine geçmiş, daha geri hatlardaki tahkimat yıktırılmış, Balkanlar'da Hunlar'a karşı durabilecek mukavemet yuvaları dağıtılmıştı.


II. Balkan Seferi ve Anatolius Barışı



447 yıllarına yaklaşıldığında, Attila'nın Doğu Roma politikasının daha sertleştiği görülmekteydi. Çünkü I. Balkan seferinden beri İmparator II. Theodosios, Balkanlarda Hunlara karşı bir müdafaa hattı teşkil etme teşebbüsünde bulunmuş ve Magister Officorum olan Nomus'u görevlendirerek yeni bir limes tanzimine girişmişti. Ayrıca Doğu Roma'nın ağır malî kriz içerisinde bulunması, 446'da ortaya çıkan salgın hastalık ve 447'deki büyük deprem İstanbul başta olmak üzere imparatorluğun birçok şehrinde hasarlar meydana getirmiştir. Öyleki depremin tesiriyle İstanbul surlarında çok sayıda burç da yıkılmıştı. Doğu Roma'nın askerî ve malî bakımdan içine düştüğü çok zor şartların yanında, Attila'nın hareketinin altında yatan esas sebep ise, Bizansı kat'î surette hâkimiyet altına alıp Batı Roma'ya yönelmekti. Yani alt yapısı oluşturulan cihan hâkimiyeti ülküsünü gerçekleştirmekti. Bu arada II. Theodosios zamanında Attila, Romalı-lardan, daha önce ödenmeyen borçların karşılığı olarak zorla vergi topladı. Kendisine elçilerin gelmesi, kaçakların iade edilmesi ve vergiler hususunda mektup yazdı. Bu mektubu, isteklerini bildirmek üzere Doğu Roma'ya gönderdiği elçiler ile yolladı. Kendi elçileri geri dönerken de, Romalı elçilerin onlarla birlikte gelmesini istedi. Eğer bunlar yerine getirilmez ise, Doğu Roma'ya savaş açacağını belirtti. İmparator, Attila'nın mektubunu okuyunca, kendilerinde bulunan kaçakları iade etmeyeceğini, fakat derhal bir elçilik heyeti göndereceğini söyledi. II. Theodosios, Attila'nın asıl isteklerini geri çevirince Attila ordusuyla Tuna'yı geçti ve birkaç küçük kalenin alınmasından sonra çok kalabalık bir şehir olan Ratiaria'ya başarılı bir saldırı yaptı. Burası Tuna Bölgesi'nin anahtar yeri idi. Ostrogot Kralı Valamir ile Gepidlerin Kralı Ardarik'in kuvvetlerinin de katıldığı Hun ordusu, bu günkü Bulgaristan'a girerek Oescus (Gigen) kasabası yakınında Utus Irmağını (Vidin Çayı) geçti. Burada, Moesia bölgesi Magister Militium'u olan ve Hunlardan Bizanslılara firar eden Got asıllı Arnegisclus komutasındaki Doğu Roma ordusunu ağır bir hezimete uğrattı. Arnegisclus da savaş meydanında hayatını kaybetti. Bu başarıdan sonra Attila Hun ordusunun bir kolunu Nikopolis (Niğbolu) civarındaki Asemus (Osem) kalesinin muhasarasına memur etti. Tuna boyundaki yerleri almak üzere de doğu istikametine başka kuvvetler sevk etti. Kendisi ise esas Hun ordusu ile güneye doğru ilerliyerek, Serdica (Sofya), Philippopolis (Filibe)'i zaptederek Adrianopolis (Edirne)'i kuşattı. Kuvvetlerinin bir kısmını Edirne muhasarasına bırakarak, Durostorum (Silistre), Marcianopolis (Preslav)'i ele geçirdikten sonra, İstanbul istikametine yöneldi. Arcadiopolis (Lüleburgaz), Kallipolis (Gelibolu) ve Sestos (Akbas Limanı) şehirlerini de fethetti.



Bu sırada Attila, geride mukavemet edebilecek yerleri yok etmek gayesiyle ansızın geri döndü. Trakya'dan geçerek Teselya'ya girdi ve Thermopylae (Termopil Geçidi) civarına geldi. Artık Hun tehlikesi başkent İstanbul'u tehdit ediyordu. Doğu Roma, Hunların başarıları karşısında tamamen ümitsizliğe düştü. Bu arada Vandallara karşı Sicilya'da bulunan Doğu Roma birlikleri ile İran sınırındaki garnizonların geri dönmesi ve Prens Aspar komutasındaki bu kuvvetlerin 447 yılında Chersones'de Hunlara mağlûp olması Roma için herşeyin sonu oldu. İmparator II. Theodosios, Attila'dan barışı adeta dilenmek mecburiyetinde kaldı. İmparatorluğun Doğu Ordusu komutanı Senatör Anatolius vasıtasıyla, Athyra (Büyükçekmece)'da ordugâh kuran Hunlar ve Doğu Romalılar arasında barış görüşmeleri yapıldı. 447'de imzalanan ve tarihte Anatolius Barışıdiye bilinen antlaşmanın maddeleri şöyle idi.

1- Kaçaklar derhal Hunlara iade edilecek.
2- Geçmiş vergiler karşılığında 6000 libre altın Hunlara ödenecek.
3- Hunlara ödenen senelik vergi 2100 altına çıkarılacak.
4- Parasını ödemeden Romalıların ülkesine kaçmış olan her Romalı esir başına 12 altın ceza ödenecek ve bu ödenmediği takdirde esir sahibine iade edilecek.
5- Romalılar, Hun ülkesinden kendi tarafına kaçanları bir daha kabul etmeyecekti.

Kampus Mauriakus Savaşı (Haziran 451)



Roma ordusu kuzeye doğru ilerlerken, Metz ve Rheims şehirlerini zapt eden Hun kuvvetleri bugünkü Paris yakınlarında bulunan Orleans'a ulaşmıştı.Aetius'ta o sırada oraya varmış bulunuyordu.Fakat karşılaşma için Attila Katalanum bölgesini daha uygun buluyordu. Savaş burada oldu. (Paris'in güney doğusu)




Savaş nerdeyse bir gün sürdü.Her iki tarafta ağır kayıplar verdi. Gündüz yapılan savaştan kesin sonuç çıkmadı, ancak gece olduğu zaman Roma ordusu dağılmıştı. Birlikleri arasındaki irtibatı kaybeden Aetius yanlışlıkla düştüğü Hun birlikleri arasından güçlükle kurtuldu. Roma'nın müttefiki olan Batı Gotlarının kralı Theodorik savaş meydanında ölmüştü.Ertesi sabah, babasının cesedini almaya gelen yeni Got kralı, ordusunu toplayarak savaş meydanını terk etti. Ağır kayıplara uğrayan Frank kuvvetleri de onları takip etti. Aetius müttefiksiz ve desteksiz kalmıştı. Buna karşılık Attila gayesine ulaşmış oldu. Bunun sonucu olarak ünlü Aetius Roma'da gözden düşmüş oldu. Attila, ordularını Galya ortasından oldukça sağlam ve disiplin içerisinde 20 gün gibi kısa bir süre içinde kendi başkent bölgesine getirdi.

Daha bir yıl geçmeden Attila İtalya seferine başladığı zaman, Roma'nın Hunlara karşı çıkarabileceği kuvveti kalmamıştı. Karşı koymanın imkansızlığı karşısında Aetius bile, imparator Valentinianus'u İtalya'yı terke teşvik ediyordu.

Atilla'nın İtalya Seferi


452 yılının ilkbahar sonlarında Attila, ordusu ile Pannonia'dan hareketle ve Aetius tarafından çok az müdafaa edilen Juli Alpleri'nin dağ boğazını geçti. Dahilî karışıklıklar ve saray entrikaları sebebiyle Aetius, Attila'nın ilerlemesine karşı tedbir alamadı. Attila, surlarla çevrili, ileri harekâtına mani olan Aquileia şehrinin önlerine kadar kolayca ulaştı. Bu şehir, imparatorluğun doğu sınırlarını müdafaa eden bir konumda idi. Bu yüzden çok iyi tahkim edilmiş bir vaziyette idi. Burayı koruyan askerler, Alarik ile Antala'nın komutası altındaki Gotlar idi. Şehir Hunların hücumlarına karşı üç ay direndi ve hiçbir zaman teslim olmayacak intibaı uyandırdı. Çevredeki meskûn yerleri ele geçirmiş olan Hunlar arasında, erzak azlığı nedeniyle huzursuzluk baş gösterdi. Attila ise stratejik önemi çok büyük olan böyle bir yeri ele geçirmeden ilerlemeyi uygun bulmadı. Bu sırada bir leyleğin yavruları ile birlikte Aquileia'yı terketmekte olduğunu gördü. Attila, bundan faydalanarak askerlerinin cesaretini arttırmak gayesiyle onlara hitap etti. Jordanes'in anlattıklarına göre şunları söyledi: "Üstün bir önseziyle yaratılmış olan bu kuş, bu şehrin kendisini koruyamayacağı, orada emniyette olamayacağına kanaat getirerek yuvasını bırakıp gitmektedir. Bu, kaleyi koruyanların artık şehri müdafaa edecek güç ve imkândan mahrum olduklarının kati işaretidir. Demek oluyor ki, artık muhasaramıza uzun süre dayanamayacaklardır". Bu konuşma Hun askerî arasında müthiş bir tesir yaptı ve Attila, üç aylık sıkı bir kuşatmadan sonra deniz, nehir ve bataklıklarla korunan, şiddetle hiçbir zaman ele geçirilememiş, bütün imparatorluğun 9. büyük şehri Aquileia'yı ele geçirerek tahrip etti. Bu şehir düştükten sonra Attila İtalya'ya girdi. Altinum, Padua yahut Concordia gibi şehirleri de harabeye çevirdi.



Buradan Vicentia (Vicenza), Verona, Brexia (Brescia), Pergamo ve Mediolanum (Milona) üzerinden Ticinum (Pavia)'a kadar uzandı. Kendisine kapılarını gönüllü olarak açmayan kentleri ateşe verdi. Bu durumda ise çoğu teslim olmayı tercih etti. Hunların ilerlemeleri İtalya'yı korkuttu ve dehşete boğdu. İmparator Valentinianus, Ravenna'deki saraydan kaçtı. Bu arada Aetius, Doğu Roma imparatoru Marcianus'dan yardım istedi. Fakat onun askerleri ile yardıma gelmesi çok uzun zaman alacaktı. Bu durum karşısında Batı Roma imparatoru III. Valentinianus Roma hükümetini topladı. Doğu Roma'nın yaşadığı tecrübelerden de yararlanarak bir çözüm yolu bulmaya çalıştı. 450 yılının konsülü ve gözde senatörlerden biri olan Avienus'un önderliği altında, Roma şehrinin valisi Trigetius ve Papa I. Leo (Büyük Leo) Attila'ya elçi olarak gönderildi. Umutlarını, 435'de Hippo Regius şehrinde Vandalların şeytanî kralı Geiserik ile antlaşmayı başaran Trigetius'a bağlamışlardı. Elçilik heyeti, Po ve Mincio ırmaklarının birleştiği yerde bulunan Attila ile görüştüler. Ateşkes istediler ve sonunda başarı elde ettiler Hıristiyanlık âleminin en büyük ruhani şahsiyeti olan Papa Leo, Attila'nın ayağına gitmeden evvel, özel merasimlerde giyilen muhteşem papalık elbisesini giymiş ve büyük Hun imparatorunun huzuruna böyle çıkmıştı. Attila Papa'ya gayet nazik muamelede bulunmasına rağmen, aralarında geçen konuşma bilinmemekteydi. Fakat aralarında ne geçmiş olursa olsun, neticede Romalılar bağışlanmak için yalvarmışlardı.



Attila, ordusu ile Kuzey İtalya'da bulunurken, Doğu Romalılar Tuna'yı geçti ve Hun sınır birliklerine saldırdı. Ayrıca Aetius'a da yardımcı birlikler gönderdi. Bu sebeple merkezine dönen Attila, İmparator Theodosios zamanından kalma vergi paralarının derhal ödenmesini istedi ve Doğu Roma'yı savaşla tehdit etti. Ayrıca kendisinin Roma önlerinde bulunmasını fırsat bilerek isyana teşvik eden Kafkasya Alanları üzerine de ordu göndererek, onları te'dib ett.

Atilla'nın Ölümü


Gökyüzünde yaş yağdıran bir bulut
Güneş yaslara bürünmüş batıyor...
Altın, gümüş ve çelikten bir tabut
Bu tabutta Hun güneşi yatıyor.

Attila, İtalya seferinden döndükten sonra, bütün dünyayı hükmü altına almak için son bir sefere daha çıkmak istiyordu. Bütün Batı ellerinde idi. Bütün Doğu'yu da ellerine almak için, İran'da hüküm süren Sasanî'leri, itaat altına almayı,vergiye bağlamayı düşünüyordu. Fakat İran seferini yapamadı. İtalya seferinden sonra, dolunaylı bir gecede, sarayında büyük bir toy-düğün yapan Attila, o gece İldiko adında çok güzel bir prensesle evlenmişti. O zifâf gecesinde, bir iç kanama sonunda, ağzından burnundan kan gelerek öldü (453). Cesedi inceleyen kam, "Suikast yok, ağabeyi Buda (Bleda) da aynı hastalıktan ölmüştü." dedi.

Attila'nın ölümü Hunları mateme boğdu. Ama, o, milletlerin hafızalarında ölümsüzlüğe ulaşmış bulunuyordu. Rivayete göre onu, iç içe üç tabuta koydular. Birinci tabut, güneş gibi parlayan altından yapılmıştı. Çünkü o Hunlar'ın güneşi idi. İkinci tabut kuyruklu yıldızın kuyruğu gibi parlayan gümüşten idi. Çünkü o, çok nadir görülen bir kuyruklu yıldız idi. Üçüncü tabut çifte su verilmiş demirden yapılmıştı. Çünkü çelik gibi kuvvetliydi. Altın, gümüş ve çelikten yapılan bu üç katlı tabut, Attila'ya ait silahlar ve değerli eşyalarla birlikte ve çok büyük bir yoğ töreni ile, Tisza nehrinin adacıklarından birine gömüldü. Küçük ada derin olarak kazılmış, sonra nehrin yatağı değiştirilerek üzerinden geçirilmişti. Böylece mezarını kimse bulamayacak, soyamayacaktı. Ve gerçekten hâlâ bulunamadı.



KAYNAKÇA

Türk Milli Kültürü s. 74-75
Barbar Türkler s. 106
Priskos s. 26
Türklerin Tarihi

13 Mayıs 2016 Cuma

POMAKLAR : BALKANLAR’IN DEVLETSİZ TÜRKLERİ


Batı Trakya Türk azınlığı içinde yer alan Türklerin önemli bir kesimi Trakya topraklarını kendilerine ana vatan olarak ilan etmiş olan Pomak Türkleri’dir .Birinci dünya savaşı sonrasında yaşanan Balkanizasyon sürecinde Balkanlar’ın haritası yeniden çizilirken , bu bölgede yaşamlarını sürdüren bütün etnik gruplar için ayrı bir küçük devlet oluşturma siyaseti Pomaklar tarafından bilinçle izlenmiş ama böyle bir çözüm Balkan Türkleri için hiçbir zaman düşünülmemiştir . Balkanlar’da Osmanlı yönetimi altında yaşayan Türk toplulukları belirli bir bölgede toplanarak Osmanlı devleti sonrasında ayrı bir Türk devleti oluşturmanın arayışı içine girmemişler, aksine Osmanlı devletinin gereksinimleri doğrultusunda Balkan yarımadasının her tarafında Osmanlı Türkleri yaşamlarını sürdürmeye çalışmışlardır . Balkan savaşları sırasında Osmanlı orduları ile birlikte Balkan Türkleri de geri çekilme sürecine girerek Anadolu’ya doğru yönelmişlerdir . Tam bu aşamada , Batı Trakya bölgesi Türkler için emin bir durak konumuna gelmiştir . Osmanlılar Batı Trakya toprakları üzerinden Balkan yarımadasına girdikleri gibi, Avrupa kıtasından çıkarken de aynı kapıyı kullanmışlar ve Batı Trakya bölgesi tıpkı giriş döneminde olduğu gibi çıkış döneminde de bir ara istasyon konumuna gelmiştir . Bu çerçevede Balkan Türkleri için Batı Trakya, yeni bir üs konumunu kazanmıştır .
Batı Trakya Türk toplumu Osmanlı döneminde normal koşullarda varlığını sürdürmüş ama zaman içerisinde daha çok Pomak Türkleri bu bölgede belirli bir nüfus çoğunluğuna sahip olmuştur . Pomak Türkleri Osmanlı yönetimi altında bölgeye yayılırken daha çok Bulgaristan ve Yunanistan topraklarına yerleşmişler ama buralarda ayrı bir yönetim oluşturamadıkları için Balkan savaşı sonrasında dağınık kalmışlardır . Balkanların haritasını batılı emperyalistler yeniden çizerken , Pomak Türkleri Bulgaristan ve Yunanistan sınırının iki yakasında bölünmüş bir coğrafyaya mahkum edilmişlerdir . Balkan savaşı sonrasında diğer Balkan azınlıklarının küçük devletleri kurulurken , Pomak Türklerine üzerinde yaşadıkları topraklarda ayrı bir devlet kurma şansı tanınmamıştır . Bu nedenle Pomakların bir kısmı Bulgaristan’da, bir kısmı da Yunanistan’da bırakılmıştır . Osmanlı devleti çökerken bu yüzden Trakya toprakları üzerinde Türkler kendilerine bağımsız bir gelecek düzeni arayışına girmişlerdir . Edirne’nin Bulgarlar tarafından işgali gündeme gelince , Trakya’da yaşayan Türkler Pomak gruplarının öncülüğünde bir Batı Trakya devleti oluşumuna yönelmişlerdir . Batı Trakya göçler sırasında Pomak Türklerinin bir araya geldiği ve bağımsız bir yeni devlet düzeni arayışına kalkıştıkları yeni bir merkezi bölge konumuna gelmiştir . Batı Trakya bölgesinde üç kez denenen ayrı bir bağımsız Türk devleti oluşturma girişimlerinin başarısız kalması üzerine ,Pomak Türkleri Rodop dağları üzerine çekilerek emperyalizme karşı direnişlerini sürdürmüşlerdir . Dağlık bölgede toplanarak ayrı bir devlet arayışı içine giren Pomaklar ,bu bölgedeki direnişlerini sürdürmek doğrultusunda , içinde bulundukları alanı yasak bölge olarak ilan etmişlerdir .
Bulgaristan devletinin kuruluş aşamasında Bulgarlar tarafından asimile edilmek istenen Pomak Türkleri , Bulgarlar’ın bu girişimlerine karşı şiddetle direnerek kendi bağımsız varlıklarını sürdürmeye çalışmışlar , Balkan bölgesinin yeniden yapılanması sırasında Balkan Türklerinin içinde özgürce yaşayacağı bir Türk devletinin, Rodop dağları bölgesinde kuruluşunun arayışı içerisine girmişlerdir . Bulgaristan ve Yunanistan sınırları içerisinde dağınık bırakılan Pomaklar bir bağımsız Türk devletini Batı Trakya ya da Rodop dağları bölgelerinde kurabilmenin çabası içerisinde olmuşlardır .Ne var ki , Bulgarlar ve Yunanlıların böylesine bir oluşuma karşı çıkmaları ve bu doğrultuda batılı devletlerin desteklerini yanlarına çekmeleri yüzünden, bir türlü Pomaklar istedikleri bağımsız devlet yapılanmasını gerçekleştirememişlerdir .
Osmanlı İmparatorluğunun Balkan yarımadasına yayılmaya başladığı on ikinci yüzyıldan sonra bölgeye gelen Pomaklar , daha önceleri buralara gelen Bulgarlar tarafından her zaman için kendi aralarında asimilasyona tabi tutulmak istenmiş ama Bulgarlar’ın bu gibi girişimlerinin sonuçsuz kalması üzerine , Pomaklar kendi kimlikleri ile varlıklarını sürdürerek bugünlere gelmişlerdir . Gerçek anlamda bir Türk boyu olan Pomaklar ,Osmanlı imparatorluğuna her zaman için sahiplenmişler , bu büyük Türk devletinin çıkarları doğrultusunda Balkan yarımadasının her bölgesinde Osmanlı devletinin düzeni ve çıkarları doğrultusunda var olmuşlardır . Ne var ki , Osmanlı imparatorluğunun merkezindeki çöküntünün Balkan topraklarına yansıması üzerine ise , Pomaklar da bölgedeki yerlerinden geri çekilerek , Batı Trakya ya da Rodop bölgelerinde bağımsız bir devleti kendilerine alternatif bir yaşam düzeni olarak düşünmüşlerdir . Büyük çoğunluğu Müslüman bir halk topluluğu olan Pomaklar , Türklüğü ve Müslümanlığı Osmanlı vatandaşlığı içinde bütünleştirerek kendilerine göre bir yaşam sürdürmeye çaba göstermişlerdir . Osmanlıların bir Türk ve Müslüman siyasal yapılanma çerçevesinde Balkan topraklarında uzun süre egemenliğini sürdürmesinde, Pomakların önde gelen bir katkısı olmuştur .
İmparatorluğun ilk yıllarında Osmanlıların Balkanlara geçtiği yıllarda Türk ve Müslüman boyları Avrupa kıtasının doğu bölgelerinde yayılırken , Pomaklar bölgeye gelerek yerleşmişlerdir . Orhan Gazi döneminde başlayan bu süreçte Pomak asıllı topluluklar Balkanların çeşitli yörelerinde boy göstermeye başlamışlardır . Osmanlı ordularının Balkanlarda fetihlere kalkışması üzerine Pomaklar Rodop dağlarını merkez tutarak , Balkanların yerleşik bir halkı konumunda Osmanlı hegemonyasının bu bölgedeki taşıyıcısı olmuşlardır . Balkanların en önde gelen sıra dağları olan Rodoplar da konuşlanan Pomaklar , on beşinci yüzyıldan sonra Müslümanlığı Balkan yarımadasının çeşitli bölgelerine taşıyarak , Balkan halkının Osmanlı yönetimi altında İslam dünyasının bir parçası olması için çaba göstermişlerdir . Daha sonraki yıllarda Selanik, Manastır, Lofça, Plevne ve Filibe gibi kentlerin topraklarına yayılarak , Osmanlı yönetiminin uzantısı halinde bir yaşam düzenine yönelmişlerdir . Önceleri Bulgaristan ve Yunanistan topraklarında yaşayan Pomak boyları zaman içerisinde Makedonya bölgesinde de yerleşerek bu ülkenin halkı ile kaynaşmışlardır . Balkanlardaki farklı etnik grupların içinde Pomaklar, daha çok Osmanlılığın temsilcisi gibi hareket etmişler ve bölge halkının Osmanlı toplumu ile bütünleşmesinde etkin bir rol oynamışlardır . Pomaklar Müslüman kimlikleri ile Osmanlı devletinden yana bir tutum içerisinde varlıklarını sürdürürken , bölgedeki Hrıstıyan toplulukların hedefi haline gelmişler ve bu yüzden bir çok din esaslı çekişmede ister istemez taraf olma durumunda kalmışlardır .
Yunan ve Bulgar devletlerinin ortaya çıkış süreci içerisinde , Hrıstıyan topluluklar büyümek için mücadele ederken , Pomaklar arada kalarak zorlanmışlar ve tarih içerisinde Bulgar ve Yunan otoritelerinin baskıları yüzünden ezilmişlerdir . Balkan Türklerinin dinamik unsuru konumundaki Pomakların kültür değerlerinin Bulgar ve Yunan makamları tarafından silinmeye çalışılması , Balkan yarımadasında bir çok çatışmanın kaynağı olmuştur . Fransız devrimi sonrasında Avrupa kıtasında yayılan milliyetçilik cereyanlarının kıtanın doğu bölgesindeki Balkanlara ulaşması ile birlikte , bu bölgenin Hrıstıyan unsurlarına , batı Avrupa’nın emperyal devletleri bağımsız devletçikler kurdurmaya çalışmışlardır . Küçük toplulukların kendi devletlerine kurma hayali içine girdikleri bir aşamada Osmanlı imparatorluğunun tarih sahnesinden silinmesine giden süreç gündeme gelmiştir . Özellikle Yunan devletinin kuruluşundan sonraki aşamada Yunan yönetimi ,yasak bölge uygulamalarına giderek Osmanlı halkları arasında bir ayrıştırma siyaseti izlemiş ve bu gibi ayırımcı politikaların batılı emperyalist devletler tarafından desteklenmesi üzerine , Pomaklar bulundukları bölgelerde yaşamlarını sürdüremez bir duruma düşürülmüşlerdir . Yunanlılara İngilizlerin , Bulgarlara ise Rusların destek olmalarıyla Müslüman Pomaklar üzerindeki baskılar giderek artmış ve bunun sonucunda Balkan savaşlarına giden yolda, Osmanlı halkı arasında süreklilik kazanan bir çatışma ortamı Balkanların çeşitli bölgelerinde yaygınlık kazanmıştır . Yasak bölge uygulamaları halkı birbirine düşürürken ,dinler arasındaki çekişmelerin zamanla çatışmalara dönüşmesine de uygun bir zemin hazırlanmıştır . Böylesine olumsuz koşullarda Pomaklar kendi ulusal değerlerini yitirmek durumu ile karşı karşıya kalmışlardır . Yunan ve Bulgar devletlerinin kuruluşuna kadar süren bu olumsuz süreç sonunda , Bulgar ve Yunan devletleri bölgede Pomak Türklerinin bulunmadığını ve sadece Müslüman azınlıkların yaşadığını ileri sürmeleri ile sonuçlanmıştır .
Balkan savaşları ile Osmanlı devleti tasfiye edilirken ,Osmanlılar son bir mücadele vererek Balkan harekatına kalkışmışlar ve bu doğruluda Balkanları yeniden Osmanlı egemenliği çatısı altında yapılandırmaya çalışmışlar ama bu amaçlarını gerçekleştirememişlerdir . Osmanlı devletinin son yüzyılında İngilizler, Fransızlar, Almanlar ve Rusların Balkanların Hrıstıyan toplulukları ile yakından ilgilenmeleri yüzünden ortaya çıkan karışıklıklar zamanla süreklilik kazanmış ve Hrıstıyan-Müslüman çekişmelerinin giderek artması üzerine, Müslüman Osmanlıların bölgedeki temsilcisi olan Pomaklar son derece olumsuz koşullarda bir çok çatışmanın hedefi haline gelmişlerdir . Bölgede Osmanlı hegemonyasını silmek isteyen Hrıstiyan dayanışması Vatikan’ın önderliğinde giderek güçlenirken , böylesine bir Müslüman dayanışmasının Balkanlar da oluşturulamaması yüzünden , Müslüman Pomaklar zamanla bölgeden tasfiye olma noktasına doğru sürüklenmişlerdir . Osmanlı devleti kendini kurtarma derdine düştüğü bu aşamada , Balkan Müslümanlarına yeterince yardımcı olamadığı için Pomaklar zamanla kendi başlarının çaresine bakmak gibi bir duruma düşmüşler ve bu yüzden de bir türlü toparlanarak eski düzenlerine yeniden sahip olamamışlardır . Pomakların gelecekte kendileri için bağımsız bir devlet düzenini Rodoplar bölgesinde oluşturmasına , Yunanlılar kadar Bulgarlar da karşı çıkmışlardır . Batılılar ise Türk devleti yapılanmasına izin vermemişlerdir
Yunanlılar Yunan yarımadası üzerinde kendi ulus devletlerini kurmaya yöneldikleri aşamada ülkede Yunan asıllı olmayan halk topluluklarını temizlemeye çalışmışlar , Balkanlar da çok yaygın olan Çingene topluluklarını ülkeden kovarken, aynı olumsuz davranışı Pomaklara karşı da uygulamak istemişlerdir . Bir anlamda Çingeneler ile aynı alt seviyeye düşürülen Pomak toplulukları böylesine olumsuz bir kıskaçtan kurtulabilmek uğruna , daha büyük mücadelelere kalkışarak, bölgede ulusal kimliğini koruyan bir halk topluluğu olarak yola devam etmek istemişlerdir . Yunanlılar uzun yıllar Batı Trakya Türklerine karşı uyguladıkları yıldırma politikalarını Pomaklar içinde geçerli kılmak istemişler , ve Osmanlı İmparatorluğu Avrupa kıtasından geri çekilirken , Pomakları da diğer Müslümanlar ve Türkler gibi Anadolu topraklarına sürmek istemişlerdir . Bu yüzden Balkanların yerleşik halkı olan Pomakların bir kısmı ,Balkan savaşları sonrasında yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti devletinin batı bölgelerine giderek yerleşmişlerdir . Çingenelere yapılan haksız uygulamalara ve baskılara karşı direnemeyen Pomak halkının bir kısmı , Balkanları terk ederek kendilerine yeni kurulan Türk devletinin toprakları üzerinde yeni bir gelecek aramak istemişlerdir . Yunan makamlarının ezici baskılarına ya da asimilasyon politikalarına dayanamayan bir kısım Pomak halkının , kendi gelecekleri açısından çareyi Türk topraklarına göç olarak gördükleri ortaya çıkmıştır . Yunan devletinin ayrılıkçı politikaları artırması üzerine bazı Pomak boylarının bu ülkeyi terk etmesi zorunlu olmuştur .
Yunan ve Bulgar halkları içinde erimemek ve sahip olduğu etnik kimliği sürdürmek üzere Pomaklar hem eğitim hem de yayın çalışmaları yapmışlardır . Avrupa’da başlayan uluslaşma süreci döneminde Pomak kimliği ve kültürü ile araştırma ve yayın çalışmalarına başlanmasıyla birlikte , Pomak dilinde yayın yapan kitap ve dergiler de çıkartılmış ama bu gibi girişimler sürekli olarak Bulgar ve Yunan resmi makamlarınca engellenmeye çalışılmıştır . Pomakların kullandığı kendi etnik dilleri daha çok Bulgarca’nın etkisi altında gelişmiş ve daha sonraki bir süreçte bağımsız bir dil görünümüne kavuşmuştur . Bulgarca “Poma-gum “ ya da Slavca “Pomagaci “kavramlarından gelen Pomak adının temelinde , yardım etmek ya da yardımcı olmak anlamı yatmaktadır .Osmanlı döneminde atlara bakan Pomaklara yardımcı anlamında isim verilmiştir . Bulgar ya da Slav dillerinde yardım etme anlamındaki bir kelimeden türeyen Pomak adı , zamanla Türk ve Müslüman asıllı bir Balkan toplumunun resmi adı haline gelmiştir . Pomak kavramı Bulgarca da yardım etme anlamına gelmesine rağmen , Bulgar ya da Yunan devletinin resmi makamları kesinlikle Pomaklara yardımcı olmamışlardır . Bu iki Balkan devletinin Pomak boylarına karşı baskıcı tutumları yüzünden , Pomaklar komşuları olan Hrıstıyan Balkan toplulukları gibi kendi ulus devletlerini bir türlü kuramamışlardır . Osmanlıcılık cereyanlarının Balkan topraklarında etkili olamaması yüzünden , Balkan Türklerinin daha sonraki aşamada batı destekli Hrıstıyan topluluklar gibi kendi ulus devletlerine sahip olabilmeleri mümkün olamamıştır .
Balkanlar’dan dışlanan Pomakların bir kısmı Türkiye’nin Trakya ve Ege bölgelerinde yerleşerek kendilerine yeni bir hayat düzeni kurmuşlardır .Yüz yıllar süren asimilasyon girişimlerine direnerek ayakta kalan Pomak Türkleri , Osmanlıların on ikinci yüzyıl ile başlayan Balkan fetihlerinin öncü güçleri olmuştur . Bir anlamda , Orta Asya kökenli Türk boyları olan Peçenekler ile Kumanların torunları olan Pomaklar , Türklüğün öncü güçleri olarak Balkan tarihinde Osmanlı döneminin kurucusu olmuşlardır . Eski bir Hazar boyu olan Bulgarlar , Peçenekleri ve Kumanları Hrıstıyanlığa doğru yöneltirken , Osmanlıların Müslümanlığı benimsemesi üzerine Pomaklar da İslamı yeni bir din olarak kabül etmişlerdir . Pomakların Müslüman olmalarından önceki dönemde Hrıstıyan olmaları yüzünden , Akriyan isimli bir eski Helen boyundan geldikleri de öne sürülmüştür .Bazı araştırmacılar ise Pomakları , Büyük İskender’in kurmuş olduğu Makedonya devletinin kalıntıları olarak da açıklamaya çalışmaktadırlar .Böylece Pomakların kökeni hakkında çeşitli görüşler öne sürülerek durumun biraz daha karışıklık içine sürüklenmesi desteklenmiştir .Pomaklar da böylesine bir karışıklık içinden çıkarak , kendilerini doğru dürüst bir tanımlama yapamamaları yüzünden daha iyi ve tutarlı bir gelişme şansı elde edememişlerdir .
On ikinci asırda Balkanlara’a göç eden Çepni ve de Bozok Türklerinin devamı olarak da gösterilen Pomaklar, kendi ulusal toplumlarını ayakta tutabilme doğrultusunda “Yeni Ziya” ,”Yeni Yol” ve “Yeni Adım” gibi dergi ve gazeteler çıkarmışlar ama bu gibi yayınlar uzun süreli olamamıştır . Balkan savaşı sonrasında Türkiye’nin yeni bir siyasal model doğrultusunda yapılanmaya gitmesi üzerine , Balkan Türkleri arasında da Atatürk sevgisi ile birlikte bir Kemalizm arayışı da öne çıkmıştır .
Atatürk’ün kurduğu Kemalist cumhuriyet yönetimi ile yakınlaşmak için Balkan Türkleri arasında Kemalizm yayılırken, Pomakların aydın kesimleri bu gibi düşüncelerin yaygınlık kazanmasında etkili olmuşlardır . Batı Trakya da yaşamakta olan Pomak toplumunun giderek Türkiye Cumhuriyeti ile bütünleşmeye gitmemesi için , sonraki aşama da Kemalizm karşıtlığı Pomak aydınları arasında Yunan makamları tarafından örgütlenerek , Anadolu ve Rumeli Türklerinin ileride bir araya gelmesine sağlayacak bir yakınlaşma sürecinin önü kesilmiştir . O dönemde Pomaklar , Yunan ve Bulgar devletlerinin kendilerini asimile etme girişimlerine karşı ayakta kalmak ve varlıklarını sürdürebilmek için Osmanlı devletinin yerini alan Türkiye Cumhuriyetinin Kemalist devlet modeline yakın durmaya çalışmışlardır . Kemalizm’in ortaya çıktığı dönemde İslam dünyası ile birlikte Balkan yarımadasında da yaygınlık kazanabilmesi için Pomaklar bir şeyler yapmaya çalışmışlar ama böyle bir düşünceyi çok istemelerine rağmen uygulama alanında gerçekleştirememişlerdir .
Kemalist düşünce ile kendi ulusal varlıklarını Bulgar ve Yunan devletlerinin asimilasyoncu politikalarına karşı sürdürmek isteyen Pomaklar çıkardıkları dergi ve gazeteler aracılığı ile ulusal kimliklerini geliştirirken , kendi devletlerini kurabilecekleri bir yurt arayışını da bu duruma paralel olarak geliştirmişlerdir . Pomakları yöneldikleri Kemalist çizgiden uzaklaştırma doğrultusunda emperyalizmin desteğinde bir İslamcılık akımı öne çıkarılmıştır . Bir yandan asimilasyon girişimleri ve diğer yandan da İslam dini birlikte kullanılınca, Pomakların Türk kimliğinin giderek ortadan kalkma aşamasına geldiği görülmüştür . Batı Trakya bölgesinin İskeçe ve Gümülcine kentlerinde etkili çalışmalarını sürdüren Pomaklar , Osmanlı imparatorluğundan Türkiye Cumhuriyetine geçiş yapan Türkiye gibi bir dönüşümü Kemalizm akımını benimseyerek kendi bölgelerinde gerçekleştirmeye çalışmışlar ama istedikleri gibi bir gelişmeyi o aşamada siyasal gündeme getirememişlerdir . Birinci dünya savaşı sonrasında kendilerine yeni bir siyasal yapılanma modeli arayan Pomaklar , benzeri bir girişimi ikinci dünya savaşı sonrasında da gündeme getirmişler ama gene istedikleri çizgide bir siyasal gelişmenin ortaya çıkarılması konusunda istenen gelişmeleri sağlayamamışlardır . Kemalist Türkiye’nin Batı Trakya ile tıpkı Doğu Trakya bölgesi ile bütünleşme sağlayacak girişimlerde bulunması sırasında, Pomaklar Türkiye Cumhuriyetinden yana bir siyasal tutum içerisine girmişlerdir . Türk-Yunan gerginliğinin batılı emperyalistler tarafından tırmandırılmaya çalışılması sırasında da , Türkiye Cumhuriyeti bilimsel esaslara uygun düşen bir Türkçü yaklaşım içerisinde , Pomak Türklerine karşı yakın durmaya ve yardımcı olmaya çaba göstermiştir .
Balkanlar da yüzden fazla yerleşim merkezinde yer alan Pomaklar kırsal yaşam düzeni içerisinde geçmişten gelen geleneksel örf ve adetlerini yaşatmayı tercih etmişlerdir .Milli kültürlerine bağlı olan Pomak Türkleri kendi kültürlerini yaşatma doğrultusunda önemli girişimlere kalkışmışlardır . Yaşam biçimleri ve sahip oldukları örf ve adetler üzerinden farklılıklara sahip olan Pomakların , kendi kültürel kimlikleri doğrultusunda bir gelecek arayışı içine girmiş oldukları görülmektedir . Yasak bölgelerin en önemli kurbanları olan Pomakların gelecekte var olabilmeleri için , kendilerini dışlayan Balkan devletlerine karşı Türkiye ve Türk dünyasının desteklerine gereksinme duydukları görülmektedir . Hem siyasal hem de sosyo-ekonomik gelişmelere karşı Pomakların direnerek ayakta kalabilmeleri açısından , sahip oldukları özgün kültürel yapılanmanın yeni dönemde de sürdürülmesi gerekmiştir . Pomak köylerindeki geleneksel kültür , kentleşme sürecinde Pomak Türklerine direnebilecek yeni bir güç katmıştır .Kültür aracılığı ile bütün sosyal ve siyasal topluluklar nasıl bir var olma mücadelesi veriyorlarsa, Pomaklar da benzeri bir yolu sürdürmüşlerdir . Genel olarak tarihsel süreç içerisinde yok edilmek istenen etnik gruplar , kendilerine yönelik saldırılara karşı direnerek bir var olma savaşı verebilirler . Ne var ki ,savaş ortamı yoksa ve zaman süreci içerisinde dağılma ya da yok olma eğilimleri öne geçerek toptan bir yok olma olgusunu gündeme getiriyorlarsa, o zaman askeri veya fiili çatışmanın yerini kültürel var olma mücadelesi almaktadır .Daha geniş toplumlar ya da kozmopolit ülkelerin toplum yapıları içinde küçük grupların öncelikle kültürel var olma mücadelesi vermesi gibi bir süreci, Pomaklar Balkan ülkelerinde yaşamışlardır . Kendi devletleri olmadığı için var olma mücadelelerini öncelikle kültürel alana kaydırmayı yok olmamak için öne çıkarmışlardır . Tarih boyunca kazanmış oldukları Türk ve İslam kültürünün izlerini üzerlerinde taşıyan Pomaklar ,aynı zamanda uzun süre Balkanlar’da yaşamanın kazandırmış olduğu bölgesel özelliklerini de, kendi kültürel zenginlikleri olarak yeni kurulan Balkan devletlerine karşı korumuşlardır . Pomaklar böylesine bilinçli kültürel var olma kavgalarını Balkanların küçük Hrıstıyan devletlerine karşı yürütürken , hem bölgedeki diğer Türk topluluklarına hem de Balkanlar’ın Müslüman topluluklarına örnek olarak geçmişten gelen kültürel zenginliklerini çok yönlü olarak değerlendirmesini bilmişlerdir . Bugünkü Balkan toplumunda Pomaklar sayesinde Türk kültürünün yansımaları devam etmektedir .
Pomaklar Balkanlar’da yaşadıkları hayatın kazandırdığı pratik yansımaları bütünüyle değerlendirerek bir özel kültür oluşumunu başarıyla gerçekleştirebilmişlerdir . Balkanlar’daki Pomakların yerleşim birimlerine bakıldığı zaman , özellikle Pomak köylerinin birbirlerine benzedikleri görülmektedir . Asya kökenli bir halk oldukları için daha erkek egemen bir toplumsal kültüre sahip bulunan Pomakların köylerinde , merkezde bir cami ve bunun çevresinde de erkeklerin gelip oturdukları kahvehaneler görülmektedir . Çarşı ve Pazar da ise daha çok kadınların çalıştıkları ve yaşam merkezlerinde ekonomik işlerin daha çok kadınlar eliyle yürütüldüğü anlaşılmaktadır . Pomak köyleri Müslüman yerleşim merkezleri olmasına rağmen çocukların modern stilde giydirilmeleri her zaman için ana kural olmuştur . Pomaklar Müslüman olmalarına rağmen batıya ya da dışa kapalı bir yaşamı değil aksine modern yaşam biçimini esas alan bir yaklaşımı benimsemişlerdir . Pomak köyleri Balkanlar’da Avrupalı yaşamın merkezleri olarak öne çıkmıştır . Kırsal kesimdeki köylerde Pomaklar tarımsal çalışmalara öncelik vermişler ve kendi üretimleri ile köy halkını doyurmayı hedeflemişlerdir .
Modern yaşam stillerine rağmen Pomak’ların dini inançları da kuvvetli olmuştur . Dini inançları nedeniyle, Katolikler gibi çocuk aldırmayı benimsemeyen Pomaklar her aile için dört çocuk kuralını ısrarlı bir biçimde uygulayarak , bulundukları bölgelerde Pomak nüfusunun artırılması için ısrarlı bir biçimde mücadele etmişlerdir .Ailenin reisi atalardan gelen bir gelenek olarak her zaman için erkek olmuş ama , kadınlara da erkekler kadar değer verilmiştir . Doğurgan kadınlar ve de öncelikle erkek doğuran kadınlar erkekler kadar aile içinde söz sahibi olmuşlardır . Müslüman Pomak kadınları doktora gitmeden hamilelik dönemlerini tamamlayarak çocuk sahibi olabilmeye öncelik vermişlerdir . Sağlık merkezlerine zor duruma düşünce başvurulmuş ve normal yaşam süreci içinde doktorlara mesafeli bir yaşam stili uygulanmıştır . Nüfusunu sürekli olarak artırma çabası içinde bulunan Pomak toplumları erkek çocuklara aile düzeninde önemli yer vermişlerdir Bu doğrultuda çok erken yaştaki erkek çocuklar sünnet ettirilerek erkeklik bilinci önceden kazandırılmaya çalışılmıştır . Erken yaşta sünnet olan erkek çocuk sünneti ile beraber Müslüman yapılarak İslam dinini de erken yaşlarda kazanması hedeflenmiştir . Diğer bir neden de ataerkil aile yapısı nedeniyle babanın bir an önce erkek çocuğunu varis tayin etmesidir . Çocuk ne kadar küçük yaşta olursa olsun ,sünnet olduktan sonra erkek olarak sayılmıştır . Hrıstıyanların egemen olduğu Balkan ülkelerinde Müslüman bir halk olarak Pomaklar dini merasimlere ve de geleneklere ağırlık vererek yaşamlarını bugüne kadar devam ettirebilmişlerdir .
Müslüman bir halk olmalarına rağmen Avrupa kıtasında yaşamlarını sürdüren Pomaklar , Arap ülkelerinde olduğu gibi kadınları eve kapatmamışlar aksine kadın ve erkek beraberliği çerçevesinde toplumsal yaşama öncelik vermişlerdir . Kadınlar tarlada ya da dükkanlarda çalıştıkları gibi toplumsal yaşamda da erkekler ile birlikte bir yaşam düzenine sahip olabilmişlerdir . Kırsal alanda yaşamlarını sürdürmek durumunda kalan Pomaklar, kadınları ve erkekleri toplum içinde serbest bırakarak kendi eşlerini özgürce seçme hakkını vermişlerdir . Ailelerinin izinlerini alan gençler özgürce eşlerini seçerek erken yaşta yuvalarını kurma şansına sahip olabiliyorlardı . On beş yaşına gelen Pomak gençlerinin tarımsal etkinliklere ve üretim çalışmalarına katılması bir hak olarak tanınıyordu . Kız erkek ilişkilerinde batılı ülkeler gibi modern bir yaşam tarzını benimseyen Pomak toplumlarında aile yapılanmaları daha sade ve güçlü oluyordu . Balkanlar da uzun süren savaş yıllarında , Pomaklar kendi toplumlarını sağlam bir biçimde koruyabilmek için aileye ve aile merkezli yaşam düzenine fazlasıyla ağırlık veriyorlardı . Dini bayramlara önem verilmesi , İslam dininin diğer önemli günlerine de yeterince ağırlık verilmesi , Pomaklar’ın kendi yaşam tarzları olarak öne çıkıyordu . Din ve kültüre öncelikli bir yer verilmesiyle Pomaklar , içinde yaşadıkları ülke toplumuna karşı daha güçleniyorlardı .
Pomaklar üzerinde yaşadıkları Balkan topraklarında tarımsal üretim yaptıkları gibi hayvan yetiştirmeye de önem verirlerdi . Balkan ülkelerinde çok yaygın olarak görülen tütün üretiminde Pomaklar da diğer Balkan toplulukları gibi yer almışlardır . Ekonomik alandaki çalışmalar ile kendilerini yaşatan Pomaklar , aynı zamanda din kurallarına da önem vererek adil ve hakkaniyete uygun bir yaşam düzeni arayışı içinde olmuşlardır . Ekonomik durumu iyi olan Pomaklar her sene hacca giderek , tipik bir Müslüman toplum gibi davranmaktadırlar .İslam dinine sıkı sıkıya bağlı olan Pomaklar , bu dinin gereklerini usulüne uygun bir tarzda yerine getirmek için her zaman mücadele etmektedirler . Çocuklarına erken yaşta Kuran okutan ve namaz kılmayı öğreten bir zihniyet , Pomak toplumunda her zaman için var olmuş ve bu durumda dini bütün Müslüman tanımına uygun bir yaşam tarzı Pomaklar için her zaman söz konusu olmuştur . Kız-erkek bütün çocuklarını erken yaşta okula göndermeyi esas kabül eden Pomak toplumu , eğitimin ve bilimin yol gösteren ışığını gelecek kuşaklarına aktarmaya çalışmışlardır .
Günlük yaşamlarında Türkçe ve Bulgarca kırması bir dil olan Pomakça ile konuşan Pomaklar bulundukları yerlerde her zaman için kendi kurallarının geçerli olacağı bir siyasal düzen arayışı içerisinde olmuşlardır . Diğer Balkan ülkeleri , kendi Hrıstıyan devletlerini birkaç milyonluk nüfusları ile kurarlarken , Pomakların nüfusu yüz binlerde kalarak bir milyonu bile geçememiş ve bu nedenle Pomaklar’ın Balkanlar’da kendi devletlerini kurabilecekleri bir ortam ortaya çıkamamıştır . Yaşadıkları siyasal olaylar nedeniyle son derece bilinçli bir tutuma sahip olan Pomaklar’ın nüfuslarının az olması ve bu yüzden bağımsız bir devlet düzeni çatısı altında yaşama şansını elde edemeyen Pomaklar’ın önemli bir kesimi özgür yaşamlarını sürdürebilme doğrultusunda Türkiye’ye göç etmişler ve ülkenin batı bölgelerinde diğer Türkler ile birlikte , bir cumhuriyet rejimi vatandaşı olarak yaşamaya yönelmişlerdir . Toprağa bağlı bir biçimde güçlü ulusal duyguları bulunmasına rağmen , böyle bir durumu yaşadıkları ülkeler de elde edemeyince , Türkiye’ye göç ederek Türk ve Müslüman gibi yaşama şansını elde etmeye öncelik vermişlerdir . Balkanlar’da kendi devletini kuramayan Pomaklar, Türkiye Cumhuriyetini Osmanlı devleti sonrasında kendi devletleri olarak benimseyerek Anadolu topraklarını yeni vatanları olarak belirlemişlerdir . Balkanlar’da Batı Trakya bölgesinde varlıklarını halen sürdüren Pomaklar, bu bölgenin Türk halkı içinde hulus ve sadakat ile yer alarak gene eskisi gibi kendileri için Balkanlar’da bir gelecek arayışı içindedirler . Yunan makamlarının temel insan hak ve özgürlüklerini sınırlayan tutumlarına rağmen , devletsiz bırakılan Balkan Türkleri olarak Pomaklar, gene de bir yaşam düzeni oluşturarak geleceğe dönük bir biçimde varlıklarını güçlendirerek yollarına devam etmektedirler . Türklüğü yasaklayan , Müslümanlığı sınırlayan Yunan yönetimine karşı bütün Balkan Türkleri adına Pomaklar örgütlü bir biçimde karşı çıkarak , Osmanlı uzantısı Türk ve Müslümanların Balkan yarımadası üzerindeki hak ve özgürlüklerini en ciddi bir biçimde korumaya çalışmaktadırlar . Balkanların yeniden gündeme geldiği bir aşamada , Osmanlı imparatorluğu uzantısı olarak Balkan Türklüğünün daha güçlü bir biçimde örgütlenmesi , Pomakların desteklenmesi ile mümkün olabilecektir . Pomaklar hem Türkiye’de hem de Balkanlar da yaşayan bir Türk asıllı topluluk olarak ,Türkiye ve Balkanlar arasında geleceğe dönük bir köprünün kurulmasında önde gelen bir rol oynayabilecektir .

6 Mayıs 2016 Cuma

MUSTAFA KEMALİN SAMSUN'A ÇIKIŞI VE KONGRELER








MUSTAFA KEMAL PAŞA'NIN SAMSUN'A ÇIKIŞI (19 MAYIS 1919)
Mondros Ateşkes Antlaşmasından sonra Doğu Ka­radeniz'deki Rumlar, Rum Pontus Cemiyeti'nin yöne­ti­minde Pontus devletini yeniden kurmak için çalışmaya başlamışlardı. Yöredeki Kuva–i Milliye birlikleri ise Rum­ların bu hareketlerine karşı çalışmalara girmişlerdi. İngil­tere padişah Vahdettin'e bu bölgede çatışmaların durdu­rulması için baskıda bulundu. Padişah yöredeki karışık­lık­ların önlenmesi, Mondros Ateşkes antlaşma­sına uygun olarak padişaha bağlı bir düzenin sağlan­ması için Mus­tafa Kemal'i 9. Ordu Müfettişi olarak görev­lendirdi. Mus­tafa Kemal Hükümet Komiserliği ve askeri makamlara emir verme yetkisini de aldı ve Samsuna çıktı. (19 Mayıs 1919).
İngilizler İstanbul hükümetine verdikleri raporda Samsun ve çevresinde müslüman halkın Rumlara bas­kıda bulundukları ileri sürmüşlerdi. Mustafa Kemal yap­tığı incelemelerde durumun İngilizlerin iddia ettiklerinin tam tersi olduğunu tespit etti, eldeki kuvvetlerden yarar­lanarak Samsun ve çevresindeki Rumların çalışmalarını önledi ve asayişi düzenledi. 
HAVZA BİLDİRİSİ (28 Mayıs 1919) 
Mustafa Kemal Paşa Samsun'dan Havzaya geçerek Yunanistan'ın Batı Anadolu'da yaptığı işgallere karşı ulu­sal bilinci uyandırmak için bildiri hazırladı. Bildiri tel­grafla askeri yetkililere, idari amirlere ve müdafa–i hukuk cemi­yetlerine gönderildi. 
Bildirinin Önemli Maddeleri:
1.      İzmir, Manisa ve Aydın'ın işgallerini kınayan mi­tingler düzenlemesi
2.      İtilâf Devletlerine ve Osmanlı hükümetine işgalleri kınayan protesto telgraflarının çekilmesi
3.      Hristiyan vatandaşlara karşı herhangi bir saldırı­dan kaçınılması
4.      Yapılan çalışmaların sonuçlarının 9. Ordu müfet­tişliğine haber verilmesi
Not: Havza Bildirisinin yayınlanmasından sonra dü­zenlenen mitinglerde ulusal bilinç kuvvetlenmiştir
AMASYA GENELGESİ  (22 Haziran 1919) 
Mustafa Kemal, Ali Fuat Paşa, Rauf Orbay, Refet Bele ve Kazım Karabekir ile haberleşti. Mustafa Kemal, Ali Fuat Paşa, Rauf Orbay ve Refet Bele ile Amasya'da buluştu. Amasya Genelgesi hazırlandı. Genelgeyi Kazım Karabekir ve Mersinli Cemal Paşalar gönderdikleri ha­berlerle benimsediklerini bildirdiler. Askeri ve sivil ma­kamlara şifreli olarak gönderilen genelgenin maddeleri şunlardır:
1.      Vatanın bütünlüğü ve ulusun bağımsızlığı tehli­ke­dedir.
2.      İstanbul hükümeti, galip devletlerin etkisi altında bulunduğundan yüklendiği sorumlulukların gereğini ye­rine getirememektedir. Bu durum ulusumuzu yok olmuş göstermektedir.
3.      Ulusun içerisinde bulunduğu durumu belirlemek ve haklı durumunu, dünyaya duyurmak için hertürlü etki ve denetimden uzak bir ulusal kurulun varlığı gereklidir. Bunun için, Anadolu'nun güvenli yeri olan Sivas'ta ulusal bir kongrenin acele olarak toplanması kararlaştırılmıştır.
4.      Ulusun bağımsızlığını yine ulusun azim ve kararı kurtaracaktır.
5.      Bu amaçla bütün vilayetlerden ve kazalardan parti anlaşmazlıkları dikkate alınmadan halkın güvenini kazanmış üç kişinin seçilerek Sivas'a gönderilmesi ge­rekmektedir.
6.Gönderilecek temsilciler Müdafaa–i Hukuk ve Redd–i İlhak Dernekleri ve belediyeler tarafından seçile­cektir.
7.      Askeri ve ulusal örgütler dağıtılmayacaktır.
8.      İşgallere karşı yurdun savunması birlikte yapıla­caktır.
AMASYA GENELGESİNİN ÖNEMİ
VE SONUÇLARI 
1.      Ulusal egemenlik fikri belirtilmiştir. Ulusa, ulusal egemenliği gerçekleştirme konusunda bir çağrı yapılmış­tır.
2.      Ulusal kurtuluş savaşının gerekçesi ve yöntemi belirginleşmiştir.
3.      Osmanlı Devletinin görevini yerine getiremediği açıklanarak, yeni bir devlet kurulması fikri ortaya kon­muştur.
4.      İstanbul hükümetinin işgaller karşısında sessiz kalması ve tepki göstermemesi dikkate alınarak Anadolu halkının haklılığı konusunda bir şüphenin belirdiği açık­lanmıştır.
5.      Genelge, bir taraftan İtilaf Devletlerine, diğer ta­raftan da Osmanlı hükümetine karşı halkı mücadeleye davet etmiştir.
Mustafa Kemal'in Amasya Genelgesini hazırlaması ve genelgeyi bütün Anadolu'ya yayınlaması, İstanbul'da yetki sınırla­rını aşmak olarak değerlendirilmiştir. İngilizle­rin baskı­sıyla İç İşleri bakanı Ali Kemal, Mustafa Kemal Paşa'ya görevden alındığını bildirmiştir. Mustafa Kemal bu emri dinlemeyerek ancak padişahın emrini alabilece­ğini açıklayarak İstanbul'a dönmedi. Böylece ulusal ör­gütleme çalışmaları için zaman ka­zanmıştır.
Mustafa Kemal doğu illerindeki ulusal direnişi düzen­lemek için toplanan Erzurum Kongresine katılmak için Erzurum'a hareket etti. 
ERZURUM KONGRESİ
(23 Temmuz – 7 Ağustos 1919) 
Erzurum Kongresinin hazırlıklarının yapıldığı sırada Mustafa Kemal'in tutuklanma kararı alındı. Mustafa Ke­mal 9 Temmuz 1919'da resmi görevinden ve askerlik mesleğinden istifa ettiğini İstanbul'a bildirdi. Mustafa Kemal ulusal örgütlenme çalışmalarının 9.cu Ordu Mü­fettişi olarak yapmıştı. İstifasından sonra emir verme yetkisi kalmamıştı. Mustafa Kemal'in her an tutuklanması ulusal örgütlenme ile ilgili çalışmalar durdurabilirdi. An­cak 15. Kolordu KomutanıKazım Karabekir'in "ben ve kolordum emrinizdeyiz Paşam" demesi bu tehlikenin or­tada olmadığını göstermiştir.
Mondros ateşkes antlaşmasının 24. maddesinde "Vilayet–i Sittede karışıklık çıktığında bu vilayetlerin her­hangi bir bölümünü işgal hakkını İtilaf Devletleri yerine getirirler" şeklinde kararlaştırılmıştı. İtilaf Devlet­leri bu bölgede bir Ermeni devleti kurmayı amaç­lanmıştı.
Kongre, Wilson ilkelerine göre bölgede müslüman nüfusun çoğunlukta olduğunu ispatlamak, Doğu Anado­lu'daki direniş birliklerini örgütlemek ve Ermeni dev­letinin kuruluşunu önlemek için toplandı.
KONGRE KARARLARI
1.      Ulusal sınırlar içinde yer alan vatanın parçaları bir bütündür, birbirinden ayrılamaz.
2.      Her türlü yabancı işgal ve baskısı karşısında Os­manlı Hükümeti dağılırsa, ulus topyekün kendisini sa­vu­nacak ve direnecektir.
3.      Vatanı kurtarmak ve bağımsızlığı kazanmak yo­lunda İstanbul hükümeti başarısız olursa, bu amacı ger­çekleştirmek için geçici bir hükümet kurulacaktır. Bu hü­kümet milli kongrece seçilecektir. Kongre toplanma­mışsa bu seçimi Heyet–i Temsiliye yapacaktır.
4.      Ulusal kuvvetleri ve ulusal iradeyi egemen kılmak temel esastır.
5.      Hristiyanlara siyasi egemenliği ve sosyal dengeyi bozacak ayrıcalıklar verilmeyecektir.
6.      Manda ve himaye kabul edilmeyecektir.
7.      Mebusan Meclisinin hemen toplanmasını ve hü­kümet işlerinin Meclis tarafından kontrol edilmesini ger­çekleştirmek için çalışılacaktır.
Kongre alınan kararları uygulamak için bir Temsil Kurulu (Heyet–i Temsiliye) seçti. Bu kurulun başkanlı­ğına Mustafa Kemal getirildi.

KONGRENİN ÖNEMİ:
1.      Kongrenin toplanış şekli ve amacı bölgesel ol­makla beraber, aldığı kararlar vatanın bütününü kapsa­dığından ulusal bir kongredir.
2.      Kurtuluş savaşının temel programı oluşturulmuş­tur.
3.      Bağımsızca yaşanacak milli sınırlar ilk kez belir­tilmiştir.
4.      İstanbul'daki hükümetin dağılması karşısında, ulusal kongrece bir hükümetin kurulacağının belirtilmesi, ileride ulusal nitelikli yeni bir devletin oluşturacağı fikrini uyan­dırmıştır. (Bu durum TBMM kurulmasıyla gerçek­leşti.)
İstanbul hükümeti başbakanı Damat Ferit, Mustafa Kemal ile Rauf Bey'in tutuklanması emrini verdi. Mustafa Kemal Sivas Kongresi hazırlıklarını yapmak üzere Siva­s'a geldi.

SİVAS KOGRESİ (4 – 11 Eylül 1919)

Kongre Amasya Genelgesi gereğince toplandı. Kon­gre toplandıktan sonra aşağıdaki tartışmalar çıktı:
1.      Mustafa Kemal'in kongre başkanlığına seçtiril­memesi. Mustafa Kemal kısa sürede duruma egemen oldu ve başkan seçildi.
2.      Kongrenin "İttihatçılıkla" suçlanması. Yapılan gö­rüşmelerle böyle bir ilişkinin olmadığı kongreye kabul et­tirildi.
3.      ABD mandasının kabul edilmesi. Mandacılık kabul edilmedi. Manda yöne­timi I. Dünya savaşı sonunda sö­mürgeci devletlerin, Wilson ilkelerini kendi çıkarları yo­lunda yorumlayarak or­taya koydukları bir yöntemdi. Bu yöntem ile henüz ba­ğımsız olma yeteneğine sahip olma­yan uluslar, Cemiyet–i Ak­vam (Millet Cemiyeti) tarafın­dan, bu yete­neğe sahip oluncaya kadar yönetilecekti. Ancak bu gö­revi Cemiyet–i Akvam yapmayacak, bu iş için gelişmiş ileri bir devleti görevlendirecekti. 
KONGRE KARARLARI
1.      Mondros antlaşması ile saptanan sınırlar içinde bütün topraklar bölünmez bir bütündür.
2.      Padişah tarafından dağıtılan Mebusan Meclisi derhal toplanmalıdır.
3.      Hristiyanların güvenliği olduğundan, hristiyanlara ayrıcalık tanınmayacaktır.
4.      Manda ve himaye kabul edilmeyecektir.
5.      İrade–i Milliye adında bir gazete çıkartılacaktır.
Bunların yanı sıra aşağıdaki çalışmalar gerçekleşti­rildi.
       Anadolu'da ve Rumeli'de kurulan Kuvai Milliye dernekleri, Anadolu ve Rumeli Müdafa–i Hukuk Der­neği adı altında birleştirildi.
       Erzurum Kongresinde kurulan ve Doğu Anadolu­'yu temsil eden "Temsil Kurulunun"bütün vatanı temsi­lettiği kararlaştırıldı.
KONGRENİN ÖNEMİ
1.      Erzurum kongresinde alınan kararların tümü ulusa ait olduğu kabul edildi.
2.      Amasya Genelgesinde belirtilen "ulusun gelece­ğine ulusun kendisinin karar vereceği" maddesi ger­çek­leştirildi.
3.      Anadolu ve Rumeli Müdafa–i Hukuk Derneğinin oluşturulması ile ulusal kurtuluş hareketlerinin tek teşkilat tarafından yönetilmesi sağlanmış ve bu teşki­latlanma yurdun tümünü kapsamıştır.
4.      Mustafa Kemal kongrede seçilen Temsil Heyeti­nin başkanlığına seçilmekle liderliği kabul edildi.
5.      Kongreden sonra Temsil Heyeti Ali Fuat Paşa'yı Batı Anadolu'daki milli kuvvetlere komutan olarak atadı. Bu atama Temsil heyetinin yürütme yetkisini kul­lanan bir karar organı özelliğinde olduğunu göstermiştir.
DAMAT FERİT HÜKÜMETİNİN DÜŞÜRÜLMESİ
Damat Ferit, Sivas Kongresi öncesinde Elazığ valisi Ali Galip'i Kongre'nin toplanmasını önlemekle görevlen­dirdi. Alınan tedbirle bu tehlike önlendi. Kongrede alınan kararda milletin Damat Ferit'e güveni olmadığı kararlaş­tı­rıldı. Bu durumun padişaha bildirilme kararı alındı. Padi­şahla görüşme sağlanamadı. Bunun üzerine İstan­bul'a ulustan yana bir hükümet kuruluncaya kadar, İs­tanbul'la her türlü haberleşme ve resmi ilişkilerin kesil­mesi karar­laştırıldı. Damat Ferit istifa etmek zorunda kaldı. Bu ge­lişme Milli hareketin ve Temsil heyetin ilk ba­şarısıdır. Ali Rıza Paşa sadrazamlığa getirildi. Damat Fe­rit'in gö­rev­den uzaklaştırılmasına kadar geçen sü­reçte Temsil heyeti bir hükümet gibi çalışmış ve yürütme gö­revini yerine getirmiştir. 
AMASYA GÖRÜŞMELERİ (20–22 EKİM 1919) 
Ali Rıza Paşa hükümeti Temsil heyetinin başarılı mu­halefeti sonucu kurulmuştu. Bu nedenle bu hükümet milli hareketin Anadolu'daki gücünü anlamış ve Temsil heye­tine karşı ılımlı bir politika izlemeye başlamıştı. Temsil heyeti ve Ali Rıza Paşa arasında yapılan görüş­meler so­nunda Amasya görüşmelerinin yapılması karar­laştırıldı. Ali Rıza Paşa hükümeti Salih Paşa'yı Amasya'ya gön­derdi. Mustafa Kemal'in başkanlığındaki heyetle Salih Paşa arasında yapılan görüşmelerde şu kararlar alınmış­tır:
1.      Mondros antlaşması ile beliren sınırların bütünlü­ğünün ve bağımsızlığının sağlanması
2.      Azınlıklara siyasi bağımsızlığımızı ve sosyal den­gemizi bozucu ayrıcalıkların tanınmaması
3.      Sivas Kongresi kararlarının İstanbul hükümeti ve Meclis–i Mebusanca kabul edilmesi
4.      Anadolu ve Rumeli Müdafaa–i Hukuk Cemiyetinin İstanbul hükümetince tanınması
5.      Meclis–i Mebusanın bir an önce Anadolu'da gü­ve­nilir bir yerde toplanması ve bu amaç için seçimlerin ya­pılmasının sağlanması
6.      İtilaf Devletleri ile yapılacak barış görüşmelerinde "Temsil Kurulu"nun uygun göreceği temsilcilerin gönde­ril­mesi
Temsil Heyeti ile İstanbul hükümeti arasında yapı­lan Amasya görüşmesi, İstanbul hükümetinin Anadolu'da ulusal hareketi resmen tanınmış olma­sını sağlamış­tır.Böylece Anadolu ve Rumeli Müdafa–i Hukuk Cemi­yeti'nin kuvveti de İstanbul'da anlaşılmıştır.
Salih Paşa Amasya'da alınan kararların İstanbul hü­kümetine kabul ettireceğini, ettiremezse istifa edeceğini açıklamıştır. Salih Paşa yalnız Meclisi Mebusanın topla­nabilmesi kararını kabul ettirebilmiştir.