31 Mayıs 2013 Cuma
27 Mayıs 2013 Pazartesi
24 Mayıs 2013 Cuma
DUR YOLCU
Dur yolcu, bilmeden gelip bastigin bu toprak,
Düsmana peskes cekilmis haldedir!
Egil de kulak ver, Kuvay-i Milliye sehitleri,
Ayaga kalkmak üzeredir.
Canakkale´de, Dumlupinar´da, Sakarya´da hezimete ugrayan küffar,
Vatan, Millet ve Din düsmani cetelerce,
Can düsmanimiza haince devredilmek üzeredir!
Egil de kulak ver, 1919´un ruhu,
Ayaga kalkip düsmani tepelemek üzeredir!
___________________
Necmettin Halil Onan´in Canakkale sehitleri icin yazdigi DUR YOLCU siirinden esinlenerek yazilmistir.
22 Mayıs 2013 Çarşamba
TUNCAY ÖZKAN´IN MÜTALAAYA KARSI SAVUNMASI
İletişim
Tuncay Özkan Kitapları
Blog
Twitter Takip Listesi
Künye
rss
Tuncay Özkan / Gazeteci – Yazar
TUNCAY ÖZKAN KİMDİR ?
Haberler
Yazıları
Kitapları
Basında Tuncay Özkan
Hakkında Yazılanlar
You Are Here: Home » Duruşma Tutanakları » TUNCAY ÖZKAN’IN MÜTALAAYA KARŞI SAVUNMASI
TUNCAY ÖZKAN’IN MÜTALAAYA KARŞI SAVUNMASI
Posted date: Mayıs 22, 2013 In: Duruşma Tutanakları, Silivri'den Canlı Yayın, sürmanşet | comment : 0
TUNCAY ÖZKAN’IN MÜTALAAYA KARŞI SAVUNMASI
inShare.
“Değerli dostlarım,
Kıymetli hazirun,
Sayın Başkan, Sayın Heyet,
Önce Reyhanlı’da ulusumuza ve insanlığa karşı girişilen terörist saldırıları lanetliyorum, yaşamını yitiren insanlarımıza Allahtan rahmet, yaralılara şifa, milletimin ve insanlığın üzüntülerini paylaştığımı iletiyorum.
Ergenekon davasında tutuklu olarak yargılanmamda 5. yılımdayım. Umutla, özgürlük ve adalet mücadelemi sürdürüyorum. Çünkü umut yozlaşmanın ve çürümenin engelleyenidir. Umutla, Aşkımla ve inançla özgürlük ve adalet arayışımı son nefesime kadar sürdüreceğim. İster zindanda olayım ister dışarıda.
Beni burada haksız ve hukuksuz olarak tuttuğunuzun delili olan bu mütalaa hukukumuzun utanç vesilesidir. Sizlere sesleniyorum: Beni bu mütalaada yazanlar yüzünden nasıl yargılarsınız? Suç ne delil ne? Terörist olmakla, darbeci olmakla nasıl suçlarsınız? Hakkımda ısrarla siyaset ve sivil toplum çalışması yaptığım için TCK 312/1 den ömür boyu ağırlaştırılmış hapis isteyen bu mütalaa Anayasaya, demokrasiye, hak ve hukuka karşı bir zulumnamedir. Mütalaayı ret ediyorum. Mütalaada yer alan konuları kabul etmiyorum.
Karl Marks “dil ortak varoluşu gösterir. Düşünce ve dil gerçek dünyanın göstergesidir” diyor. Ben uygarlığımız adına üzgünüm ki düşüncelerim ve dilim nedeniyle yani gerçek olan yüzünden zulüm altındayım. Bugün hakim olan kindar ve zalim bir politik süreç hakkımda zindan kararı almıştır. Bütün yaşamım boyunca insanlığın ortak erdemlerini; Türk uygarlığını, Türkiye’yi ve Türkiye Cumhuriyeti’ni savundum. Teröre, mafyaya ve yolsuzluklara karşı mücadele ettim. Bu yüzden gazeteci oldum. Bürokratik oligarşiye, siyasetçi-mafya-bürokrasi üçkağıdına karşı durdum. Sessiz kalan çoğunluğun, yolsuzlukla yoksullaştırılan halkın yanında oldum. İşkencecilere ve katillere, hırsızlara karşı bireyi ve halkı savundum. Zalimlere ve cahillere muhalif oldum. Suçum budur. Muhalifim ve özgürlükçüyüm. O halde suçluyum. Türk Hukuku’na yazık ediliyor.
Bugün iki saatlik bir sınırlamaya karşın gelecek kuşaklar için kayıtlara buradaki suçlamalar ve bunlara karşı düşüncelerimi son kez bırakacağım.
TARİH YOZLAŞMAMAK İÇİN
Yazılı tarihin kurucusu olan Heredot, “tarih geçtiğimiz yolları hatırlatarak yozlaşmamızı engellemek için yazıya döküldü” diyor. Tarihi tekerrür ve intikam için kullanın demiyor.
Ve tarih bize uygun yasal süreçler işlemeden hiç kimsenin ama hiç kimsenin özgürlük ve adalet içinde yaşayamayacağını kanıtladı. Biliyoruz ki Şahlar da devrilir ve en kanlı diktatörler kaçar, firavunlar ölür ve gücün gözlerini körelttiği, gönüllerini çöle çevirdiği faşistler ister seçilmiş olsunlar ister atanmış, yenilirler.
Türkiye’de, ben tutuklanıncaya kadar geçen süreçte önce düşüncelerimi ve dilimi savundum. Öldürülmek dahil pek çok yöntemle susturulmak istendim.
Bunlar dosyanızda bulunan Orhan Aykut ifadeleri ve Matkap operasyonu davasının telefon dinlemelerinde, “Suçluyorum” başlıklı kamuoyuna açık mektubumda delilleriyle mevcut. Bunları size sunarak hatırlatmak istiyorum. Yıllardır Türkiye’de önce kelimelerin, sonra düşüncelerin ve cesaretin içi boşaltılmaya, kavramlar yozlaştırılmaya ve ulusumuz çürütülerek tasfiye edilmeye çalışılıyordu. Bu süreç 1960, 1971, 1980 darbeleriyle hızlandı ve 28 Şubat, 27 Nisan uygulamalarıyla 2007 sonrasında Türkiye’yi bugünkü karanlığa mahkum etti.
Ben umudu savundum. Cumhuriyet mitinglerinde, televizyon konuşmalarımda, 1400 konferansımda, 5 bin makalemde, yüzlerce saatlik radyo konuşmalarımda hep yozlaşma ve çürüme karşısında Türkiye Cumhuriyeti’ni ve umudu yücelttim. Karanlığa karşı Mustafa Kemal ve ulusun kurucularının aydınlığını dile getirdim. Şimdi de aynı kararlılıkla diyorum ki, umut kazanacak. Uygarlığımız, Türkiye, Türkiye Cumhuriyeti kazanacak. Aşk yenilmez.
Bu davada siyaset biliminin ve tarihin değerlendireceği konular suç sayılıp yargılanmaktadır. Mütalaa bir politik metindir ve kendince çekinmeden, “legal” diye nitelendirdiği yasal hak ve görevlerden suç ve suçlu üretmektedir. Bu uğurda gerçekleri yok etmekte, saklamakta, çarpıtmakta sakınca görmemektedir. Mütalaanın 1694. sayfasında legal faaliyetlerim suç olarak sayılmakta. Polis, parti kuruyor yerel seçime girecek aman telefonunu dinleyip izleyelim demektedir.
Voltaire; “insanları saçmalıklara inandıranlar, onlara zulüm de işletebilir” demiş. Zulüm altındayım. Düşüncelerim ve dilim, gerçeğim, yaşamım suç sayılarak, özgürlüğümüz ve adaletimiz, adaletim gasp edilmiştir. Hukuk kurallarını yok sayılarak polis, savcılık ve yargılama aşamalarında usul ve esas hukuk kuralları görmezden gelinerek 5 yıldır kin ve nefret dolu uygulamalarla zindanda tutuluyorum. Bunu bir zafer olarak görenler var. Ancak yanılıyorlar. Kral Pirus da savaşı kazandığını sanmıştı. Ancak bu sonuç uğruna o kadar çok şey kaybetmişti ki artık yenilgi kaçınılmaz olmuştu.
Yaşamım boyunca insanlığın değerlerine, ulusuma, Türk uygarlığına, vatana, bayrağa, kurucu felsefeye, Anayasa’ya, yasalara bağlı yaşadım. Ama şimdi bu mütalaada insanlara benim bunları yok etmek için yaşamış biri olduğumu anlatıyor. Bunların tamamı gerçek dışıdır. İftiradır. Yaşamım boyunca zulme ses çıkarmayanların, hırsızlara ve katillere boyun eğenlerin, zalimlere, hırsızlara ve katillere ortak olacağını söyledim, düşündüm ve buna uygun yaşadım. Asla eğilmedim. Bana bu terörist iftirasını atanlara müfteri diyorum. Çünkü bir tek delilleri yoktur, olamaz da. Çünkü cahil ve zalim bir siyasi dilin sözcüsü olmaya soyunmuş, bunu dahi başaramamışlardır. Mütalaa çirkindir.
Amaçlarını “değiştirmek” olarak ve “yenilemek” olarak süsleyenler hukuku yok ederek bunu başaramayacaklarını, sadece bir maceraya atılmış olacaklarını bilmelidirler. Ve ben ilan ederim ki; bu çirkinlerin önünde de eğilmeyeceğim.
Marks, siyasi avantajın her zaman iktidardan yana olacağını söylüyor. Hukuk avantajı da iktidardan yana demektir bu. Ancak sosyolojinin değişmez kuralı bizim için de geçerlidir:
“Bastırılan her siyasi düşünce mutlaka geri döner.”
Marks diyor ki “önünüzdeki kaçınılmazlığa karşı direnmezseniz, kaçınılmazın ne kadar kaçınılmaz olduğunu hiç bilemezsiniz.”
Ben de bu doğrudan hareketle, görünenin ardına bakarak yanıtlarımı ileteceğim. Çünkü bu mütalaa ve Türkiye açısından sonuç, belli olmuştur.
KOMUTANLARLA BULUŞTUM MU
İddialara Karşı Diyeceklerim:
Mütalaa’da benim için istenilen cezaların en ağırı TCK 312/1 yani;
MADDE 312 – (1) Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs eden kimseye ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilir.
TCK 312. Madde metninde; Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, egemenlik unsurunun oluştuğu 3 güçten yönetim gücünü temsil eden, Hükümetin ortadan kaldırılmasına veya böyle olmamakla birlikte görevini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs edilmesi ayrı bir suç olarak tanımlanmıştır. Bu suç tanımında da Anayasa düzeninin temel organlarından biri olan hükümetin ortadan kaldırılmasına veya görevlerinin engellenmesine yönelik teşebbüse ait icra hareketleri tam suç gibi tanımlanmıştır.
Burada icra hareketlerinden kast edilen;
Cebir ve şiddet kullanmaktır.
O halde mütalaa şu soruya cevap vermeliydi: Benim hangi fiil, eylem ya da çalışmam cebir ve şiddet içermektedir?
Ben kiminle, ne zaman, nerede, ne kadar şiddet unsuru içeren kuvvetle, mütalaada konu edilen hayali icra hareketlerini yapmışım?
Böyle bir hareketim, düşüncem, iradem bulunmadığı gibi gayri meşru bir fiilim ve bu fiili icra edecek kastımda olmamıştır. Benim bugüne kadarki yaptıklarım mütalaanın aksine, Anayasa düzenine hakim olan ilke ve sistemleri koruma amacına hizmet etmektir. Ben halkı ve hakkı savundum. Savunmaya da devam edeceğim.
Mütalaada TCK 312/1’e dönük suçlamada delil olarak sunulan tek şey 16 Aralık 2003 tarihinde Jandarma Genel Komutanlığı’nda, İstihbarat daire Başkanı Tümgeneral Levent Ersöz ve Albay Atilla Uğur ile yaptığım iddia edilen görüşmedir. Olayın mütalaaya göre gelişimi şöyledir;
1 Temmuz 2008 günü ADD Genel Merkezinde arama yapılmış ve Şener Eruygur’un olduğu iddia edilen 6 ve 13 Nolu CD’ler içinde Tuncay Özkan ile Levent Ersöz.ppt. isimli power point sunum bulunmuştur. Sonra aynı sunumun içinde “16 Aralık 2003 tarihinde Tuncay Özkan ile yapılan görüşme metni” başlıklı “gizli” ibareli bir belge bulunduğu… (Sayfa 34 ve 1691’de) denilmektedir.
Oysa Şener Eruygur savcılık ifadesinde ve sonraki ifadelerinde bunları reddetmiştir. Kendisine ait olmadığını söylemiştir. Ben hem Levent Ersöz hem de Atilla Uğur ile görüşmediğimi, Atilla Uğur’u tanımadığımı, Ersöz’ü de iki veya üç kez resepsiyonlarda görüp nezaketen çok kısa konuşmalar yaptığımı ifade ettim. Savcılık bunlara karşın power point olarak hazırlanan bir sunumun içinde neden 24 sayfalık bir metnin de konulduğunu, iki CD’ye birden neden tekrar tekrar konulduğunu, neden bu çift dikiş sağlamcılığın söz konusu olduğunu, bunun hayatın normal akışına uygun olmadığını görmezden gelmiştir.
Bu, faks çekilen metnin fotokopisini çekip saklamak gibi akıl almaz bir uygulamadır. Normal değildir. Ama savcılık bunu dikkate almadığı gibi aynı metni mütalaanın 535. Sayfasında Tolon’un kendisine ait olmadığını defalarca anlattığı ve arama tutanaklarında olmamasına karşın sonradan ortaya çıkan ELBA Marka MZ-CS27 – ACI0048 seri numaralı CD’de “çok önemli dosyalar” klasöründe “b26.ppt” isimli 24 sayfalık “gizli ibareli Powerpoint dosyası olduğu, içeriğinde Jandarma Genel Komutanlığı’nca 16 Aralık 2003 tarihinde Tuncay Özkan ile bir görüşme yapıldığı, görüşmenin kayda alındığı ve çözümünün yapıldığı anlaşılmaktadır, demektedir.
Savcılık burada bu görüşme dosyası nedeniyle TCK 334’den Tolon için ceza da istemektedir.
İki noktaya dikkatinizi çekeceğim.
1- Hurşit Tolon’da bulunan Elba Marka CD’nin incelenmesiyle görüntü ve ses kaydı olup çözümün yapıldığı vurgusudur. Mütalaa 535. sayfada anlatılan durum çok ilginçtir. Savcılık sorgumda, bana ısrarla görüşmeyi kabul etmem için baskı yapılmıştır. Savcılar, Zekeriya Öz ve Nihat Taşkın, görüntü ve ses kaydının bulunduğunu ve inkar etmem durumunda getirip izleteceklerini hatta aynı durumdaki bir sanığın adını vererek baygınlık geçirttiklerini söylemişlerdir. Ben tanımadığım ve kendisiyle görüşmediğim Ersöz ve Uğur ile yaptığım iddia edilen görüşmenin ses ve görüntü kaydının getirilmesini ve bana izletilmesini talep ettim. Israrım üzerine Savcı Zekeriya Öz telefonla bir yeri arayarak getirin o CD’yi diye talimat verdi. Bir süre sonra getirilen CD’de bana bir ses kaydı dinletilmeye başlandı. Cızırtılı ve zor anlaşılan kayıtta, ben ne Levent Ersöz ne de Atilla Uğur ile konuşuyordum. Telefonla o an kim olduğunu çıkartamadığım üç veya beş kişiyle Kanal D’de görev yaptığım dönemde kurum santrali üzerinden yaptığım görüşmeler dinlenmiş ve kayda alınmıştı. Bunu, MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun olduğunu anladığım bir sesten ve Ankara’ya davetinden çıkardım. Derhal itiraz ettik. Bunun bahsedilen 16 Aralık 2003 görüşme kaydı olmadığını, pek çok tanımadığım ses ve farklı zamanlarda yapılan telefon görüşmelerinden derlendiğini, kendi sesimi dahi tanıyamadığımı, montajlı olduğunu, ifade ettim. Bana orada ısrarla, kendi başsavcıları sayın Aykut Cengiz Engin’e ait olduğunu ifade ettikleri ancak parazitli bir halde bulunan sesin “sizin tensipleriniz doğrultusunda” diye dile getirdiği kelimeleri sordular. Anlamadığım için reddettim. Ve bana 16 Aralık 2003 görüşme kaydını getirmelerini söyledim. Avukatım Sayın Ahmet Çörtoğlu ile ısrarımız üzerine bir karışıklık olduğunu söylediler ve getireceğiz dediler. Ancak sorgu sonuna kadar getirmediler. Pek çok başka sorudan sonra bana, “neden böyle anlamsız bir şey yapıyor ve inkar ediyorsunuz Tuncay Bey, zaten Atilla Uğur burada savcılık sorgusunda bunu kabul etti” dediler. Hem Nihat Taşkın’a hem Zekeriya Öz’e ısrarla bunun yalan olduğunu, Uğur’u tanımadığımı dile getirmem karşısında, “siz onu Kürşat olarak tanıyorsunuz” dediler. Kürşat diye birini tanımadığımı ancak bir görüşmem sırasında Jandarma Genel Komutanı Eruygur’un yemek salonunda çok sayıda rütbeli asker kişiyi tanıştırdığını, onlardan birinin adının Kürşat olabileceğini, ama benim Atilla Uğur’u tanımadığımı, görüşmediğimi vurguladım.
Sonrasında hiçbir zaman bana 16 Aralık 2003 görüşmesi ses ve görüntü kaydı izlettirilmedi, dinletilmedi, verilmedi. Ancak iddianameye savcılar “ses ve görüntü kaydı var” diye yazdılar.
Buradaki tutukluluk itirazlarıma ses, görüntü kaydı var ve resmi belgesi de var diye karşı çıktılar. Üstelik benim ve avukatlarımın ısrarla delil sorması üzerine Mehmet Ali Pekgüzel açıklama yaparak benimle ilgili ellerindeki tek delilin, “16 Aralık 2003 görüşmesi” olduğunu kayıtlara geçirdi.
Ancak savcılığın gerçekleri kararttığı 3. tutukluluk yılımda ortaya çıktı. Duruşma salonunda görüntü ve ses kaydının neden saklandığını, gösterilmediğini, benim yalancı çıkartılmadığımı sorduğumda savcı Nihat Taşkın, ellerinde pek çok ses ve görüntü kaydı olduğunu açıkladıklarını söyleyerek, “merak etmeyin onu da bulacağız” dedi. Bu konudaki çalışmalarını bitiren savcılık gene Nihat Taşkın’ın ağzından bu salonda itiraf etmek zorunda kaldı ki, 16 Aralık 2003 görüşmesi denilen 24 sayfalık Word dokümanının görüntü ve ses kaydı yoktur!
Sonra yine ortaya çıktı ki bu resmi bir doküman değildir. Sadece bir kapak vardır, üzerinde Jandarma amblemi bulunmaktadır. Mehmet Ali Pekgüzel bunun herhangi bir yerinde benim veya bir başkasının imzasının, onayının, mührünün bulunmadığını da itiraf etmek durumunda kaldı. Hatta Avukatım Hüseyin Ersöz, o konuşurken talebim üzerine o kapaktan 30 saniyede üretip savcının adını yazıp kendisine sundu. Tepkisi, bunu siz yaptınız değil mi, deyip gülmek oldu. Yani 16 Aralık 2003 görüşmesinin “iddianamede vardır, tek delildir” denilen, savcılarca bana izletilerek baygınlık geçirmemi sağlayacağı ifade edilen ses ve görüntü kayıtları asla var olmamıştı. Savcılık gerçekleri çarpıtmıştı. Saklamıştı. Şener Eruygur’da bu ses ve görüntü kaydı bulundu diyorlardı ama doğru değildi, yoktu. Hasan Atilla Uğur’da diyorlardı. Doğru değildi, yoktu. Hiç olmadı.
Sorgumda “savcılık sorgusunda Atilla Uğur bunu kabul etti siz neden reddediyorsunuz?” diyorlardı. Bu da doğru değildi. Çünkü Atilla Uğur cezaevinde koğuşumuza getirildiğinde; “Neden bana iftira ettiniz, ben sizi tanımıyorum, nasıl olur da olmayan görüşme var ve Tuncay Özkan’ı tanıyorum dersiniz” diye üzerine yürüyüp sert sözler kullandığımda bana, “Tuncay Bey ben sizi tanımıyorum. Öyle bir görüşme var demedim. Çünkü ben savcılık ve poliste susma hakkımı kullandım” dedi. İnanamadım. Bu nasıl bir pusuydu. Araştırdım, evet Atilla Uğur doğru söylüyordu. Bunu savunmamda ve bu tartışmaya tanıklık eden Birol Başaran, savunmasında sorularınız üzerine anlattı. Levent Ersöz de burada ifadelerinde anlattı, sorularınıza yanıt verdi ve beni tanımadığını, görüşmediğini kayda almadığını söyledi. “Bunca sanık görüşmesini tarafımdan kabul ediyorum, kayda alındı. Ancak Tuncay Özkan gelmedi, görüşmedik, o nedenle kayda almadık, alsak neden söylemeyeyim, buradaki herkesi kabul edip onu neden etmeyeyim” dedi ve onlarca soruya yanıt verdi. Tuncay Özkan ile görüşmemişti. 16 Aralık 2003 kaydı, dokümanı yoktu. Atilla Uğur’un kendisine sorulabilir.
Savcılık aynı şeyleri Hurşit Tolon’dan bulundu diye söyledi, Kanal Biz Ankara bürosundan çıktı diye söyledi. Avukat Hüseyin Buzoğlu’ndan çıktı diye söyledi. Hiç birisinde ses ve görüntü kaydı yoktu. İddianamedeki gerçek dışı beyan böyle sürdü geldi.
Burada ikinci dikkatinizi çekeceğim nokta ise ses ve görüntü var diye iddianameye yazan. Bunu hararetle savunan savcılığın mütalaada, bu hatayı düzeltmek yerine iftira ve çirkin bir politik üslup ile bana hakaret etmeye kalkmasıdır. Mütalaanın 1691. sayfasında ağır sözlerle yaşamım, mesleki kariyerim, 28 yıllık gazetecilik ve medya yöneticiliğime iftira edilmektedir. Eski başsavcıları Aykut Cengiz Engiz ile olan telefon konuşmamı içeren CD’yle ilgili savunmamdan yola çıkılarak şöyle deniliyor:
“Emniyet ve Cumhuriyet savcılığı ifadelerinde ‘burada Tuncay Özkan olarak konuşan kişi ben değilim. Bu ses bana ait değildir…’ şeklinde ifade verdiği halde, duruşmada aynı ses kaydının kendisine ait olmakla birlikte bazı yerlerine montaj yapıldığı mahiyetindeki savunması dikkate alındığında 16 Aralık 2003 tarihli görüşme metninin ses kaydının bulunması halinde dahi savunma tarzının değişmeyeceği.” Denilmekte ve yavuz hırsız ev sahibini bastırır misali davranmayı tercih etmektedir. Böyle hukuk olur mu? Böyle mütalaa yazılır mı?
SAVCININ SES KAYITLARI
Bir, emniyette bana böyle bir ses kaydı dinletilmemiştir. İki savcılıkta bozuk bir kayıt, 16 Aralık 2003 kaydı diye dinletilmiştir. Üç, bu kayıtta suç nedir? CD içinde yasadışı olarak Kanal D santrali dinlenerek oluşturulmuş telefon kayıtları vardır. İstanbul valisi, Valilik özel kalemi, İstanbul emniyet müdür yardımcısı olan Adil Serdar Saçan, MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Aykut Cengiz Engin ile konuşmalarım var. Ancak montajla farklı zamanlar, konular kesilmiş bir araya getirilmiş. Suç ne? Suçlama ne? Neden reddedeyim. Özel kalem valiyi bağlıyor, vali görüşmek istiyor, MİT müsteşarı Ankara’ya medya bilgilendirme toplantısına davet ediyor. Adil Serdar Saçan görüşmek istiyor. Başsavcı kendisine ilettiğim Yeşil’in kimlik belgeleri doğrultusunda çalışmaları devam ettiğini söylüyor. Suç ne? Neden bu kayıt nasıl ele geçti diye şüphe etmiyor savcılık.
Gazeteci Adnan Bulut’un İzmir’de olduğu sırada gözaltısı yapılıyor. İstanbul’da babasının evindeki aramada CD ortaya çıkıyor. Adnan’ın bu konuşmaları kaydetmesi mümkün değil. Kanal D santralinin polis dışında dinlenmesi, kayda alınması olanaksız. Yasadışı olan bu CD kimlerce oluşturuldu diye soruşturmayan, bu konuda savunmamda belirttiğim hususları dikkate almayan savcılık buradan bana suç uyduruyor. Reddediyorum. Bunu reddettim, montajlı. Yasadışı. Montajlı ve yasadışı ses kayıtlarını reddetmem savcıların canını sıkmış, 16 Aralık 2003 ses ve görüntü kayıtlarını da bulsak reddederdi diyor. Bu nasıl bir hukuk mantığı? Suçunu itiraf eden savcılığı size şikayet ediyorum. Bu garabetin hukukla alakası yoktur. Suç işlenmiştir. Asıl politika budur. Politik hukuk, kanaat hukuku budur!
Savcılığın hakkımdaki suç isnatlarının tek delili olduğunu söylediği 16 Aralık 2003 görüşme yalanının serüveni bitmedi. Burada talep ettim, siz de kabul ettiniz bu konuyu:
Tuncay Özkan, Atilla Uğur, Levent Ersöz bakımından resmi kayıtlar, HTS raporları, tanık beyanları açısından da konuyu ele aldık. Önce sözde görüşmede bulunduğu varsayılan Levent Ersöz, Atilla Uğur, Tuncay Özkan’ın 16 Aralık 2003’de HTS kayıtları açısından hiç bir araya gelmedikleri ortaya çıktı. Avukatım Ahmet Çörtoğlu, savcı Mehmet Ali Pekgüzel’e bunu anlattı. Onun yorumu şöyle oldu:
“Şoförüne telefonunu vermiştir, gezdirmiştir..” Yani minareyi kılıfına sokmaya çalışıyor. Girmez. Bir savcı böyle yapamaz.
Ama mantık budur. Oysa beş sayfayı bulan telefon arşivim elinizde cep telefonum elinizde ve Atilla Uğur ne Levent Ersöz ne de diğerleri var. Yok. Ama yok’u sevmiyorsunuz.
Daha sonra Jandarma Genel Komutanlığı’na ve bütün Jandarma kıtalarına Tuncay Özkan’ın giriş-çıkışları sorulmuş, 16 Aralık 2003 öncesi ve sonrası kayıtları getirilmiştir. Hatta savcılık jandarmanın “yok” diye verdiği yanıta “yok diyorsun ama neden yok” diye tekrar 8. kez sormuş, yanıt olarak da Jandarma, bütün tesislerinde bulunan tutanak ve defterleri bir komisyona inceletmiş ve “yokun neden yok olduğunu, görüşme olmadığını, yok olduğunu” tutanakla özel inceleme ile yollamıştır. Bunları tekrar size sunuyorum.Böyle bir görüşme yoktur. 16 Aralık 2003 HTS kayıtlarını da sunuyorum. Bunlar sözde görüşmenin olmadığının kanıtıdır. Yok yoktur. Başka gerekçesi olamaz.
Olmayan görüşme savcılığın 312/1 konusundaki tek kanıtıdır. Savcılık bunun üzerine başka tarih ve görüşmelere atıflar yaparak görüşmeyi gerçek gibi gösterme gayretine girmiştir. Boştur. İftiradır. Unuttukları şey hukuku sakatlayan mantıklarının ortaya çıkmasıdır. Telefonla görüştün, suçlusun. Ne konuştunuz, sen mi konuştun, bunların önemi yoktur. Hayatım boyunca ne görevde ne de emekli olduktan sonra Levent Ersöz ile telefonda veya randevulu görüşmedim, konuşmadım. Hasan Atilla Uğur’u tanımıyorum. Hiç konuşmadım. Görüşmedim. Ancak savcılık Jandarma Genel Komutanlığı’na ait genel kullanımda olan bir numaradan sekreterimin arandığını ve en uzunu 30 saniye olan dört görüşmenin yapıldığını, benim de aranarak yaklaşık 2,5 dakikalık bir görüşmenin gerçekleştiğini, bu telefonun general Halil Helvacı ile general Levent Ersöz’ün kullanımında bulunduğunu, söylemektedir. Tekrar ediyorum. Savunmamda da söyledim, zaman zaman Jandarma Genel Komutanlığı’ndan, Emniyet Genel Müdürlüğü’nden aranarak çeşitli operasyonların haber yapılması ya da toplantılarının izlenmesi isteklerini konuştum. Sekreterim de konuşmuştur. Ancak Atilla Uğur, Levent Ersöz ile asla konuşmadım. Tanımıyorum. Beni sözde bir konuşma ile örgüte dahil eden savcılık, hem de kurum telefonu üzerinden bunu yapan savcılık hakkımda husumete dayalı iftirada bulunan Nuray Başaran’ın yüzlerce görüşmesine, tarafların ikrarına rağmen onu tanık beni sanık yapmaktadır. Levent Ersöz’ün eşi ve kendisi, Nuray Başaran’ın ailece dostları olduğunu, Levent Ersöz Nuray Başaran’ın kendisine emekliliğinde de ortak iş yapma teklifi getirdiğini, Başaran’ın da bunu kabul ettiğini beyan etmesine karşın savcılık bu durumu görmezden gelmektedir. Neden? Peki lehime onlarca belge, bilgi ve ikrar varken neden olmayana ergi yöntemiyle ben 5 yıldır tutukluyum? Neden?
Bakın Levent Ersöz ne diyor mahkemedeki sorgusunda:
Sanık Levent Ersöz:
- Tuncay Özkan’la yapılan görüşme; iddianame’nin 739 ila 742’nci sayfalarında 16 Aralık 2003 tarihinde Tuncay Özkan’la Levent Ersöz arasında yapıldığı ileri sürülen bir görüşme çözümü ve içeriğinden söz edilmektedir. Bu görüşme çözümü olduğu iddia edilen Word belgesi de Ek Klasör 115’de yer almıştır. Ancak benim Tuncay Özkan’la görüşmem yoktur. Sorgumda da görüştüğüm kişileri ifade etmiştim. O kişiler içinde Tuncay Özkan yoktur. Kendisini Jandarma Genel Komutanlığı Karargahında da hiç görmedim. Bu Word belgesinin kimler tarafından hazırlandığını da bilmiyorum. Hatırladığım kadarıyla kendisiyle 30 Ağustos Resepsiyonunda karşılaştık ve ayaküstü kısa bir sohbet yaptık. Onun dışında hiçbir karşılaşmamız ve irtibatımız olmamıştır.(CELSE NO:68 Sayfa:25)
- Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel:”Siz Tuncay Özkan’la herhangi bir telefon görüşmesi yaptınız mı?”
Sanık Levent Ersöz:”Hayır”
Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel:”Size sabahleyin de sormuş olduğum telefon numaralarından 532 367 25 02 Hayrullah Mahmut Özgür’de Levent Ersöz olarak kayıtlı İsmail Yıldız’da Lev er olarak kayıtlı Mustafa Abbas Yurtkuran’da da Levent Ersöz olarak kayıtlı olan numara. Bu numarayla 8 Temmuz 2004 saat 14:12’de 132 saniyelik Tuncay Özkan’ın aramasıyla gerçekleşen bir görüşmeniz var. Görüşmeyi siz mi yaptınız?”
Sanık Levent Ersöz:”Hayır, bu telefon Jandarma Genel Komutanlığına ait bir telefon mudur bu kime aittir? Benim dosyalarımın içerisinde sabahtan bana sormuş olduğunuz 17 adet telefon numarası ile ilgili bilgi mevcut değil. Yani bunlar başkalarının klasörlerinde geçenleri siz bana soruyorsunuz ama bunlarla ilgili ne bir arama kararı ne bir dinleme kararı düzeltiyorum ne iletişimin tespit kararı benim dosyalarımın içerisinde yok bu bile komutanlık santraline veya komutanlığın bir resmi telefonu olabilir. Ama ben görüşmedim. Ben Tuncay Özkan’la ifademde belirttiğim tarzda görüştüm onun dışında hiçbir görüşmem yoktur.”
Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel:”Yine sabahleyin belirttiğim 3124182115 İsmail Yıldız’ın rehberinde İst.D olarak kaydedilmiş Mustafa Abbas Yurtkuran’ın da Tuğgeneral paşa Levent Ersöz olarak kayıtlı olan numarayla Tuncay Özkan’a ait olan 532 236 76 71 nolu telefonla 11 Aralık 2003 saat 12:20’de 81 saniye, 19 Aralık 2003 10:32 75 saniye, 24 Aralık 2003.”
Sanık Levent Ersöz:”Yok hayır.”
Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel:”09:33’de 33 saniye, 5 Nisan 2004’te 67 saniye, 12 Nisan 2004, 12:56’da 26 saniye, 12 Nisan 2004 13:26’da 96 saniye, 21.04.2004, 10:09’da 39 saniye, 17 Mayıs 2004 15:25’te 71 saniye, 21 Mayıs 2004 13:51’de 41 saniye, 28 Mayıs 2004 09:55’te 36 saniye, 2 Haziran 2004 16:43’te 62 saniye, 3 Haziran 2004 13:58’de 52 saniye, 16 Haziran 2004 13:29’da 40 saniye, 17 Haziran 2004’te 15:32’de 86 saniye, 30 Haziran 2004 15:41’de 71, 70 saniye olmak üzere 15 adet görüşme var bunlardan 17 Haziran 2004 ile 12 Nisan 2004 tarihindeki aramalar Ahmet Tuncay Özkan tarafından yapılmış diğer aramalar bu 312’li numaradan Ahmet Tuncay Özkan’a yapılmış. Bu görüşmelerden haberiniz var mıdır siz mi yaptınız açıklar mısınız?”
Sanık Levent Ersöz:”Hayır ben yapmadım siz bana bu soruyu yöneltirken bir başka şahısta çıkan bir numaradan hareketle bu numaranın.”
Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel:”Evet”
Sanık Levent Ersöz:”Bana ait olduğunu ifade ediyorsunuz. Bu numaranın öncelikle bana ait olup olmadığını lütfen açıklayın. Yani Levent Ersöz adına kayıtlı mıdır? Veya Jandarma Genel Komutanlığı adına mı kayıtlıdır veya Ahmet, Mehmet adına mı kayıtlıdır? Ben böyle bir görüşme yapmadım Tuncay Özkan’la sadece karşılaştığım yeri söyledim o ayaküstü sohbetin dışında Tuncay Özkan’ı ne tanırım ne de görüşmüşlüğüm vardır. Ve bunu da Jandarma Genel Komutanlığından lütfen sorunuz Tuncay Özkan’ın Jandarma Genel Komutanlığı ile girişi, kaydı herhangi bir şeyi var mı sorunuz kayıtlarında vardır. Çünkü istihbarat başkanı olarak ben aynı zamanda karargahın istihbarata karşı koyma faaliyetleri tüm teşkilat çapında bu faaliyetlerden de sorumlu olan bir birimin başkanıyım. Ve bütün nizamiyelerin giriş çıkış kayıtlarını da doğru tutturulmasından sorumlu olan bir insanım. Ve onlarda bana karargahın emniyet subayı tarafından her 15 günde bir getirilir bende bakarım kimler gelmiş kimler gitmiş çünkü emirler vardır karargaha girmemesi gereken kişiler vardır veya iç takibi maksadıyla Genelkurmay Başkanlığının yasakladığı kişiler vardır. Bu anlamda kişiler giriyor mu girmiyor mu? Bunun sorumluluğu denetleme sorumluluğu öncelikle emniyet subayı arkasından bana aittir. Ben görevimi eksiksiz yerine getirdim onun için çok açık ve net söylüyorum. Diyorum ki Tuncay Özkan’ın Jandarma Genel Komutanlığı karargahını girişine ilişkin bir kayıt var mıdır? Olmadığı gibi bu telefon görüşmesi de kesinlikle bana ait değildir ve ben görüşmedim.”
Mahkeme Başkanı :”Savcı bey bu telefon numaralarının kaydı var mı? İsim var mı kimin adına olduğu?”
Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel:”Jandarma Genel Komutanlığı ait telefon.”
Mahkeme Başkanı :”Komutanlığa ait telefon.”
Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel:”O dönem itibariyle kendisinin kullandığı yönünde rehberlerde kayıtlar var o şekilde:”
Sanık Levent Ersöz:”Rehberlerde kayıt hangi rehber?”( CELSE NO:72 Sayfa:40-41)
KARAMEHMET’İN İFADELERİ
Bir başka alıntı da sanık ve gizli tanık olan Jandarma elemanı Yüksel Dilsiz’in mahkemede sizin “Tuncay Özkan’la görüşmüş mü Levent Ersöz” sorunuz üzerine söylediklerinden yapıyorum:
“Sayın Başkanım, o zamana kadar, bakın samimiyetimle söylüyorum Tuncay Özkan’ın adını hiç duymadım ben. Yani genel komutanlıkta Tuncay Özkan’ın adını duymadım.” (13.03.2012 Celse 166 sayfa 9)
Ancak ısrarlı sorular üzerine bu konuda bir duyumu olduğunu 13.03.2012 günü celse 166 sayfa 15-16’da Levent Ersöz’ün emir eri Murat Kaya’nın benimle Levent Ersöz’ün görüştüğünü ifadesinde dile getirdiğini anlattı. Ancak sayfa 27’de 166. Celsede benim Murat Kaya’nın 145. Klasörde yer alan 144 dizi nolu dosyada bulunan ifadesini okumam üzerine siz sayın başkan, Dilsiz’e bu ifadeden haberi olup olmadığını sordunuz, o da “Sayın başkanım var, ben Tuncay Özkan’dan özür diliyorum, ben ifadesine baktım” dedi: şimdi size Levent Ersöz’ün emir erinin ifadesini de tekrar hatırlatıyorum. Emir Eri’de benim adımı vermiyor.
Mehmet Emin Karamehmet ifadesinde her şeyi anlattı. Ancak 16 Aralık görüşmesinden kendisinin haberi yok. Ona böyle bir şey söylenmemiş. Benim dışımda üçüncü kişilerin benimle ilgili görüşleri ortada. Ama Karamehmet ne dedi: “Tuncay Özkan bana hiç beni geri alın demedi. Ceketini aldı çıktı. Benimle hiç temas kurmadı. Okuyun sorgusunu. Bu mütalaa gerçeği karartıyor.
16 Aralık 2003 ile ilgili olarak savcılık mütalaada 931. sayfada sanık Hasan Atilla Uğur mahkeme sorgusunda: diyerek şöyle yazıyor; “Mustafa Balbay ile ilgili gizli görüşme kayıtlarını ellerinde bir tape olsun diye bulundurduklarını; Tuncay Özkan, Nuray Başaran, Bedrettin Dalan ile yapılan görüşmelerin CD çözümlerini de bu aktardığı gerekçe sebebi ile kaydedildiğini” beyan etmiştir demektedir. Bunlar doğru değildir. Kastedilen bu mahkemede yapılan sorgu ise yazılanlar gerçeğin tahrifidir. Tutanaklar ortadadır. Bunların tam tersi söz konusudur. Kastedilen tutukluluk kararını veren mahkemeyse o da gerçek dışıdır. Bu konuda Hasan Atilla Uğur mahkemede detaylı bilgi vermiştir. Savcılığın bunlara tenezzül etmesi anlaşılamaz bir durumdur. Akıl tutulmasıdır.
Savcılık sanık çürütmekte ama delil çürütmeyi kabul etmemektedir.
Bu mütalaa çürüyen delil mezarlığı olmasına karşın hala o öğreti edası ile karşımızda durmaktadır. Delilin çürüdüğü siyasi dava yoktur. Olamaz. Burada da mütalaa bunun kanıtıdır.
Lime limedir.
Acınacak haldedir. Düşman ceza hukukunun bana uygulandığının en aleni belgesidir. Gerçek şudur. Beni düşman bilip suç ve sahte delil üretiyorlar mütalaada. Bu apaçık gözüküyor.
Hasan Atilla Uğur
- Ayrıca gecenin saat ikisinde sorgu hakimine verdiğim ifadede Tuncay Özkan ile de görüştüğüm şeklindeki beyan yanlış yazılmıştır. Ben gecenin ikisinde o kağıdın üzerinde ne yazdığını görmedim büyük ihtimalle savcılarımızın hakim beyin önüne gönderdikleri listede bir sürü insanın ismi vardı mutlaka onlar zapta geçmiştir diye düşünüyorum. Tekrar söylüyorum ceza evine girene kadar Tuncay Özkan beyi tanımıyordum tanımadım. Onunla bir görüşme yapmadım. Şunu hemen belirteyim Mustafa Balbay ile görüşmüşüz, Nuray Başaran ile görüşmüşüz, Tuncay Özkan’la da bir görüşme yaptıysam bunu burada hayır yapmadım diyecek herhangi bir şey yoktur.( CELSE NO:14 Sayfa:35)
- Sanık Hasan Atilla Uğur : “ Sayın başkan ifadenin büyük bir kısmı doğru daha öncede arz ettim savunmamda da arz ettim. Tuncay Özkan, Tuncay Özkan ile bir görüşmem yoktur. Tuncay Özkan konusu sehven yazıldığını düşünüyorum. Yada ben o sırada gece saat 2 olduğu için bazı isimler söylendiği için onu atlamış olabilirim onu düzeltmek istiyorum. Tuncay Özkan ile hiçbir görüşmem yoktur. Onun dışında sorgu zaptında okuduğunuz konular doğrudur o şekilde ifade verdim ben. (CELSE NO:14 Sayfa:47)
- Mahkeme Başkanı:” Öncelikle o tarihini belirttiği görüşmenin olup olmadığını soruyor size ordan başlayın.
Sanık Hasan Atilla Uğur :” Sayın başkan benim malumunuz dün de savunmamda da ifade etmiştim. Ne emniyette ne de savcılıkta ifade vermedim. Sayın savcıya böyle bir şey söylemem mümkün değildir. ancak sorgu sırasında dün ifade ettiğim gibi bir çok kişiyle görüşmem arasında Tuncay Özkan’da sehven yazılmıştır diye düzeltmiştim. Tuncay Özkan’I cezaevine girene kadar hiç görmedim. Cezaevine girdiğimiz zaman Tekirdağ cezaevinden ben Silivri’ye nakledildiğim zaman kendisi de bu konuda bana serzenişte bulunmuş hatta aramızda bu konuda da bir tartışma çıkmıştır. Cezaevi koridorunda, böyle böyle demişsiniz. Ben seni tanımıyorum dedi, ben de seni tanımıyorum dedim. Yani Tuncay Özkan’la 16 aralık 2003 tarihinde yapıldığı benimle birlikte yapıldığı iddia edilen görüşme doğru değildir. böyle bir şey yoktur.( CELSE NO:15 Sayfa:3)
40 MİLLETVEKİLİ BENİM YÜZÜMDEN Mİ İSTİFA ETTİ
Şimdi bunca olgudan sonra savcılık nasıl oluyor da 16 Aralık 2003 görüşmesi vardır diyor?
Şüpheden ben mi savcılık mı yararlanacak?
Bu mütalaadan sonra savcılık yararlansın. Bu davada onların yerinde olmayı istemem. Ama sanık olmaktan da büyük üzüntü ve acı duymaktayım. Hukuka olan inancımı yitirdim.
Savcılık 16 Aralık 2003 görüşmesinin içeriğinde yer alan bilgilerin daha önceki röportajlarım ve bazı özel konuşmalarımın işlenmesi ile oluşturulduğu yönündeki savunmama kısmen katılarak, sunduğum delillerin kısmen örtüştüğüne ama birebir örtüşmediğine karar vermiş mütalaada. Şamil Tayyar’a ait benimle ilgili röportajları, Nuriye Akman röportajını ve Aksiyon röportajını tekrar size sunuyorum. Şamil Tayyar’ın röportajlarını okuyunca yırtık kot pantolondan diğerlerine birebir örtüştüğünü göreceksiniz.
Ayrıca metinde deniyor ki, “AKP milletvekili Erkan Mumcu’nun istifasını Tuncay Özkan sağlamıştır.” Olayın siyasi gelişimi, Erkan Mumcu’nun, Tayyip Erdoğan’ın karşılıklı açıklamaları, savcılığı yalanlıyor ama ben bunları bir kenara koyup, metnin o bölümünden bahsedeceğim kısaca. Orada 16 Aralık 2003’den 8 ay önce Erkan Mumcu ile görüştüğüm ve istifa etmesini istediğim savlanıyor. Yani 2003 şubatında Mumcu ile görüşüyorum ama o, 2005 yılının 15 Şubat’ında istifa edip, daha önce istifa ederek AKP’ye katıldığı ANAP’a Genel Başkan olarak dönmüştür. Bu suçlama ancak komiktir. Hayatın olağan akışına uygun olup olmadığını söz konusu bile etmeyeceğim. İddianamede bu metinden yola çıkarak AKP’den 40 milletvekilini istifa ettirdiğim de söylenmektedir. Talebim üzerine TBMM’den istifalar, tarihleri ve partileri geldi. TBMM gene savcıları yalancı çıkardı. Dosyadan aldığım kayıtları sunuyorum. 2002-2009 yılları arasında AKP’den Erkan Mumcu dahil Abdullah Gül Cumhurbaşkanı seçildiği için milletvekilliği düşmüştür, toplam 20 milletvekilinden 1 kişi 2003’te, 2 kişi 2004’te, 13 kişi 2005’te, 4 kişi 2007’de, 1 kişi de 2008 tarihinde istifa etmiştir. Erkan Mumcu’nun istifa gerekçesi yazılıdır. Benim Erkan Mumcu gibi bir siyaset adamını, milletvekilini, bakanı, bir genel başkanı istifa ettirdiğim akıl dışıdır.
Ancak TBMM 40 istifanın iktidarda değil, ana muhalefet partisi CHP’de olduğunu belgelemiştir. AKP’den istifa edenler CHP’ye geçmemiştir ama CHP’den istifa edenlerden AKP’ye geçenler vardır. CHP’den istifa eden 40 kişinin yıllara göre dağılımı şöyle; 2 kişi 2003, 4 kişi 2004, 16 kişi 2005, 18 kişi 2007 ve 1 kişi 2009 yılında ayrılmıştır. Şimdi bu veriler üzerinden savcılık Tuncay Özkan ana muhalefet partisinden 40 milletvekilini istifa ettirdi, bunların bir kısmını AKP’ye geçirdi. AKP’yi dağıtamadı, CHP’yi dağıtıp, AKP’yi ele geçirmeye çalıştı derse inanın şaşırmam. Ama atasözümüzü hatırlatırım: “Zırva tevil götürmez”.
EN GENÇ YÖNETİCİ
314/1 (Örgüt Yöneticiliği) Suçlamasına Karşı Diyeceklerim;
CMK m.225: (1) Hüküm; ancak iddianamede unsurları gösterilen suça ilişkin fiil ve fail hakkında verilir.
(2) Mahkeme fiilin nitelendirilmesinde iddia ve savunma ile bağlı değildir.
CMK m.226: Sanık, suçun hukuki niteliğinin değişmesinden önce haber verilip de savunmasını yapabilecek bir halde bulundurulmadıkça, iddianamede kanuni unsurları gösterilen suçun değindiği kanun hükmünden başkası ile cezalandırılamaz.
Bana iddianamede istenen suçun hukuki niteliği mütalaada değiştirilmiş ancak tarafıma ek süre verilmemiştir. Bu da kanuna aykırı bir uygulamadır.
İddianamede 314/2 yani örgüt üyeliği ile suçlanırken, beş senedir tutuklu olan ben mütalaada bu sefer 314/1 yani örgüt yöneticisi olmak ile suçlanıyorum. Öncelikle suçlandığım kanun maddesini ele alalım ne diyor madde:
Silâhlı örgüt
TCK m.314/1: Bu kısmın (4. Kısım: Millete ve Devlete Karşı Suçlar) dördüncü ve beşinci bölümlerinde (4. Bölüm: Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar, 5. Bölüm: Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar) yer alan suçları işlemek amacıyla, silâhlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
Ben ne zaman, nasıl, kim tarafından örgüte alındım? Ya da kurdum?
2008’de tutuklandığımda 41 yaşındaydım, ne zaman üye ve sonra yönetici oldum?
En Genç Yönetici sorunum var.
Meslek hayatım boyunca Türkiye’de
En genç Genel Yayın Yönetmeni oldum (Kanal D)
En genç Medya Grup Başkanı oldum (Çukurova Grubu- Show Tv, Sky Turk, Akşam Gazetesi)
Ve şimdi savcılar bana Ergenekon’un en genç Terör Örgütü Yönetici diyor. Komik.
Mütalaaya Göre Kimleri Yönettim?
Örneğin buradaki sanıklardan İlker BAŞBUĞ, Hurşit TOLON, Doğu PERİNÇEK, Yalçın KÜÇÜK…
Peki ben kime, nasıl, hangi talimatları vermişim? Bu mümkün mü?
Üyelikten yargılanırken şahsım hakkında, hangi ara ek iddianame yazıldı da yöneticilikle suçlanmaya başladım? Gizli tanıklıktan sonra gizli iddianame de mi çıktı? Üyelikten yöneticiliğe hangi delillerle terfi ettirildim? Biraz daha tutuklu kalsam kim bilir ne olacağım? Savcılar bize açıklayabilir mi bu örgütte nasıl yükseliniyor? Bu nerede yazıyor? Deliller ne?
Ne örgütü, ne üyeliği, ne yöneticiliği. Yüzünüz kızarmıyor mu?
İddianameden sonra dosyaya aleyhime hiç belge bilgi gelmedi aksine iddialara karşı cevaplarımı destekler nitelikte bir çok belge dosyaya girdi. Peki savcılar beni nasıl terfi ettirdi? Bu sorunun yanıtı nerede? Delil nerede? Hangi sayfada?
Olmayan örgütte rütbe dağıtmak da kolay olsa gerek, savcıların aslı yok örgütlerin de boş makamları çok. Seçip, seçip beğeniyorlar. 2008’de üye diye tutukladılar, şimdi yönetici diye ağırlaştırılmış ömür boyu hapsimi istiyorlar, olacak şey mi?
Peki ek iddianame ile bu konudaki delillerini açıkladılar mı? Hayır. Peki üyelik suçlaması ile ilgili delil var mı? Hayır? Sorulunca “Sanık, suçunu en iyi kendisi biliyor, anlatsın” diye yanıt veriyordu Mehmet Ali Pekgüzel. Şimdi ne diyecek?
Aslında ben belki de haksızlık ediyorum, savcılar beni üyelikten yöneticiliğe terfi ettirmişler, bir de beğenmeyip itiraz ediyorum değil mi?
Pekâlâ itiraz etmiyorum. Bana sözde Ergenekon üyesi deyip delillerini söyleyemeyenleri, yönetici yapıp hukuku katledenleri, ben yaptım olacak mantığını, ek savunma, ek iddianame ve diğer usul ve esas hukuk kurallarını umursamadan çiğneyenleri; ispat, delil, hak hukuk tanımayanlara yazıklar olsun diyorum. Müfteri ilan ediyorum.
Örgüt yöneticiliği suçlamasını yazdık ama, bu maddeden ceza istemiyorum diyenler, beni değil kendilerini kurtarma arayışına düşmüşlerdir. Bu iddialar yalandır. Ergenekon terör örgütü yoktur. Varsa ve onun üyesi olan, yöneticisi olan her kimse, nerede yaşıyorsa, saklanıyorsa alçaktır, namerttir.
Ancak insanlara böyle bir iftira atmak da aynı düzeyde müfteriliktir.
Ben böyle bir örgütü bilmiyorum.
Savcılık bundan ceza istemiyorum diyerek soyut, dekoratif, kakafonik, makyajlı laflarla, kes yapıştırlarla örgüt yaratmaya çalışmış ancak başaramamıştır, yaratamamıştır.
KİMİ NASIL TANIDIM
Mütalaanın 1691. sayfasında şöyle deniyor:
“Dosyaya getirilen TİB ve GSM şirketleri kayıtlarına göre sanık Ahmet Tuncay Özkan’ın kullanımında olan telefon hatları ile”. Burada dikkatinize “telefon hatları” kelimesini sunmak istiyorum. Ben cep telefonu kullandığım günden bu yana bir tek numaraya sahip oldum. İkinci bir hat kullanmadım. Bu, dosyaya giren yazışmalarla da sabittir. Savcılıktan telefon hatları diyerek kastettiği diğer numaralarımın neler olduğunu acilen açıklamasını istiyorum. Ben diyorum ki bu gerçek değildir. İspatlayamayan müfteridir. Bekliyorum…
Benim başka hattım yoktur. Ancak savcılık Kanaltürk santralinin yüz seksen hattını da benim gibi değerlendirmiş ve örgüt mensubiyetime daha çok bağlantı katma yoluna gitmiştir. Böyle yapınca ne olmuştur? Mütalaanın 1691.sayfasında benim örgüt irtibatlarım olarak şu sanıklarla telefonda konuştuğum söylenmiştir:
“Tanju Güvendiren, Adnan Bulut, Adil Serdar Saçan, Emin Şirin, Münir Kemal Yavuz, Mesut Özcan, Hüseyin Nazlıkul, Halis Yavuz Işıklar, Sinan Aydın Aygün, Mustafa Ali Balbay, Gürbüz Çapan, Merdan Yanardağ, Mehmet Şener Eruygur, Muhittin Erdal Şenel, Mehmet Adnan Akfırat, Evrim Baykara, Selim Utku Gümrükçü, Erol Mütercimler, Turhan Çömez, Adnan Türkkan, Tunç Akkoç, Erol Manisa, Hüseyin Vural Vural, Ahmet Hurşit Tolon, Murat Ağırel, İlker Güven, Fatma Sibel Yüksek, Serhan Bolluk, Ünal İnanç, Turhan Özlü, Güler Kömürcü, Mustafa Özbek, Mehmet Zekeriya Öztürk, Doğu Perinçek, Ferit İlsever, Oktay Yıldırım, İlhan Selçuk, Habip Ümit Sayın, İbrahim Benli, Levent Ersöz, Bedrettin Dalan, İşçi Partisi İstanbul İl Örgütü (Doğu Perinçek, Aydın Girgin, Yusuf Beşirik), İşçi Partisi Genel Merkezi (Yusuf Tunçer)”
Şimdi örgüt ilişkilerim olarak bu telefon konuşmalarıma bakalım:
Tanju Güvendiren’i emekli olduktan sonra DYP Balıkesir Milletvekili adayı olduğundan Skyturk’te Tansu Çiller ile seçim özel programına geldiğinde tanıdım, çok sevdim. Ağabey kardeş ilişkim var. Savunmasında her şeyi geniş geniş anlattı. Aynen katılıyorum. Suç ne? Örgüt ilişkisinin delili ne? Ayrıca avukatımız Serkan Günel savcıların bir mantık hatasını daha çok güzel ortaya koydu Tanju Güvendiren beni emir ve talimatlarla yönetmekle suçlanıyor ama o üye ben yönetici olabilir mi böyle bir şey, bu nasıl iştir?
Adnan Bulut, 1996 yılından bu yana benimle gazeteci olarak beraber olan bir kardeşim. Kanal D’de, Çukurova Medya’da, Kanaltürk’te hep yönetici gazeteci olarak görev yaptı. Bütün medya tanıktır. Suç ne?
Adil Serdar Saçan ile ben gazeteci o polis müdürü iken tanıştım sonra avukatım oldu, dost olduk.
Emin Şirin ile Çukurova grubunda tanıştım. Orada görevli idi, sonra bu davadan alınıp bırakıldı. Geçmiş olsun dedim. Suç bu mu?
Münir Kemal Yavuz’u emekli iken tanıdım. Programlarıma askeri konularda konuk olarak katıldı. Aydın, bilgili, demokrat bir insan olarak tanıyorum.
Mesut Özcan doktorumdur, beni ameliyat etti.
Prof.Dr.Hüseyin Nazlıkul uluslararası bir başarı öyküsü olan doktorum ve dostumdur.
Halis Yavuz Işıklar’ı tanımıyorum. Kanaltürk’ü film satmak için aramış, işi buymuş. Burada tanıdım.
Sinan Aydın Aygün gazeteci-oda yöneticisi ilişkisi çerçevesinde yıllardır tanıyorum.
Mustafa Ali Balbay, Cumhuriyette sekiz yıl beraber çalıştık. Ancak sadece altı konuşmam var. Süreleri toplam altı dakika değildir. Ancak bu savcıların bizi Ergenekoncu yapmasına yetti. Balbay ile tutuklanmadan önce küs olduğumuzu daha önce anlatmıştım ama dün ayrıydık bugün çok iyi dost olduk sevgili Balbay’la.
Gürbüz Çapan ile birbirimizi sevmez ve konuşmayız, Radyosunu satıyordu satın alma görüşmeleri çerçevesinde telefonda dört kez konuştum, hepsi bu.
Merdan Yanardağ’ı yıllardır tanıyorum, gazeteci dostumdur, Kanaltürk’te de beraber çalıştık.
Mehmet Şener Eruygur, Jandarma Genel Komutanı iken nezaket ziyaretinde tanıdım. Sonra ADD başkanlığından ayrılması için görüştüm. Hiç cep telefonu ile görüşmedim. Üç veya Dört kez İlker Güven’in aracılığı ile konuştum. İlker Güveni de zaten bu sırada tanıdım.
Muhittin Erdal Şenel, kendisiyle hiç telefon görüşmem olmadı. 2008 yılında, tape kayıtları da dosyada olan, Hurşit Tolon’un bir akşam yemeği davetinde tanıştım, hepsi bu.
Adnan Akfırat ile yıllardır gazeteci olarak tanışırız.
Evrim Baykara ve Selim Utku Gümrükçü dostlarımla beraber parti kurma çalışmaları yaptık.
Erol Mütercimleri yıllardır tanırım, konuşurum, beraber panellere katılırız. Ancak Evrim Baykara ile tanışmıyorlar, bir panel sonrası telefonumu otelde unutmuştum. Havaalanında Erol Mütercimlerin telefonunda Evrim’i arayıp telefonumu almasını ve bana yollamasını rica ettim. Olay budur.
Turhan Çömez ile hayatımda bir kez konuştum, çünkü canlı yayına geç kaldı, stüdyodan cep telefonumla arayıp gelip gelmeyeceğini sordum. İlk ve son görüşmemiz bu kadar.
Adnan Türkkan ile bir kez görüştüm TGB başkanıydı o zaman, Kanal’a kalabalık bir grup ile gelmişti. Savunmamda detaylı anlattım. Ama hiç telefonda görüşmedim.
Tunç Akkoç’u tanımıyorum. Burada sordum Kanaltürk’de bir arkadaşı varmış onu arıyormuş. Erol Manisa’yı biliyorum ama tanımıyorum. Atilla İlhan’ı KanalTürk’te ziyarete gelirdi. Hiç telefon görüşmemiz yoktur.
Hüseyin Vural Vural’ı burada tanıdım. Ama beni bir panele çağırmak için aramış, ulaşamamış. Hiç konuşmadık.
Ahmet Hurşit Tolon’u tanıyorum. Zaman zaman konuştuk, tapelerimiz dosyada mevcut. Suç neresinde? Örgüt ilişkisi nerede? Miting düzenliyor duyurusu için yardım istiyor. Haber yapın diyor. Başka ne var?
Murat Ağırel birlikte parti kurma çalışması yaptığım arkadaşım.
Fatma Sibel Yüksek, benden iş istedi, olmadı. Kendisiyle bir veya iki kez bunu konuştum.
Serhan Bolluk ile burada tanıştım. Dışarıda üç veya dört kez telefonda konuştum. Aydınlık dergisinde iki tekzip metnimin yayınlanması için. Birinde Amerika’nın adamı diğerinde MİT’in adamı diye yazı çıkmıştı hakkımda. Tekzip ettim, metni savunmamda sundum.
Ünal İnanç Ankara’da mesleğe yeni başladığımdan bu yana tanıdığım bir gazeteci ağabeyim. Zaman zaman arar ve hatır sorar, bu kadar.O da üç dört konuşmayı geçmemiştir.
Turhan Özlü, kendisini burada tanıdım. Hiç görüşmem olmamıştır öncesinde. Ben hiç Ulusalkanal’da yayına çıkmadım, gitmedim.
Güler Kömürcü ile Akşam Gazetesi’nde beraber çalıştım.
Mustafa Özbek ile bir kez telefonda konuştum. Bir kez mecliste karşılaştım. Tanımıyorum. Burada tanıdım.
Mehmet Zekeriya Öztürk’ü burada tanıdım. Ne telefonla konuştum ne de karşılaştım.
Doğu Perinçek’i Doğu Ağabeyi gazeteci, siyasetçi ve onun deyimiyle yerden yani hemşeri olarak yıllardır tanırım. Programlarıma üç kez konuk oldu. İki kez Kanal D’de bir kez SkyTurk’te. Kemaliyeli’ler gecesinde hep karşılaştık. O bizim ağabeyimizdir. Ancak hiç telefon görüşmemiz olmadı. Hatırlamıyorum.
Ferid İlsever’i gazeteci olarak tanıyorum. Zaman zaman konuştuk, birkaç kez de görüştük.
Oktay Yıldırım ile bir kez konuştum. Bir programda adı geçti reklam arasında aradı ve onun adı ile okunan metnin ona ait olmadığını söyledi, bunun düzeltilmesini istedi. Ben de düzelttim. Bir konuşma hepsi bu. Kendisini burada tanıdım.
İlhan Selçuk’u 1982 yılından beri tanırım, Cumhuriyet’te çalışmam nedeniyle tanıdım. Allah rahmet eylesin. Görüşür, konuşurduk. Gazeteci, fikir adamı ve yönetici olarak pek çok etkilendiğim birisiydi.
Ümit Sayın beni taciz edercesine rahatsız eden birisiydi. Sevil Atasoy ile ziyaretime geldi. Rektörünü şikayet etti. Üç dakikalık bir görüşme. Sonrasında her aradığında yok dedirttim. Savunmamda anlattım.
İbrahim Benli ile hiç görüşmedim. Konuşmadım. Tanımıyorum.
Levent Ersöz ile hiç telefon görüşmemiz olmadı. Savunmamda anlattım resmi birkaç resepsiyon dışında hiç görmedim.
Bedrettin Dalan’ı siyasetçi – gazeteci olarak yıllardır tanırım. Zaman zaman dost ve arkadaşlarımın burslu okuması veya eğitim şartları konusunda kendisini ziyaret ettim.
İşçi Partisi İstanbul İl Başkanlığı’nı bilmiyorum. Aydın Gergin’i, Yusuf Beşirik’i tanımıyorum, konuşmadım.
İşçi Partisi Genel Merkezi ile hiç konuştuğumu hatırlamıyorum. Yusuf Tuncer’i tanımıyorum.
Muzaffer Tekin ile hiç konuşmadık. Tanımıyordum, telefonunu bilmiyordum. İstanbul’da miting meydanında kürsüye konuşma yapmak için ilerlerken kendisini tanıttı. El sıkışırken fotoğraflarımız çekildi, yayınlandı. Savunmasında Sayın Tekin de ben de anlattık. Kendisini burada tanıdım.
Kemal Alemdaroğlu ile rektör seçilmesi ve beni araması üzerine bir kez konuştuk. Randevu aldılar, geldiler üniversiteyi anlattılar. Bu vesileyle tanıştık. Sonra konuşma ve bir araya gelme fırsatım olmadı.
SUÇ NEREDE
İşte benim sözde örgütüm. Sözde üyeliğim ve yöneticiliğim. Siz yorulmayın diye ben bu davanın tanık, sanık, gizli tanık herkesin benimle ilgili sözlerini derledim. İşte hepsi burada. Beni bununla mı suçluyorsunuz? Yapamazsınız. Zaman olmadığı için okumuyorum. Ama okuyun ve vicdanınıza, aklınıza sorun: neden bu zulme ortaksınız?
Tekrar soruyorum. Suç nerede? Delil ne? Telefon santralı örgütü!
Ben de bu örgütün dışarıda üyesi içeride en genç yöneticisi yapılan kişiyim.
Yazıklar olsun
Yazıklar olsun.
Yazıklar olsun.
Bu hukuka hakarettir.
Mütalaayı reddediyorum. Üçüncü kişilerin düşünce ve kanaatleri benim aleyhime delil yapılmaya çalışılıyor. Bunları reddediyorum. Benim bunlara müdahil olmam, kabul ya da reddetmem mümkün müdür?
Siyaset ve sivil toplum kuruluşları ile ilgili faaliyetlerim “legal” diye nitelenip nasıl oluyor da suç uyduruluyor anlayamadım.
Kişisel borç istemem örgüt suçu sayılıyor. Bunun anlaşılması mümkün müdür?
Siyasi parti kurmam, arkadaşlarımla bunun için çalışmam, haklarımı kullanmam anayasa ve yasalara uygun davranmam nasıl suç sayılır? Bunlarla ilgili telefon konuşmaları nasıl bir suçtur? Parti kurulmuş, İçişleri Bakanlığı kabul etmiş, Yargıtay adına dosya açmış. Suç nedir?
Gazeteci olarak haber toplamam, not almam suç sayılıyor. Ticari faaliyetler, kanal satın almak suç. Neye göre, niçin, nasıl?
Halkalı’da yüzlerce gazetecinin eşyasının konulduğu depo neden, nasıl benim yapıldı? Orada çıkan her şey nasıl oluyor da benim oluyor? Delil ne? Oysa kiralayan belli, sahip belli ifadeler dosyada, Hüseyin Mızrak anlatıyor, depocular anlatıyor.
Savcılara göre muhalif gazeteci olmak suç. Soruyorum: Hükümet lehine program yapmak mı görevim? Savcılara ne? Hakaret varsa; suç varsa savcılar var, ilgili şahıslar var, RTÜK var, gereğini yapar.
Bu nasıl bir suçlama, hükümet yalakası mı olmalıydım? Bundan savcılara ne? Gazetecilik değerlendirmelerimi ve mesleğime yaptıkları tüm hakaretleri reddediyorum. Yazanları ayıplıyorum, kınıyorum. Bunların mütalaada işi ne? Hukuk bu mu?
Benimle ilgili hiçbir aidiyeti olmayan CD’ler, pek çok gazetecide çıktığı da belirtilerek nasıl bana yazılıyor? Delil ne? Bende çıktığına dair kanıt ne? Evimde mi bulundu? Hangi bilgisayarımda bunların izi var ya da kendisi var? Yok. Üstelik CMK 134.maddeye aykırı arama, el koyma ve inceleme nedeniyle hepsi yasadışı delil.
Belge denilen şeylerin altında yazarının adı var ama ona sorulmuyor, bana senin deniyor. Artık bu kadarına pes diyorum. Gazeteci her kaynaktan belge alır. Ben benim olan belgelere benim derim. Onlar benim arşivim. Susurluk raporunda olduğu gibi, Yeşil’in kimliklerinde olduğu gibi. Ama Ergenekon belgeleri bana ait değildir. Aidiyet ilişkim yoktur. Bende bulunmamıştır. Bilgisayarlarımda ne kendileri ne de izleri yoktur. Kimliği belli olmayan ihbarlar, bana delil diye sunuluyor. Onlar olsa olsa iftiradır.
Hangi fiilimin TCK 312. md kapsamında maddi unsur ve icra hareketi olduğunu neden yazamadınız? Çünkü yok da ondan.
31. sayfada yazılanların darbe planıyla ilgisi ne, bağ ne?
Yazdım oldu ile olur mu? Benim hakkımda hukuk açısından yazılabilecek tek şey beraat isteğidir. Gerisi politik kara çalmadır.
OYAK’tan reklam istemişim, onlar da “Vermeyiz” demiş. Hani bu televizyon darbe için kurulmuştu. Ne oldu? Reklam istedim, reddettiler. Hangi gazete, TV OYAK’tan reklam istemiyor? Fark, onlar alıyor, ben alamıyorum.
32. sayfadaki suçlamalar, benim lehime delildir. Savcılar ne yazdığının farkında mı?
Gazetecinin, kiminle konuşacağına savcılar mı karar verecek? Burada suç ne? Darbe mi konuşulmuş? Suç ne? Musluk suyundan karakter tahlili yorumlarıyla, karine ile suç yaratılmaz.
CUMHURİYET MİTİNGLERİ
Cumhuriyet Mitingleri iddianamede olduğu gibi mütalaada da iftira düzeyinde çarpıtılarak ele alınmıştır. Önce 2003 yılında 5 Ekim’de yapılan Cumhuriyet’e saygı adlı Ankara Üniversitesi’nce düzenlenen ve kim olduğu belirli grupça “Ordu Göreve” yazılı pankart açılan miting ile bilerek ve isteyerek karıştırılmış kamuoyunu yanıltma yoluna gidilmiştir.
Öncelikle Anayasa’nın Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri başlıklı düzenlemesini hatırlayalım
Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı
MADDE 34- (Değişik: 3/10/2001-4709/13 md.)
Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlâkın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir.
2007 yılında yapılan 5 adet mitingden oluşan Cumhuriyet Mitingleri Ankara, İstanbul, İzmir, Manisa ve Çanakkale’de gerçekleştirilmiştir. Bu mitinglerin hepsi AKP iktidarı döneminde yapılmıştır. İktidarın bilgisi dahilinde yapılmıştır. Valiliklere yasal başvurular yapılmış herhangi bir yasaklama kararı verilmemiştir, Emniyet Müdürlükleri onaylamış, Hükümet komiserleri denetlemiştir. Nerede, hangi saatte başlayıp hangi saatte biteceğine hükümet karar vermiştir. Kimlerin konuşacağı emniyete ve valiliklere bildirilmiş, hangi sloganların atılacağı, hangi pankartın açılacağı onaydan geçmiştir. Tüm katılımcılar alanlara polis aramasından geçerek girmiştir. Bu mitingler televizyonlardan canlı yayınlanmış her mitingin durum raporu, düzenleyici konuşmaları ve konuşmaların deşifreleri davanın ek klasörlerinde mevcuttur.
Bu mitingler dünya çapında yankı uyandırmış, herkes Türkiye’nin demokratik olgunluğunu takdir etmiştir. Ankara mitingine 1 milyondan fazla, İstanbul mitingine 3 milyondan fazla , İzmir mitingine 1 milyon 800 bin, Manisa mitingine 50 bin, Çanakkale mitingine 90 bin yurttaşımız katılmıştır. Beş mitingin hiç birinde hiçbir taşkınlık yaşanmamış hiçbir olay çıkmamıştır. Mitinglerin yasaklanması veya herhangi bir soruşturma konusu yapılması söz konusu bile olmamıştır. Öylesine kontrol altında yapılmıştır ki, İstanbul Mitinginde hükümet komiseri ben konuşurken sürenin bitmesine 10 dakika kaldığını hatırlatmış ve iki dakika kala ses düzeneğinin susturulmasını istemiştir. Bunun üzerine ben konuşmamı bitirmiş ve kalabalık sessizce dağılmıştır.
Şimdi soruyorum suç ne?
Konuşmalardan hangisi suç? Sloganlardan hangisi suç? Hangi Valilik, hangi emniyet, hangi hükümet komiseri raporu suç işlendi diyor? Öyleyse sorun ne?
Gözdağı mı verilmek isteniyor? Tuncay Özkan burada, bakın bir daha yaparsanız başınıza gelecek budur mu deniliyor? Size söz veriyorum esaretim bitsin yine yapacağız. Milyon milyon çağlayacağız. Korkmuyorum.
Dünyanın en demokratik kitle hareketine, Türkiye’nin yüz akına, Türk politik yaşamının demokratik doruğuna yönelik bu kin ne? Niye? Bana karşı yapılan haksızlık ve iftira bir yana katılan milyonlara karşı takınılan bu tutum ayıptır, tarih bunu affetmez.
Mütalaanın 1694. sayfasında benim legal faaliyetlerim kapsamında siyaset ve sivil toplum örgütü çalışmalarım sayılmakta sonra da “…2007 yılındaki Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi TBMM’nin Ak Partiden birisini Cumhurbaşkanı seçmesini engellemek için Ergenekon Terör Örgütü yönetici ve üyesi olan diğer sanıklardan Mustafa Özbek, Mehmet Haberal, Mustafa Ali Balbay, Ahmet Hurşit Tolon, Mehmet Şener Eruygur, Sinan Aydın Aygün, Doğu Perinçek ve grubu ile sivil toplum hareketi görüntüsü altında Cumhuriyet Mitingleri tertip ettiği…”
Bu konuda hakkımda hiçbir kovuşturma soruşturma yoktur. Savcıların amacı politiktir.
Öncelikle bir noktanın altını çizeyim. Mustafa Balbay ile cezaevinde barıştım. Balbay ile uzun yıllar hiç konuşmadık ve 2007-2008 de de dargındık. Bunu bütün medya bilir. Ayrıca o da ben de bu durumu savunmada detaylı anlattık. Bunu teyid eden telefon tapeleri de iddianamede mevcuttur. Savcılık aksini ispatlarsa ben bütün suçlamaları kabul edeceğim. Hodri meydan. Balbay Cumhuriyet Mitinglerinde yoktur.
Mustafa Özbek hiçbir mitinge katılmadığı gibi ne hazırlık ne de herhangi bir aşamasında yer almamıştır.
Mehmet Haberal Cumhuriyet Mitinglerinde söz konusu dahi olmamıştır. O zamanlar tanışmamıştık bile.
Hurşit Tolon, Şener Eruygur, Sinan Aydın Aygün’ün adlarını bırakın gölgelerinin dahi dahli yoktur. Bu isimler asla katılmamıştır, yer almamıştır.
Doğu Perinçek ve İşçi Partisi ile de bu mitinglerin alakası yoktur. Doğu Perinçek bir ifadesin konuya değinmiş, katılımcı olarak Cumhuriyet Mitinglerinde yer aldıklarını ancak kendilerinin yapmadığını, düzenlemede bulunmadıklarını açık açık söylemiştir. Zaten hem mitinglerin siyasi mesajına hem de sonucuna itiraz etmiş ve benimsemediğini, eksik ve yanlış bulunduğunu söylemiş, yazmış ve beni eleştirmiştir. Bu sadece şimdiki görüşleri olmayıp o dönemki basın bültenleri araştırıldığında görüleceği üzere o dönemki görüşleridir de. En son üç ay önce Aydınlık gazetesinde ve Ulusal Kanal’da bu eleştirilerini yeniden gündeme taşımıştır. İşçi Partisi veya Doğu Perinçek Cumhuriyet Mitinglerinin düzenlenmesinde asla yoktur. Olsalar bunu kabullenmemeleri söz konusu dahi edilemez.
Şimdi savcılığa soruyorum. Bu iddianın dayanağı delili nedir? Bütün mitinglerin düzenleme komitesi ek klasörlerde var, bunları biliyorsunuz. Hangisinde bu adlar var? Konuşmalar belli, hangisinde bu adlar var? Yoktur. Şener Eruygur, ben İzmir Mitinginde Cumhuriyet Mitinglerini sonlandırdıktan sonra Denizli ve Samsun mitinglerini bir grup STK ile düzenledi biz katılmadık Savcılık bunca gerçek dışı olguya neden sarılmaktadır? O mitinglerden burada bir tek ben varım. Ancak insanlar akın akın katıldı. Ben Doğu Perinçek dışında adları sayılanlardan hiç kimseyi o meydanlarda görmedim.
Savcılığa hangi mitingde bu duruşma salonundakilerden biri konuşma yapmıştır? Hangi mitingin düzenleme komitesinde bu kişilerden biri yer almıştır? Hangi mitingte kürsüde görüldü? Ben diyorum ki yokturlar. Varsa söyleyin hangisinde? İddianızın dayandığı delilleri açıklayın? Eğer sadece kanaatinize dayanıyorsa bu iddialarınız o halde iftiradan öteye geçemez.
Bu iddialar gerçek değildir. “Sivil toplum görüntüsü altında” ne demektir? Suç icadından öteye gitmez.
Yasal, hakkında hiçbir suçlama olmayan demokratik hak kullanımı olan bu mitinglere neden kara çalma ihtiyacı hissediyorsunuz?
Neden sanki bir olay çıkmış, bir suç işlenmiş gibi davranıyorsunuz? Sizi halkıma ve mahkeme heyetine şikayet ediyorum.
KANALTÜRK TV
Kanaltürk televizyonu ile ilgili olarak mütalaada ve iddianamede hiç biri gerçek olmayan iddialara değinilmiştir. Önce vergi meseleleri gündeme gelmiştir. Yargılama esnasında vergi mahkemelerinin hakkımızda verdiği beraat kararlarını mahkemenize sundum. Ve bu iddianame daha okunurken çürümekte ve dökülmektedir dedim. Savcılık Kanaltürk’ün kuruluşunun 2004 yayına geçişinin ise 2005 yılı olduğunu ve 2008 yılında el değiştirdiğini unutmasın.
Kanaltürk’ün kuruluşuna ve yayına geçmesine AKP iktidarı izin vermiştir. Yönetim kurulunun ve yöneticilerinin kimler olacağını, güvenlik soruşturmalarını Başbakanlık Güvenlik Dairesi yapmıştır, onay vermiştir. MİT incelemiş ve olur demiştir. RTÜK onay vermiş frekans tahsis etmiştir. Mütalaada yazıldığı gibi eski Deniz Kuvvetleri Komutanı değil. Türkiye’de yasalara göre Frekans, yayına çıkma ve yayın yapma iznini sadece RTÜK verir. MİT ve Başbakanlık Güvenlik Dairesi onayı şarttır. Gerisi boş laftır. Yayınları RTÜK denetlemiştir. Kanaltürk yayınları ve kalitesiyle bağımsız ve özgür duruşuyla tarihe geçmiştir. Mütalaada 1693. Sayfada Ergenekon Terör Örgütü adına kara propaganda, dezanformasyon ve psikolojik savaş amaçlarına uygun olarak yönettiğim söylenen Kanaltürk, hangi yayını ile böylesine ağır ve alçakça bir suçla suçlanabilmektedir. RTÜK, Başbakanlık ve savcılar uyudu, Kanaltürk bunu yaptı öyle mi? Savcıları akla ve mantığa biraz olsun saygılı olmaya davet ediyorum. İmzasız, üzerinde parmak izi olmayan Sayın Komutanım diye başlayan ve kime yazıldığı belli olmayan bir metinden yola çıkıp bütün reklamcıların ifadesini aldınız. Ne oldu? İfadeleri tekrar veriyorum size. Hepsi de bana atılı bu çirkin iftirayı reddetti. Ayrıca bu konuda önsavunmamda dile getirdiğim sözlerimi tekrar ederim. Savcılar da bu iddiayı gerçek gibi mütalaaya yazdılar.
Şimdi sesleniyorum:
Bize bir tek yayın göstersinler suça delil. Yok. Sadece burada Sayın Eski Gen.Kur. Başkanı Hilmi Özkök’ün ifadesi sırasında dile getirdiği hakaret iddiası vardır. Bununla ilgili olarak Sayın Özkök TCK 301den hakkımda dava açtırmıştır. Zorlayarak açtırdı. Zorlayarak diyorum çünkü Genelkurmay Başkanlığı Adli Müşavirliği’nin ilk suç duyurusuna Şişli Savcılığı Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair karar vermiş ancak yetinmeyen Genelkurmay Askeri Savcılığı bir kez daha bu karara itiraz etmiş ve bu sefer dava açılmıştır ancak ardından bu davada hakkımda beraat kararı verilmiştir.
Şimdi bu dava açılsın Tuncay Özkan hapis cezası alsın diye çabalayan kişiyle aynı örgütün üyesi olduk iyi mi? Dönemin Genelkurmay Adli Müşaviri Hıfzı Çubuklu beni o zaman hapse attırmayı başarsa belki şimdi bu davada yoktum. Ama İstanbul’da yargıçlar vardı ve hukukun gücü o zaman her türlü baskılara karşı direnebiliyordu.
Hilmi Özkök buradaki tanıklık ifadesinde yargılanan kişiler ve program konusunda yanılmıştır. Hakaret iddiasının olduğu program Kemal Yavuz ile değil Cüneyt Arcayürek ve ben ile sunulan Politika Durağı programıdır ve Cüneyt Ağabey, ben ve sorumlu müdür sıfatıyla Adnan Bulut bu davada yargılandık. Mahkemeniz sordu yanıtlar geldi Kemal Yavuz ile program yapmadık. O bazı programlara konuk oldu. Cüneyt Arcayürek ile yaptığım “Politika Durağı” programında tamamen yanlış anlamadan kaynaklanan bir sorun yaşandı. Karşılığında da yargılandık ve beraat ettik.
Mütalaanın 1694. Sayfasındaki “Hilmi Özkök aleyhindeki yayınların Sanık A. Tuncay Özkan tarafından hangi düzeye kadar alçaltıldığını da ortaya koyduğu” diyor. Aynen iade ederim. Benim Sayın Özkök’ü alçaltma gibi bir tutumum yoktur. Gereken yanıtı o ifade sırasında verdim. Şimdi yine o davanın iddianamesini ve kararını sunuyorum.
Ayrıca emniyet araştırması ile Youtube’tan indirilip deşifresi yapılan metinleri de sunuyorum. O metinlerde Kemal Yavuz Genelkurmay Başkanı’nı övmekte ve referans vermektedir. 28 yıllık meslek yaşamımda kimseye hakaret etmedim. Tamamı bir yanlış anlamadan kaynaklanan duygusal tavırdır. Dosya içeriği ve karardan anlaşılacaktır.
Kanaltürk için uydurulan mütalaa karalamalarını kabul etmiyorum. Örgüt televizyonu ne demek? Belgen ne? Şimdi kanal kendini Fethullah Gülen’in yakını ve onun cemaatinin bir parçası saydığını açıklayan Akın İpek’in. Ben sattım. Bilerek sattım. Hangi örgüt televizyonunu böyle satabilirsiniz? Bu suçlamalar yakışıksız ve asılsızdır. Sattım diye beni yerden yere vurdular. Kulağımı kapadım doğru bildiğimi yaptım. Şimdi bütün bunlar ortadayken mütalaaya bunları yazmak mümkün değildir, olamaz.
Örgüt dökümanları konusunda ise mütalaada 3 yer adres olarak gösteriliyor. Bunların Adil Serdar Saçan’dan alındığı söyleniyor. Halkalı’daki depoda 1691 No’lu CD’den çıkıyor ve Kanal Biz’de bulunuyor. Bunların hepsi dijital olarak bulunuyor. İlginç olan hepsinin ele geçirilişi sırasında 134. Maddenin hiçbir hükmüne uyulmamış. Ben bunların hiçbirini görmedim. CD’ler bana ait değildir. Parmak izim, bana ait olduğunu gösteren hiçbir şey yoktur. Ayrıca ben Kanal Biz’in kuruluşunda bulundum ancak 23 Eylül 2008’de gözaltına alınıp tutuklandım. Hem depo araması hem Kanal Biz aramasında yoktum. Hele Kanal Biz ile hiç ilişkim olmadı. Kanal Biz binasında masam, bilgisayarım olmadı. Sandalyem yoktur. Bunların benimle ilgisi yoktur. Kabul etmiyorum. Ayrıca mütalaada Adil Serdar Saçan’dan telefonla 1691 No’lu CD ve Kanal Biz’de bulunan bir belgeyi istediğim yazılıdır. 1694. sayfada yazılan doğru ise ben bende bulunan bir belgeyi neden Adil Serdar Saçan’dan isteyeyim? Bunlar bana ait dijitaller değildir.
Mütalaada legal faaliyetlerim olarak adlandırılan sivil toplum kuruluşu ve siyasi parti faaliyetlerim, iddianamede suç sayılmıştı. Savcılık kararsız kalmış. Tekrar ediyorum CHP’ye hiç üye olmadım, suçlamalar asılsızdır. ADD’ye 2008 yılında üye oldum. Kayıtları dosyadadır. Şener Eruygur’un asker kimliği nedeni ile ADD’yi yıprattığına inandığımdan görevden ayrılmasını istedim. Önce kabul etti sonra haber vermeden genel başkanlık çalışmasını yürüttü. Bunlar telefon tapeleri ile sabittir. Ben de kendisine karşı bir grup arkadaşımla rakip aday çıkardım. Sayın İlker Güven ile tanışmam onun Şener Eruygur ile irtibatı sağlamasıdır. Sayın Güven ifadesinde bu durumu çok net anlattı. ADD’de Şener Eruygur’a karşı aday çıkarmam, çalışma yapmam yasal hakkımdır. Suç değildir. Bu konularda yapılan suçlamalar yersiz ve yasal dayanaktan yoksundur.
YASAK BELGE DEDİKLERİ GAZETECİLİK
TCK 327, Devletin güvenliğine ilişkin belgeleri temin etme suçu ile yasaklanan bilgileri temin etme TCK 334, suçlamaları konusunda savunma yapabilmek için bu belgelerin tarafıma gösterilmesini istedim. Ancak bu yapılmadı. Bende bulunan bilgilerin hangisi bana aittir, bu nedenle bilmiyorum. Ancak bende bulunan belgelerin tamamını kitaplarımda ve televizyonlarda yayınladım. Örneğin Susurluk Raporunu hem televizyonda hem de Radikal gazetesinde ek olarak yayınladım. Bunun belgesini de savunmamda sundum. Bende bulunduğu iddia edilen Susurluk Raporu bana aittir. Bu konudaki teknik inceleme beni doğrulamıştır.
Ayrıca Yeşil olarak tanınan Mahmut Yıldırım’a ait kimlikler de bana aittir. Bunları hem televizyonda hem de Radikal gazetesinde yayınladım. Ayrıca dönemin DGM Başsavcısı Aykut Cengiz Engin’e teslim ettim. Bu konuda MİT’in şikayeti üzerine Bakırköy 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde E2003/351, K.1, D.2. yargılandım ve beraat ettim. Kimlikleri DGM Cumhuriyet Başsavcılığı’na 21.11.1998 gün ve Hz. No:1997/894 sayılı tutanak ile teslim ettim.
Bende bulunan MGK tutanaklarını bir gazeteci ağabeyimden aldım. En yakın 1997 tarihlidir. Bunları CIA Kürtleri Kürt Devletinin Gizli Tarihi, Bush ve Saddam’ın Gölgesinde Entrikalar Savaşı, MİT Bir Gizli Servisin Tarihi, Operasyon, Öcalan Nasıl Yakalandı, Ne Olacak? adlı kitaplarımda kullandım. Bu kitaplarımı savunmamda belgeleri kullandığım sayfa numaralarını da belirterek size sundum. Ben bir gazeteciyim. Bunlar arşivimdir. Bunlardan suçlanmam veya cezalandırılmam yasalarımıza ve evrensel kurallara aykırıdır. Gizlilikleri alenileşmiştir. Bu suçlamaları kabul etmiyorum. Hangi belgelerin bana ait olduklarını bilmediğimden savunma da yapamıyorum. Ayrıca yukarıda belirttiğim kitaplarım 10 yıldır satılmaktadır. Kimisi Best Seller olmuştur. Haklarında yayınlar yapılmıştır ve hiçbir soruşturma, cezalandırma talebi olmamış, savcılarca soruşturma açılmamış, MİT, MGK, Başbakanlıkça bir suç duyurusunda bulunulmamıştır. Tümü aleniyet kazanmıştır.
TCK madde 135 ve 136 ile 137. maddeler açısından ise mütalaada yazılanlar suç değildir. Şöyle ki;
Kanal Biz’de bu defterin bulunması mümkün değildir. Defter Halkalı’daki depoda diğer defterlerin içinde olmalıdır. Anlamadığım bir şekilde olmaması gereken yerdedir. Kim getirdi? Onu oradan alıp getirenler kim? Ancak içinde bulunanların bir kısmı ÇEV Başkanı Gülseven Yaşer’in bir televizyon konuşmasında kendine hakaret ettiği iddiasına karşı dava açan bir polis memurunun dava dosyasıdır. Bu konuda savunmamda detaylı bilgi verdim. Bunun içinde bulunan dava konusu yazılar dosyadan alınıp defterin içine konmuştur. ÇEV ve ADD’deki yolsuzluk iddialarını içermektedir ve yargılaması yapılmış ve şikayetçi Bayram Özbek davayı kaybetmiştir. Bunlar o dosyaya aittir. Savunmamda bu dosyayı sundum. Ayrıca ÇEV’in avukatı olan ve dava sanıklarından Hüseyin Buzoğlu da savunmasında dosyanın tamamını mahkemenize ibraz etmiştir. Bir fişleme yoktur. Dava konusu dosya bilgileri vardır. Fethullah Gülen ile ilgili bilgiler ise haber için orada bulunuyor olsa gerektir. Ben o arama sırasında 2 aydır tutuklu olduğum için bu konuda bilgim yoktur. Defteri görmedim. O adreste hiç bulunmadım. Çünkü ben tutuklandığımda, televizyon yayında değildi. Bina tamamlanmamıştı. Bu nedenle defter de adli emanette tutuluyor, bana gösterilmediğinden suçlamaları kabul etmiyorum. Çünkü ne olduğunu bilmiyorum bana bu belgeleri göstermediniz.
RUHSATSIZ SİLAH YALANI
Mütalaada en ilginç suçlamalardan biri ruhsatsız silah ve ruhsatsız mermi suçlamasıdır. Benim ruhsatsız silahım yoktur. Ruhsatlı tabancamın iddianameye ruhsatsız yazılması üzerine itiraz ettim. Ek klasörden ruhsatın fotokopisini alıp mahkemenize sundum. Mahkemeniz de ruhsatlı tabancaya neden ruhsatsız yazıldığını emniyete sordu. Onlar silahın ruhsatlı olduğunu teyit ettiler. Bu yazılar dosyamıza girdi. Ancak mütalaada savcılar buna rağmen 492. Sayfada bir adet ruhsatsız ateşli silahım olduğunu yazıp TCK 174 (1) (2) ve 3713 sayılı TMK’nın 5. Maddesi uyarınca cezalandırılmamı istediler. Şimdi soruyorum benim olduğu iddia edilen ruhsatsız silahın türü kalibresi nedir? Markası nedir? Nerede ele geçmiştir? Benim olduğu nasıl anlaşılmıştır. Bunlar mütalaada nerede yazıyor? Bu silah şuan nerededir? Bu karartma neden?
Ayrıca Halkalı’da depoda bulunduğu söylenen 32 adet ruhsatsız merminin bana ait olduğunu nasıl anlamışlardır? Ruhsatsız mermi ne demektir?
Örneğin Kanaltürk’de çalışan ve ruhsatlı tabancaları olan diğer gazetecilerin silahlarına ait değil de bana ait olduğunu nasıl belirlemişlerdir?
Burada savcılığı mahkemenizi yanıltmak ve yalan beyanda bulunmakla üzülerek suçluyor ve size şikayet ediyorum. Benim ruhsatsız tabancam yoktur. Varsa ispat etsinler. Ruhsatsız mermim yoktur varsa ispat etsinler. Tabancalarım ruhsatlıdır. Bana ait mermilerle birlikte evimde polise teslim ettim. Ruhsatlarını verdim. Bunlara ilişkin belgeleri size sunuyorum.
Savcılık ayrıca ruhsatsız tabanca ve mermim olduğunu, bunların evimde ele geçtiği gerçek dışı beyanını AİHM’sine de sunmuştur. Bunlar gerçeğe aykırıdır. Savcılık gerçekdışı beyanda bulunmakta ve belge uydurmaktadır.
Soruyorum o ruhsatsız tabancanın kalibresi nedir? O ruhsatsız mermilerin tipi ve çapı nedir? Bunlar nasıl benim yapılmıştır?
Ayrıca patlayıcısı olmayan 3 adet savunma tipi el bombası gövdesi mumluk ve kalemlik olarak kullanıldığı masadan Kanaltürk satılınca Halkalı deposuna kaldırılmıştır. Bunların tepeleri kesiktir. Birinin üzerinde maşası vardır ve fünyeleri yoktur. Maşa üzerinde TAPA M204A2KF-MKE-91-71 yazmaktadır. Bu konuda bunları kanala getiren ve eski bir polis olan, polis adliye muhabiri olarak çalışan Fuat Bal’ın tanık olarak dinlenmesini istedim, ama uygun görülmedi. Fuat Bal bunları polis bombacı köpeklerinin eğitimini konu alan bir haber hazırladıktan sonra polislerden hatıra olarak almış. Kanala getirip masa süsü olarak kullanmış ve bir başka arkadaşımıza hediye etmiş. Bunlar ekspertiz raporuna rağmen iddianameye el bombası hem de benim el bombalarım olarak yazıldı. Ayrıca AİHM’sine de evimde ele geçirildiği bildirildi. Bunun nedenini mahkemenizin takdirine bırakıyorum. Bunlar bana ait değildir.
Ruhsatsız tabancam ve mermim yoktur. Ruhsatlarımı sunuyorum.
Olmayan şeylerden suçlanıyorum. 8 yıla kadar hapis cezası isteniyor. Bunu anlamıyorum. Bu savcılık ne yapmak istemektedir.
Bu nasıl mantıktır. Silah ve ruhsatlarımı sayıp sonra bir adet ruhsatsız ateşli silah ve 32 ruhsatsız mermi deyip olmayan silahtan suç yaratmak ne demektir?
Bu zulmü halkıma şikayet ediyorum. Üstelik bu süs eşyası el bombalardan dolayı 174. Maddeden ceza verememeleri gerektiği konusunda bilirkişi raporu da var. Ancak bunlara karşın bu süs eşyalarının Ümraniye’de ele geçen bombalarla, Cumhuriyet gazetesine atılan bombayla aynı kafileden olduğu yazılmaktadır mütalaada. Oysa bu yalandır.
Ümraniye bombalarının kayıtlı no’su:
TPAM 204 AZKFMKE 16985’dir
Cumhuriyet gazetesine atılan bombanın kayıtlı no’su:
TPAM 204 AZKFMKE 173-9-85’dir
Bana ait olduğu savlanan kalemlik olarak kullanılan içi boşaltılmış üstü kesilmiş, tapanı olmayan, el bombasının kayıtlı no’su ise:
TPAM 204 AZKF-MKE 91-71’dir
Hiçbir benzerlik yoktur.
Milli Bomba Merkezi raporu da sadece 1971 yılı üretim benzerliği saptamış, diğer hiçbir bomba ile kafile uyumu bulamamıştır. Rapor dosyada mevcuttur.
Şimdi izninizle 27 Mayıs 2002 günü Milliyet gazetesindeki köşemde buradaki sanıklardan bir kısmının dile getirdiği Öz Türkler internet sitesinin açılışıyla ilgili yazımdan bir bölüm okumak istiyorum:
Tuncay ÖZKAN
Kızıl elma kavramını, Türklerin medeniyete ve güzelliklere doğru açılımını bu çağda, bu kadar içi boş tarif edemezdiniz. Bütün dünyada gelişen evrensel olma ve insanlığı bir bütün olarak kavrama mücadelesine sırtınızı böylesine dönemezdiniz. Türk kavramını bu kadar yalnız ve tekil bir halde ele alamazdınız. Öz Türkler diye bir markayı, Türklüğe sahip çıkılmış ve kurtarılmış edasıyla böyle ucuz bir şekilde ortaya koyamazdınız. Ortaya koyduğunuz şey bir ürün adı, marka. Türklükle, Turan ile ne alakası var. Türklüğü sizin gibi dar görüşlü kurtarıcılardan kurtarmak gerek ki, dünyada yanlış anlaşılmasın. Türk veya Türklük kavramı üzerine ne kadar düşünseniz, Turan idealini bu noktaya indirgeyemezdiniz: Öz Türkler. Türk kimdir? En önemlisi bizi biz yapan kültürel özelliklerimiz. Evrim kadar önemli ve hatta daha da değerli olan şey yarattığımız uygarlıklar. Dilimizi, gelişimimizi kültürel devrimler sağladı. Türklüğü yaratan köken değil, kan bağı, kafatası ölçüsü değil kültürel geçmiş, inançlı insanların medeniyet yoldaşlığı. Yoksa Ermeni, Rum, Kürt, İngiliz, Fransız hepimiz aynıyız; kafatası ölçülerimize kadar. Türklüğün veya başka bir kökenden gelmenin insanlar arası bir üstünlüğü olabilir mi? Olamaz. Yeni bilimsel çalışmalar, genetik araştırmalar hepimizin Afrikalı, yakın akraba ve homosapiens olduğumuzu ortaya koyuyor. Sonra göçler yoluyla şekillenen beden ayrılıklarımız ortaya çıkmış. Kurtarıcı babalar Bu kimlik arayışlarının, illa Türklük üzerine olması mı gerek? Bunun bizim kültürümüze ne kadar zarar verdiği ortada. Sıradan bakalım bizim yeraltı dünyasının liderlerine, bunların hangisi Türkçü değil? Alaattin Çakıcı, Sedat Peker, Sedat Şahin, Kürşat Yılmaz, Ayvaz Korkmaz, Nuriş ve diğerleri. Bunların hangisi Türkçü değil? Neden bu suçluların Türkçülük merakı?Çünkü derin veya sığ devlet denilen ve göbek bağıyla kurulu düzenin, kendi yasadışılıklarına kalkan olan mekanizmanın bir yerinde mutlak olmak istiyorlar. O zaman korunma sağlıyorlar. Yanlarında paşalar, polisler, siyasetçiler, hukukçularla dolaşıyorlar; hep devlet koruması sayesinde istediklerini koparıyorlar. Şimdi bunlardan bihaber Sedat Peker ve beraberindekiler Türklüğü kurtarıyor: Yanında Veli Küçük var. Eski general yeni işadamı: Susurluk kahramanı: Kürsüde konuşurken sergilediği tutuma bir bakın, sonra değerlendirin. Bağırtısından, sesinin renginden çocuklar korkar. Zaten tanıtım korku üzerine kurulmuş bir şirketin, korku salarak ünlenmiş ünlülerinin; tıpkı seyahat firmalarının adlarının başına öz ekleyerek yaptıkları rekabeti anımsatıyor. Onlar Türklüğü, öz Türkler olarak koruyorlar; internet üzerinde savaşacaklar. Kimle, kime karşı? Neden? Türklüğü biz öz Türk olmayanlardan koruyacaklar herhalde. Şimdi biz en öz Türk firmasını kurarsak ne yapacaklar? Mafya neye yarar? Onun için çetelerin içinde bu saydığım unsurlar eksik olmaz. Spor kulüpleri, şirket ortaklıkları, eğlence dünyası, kumarhaneler, gazinolar onlarındır. Sedat Peker zaten aktif spor adamı! Federasyon başkanı seçiminde kavganın tam tarafı.
Şimdiki Başkan Haluk Ulusoy ile birlikte yan yana. Bravo! Nasıl da kaynaşmışlar. Maçlar için Ali Fevzi Bir gibi, Peker de aramış mıdır Ulusoyu? Kim bilir? Devlet yönetiminde ayıplı olmak budur işte. Bu manzarayı içine sindiren düzen, herşeyi sindirir, hazımsızlığı falan olmaz. Sakın merak etmeyin. Mafya bizim gibi ülkelerde merkezde siyasi ve ekonomik rantın bölüşümünde, taşrada otoritenin sopası veya silahı olarak düzeni sağlamakta, sesini yükseltenlerin sesini kısmakta kullanılır. Atatürk ve kavgası Salon onların korkuttukları, mecbur bıraktıklarıyla, ya da yandaşlarıyla, çalışanlarıyla dolu. Korkunun krallığı kral çıplak diye bağırana kadar bir çocuk devam eder. Ama o çocuk bağırana kadar da kral çıplaktır zaten. Biri yeraltı dünyasının elebaşısı: Diğeri malum paşa; O paşa bilmez mi ki Mustafa Kemal Paşa Türkiye Cumhuriyetini kurarken devlet olma yolunda en büyük kavgasını çetelerle, derebeylerle vermiştir. Bilir elbet. Bildiği için belki de Ataturk’ün resmi olmayan salondaki Türk büyükleri tablolarının arasında. Onlar Atatürk’ü Türk büyüğü saymıyorlar. İyi ki de yok zaten.
Ancak mütalaa bu sitenin reklamını yaptığımızı söylüyor. Üstelik özgürlükte Sedat Peker, Sami Hoştan, Veli Küçük, İbrahim Şahin ile pek çok konuda karşı karşıya geldik. Burada sanık Sedat Peker’e benim bilgisayarımdan Veli Küçük hakkındaki eleştirileri sordunuz. Sedat Peker ile İbrahim Şahin benimle olan sıkıntılarını dile getirdiler.
Örneğin Sami Hoştan ile 2006 yılında bir lokantada tesadüfen karşılaştık. Ben onunla aynı lokantada olmam deyip, orayı sahibinin bütün ısrarlarına karşın terk ettim. Ayrıca hakkında aleyhinde pek çok yazım ve programım vardır. Ancak şimdi aynı örgütün teröristiyiz. Bu sizin hayatın olağan akışı tanımınıza uygun mudur?
İbrahim Şahin’in 6 yıl ceza almasına neden olan Susurluk belgelerini de ben buldum. Savcılar mütalaada Susurluk için Ergenekon örgütünün hücresi diyorlar. Ve o hücreyi yok edenlerden biri de benim. Şimdi bu durum bu mütalaaya uygun olsa da gerçeğe, vicdana, hukuka uygun mudur?
Karar sizindir. Her husus, tarafımdan delillendirilmiş ve doğrudur. Hakkımdaki tüm deliller toplanmıştır. Kaçma tehlikem yoktur. Adli sicilim temiz olup sabit ikamet sahibiyim. Anlattığım konular değerlendirilerek öncelikle Bi-Hakkın tahliyeme ve atılı suçlardan Beraatime karar verilmesini istiyorum.
Tarih ve millet sizi izliyor.
Tuncay Özkan
Paylaş:
0
inShare.
digg
‹ Previous
Related posts
DİRENİŞİN TARİHİ
DİRENİŞİN TARİHİ
TUNCAY ÖZKAN’A YURT DIŞINDAN DESTEK
TUNCAY ÖZKAN’A YURT DIŞINDAN DESTEK
VİKİNGLER YARIN TUNCAY ÖZKAN İÇİN SİLİVRİ’DE
VİKİNGLER YARIN TUNCAY ÖZKAN İÇİN SİLİVRİ’DE
TUNCAY ÖZKAN MÜTALAAYA KARŞI SON SAVUNMAYA ÇIKIYOR
TUNCAY ÖZKAN MÜTALAAYA KARŞI SON SAVUNMAYA ÇIKIYOR
11 NİSAN DURUŞMASINDAN CANLI YAYIN
11 NİSAN DURUŞMASINDAN CANLI YAYIN
SİLİVRİ KUŞATMASI DÜNYA AJANSLARINDA
SİLİVRİ KUŞATMASI DÜNYA AJANSLARINDA
ERGENEKON DAVASI ORADA DA PROTESTO EDİLDİ
ERGENEKON DAVASI ORADA DA PROTESTO EDİLDİ
İNCE: “SİLİVRİ’DEN ÖTE MAPUSHANE YOK”
İNCE: “SİLİVRİ’DEN ÖTE MAPUSHANE YOK”
Leave a Comment
Name*
Email*
Website
Submit Comment
Beni sonraki yorumlar için e-posta ile bilgilendir.
Beni yeni yazılarda e-posta ile bilgilendir.
Tuncay Özkan’a Özgürlük
1702
Gün4
Saat41
Dakika0
Saniye
Tuncay Özkan Beğeni Sayfası
advertisement
İRAN’DAN ERGENEKON VE BALYOZ DEĞERLENDİRMESİ
İRAN’DAN ERGENEKON VE BALYOZ DEĞERLENDİRMESİ
Şubat 21, 2013
MİT’İN GİZLİ TARİHİ
MİT’İN GİZLİ TARİHİ
Nisan 21, 2012
ERGENEKON DAVASINDA GEREKÇELİ KARAR YAZILMIŞ
ERGENEKON DAVASINDA GEREKÇELİ KARAR YAZILMIŞ
Ocak 27, 2013
MİT’İN BİLGİ NOTUNUN KAYNAĞI ERGENEKON TANIĞI ÇIKTI
MİT’İN BİLGİ NOTUNUN KAYNAĞI ERGENEKON TANIĞI ÇIKTI
Şubat 17, 2013
Popüler
Son
SİLİVRİ’DE TUNCAY ÖZKAN’IN BİR GÜNÜ
SİLİVRİ’DE TUNCAY ÖZKAN’IN BİR GÜNÜ
Nisan 06, 2012
ANNE HİÇ CANIM ACIMADI
ANNE HİÇ CANIM ACIMADI
Haziran 08, 2012
İNSAN BÜYÜK OLSUN – SİLİVRİ’DEN FOTOĞRAF VAR
İNSAN BÜYÜK OLSUN – SİLİVRİ’DEN FOTOĞRAF VAR
Haziran 20, 2012
ERGENEKONCUUULUK!…
ERGENEKONCUUULUK!…
Nisan 08, 2012
BU DA TUNCAY ÖZKAN’IN TELEVİZYONU
BU DA TUNCAY ÖZKAN’IN TELEVİZYONU
Ocak 20, 2013
TUNCAY ÖZKAN’IN MÜTALAAYA KARŞI SAVUNMASI
TUNCAY ÖZKAN’IN MÜTALAAYA KARŞI SAVUNMASI
Mayıs 22, 2013
DİRENİŞİN TARİHİ
DİRENİŞİN TARİHİ
Mayıs 15, 2013
TUNCAY ÖZKAN’A YURT DIŞINDAN DESTEK
TUNCAY ÖZKAN’A YURT DIŞINDAN DESTEK
Mayıs 15, 2013
VİKİNGLER YARIN TUNCAY ÖZKAN İÇİN SİLİVRİ’DE
VİKİNGLER YARIN TUNCAY ÖZKAN İÇİN SİLİVRİ’DE
Mayıs 15, 2013
TUNCAY ÖZKAN MÜTALAAYA KARŞI SON SAVUNMAYA ÇIKIYOR
TUNCAY ÖZKAN MÜTALAAYA KARŞI SON SAVUNMAYA ÇIKIYOR
Mayıs 14, 2013
İsimsiz: Sayın Eugene Schoulgin, Sizin o dediğiniz demokratik ülkelerde olur ...
attila akdağ: Kemal Kaplan'ın "KÖSTEBEK-jitem mit ve mossad üçgeninde tuncay güney i ...
Sulta Daysal: Nasıl yastığa baş koyarlar geceleri, vicdanlarına nasıl söz geçirirler ...
MUTLU AKTA: ALLAHIM,,,,,,,,NE KADAR SEVİNDİMMMMMMMM.BİLSENİZ........İNŞALLAH.SAĞLI ...
Mehmet Biçer: Tarihin gördüğü en büyük zulümlerden biridir bu Ergenekon kurgulaması. ...
8 nisan 13 aralık adalet akp ankara avukat balyoz balyoz davası barış terkoğlu başbakan cezaevi chp cumhuriyet cumhuriyet gazetesi doğu perinçek duruşma ergenekon ergenekon davası gazeteci hikmet çiçek hukuk hüseyin ersöz iddianame ilker başbuğ işçi partisi jandarma kitap mahkeme mehmet haberal milletvekili mit mustafa balbay mütalaa müyesser yıldız nazlıcan özkan odatv pkk recep tayyip erdoğan silivri silivri cezaevi soner yalçın tbmm tuncay özkan türkiye yalçın küçük
Bloga e-posta ile abone ol
Bu bloga abone olmak ve e-posta ile bildirimler almak için e-posta adresinizi girin.
advertisement
Hayrullah Mahmud Özgür Yazı Arşivi
22 Mayıs 2013 Çarşamba
Fuzuli işgal?!
Fuzuli işgal?!
“Büyüklük odur ki, hiç kimseye iltifat etmeyeceksin, hiç kimseyi aldatmayacaksın, memleket için gerçek ülkü neyse onu görecek, o hedefe yürüyeceksin. Herkes senin aleyhinde bulunacaktır. Herkes seni yolundan çevirmeye çalışacaktır. İşte sen bunda karşı koyuşları yok eden olacaksın. Önüne sayılamayacak güçlükler yığacaklardır. Kendini büyük değil küçük, zayıf, araçsız, hiç sayarak, kimseden yardım gelmeyeceğine inanarak bu güçlükleri aşacaksın. Ondan sonra sana büyüksün derlerse, bunu diyenlere de güleceksin.”
Atatürk
…
Sayın Mahkeme Heyeti,
Sayın İddia Makamı,
Sayın Sanıklar,
Öncelikle…
TDK’ya göre “Mütalaa” nedir?!
isim (müta:laa, l ince okunur) eskimiş Arapça muµ¥la¤a
1. isim Etüt
2. Herhangi bir konu üzerinde ayrıntılı düşünme ile oluşan görüş ve yorum
“Kolordu kumandanlarının fikir ve mütalaalarını bilmek bence pek faydalı idi.” Atatürk
3. Herhangi bir konu üzerinde ayrıntılı bir biçimde düşünme.
Şeklinde ifade ediliyor.
Sayın Mahkeme Heyeti,
I. ve II. İddianame kapsamında Mahkemeniz huzurunda yapmış olduğum savunma, çapraz sorgulamada verdiğim cevaplar baki kalmak kaydıyla, birkaç satırla mütalaa’ya dair düşüncelerimi, iddia makamı ile ilgili mütalaa’mı huzurunuzda evrensel hukuk’a saygı çerçevesinde paylaşmak isterim.
Ergenekon iddianamesi, istihbarat savaşları kapsamında BOP organizasyonunu yapan güç odakları tarafından organize edilmiş bir metindir.
Aradan geçen zaman içinde görüldüğü üzere, Silivri’de görülmekte olan dava kapsamında, çuvallar dolusu konuşma kaydı, dedikodu, iç içe geçirilmiş dava dosyaları üzerinden zaman kazanılmaya çalışılmaktadır.
Ne adına?!
Laik rejim’i tasfiye edip, büyük kürt devletini kurmak ve/veya Neo Sevr planı adına!
Yeri gelmişken burada kısaca Neo Sevr Planı dediğimiz o gizli protokol maddelerini hatırlatmak isterim.
Ekim 2004’te POSTACI’da yayınladığımız ve/veya deşifre ettiğimiz o planın bir kısmı bugün hayata geçmiştir; Türkiye ile İran’ı Suriye üzerinden savaştırmayı başarabilirlerse, geriye kalan kısmı da önümüzdeki birkaç yıl içinde hayata geçebilecektir.
“ABD ile AB, Türkiye üzerine anlaştı!” başlıklı “Gizli Protokol”ün diplomasi kulislerine sızan maddeleri şöyledir:
A- AB, Türkiye’yi üyelik süreci ile oyalayacak ve dikkatini sürekli AB’ye odaklayacak.
B- Türkiye’nin Ortadoğu’ya yönelik her açılımı AB tarafından Batı’ya yöneltilecek. Türkiye’nin Ortadoğu ve Kafkaslarla olan ilişkisi minimum noktada tutulacak.
C- ABD ve AB; “Rusya, İran ve Türkiye”nin birlikteliğini engellemek için işbirliği içinde olacak. Birlikte hareket edecek.
D- AB, Türkiye’yi üyelik için onurlandıracak ama tam üyelik kapısını aralayarak, geri dönülemez süreçlere girilmesine sebep olmayacak.
E- AB, Türkiye’nin üyeliğini 10 temel şarta bağlayacak.
1- Türkiye, Fırat’ın doğusunda bir Kürdistan Devleti’nin varlığını kesin olarak kabul edecek.
2- Hatay’ın, Adana’nın ve Mersin’in self-determinasyon haklarını tanıyacak.
3- Rum Patriği’nin Ekümenikliği’ni tanıyacak.
4- Ermeni soykırımını ve mağdur Ermeniler’e ya da Ermenistan’a tazminat ödemesini kabul edecek.
5- Laiklikte ısrarcı olmayacak. Eğer bir din adamı kalkar da Halifelik ilan ederse müdahale etmeyecek.
6- Türkiye’nin belediyeler tarafından yönetilmesi yönündeki tüm yasal hazırlıkları yapacak.
7- Tapu kadastro kanunu yeniden düzenlenecek.
8- İslam baskı altına alınacak.
9- Türklük baskı altında tutulacak.
10- Anayasa, Fedaralizme açık hale getirilecek.
F- AB üyeliği ile Türk sisteminin çözülmesi sağlanacak. Türk Devleti’nin Atatürkçülük, üniter devlet, üniter millet gibi kavramları terk etmesi için zorlanacak.
G- AB, Türkiye ile Ortadoğu ve Kafkaslara yönelik operasyon için çalışmayacak.
H- AB anlaşmayı bozarsa, ABD, Almanya’nın Doğu Anadolu, Fransa’nın Güney Anadolu’daki çıkar bölgelerini tanımayacak.
I- Rusya ve Türkiye’deki Avrasyacılık akımı “İsrail, Türkiye, Rusya” ekseni üzerine oturtularak, İsrail tarafından kontrol edilecek.
(Ek 3)
Sayın Mahkeme Heyeti,
Silivri’de görülmekte olan dava’nın hülasası budur!
BOP’eşbaşı AKP ile “Kazan & Kazan” oynayan siyasi & yüksek bürokratik zevat’ın elindeki ‘yol haritası’nda bunlar yazılıdır.
Bu maddeler için “hayal mahsülü” diyenler çıkabilir, o zaman hemen sağlamasını yapalım.
Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir, Güneydoğulu gazetecilere verdiği iftar yemeğinde, medyaya da yansıyan açıklamasında bakın ne diyor:
“Kuzey Irak’ta özerk bir Kürdistan kuruldu. Başşehri Erbil’dir. Kuzey Suriye’de özerk bir Kürdistan kuruldu. Başşehri Kamışlı’dır. İran’da da özerk bir Kürdistan kurulacak. Başşehri Mahabad olacak. Türkiye’de de bir özerk Kürdistan kurulacak. Diyarbakır’ın ismi değiştirilerek ‘Amed’ yapılacak. Başşehir Amed olacak. Bu 4 başşehir Avrupa Birliği’de olduğu gibi yanlarına Ermenistan ve Ürdün’ü de alıp, sınırları da kaldırarak ‘ortak para birimine’ geçecek ve ‘Büyük Kürdistan Birliği’ hayat bulacak.”
Kim söylüyor bunları; Osman Baydemir!
Kim adına söylüyor; Barzani!
Kimin sayesinde söylüyor?!
İnsan zekası ile alay etmeye gerek yok, cevap ortada!
Sayın iddia makamı lütfetmiş binlerce sayfalık mütalaa kaleme almış, bu bağlamda diyeceğim şudur ki:
Sadece ter akıtmak yetmez, neyi neden yaptığınızı her daim bilmek şarttır.
Algı illüzyonu yaşamamak için “Gördüklerinin yarısına duyduklarınızın hiçbirine”!
Sayın iddia makamı Yeni Mahalle’nin “istihbari dedikodular” ı üzerinden bir iddianame hazırlamış, yani duyduğu her şeye inanmayı tercih etmiş.
Ne var ki, yukarıda sıralamış olduğum “gizli protokol”ü yayınladığımız tarih de ortada, o protokolün 2007’den bu yana hayata geçen maddeleri de!
Kimin sayesinde?!
Sayın iddia makamının gündemi “fuzuli işgal”i sayesinde!
Kaldı ki, hükümet yıkmak suç ise 57. Koalisyon Hükümeti’ni (Ecevit, Yılmaz, Bahçeli) başta Kemal Derviş olmak üzere, NATO konseptinde Ömer İzgi, Devlet Bahçeli ile birlikte şu an iktidarda olan BOP’eşbaşı AKP & Gülen iktidarı ve/veya Gül, Arınç, Erdoğan, Şener dörtlüsü yıktı’lar.
Bahçeli, anayasa kitapçığının fırlatılmasının bahane edilip çıkartılan ‘ekonomik kriz’in hemen ardından, Türkiye’yi bir anda kendisi “Başbakan olacak” palavrasına inanıp seçime götürdü, Irak’ta Saddam operasyonuna sıcak bakmayan Ecevit Hükümeti’ni yıkıp yerine, AKP’nin gelmesini sağladı.
Uzan da GP’yi kurdu, 72 günde 7,2’lik oy’la AKP’nin değirmenine su taşıdı, TBMM’nin iki partili olmasını sağladı!
Aynı Bahçeli, şu an görülmekte olan Ergenekon davasının gizli Savcısı Gül’ün uzlaşmadan Çankaya’ya çıkma sürecinde de dublör olarak rol aldı.
Bu durumda Ecevit Hükümeti’ni yıkmak için çete oluşturmaktan “yeni bir iddianame” yazılması gerekecek ise iş’e Kemal Derviş, Ömer İzgi, Devlet Bahçeli, Aydın Doğan, Dinç Bilgin, Cem Uzan, Abdullah Gül, Fetullah Gülen, Recep Tayyip Erdoğan, Çevik Bir, Ceyda Eren, Fatih Çekirge vb isimlerin adlarını yazarak başlanılabilir.
Hülasa, her hükümet yıkılmak için kurulur, yıkılma vakti geldi ise o iktidarı ayakta tutmaya hiçbir savcı’nın iddianamesinin gücü yetmez.
Hükümetlerin değişmediği yönetim şeklinin adı demokrasi değil, otokrasi ve/veya İmamokrasi’dir!
Tiran’lıktır!
Nokta.
Sayın Mahkeme Heyeti,
Cezayir asıllı Paris’te yaşayan matematikçi Denis Guedj, “Papağan Teoremi” kitabında, özetle “Doğayla iletişim dili matematiktir. Doğayla iletişimi kaybetmiş toplumlar ve topluluklar kaybetmeye, kaybolmaya mahkumdur” der.
‘Finans Kapital’de ise şöyle bir kaide vardır:
“Hiçbir şirketin rate edilen ve/veya derecelendirilen notu, o ülkenin rate edilen notundan daha yüksek olamaz!”
Vehbi Koç ise aynı noktanın altını şu kelimelerle çizer:
“Benim anayasam şudur: Devletim ve ülkem var oldukça ben de varım. Demokrasi varsa hepimiz varız. Memleketimizin ekonomisini kuvvetlendirmek için elimizden gelen bütün gayreti göstermeliyiz. Ekonomimiz güçlendikçe demokrasi daha iyi yerleşir, dünyadaki itibarımız artar.”
Yargı da finans kapitalde yazılı o kaideden bağımsız değildir.
Örnek:
Vatana ihanet’i suç olmaktan Özal çıkarttı!
Ecevit, Bahçeli, Yılmaz ise Apo’yu astırmadı, AB’nin zorlaması ile yasal düzenleme ile koruma altına aldı!
Bu sayede BOP’eşbaşı AKP, PKK; 2002 – 2012 zaman aralığında vatana ihanet etmenin keyfini sürebildi!
MİT “istihbari darbe” üzerinden istediği gibi at oynattı!
Demem o ki; yargı, siyasilerin aldığı karar ve/veya çıkardıkları yasalara göre hareket eder. Hiçbir siyasi dava iç / dış siyasi iklimden bağımsız değildir.
Ülkenin demokrasisi ne kadar güçlü, ekonomisi siyaseti ne kadar dışarı bağımlı olmaktan uzak ise yargı’sı da o kadar bağımsız ve adil’dir, adaletli’dir.
“Neden buradayız, niçin terörist diye yargılanmaktayız?” sorusunun cevabı ortadadır.
AKP iktidarında da uyuşturucu kaçakçısı PKK’lı yöneticilerle iş tutmak, vatana ihanet etmek suç olmaktan çıkartılmıştır.
Bu bakımdan yapılan yargılama “hukuken butlan” ve/veya “yok hükmünde” bir yargılamadır!
22 Temmuz 2007 seçimleri öncesinde “Aman ağzımızın tadı bozulmasın” diye medya üzerinden kampanya yapan, BOP operasyonu kapsamında BOP’eşbaşı ile “Kazan & Kazan” oynayan ‘stratejik akıl’dan uzak işgüzar tayfa’nın eseridir bu dava!
Vehbi Koç’un dediği gibi “Devletim ve ülkem var oldukça ben de varım” denilmiş olsaydı, hadise hiç bu kadar içinden çıkılmaz hale gelir miydi?!
2007’de “Ahmak ıslatan yağmur”dan kaçanlar, 2013’te Acem dolusuna yakalanmazlardı.
Çankaya üzerinden sallanan “Gordion Düğümü” hala çözülmeyi bekliyor.
“Sözde değil özde laik” bir Cumhurbaşkanı’na dünden daha fazla bugün ihtiyaç var!
Abdullah Gül başta olmak üzere AKP’nin ve AKP ile ortak hareket eden Gülen Cemaati’nin, sahte Atatürkçüler’in “Ergenekon davası”ndaki rolü çok açıktır.
Medyaya yansıyan açık bilgiler üzerinden dahi Abdullah Gül’ün bu dava üzerindeki parmak izlerine ulaşmak mümkündür.
Şöyle ki:
17 Mayıs 2006 Danıştay suikastından üç saat sonra, Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin TBMM’de şunları söylüyor: “Bekleyin ve hazırlıklı olun. Sürprizlere şaşıracaksınız. Gladio tipi bir yapılanma var.”
Başbakan Erdoğan: “Bu iş başörtüsüyle ilişkili değil. Susurluk, Küre, Sauna bağlantıları var. Saldırı iktidarımıza yöneliktir!”
Aynı günlerde Abdullah Gül, Başbakan Yardımcısı ve Terörle Mücadele Yüksek Kurulu Başkanı sıfatıyla Emniyet ve MİT yöneticilerini toplayıp şu açık talimatı verdi:
“Bana anlattıklarınızı delillendirip savcıya da anlatın, hepsi yakalansın, yargılansın.”
(İsmet Berkan, Radikal, 4 Temmuz 2008)
İddianamelerdeki tüm dayanaksız suçlamalar, Gül’ün bu açık talimatı nedeniyledir.
“Danıştay saldırısı ile çok sonra İstanbul’da başlayacak olan Ergenekon soruşturması arasında somut bir bağlantı kurulamıyor. Emniyet ilk gün getirip Abdullah Gül’e sunduğu istihbari bağlantıları savcıya sunamıyor, delillendiremiyor.”
(İsmet Berkan, Radikal, 9 Nisan 2008)
(Ek: 10)
Bu noktada cevabı aranması gerekli doğru soru şu olmalı:
Abdullah Gül, Ergenekon komplosu üzerinden PKK’ya kol kanat gerdiği halde, Türkiye neden aradığı yüksek huzura kavuşamamıştır?!
Reyhanlı saldırısı ortada, kim yaptı neden yaptı?!
Abdullah Gül’ün Reyhanlı’yı ziyaretinden sonra “Hükümet istifa” sloganlarını atan kim, attıran kim?!
AKP hangi mecburiyetlere binaen Suriye üzerinden İran’la savaşa dahil olmak istemektedir?!
Gül’ün Çankaya’daki “görmedim, duymadım, bilmiyordum”a dayalı Silivri performansı ortadadır!
Ne var ki, iş PKK’ya, Barzani’ye, siyasal kürt hareketine gelince “Çok güzel şeyler olacak” diyen de her nedense aynı zat’tır.
Hülasa:
“Arkadaşlar, bir ülkede namus sahipleri, en az şer ehli kadar cesur olmadıkça, o memleket mutlaka batar!”
İmza: İsmet İnönü
“Eğer bir millet iktidarda bulunan kişilerin şereften, onurdan, ahlaktan yoksun davranışlarını, hırsızlığını yalnızca kendi siyasi görüşünden olduğu için görmezden geliyorsa, o millet erdemini yitirmiştir. Erdemini yitiren millet bir gün vatanını da yitirir.”
İmza: Niccolo Machiavelli
Sayın Mahkeme Heyeti,
“Kaos Teorisi”nde özetle şunlar yazılıdır:
“Düzen, düzensizliği yaratır. Düzensizliğin içinde de bir düzen vardır. Düzen düzensizlikten doğar.”
Bu bağlamda, iddia makamının iddiaları üzerinden derinleştirilen (2007 – 2013 Silivri) kaos ortamı üzerinden şu sonuçlar elde edilmiştir:
1. BOP planı kapsamında başlatılan Ergenekon vb davalar üzerinden İran’la savaşın önündeki takozlar tek tek toplanmıştır. İran sınırımıza düğmesi dışarıda olan “Füze Kalkanı” kurulmuş,” “Patriot” bataryaları yerleştirilmiştir.
2. 2003’te yaşanan 1 Mart Tezkeresi şoku benzeri hatanın tekrarlanmaması için “Yabancı Ülke Tezkeresi” başlığı altında “İran Tezkeresi” önden çıkartılmıştır!
(Ek: 8)
3. BOP’eşbaşı AKP’nin söz verip tutmama alışkanlığı bilindiği için Erdoğan özenle Saddamlaştırılmış, Menderes’leştirilmiştir! İddia makamının oluşturduğu ve evrensel hukuk’u ayaklar altına alan, suçsuzluk karinesini yok sayan andıç’lama sürecinde; Neo 27 Mayıs süreci’nin kapısı aralanmıştır!
4. “TSK sanık, PKK tanık” hale getirilerek, yeni anayasa üzerinden üniter yapı’nın bozulması için gerekli konjonktür yaratılmış, İmralı’daki Apo, Kandil’deki Karayılan muhatap alınmış, Barzani adına büyük kürt devleti kurmak için su özenle bulandırılmıştır! Ayaklar baş başlar ayak yapılmak istenmiştir.
5. Özelleştirme adı altında yapılan yağmalar, sıcak paraya dayalı ekonomi, kredi kartı, ev, araba, tüketici kredisi üzerinden bankalara ipotekli hale getirilmiş vatandaş, çevrilmesi imkansız hale gelen cari açık üzerinden “ulusal bağımsızlığımız”a ipotek konulmak istenmiştir.
Hal böyleyken…
2013 realitesi?!
Enerji bazlı dünyalar savaşında, “enerji boru hatları’nın güvenlik’i” ciddi önem kazanmıştır.
Asimetrik tehdit!?
Her zincir en zayıf halkası kadar güçlüdür, kaidesi de burada da kendini göstermiş, ‘Oyun kuranlar oyun’a gelmişlerdir.
Şimdi AKP kendi içinde harp yaşıyor!
Neden?!
“AKP’nin mecburiyetleri” şu an enerji bazlı dünyalar savaşında enerji boru hatlarının güvenlik’ini tehdit ediyor!
Medya üzerinden vatandaş’ın Acun’landığı bir konjonktürde, iddia makamının iyice araştırılmamış PKK’lı gizli tanık ya da niteliksiz dinleme kayıtlarına dayalı iddiaları üzerinden, Atatürk Türkiyesi ortadan kaldırılmak istenmiş; BOP’ta, ‘Neo Sevr Planı’nın hayata geçirilmesi için uygun imkan, zaman dilimi yaratılmaya çalışılmıştır.
İddia makamı “Bizim böyle bir amacımız yok” diye cevap vermeye çalışsa da netice ortadadır.
Demem odur ki; hukuk devletinde hiç kimse “La yüs’el” olmadığına, olamayacağına göre, iddianame yazanların iddianameleri de yazılacak hale gelmiştir.
Anayasa’ya, hukuk devleti’ne saygılı bir vatandaş olarak demem şudur ki:
Hiçbir şüphem yok ki, aynen sizin aileleriniz gibi benim, bizim ailelerimiz de bizleri; namuslu, vatana millete hayırlı evlatlar olarak yetiştirdi.
Bunun için okuttu, yemedi yedirdi, büyüttü.
Ne var ki, yaşam’da her fani kendi yolunda yürür!
Nefis’liyiz!
Beşer’iz şaşabiliriz!
Hiçbirimiz ergen bebe değiliz, hepimiz de kararlarımızın neticesini bilecek, öngörecek yaşlardayız!
Misal: Kuru fasülye yersen gaz yapar!
Sonra gaz yaptı diye şikayet ediyor isen baklagil familyasını tanımıyorsun demektir.
Hayatın ikinci yarısında “bilmiyordum bana yanlış bilgi vermişler” diyen fani’yi kim ne diye ciddiye alsın?!
Her kim işini yapıyor ise doğru ve kendinden emin olarak yapmalıdır.
Hülasa, kendinden emin bir “Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı” olarak, hakkımdaki iddialara açık seçik cevap vermek için huzurunuzdayım.
Özetle diyeceğim şudur:
“Düşman kazığı” yoktur “dost kazığı” vardır!
Onun için “O bizdendi, o dediği için doğrudur” diye bir iddia olmaz, olamaz!
28 gün Kütahya’da askerlik yaparken, Başbakan Tansu Çiller’i örtülü ödenek üzerinden dolandıran Parsadan davası ile ilgili gerekçeli kararı yazan heyet’teki hukukçu akranım, devremdi.
Kendisine sordum, “Neden Çiller’i haklı gösterdiniz, niye böyle bir kararın altına imza attınız?”
Cevap verdi: “Kişiye özel hukuk olmaz! Dosya bize gelir, ismin üstü kapalıdır! Yani isme göre karar vermeyiz, yasalara göre düşüncemizi ifade ederiz! Evet Çiller’in örtülü ödenek’ten para kullanması yanlış olmuştur! Ama bu kanunen değil siyaseten sonuçları olan bir suç’tur! Çünkü, örtülü ödenekten istediği şekilde açıklama yapmaksızın para kullanabilir, yasa maddesi ortada! İşin siyasi yönüne girmeden biz de bu yönde karar bildirdik!”
Ezcümle:
Evrensel hukuk’a göre olması gereken ortada!
Üste isim yazıp altına suç, eylem isnat etmek, hukuk devleti ile adalet’le bağdaşmayan “Amaca giden yolda demokrasiyi de adalet’i de araç olarak gören, kullanan” karşı devrimci bir zihniyet’in ürünüdür.
Kaldı ki, görmek isteyen için Yüksek Yargı’nın siyasi iktidar ve/veya o siyasi iktidarı kullanan, ele geçiren istihbari organizasyonun elinde oyuncak olduğunun en basit ama en ciddi delilidir.
Arthur Schnitzler; “Üç tür politikacı vardır: Suyu bulandıranlar, bulanık suda balık avlayanlar ve en yeteneklileri olan bulanık suda balık avlamak için suyu bulandıranlar” der.
Bu kapsamda, sayın iddia makamının su’yun özenle bulandırıldığı bir ortamda kaleme aldığı anlaşılan, gerçek ile kurgu’nun iç içe geçtiği iddiaları için kısaca söylemek istediğim şudur:
İddia makamı çok zorlasa da “Balık kavağa çıkmaz”!
Aynı suda iki defa yıkanılmaz, neden?
Çünkü o su akıp gitmiştir.
Bu aynı zamanda bir fizik kuralıdır.
Sayın Mahkeme Heyeti,
Tarih: 1 Mart 2003
Tarih: 1 Mart 2013
Aradan 10 yıl geçti.
Bu süre içinde:
Star Medya Grup Ankara Temsilcisi ve Başyazarı
Cem Uzan’ın adamı!
Derin Devlet!
Deli!
Terörist!
İstihbaratçı!
Loser!
Ultra Türk!
Sabah eski yazarı!
İşsiz adam!
Hororist!
Ağırlaştırılmış Müebbet?!
İdam’lık!?
Vb.
Tanımlamalara maruz kaldım.
“Meyve veren ağaç taşlanır” misali takılmadım, inandığım yolda yazıp çizmeye devam ettim.
Şimdi de hakkında ağırlaştırılmış müebbet istenen bir sanık olarak huzurunuzdayım.
İddia makamı’nın kulaktan dolma masal gibi iddialarına gelince, bundan 10 yıl önce Jandarma’da yapılan bir görüşmeyi dava konusu yapmışlar!
Allah’tanki yapılan görüşmenin kaydı var, tekrar tekrar izlemek mümkün!
Bu kapsamda:
1. Jandarma’daki görüşmede darbe vb konular gündeme gelmedi! Sadece Erdoğan’ın ABD Başkonsolosluğu’nda Zapsu ile birlikte yaptığı görüşmenin kaydıyla (50 milyon dolarlık CD) ilgili birkaç soru soruldu. Hükümeti yıkıyor musunuz, CD’yi aldınız mı?!
2. İddia makamı Jandarma’da kaydedilen görüşmenin tamamını izlemiş mi, izlememiş ise neden parça parça iddianame’ye yerleştirerek kafalarda soru işareti yaratmaya çalışmaktadır!?
3. Sayın iddia makamı “İkinci İddianame”yi nerede ise Jandarma’da yapılan görüşmeye ayırmış! Orada, İsmail Yıldız yerel seçimlere dair sohbet açmasa iddianameye girecek satırları yok!
Kur’anda (Nisa 43) bir ayet vardır; “Sarhoşken namaza yaklaşmayın!” diyor.
Görüldüğü üzere “Sarhoşken” kısmını attığınız an anlam değişiyor.
Sayın Savcı heyetinin iddialarını çürütmek için Jandarma İstihbarat’ta yapılan ve JİT tarafından kayda alınan görüşmenin CD kaydının tamamını izlemek iddiaları çürütmek için yeterlidir!
Kaldı ki, bu kayıtların bir kopyasının neden emekli olduğu halde Şener Eruygur’da bulunduğu ve kendisini gözaltına almaya gelen polis tarafından yakalanmasını sağlandığı da bir başka cevaplanması gereken basit soru’dur!
CD izlendiğinde orada darbe görüşmesi değil, CD’ye sahip olup olunmadığı konusunun kibarca sorgulandığı görülecektir!
Kim adına!?
Jandarma Genel Komutanı adına!
Eruygur kim adına soruyor!
Hilmi Özkök adına!
Neden?!
Çünkü; 1 numaradan izinsiz görüşme yapamaz!
Niçin?!
Hükümeti zora sokacak şantaj’a dair bir şey var ise bunu bilmek ve uyarmak Genelkurmay Başkanı’nın görevidir!
Niye?!
“Ulusal güvenlik” gerekçesiyle!
Şantaj’a maruz kalan bir Başbakan’a dış güçler ‘ulusal güvenlik’i zora sokacak her şeyi yaptırabilir.
Kaldı ki, Neo Sevr planı’nı madde madde yukarıda sıraladım.
Bu arada, Levent Ersöz Paşa’nın bilmiyorum dediği Şener Eruygur’un emekli olmadan önce lojmanında yapılan görüşmeye gelince:
Görüşme reeldir.
MİT, Emniyet tarafından takip edilmiş, kayda alınmıştır.
Jandarma’nın da bilgisi vardır.
2004 YAŞ’ında da bu konuyu Hilmi Özkök, Çevik Bir Paşa’nın arkadaşı Eruygur’un yüzüne karşı sormuştur:
Neden star’ın eski Ankara temsilcisi ile görüştün?!
CD’yi elde etseydin ne yapmayı düşünüyordun?!
Amacın neydi?!
Vb.
Sorular ortada, cevaplar da!
İfadem sırasında altını çizdiğim üzere; Çevik Bir’in omuzdaşı Eruygur, 2004 YAŞ’ında CD’ye sahip olup Yaşar Büyükanıt’ı tasfiye etmek istemiştir!
Geçmişte söylediklerimi burada tekrar edip, kimseyi sıkmak istemem.
O gün ne söylediysem ayniyle vakidir.
Sayın Mahkeme Heyeti,
50 milyon dolardan pazarlanan bir CD orta yerde dururken neyin darbesi, neden darbe niçin darbe?!
Bu arada, izinsiz veri kaydetmek suç ise sayın iddia makamı hemen CIA hakkında da bir fezleke hazırlasın, bassın ABD Büyükelçiliği’ni, çünkü veriyi kaydedip pazarlayan, aracılar kanalı ile pazarlatan adres orası!
Sayın iddia makamının şahsıma dönük iddialarını somutlamak ve/veya elini kuvvetlendirmek için bir başka izinsiz yapılmış veri kaydından da kısaca bahsedeyim:
Sırdaş Hesap?!
Yer: Ankara
Zaman: 2005’in ilk çeyreği!
Görüşme, ABD’nin Ankara Büyükelçisi Edelman ile Başbakan Erdoğan arasında geçmektedir.
Görev yaptığı her ülkeyi karıştırması ile ünlü Büyükelçi, oturduğu yerden, küstahça bir tavırla, “Şöyle buyurun” diye yer gösterir.
Başbakan, yapılan saygısızlığı anlayacak durumda değildir.
Hemen konuya girer.
Heyecanla “Sayın Büyükelçim, acil görüşmem lazım diye haber yollamışsınız, konu nedir?” diye sorar.
Büyükelçi buz gibi bir ses tonu ile önünde duran dosyayı muhatabına doğru itekleyip, “Lütfen sessiz olup, şu dosyayı inceleyin” der.
Dosyada, Başbakan’ın, 5 farklı hesapta yer alan, 7 milyar dolarlık “gizli serveti”nin belgeleri yer almaktadır.
(Bu ifadeler daha sonra adı WikiLeaks konulan belgelerde de kısmen yer aldı.)
Başbakan, kendisinden istenileni yapar ve sessizce dosyayı incelemeye başlar.
Büyükelçi ise bu arada direkt konuya girer:
“Sayın Başbakan, eğer dediklerimizi yaparsanız, bu ‘Sırdaş Hesap’ınızdan hiç kimsenin haberi olmaz!”
Başbakan bu sözlere “olur” anlamında başını sallayınca, Büyükelçi hemen önünde duran kağıttan, BOP’çular adına isteklerini tek tek sıralamaya başlar:
1- Türkiye, ABD’nin, “İncirlik’teki Üssü”nü istediği gibi kullanmasına ses çıkarmayacak!
2- Ülkeniz, Kıbrıs’ta inisiyatifi ABD ve AB lehine devretmeyi kabul edecek!
3- Ülkeniz, Kuzey Irak ve Irak’taki çıkarlarını, İngiltere, İsrail ve ABD’ye devretmeyi kabul edecek!
4- Ülkeniz, ülkem, Afganistan’ı terk edeceği için bizim yerimize hedef haline gelmeyi kabul edecek!
5- Ülkeniz, içerde Kürt sorununun nasıl çözümleneceğine ilişkin inisiyatifi tamamıyla İsrail, ABD ve İngiltere’ye devredecek!
Sayın Başbakan, buna karşılık ABD, İsrail, İngiltere üçlüsü, sizin servetinizle ilgili bilgileri kamuoyuna sızdırmamayı taahhüt eder! Teklifimiz budur, ne diyorsunuz?”
Tüccar politikacı, başını yavaşça incelediği dosyanın üzerinden kaldırıp, gözlerini Büyükelçi’ye doğru çevirir.
Dudaklarını büzüp, başını sallayarak “Tamam anlaştık” der.
Bu arada kendisine şantaj yapan Büyükelçiye de “sus payı” vermeyi ihmal etmez.
Ne var ki, çok kısa bir süre sonra, “Başbakan’ın sırdaş hesabı” üzerinden şantaja maruz kalan ülkenin “Askeri istihbarat birimi”, bu çok özel görüşmeyi “İstihbarat paylaşımı” kapsamında (Pentagon üzerinden) deşifre etmeyi başarır.
Bunun üzerine, hemen Büyükelçi’nin bağlı olduğu okyanus ötesi ülkenin başkenti ikaz edilir; “Açığa düştünüz, bir tatsızlığa yol açmadan tez vakitte, adamınızı geri çekin!”
Açgözlü Başbakan’ın aldığı rüşvetler yüzünden, neredeyse ülke bir maceraya sürüklenmek üzeredir!
Büyükelçi’nin bağlı olduğu ülke, bir süre, bu isteklere olumlu cevap vermek istemez.
Bunun üzerine art arda Büyükelçilik binasının dibinde ses bombaları patlar!
Üst düzeyde bir asker, havalimanında yere düşen silahtan çıkan kurşun ile kaza sonucu yaralanır!
Buna benzer talihsizlikler peş peşe sıralanmaya başlayınca, okyanus ötesi ülke, en sonunda anlar ki, hiçbir şey düşündüğü kadar basit değil!
Başbakan atamak ya da Başbakan’ı satın almak sorun çözmüyor!
Diplomatik gerginlik, şantaj yapılan ülkenin Cumhurbaşkanı’nın yapacağı Suriye ziyareti üzerine patlak veren “demeç krizi” bahane edilerek “Büyükelçi”sini geri çekmesi ile son bulur.
Okyanus ötesi ülke, bu yüzden bir süreliğine, şantaj yaptığı ülkeye Büyükelçi atamaz değil, atayamaz!
(30 Ocak 2006, Alaturkaonline, Hayrullah Mahmud)
(Ek: 7)
Sayın Mahkeme Heyeti,
Görüldüğü üzere bu ve benzeri yazılar üyelik istemeyen, açık sitelerde imzam ile yayınlanmış, buna karşılık ne yalanlanabilmiş ne de dava konusu olmuştur!
Neden?!
CD’yi dikkatle izleyerek yazınca böyle oluyor!
Yazanda da okuyanda da “Oradaymış hissi” uyandırıyor.
Görüldüğü üzere burada anlattıklarım, Ak MİT’in senaryosuna katkı yaptığı Kurtlar Vadisi filmine ve/veya iddianameye sokuşturduğu iddialara benzememektedir.
Anladığım kadarı ile AKP yüksek demokrasisinde “Vatana ihanet etmek, rüşvet almak vermek suç değil” ama ihanet kaydını izlemek, izlediğini söylemek, anlatmak suç?!
Oksimoron?!
isim Fransızca oxymoron
isim İki zıt anlamlı kelimenin bir arada kullanılması
İsmet Paşa’nın deyişi ile “Hadi canım sen de!”
50 milyon dolara satılmak istenen o CD’nin içinde yer alan görüşme kaydı, Neo Sevr planını içermektedir!
O maddelerden hangilerinin hayata geçtiği de gün gibi ortada!
Kaldı ki, Pamukova davasında da ortaya CD, fotoğraf vb belge koymadan sırf bilgi üzerinden savunma yaptım.
Evrensel gazetecilik kuralları gereği ve/veya yaygın olarak ABD medyasında da kaynak sağlamsa haberi yazarsın, ihtiyaç hasıl olur ise görüntü ya da ses kaydı, yazılı belge’yi paylaşırsın.
Muhataplar şikayetçi olmadıkları halde iddia makamının gayretkeşliğine anlam vermek mümkün değil!
Nasreddin Hoca’nın dediği gibi “Hırsızın hiç mi kabahati yok!”
İstihbarat da aynen gazetecilik, yargıçlık, doktorluk vb başka meslek grupları gibi bir uzmanlık alanıdır.
İşimiz karanlıkta kalmış kirli tezgahları ortaya çıkarmak, gerekirse bu uğurda can vermek!
Yaşamda temel kural: Çıraklığını yapmadığınız hiçbir işin ustalığına soyunmayacaksınız!
Terfi, devre usülü istihbarat, gazetecilik, savcı’lık, hakim’lik olmaz, her daim liyakat esastır!
İstihbarat dünyası derin kuşku, uzmanlık üzerine kurulu bir meslek koludur.
Her an için satış olabileceğinden herkes herkesi izler.
Levent Paşa, asker olduğu için üstünü yani Şener Paşa’yı izlemeyi saygısızlık, emre itaatsizlik olarak düşünmüş olduğunu, bu yüzden bu konuya girmek istemediğini var sayıyorum.
Misal, o dönem star’ın Medya Grup Ankara Temsilcisi idim.
Can Ataklı’nın talimatı ile AKP’ye karşı “Direniş” başlattık.
Medyatik açlık grevleri yapıldı!
TMSF yönetime el koydu.
Bizi nasıl işten atacaklarını kara kara düşünüyorlardı!
Bu sırada Erdoğan da Başbakanlık’ta “Kim Hayrullah Mahmud’un yerine temsilci olmak ister?” diye gazeteciler arasında anket yapıyor, Zapsu ise temsil gideri adı altında alınan meyve faturaları üzerinden şahsıma şantaj yapmaya çalışıp “susacaksın” diyordu!
Zapsu’nun dürtmesi ile Ertuğrul Özkök’ün Hürriyet’i ve Ufuk Güldemir’in HaberTürk’ünde maaş bordrom ikiyle çarpılarak yayınlandı!
Tirajikomik!
Kafa bu kafa!
Medya Grup Başkanı Can Ataklı araya girdi, TMSF yetkililerine gidip “Merak etmeyin ben Hayrullah Mahmud’u işten atarım” dedi ve attı.
Yani beşerdir şaşar, satar!
O da öyle yaptı, önce sattı sonra attı!
Sonrasında ne oldu, Can Ataklı 14 ay kadar daha star yönetiminde kaldı, sonra onu da kovdular; duyduğum kadarı ile şimdi stand-up yapıyormuş.
Üstünün ne yaptığını her daim bilmek zorundasın!
Değerli Türk Subayı tanımaktan onur duyduğum Levent Ersöz Paşa’nın da savunması’nda dediği gibi “İtimat kontrole mani değildir.”
Her daim kontrol şart!
Bu arada Jandarma’dan gelen ilk görüşme talebi ve red cevabım sürpriz değil!
Şenkal Atasagun da MİT Müsteşarı iken Ankara Temsilcileri’ni davet etmişti.
Gitmemiştim.
O dönem Cumhuriyet’in Ankara Temsilcisi olan Sayın Mustafa Balbay ve diğer temsilciler de buna şahittir.
Ayrıca ek 1’de bu konu ile ilgili bir habere yer verilmiştir.
Sayın Mahkeme Heyeti,
Madem 2003 yılı yargılanıyor, o halde 1 Mart 2003 tablosunu kısaca hatırlayalım:
1 Mart Tezkeresi, yani II. Tezkere TBMM’den geçmemiş!
İngiliz Kraliçesi’nin göğsüne at nalı büyüklüğünde nişan taktığı Abdullah Gül Başbakan, Bülent Arınç TBMM Başkanı!
Melih Gökçek ise değişmez belediye başkanı!
(Bu arada Gökçek medya kuracak parayı nereden buldu neden hiçbir savcı merak etmez?
Siemens’ten rüşvet alan belediye başkanları her yerde sorgulanırken, neden Türkiye’de sorgulanmaz?
Bu iddianameyi yazan cesur savcılara buradan suç duyurusunda bulunayım, bakalım işlem yapacaklar mı, Gökçek’i sorgulayacaklar mı?!
Sözde muhalif gazeteciler de bu sorunun cevabını merak etmedikleri için Beyaz Tv’ye koşup program yapıyorlar, Gökçek’in kanalından AKP’ye muhalefet yapıp Erdoğan’ı yıkacaklar, BOP operasyonuna son verecekler!
Neydi o söz, Allah’ım sen beni dostlarımdan koru, ben nasılsa düşmanlarımla başa çıkarım!”)
2003’te Erdoğan deseniz genel başkan ama başbakan değil!
Zapsu üzerinden ABD’ye Genelkurmay Başkanı Özkök ile arasını yapması için rica mektup’u yazıyor.
(Ek 9)
Erdoğan, Edelman’ın YSK’yı ziyareti sonrasında, Siirt üzerinden, Jet Fadıl’ın yerine TBMM’ye girip Başbakan yapılıyor.
Şu an Suriye / Esad üzerinde olduğu gibi o günlerde de Irak / Saddam üzerinde kıyametler kopartılıyordu!
Kimyasal silah lakırdıları gırla gidiyordu!
Ne çıktı, koca bir istihbari palavra!
Asılan asıldığı ile kaldı, yakılan yıkılan bir ülke ise bataklık oldu!
Bir taşı çekiyorken, ya altından ne geleceğini bileceksin ya da yerine ne koyacağını!
Bilmiyor isen Saddam sonrası Irak olur!
Hal böyleyken…
3 Kasım 2002 gecesi gazetedeydim ve Sabah’ta, seçim sonuçlarını “Anadolu İhtilali” diye manşetten vermeye hazırlanıyorlardı.
Eğer bu bir ihtilal ise bu ihtilal’i perde arkasında hazırlayanlar ve o ihtilal’cilerin bir eylem planı olmalıydı!
AKP, NATO konseptinde BOP operasyonu kapsamında iktidar yapıldı!
Devlet Bahçeli’nin ülkeyi bir anda seçime götürmesiyle bu kaotik süreç başladı!
Bu bağlamda her ihtilal önce kendi evlatlarını yer kaidesi gene işledi.
Aldığı 7,2’lik oy oranı ile AKP’ye TBMM’de iki katı milletvekili çıkarma ve kendi başına yasa yapma gücü verdi, böylece GP ya da Uzan Grubu ilk olarak operasyona uğradı.
Neden?!
1 Mart Tezkeresi’nin ilk faturası Uzan Grubu’na kesildi!
Uzan Grubu, Sezer Çankaya’dayken, MGK Kararı ile operasyona uğradı!
İmarbank, Adabank, Star Medya Grubu, Enerji şirketleri, Telsim vb.
Niçin?
Aynı zamanda elinde bulundurduğu banka, medya, enerji, GSM şirketi, siyasi parti üzerinden “Ulusal Güvenliği” tehlikeye sokmaktan!
Niye?!
Perde arkasında AKP’yi ayakta tutan ayaklardan birine vuruldu.
Her devletin kendi taşıma gücüne göre şirketler için koyduğu bir boy çıtası vardır!
Bu çıta ABD’de 5 milyar dolardır!
O çıta geçildiği an ABD’de Enron, Rusya’da enerji oligark’larında olduğu gibi hızar çalışmaya başlar.
Hiçbir devlet, devlet içinde İngiliz, Alman, İsrail vb istihbarat teşkilatları tarafından idare edilen şirket, cemaat, siyasi organizasyona izin vermez!
Bir süreliğine verse dahi, bulduğu ilk fırsatta o yapıyı tasfiye eder.
Uzan Grubu zamansız kurduğu parti üzerinden AKP’yi “mutlak güç” haline dönüştürdüğü için operasyona uğradı!
Uzan’a kim vurdu?!
Yol boşaltıldığı ve/veya Uzan Grubu sorunu anlamayı reddettiği için 1 Mart Tezkeresi üzerinden hasar alan ABD vurdu!
Sonra intikam için 11 Türk askerinin başına çuval geçirildi, bu da işlerin iyice içinden çıkılmaz hale gelmesine yol açtı!
Böylesi bir ortamda Uzan Grubu neden operasyona uğradı, sorun nasıl çözülür diye Ankara’da kapı kapı dolaşıp görüş aldım.
Kimin talimatıyla, star Tv Haber Genel Yönetmeni Can Ataklı’nın talimatıyla!
Yani “Asker darbe yapacak Cem Uzan’ı da Başbakan yapacaklar” diyen kişi ben değilim, o dönemde star gazetesi’nin genel yayın yönetmeni olan Fatih Çekirge!
Hani şu Abdullah Gül’ün yanından ayrılmayan, Fehmi Koru’nun da Melih Gökçek’in de çok yakınındaki isim!
Çekirge’nin yazı işleri müdürü Yılmaz Özdil, Ankara Temsilcisi ise Murat Çelik’ti!
Neden bunları anlatıyorum, o dönem 28 Şubat’ın sivil paşası Çekirge’nin ekibinin yaptıkları, bana mal edilmeye çalışıldığı için!
2003 yılının Nisan sonunda SESAR Başkanı İsmail Yıldız ile tanıştım, görüştüm.
Yıldız kim, Özal başta olmak üzere birçok siyasiye danışmanlık yapmış bir isim!
Aynı zamanda ulusal güvenlik danışmanlığı yapacak kadar derin bilgi ve tecrübeye sahip bir beyin!
Kendisini tanımış olmaktan da her daim onur duyarım.
Hastalığı için de acil şifalar dilerim.
Bu ülkenin her daim onun beynine ihtiyacı var!
Hal böyleyken…
SESAR’ın Uzan Grubu’na vermiş olduğu sorun çözme ve/veya yol haritasını medya grup başkanı Ataklı ile paylaştım.
Neden?!
Ataklı’nın milyar dolarlık bir sorunu siyasi iktidara anlatarak çözmek gibi bir iddiası, milyon dolarlık ihtirası vardı.
Kaldı ki, 2 milyar dolarlık sorunun yüzde 10’u dahi 200 milyon dolar ederken, Ataklı’nın bu düşüncesinin kaynağı nedir bugün de anlamış değilim.
Sabah’tayken de, Etibank’a el konulması sürecinde “neden bana bırakmadınız, ben anlatsaydım, sorun çözülürdü” bakış açısına sahipti, Zafer Mutlu’ya da bu yüzden kızgındı, sonrasında “Amiral battı” diye bu bakış açısını anlatan bir söyleşi kitap çıkarttı!
Yani bu ifadelerin sahibi ben değilim kendisi!
Özel bir şeyi faş ediyor da değilim, mevcut bilgiyi konunun net olarak anlaşılması için paylaşıyorum!
Ataklı aynı iddiasını star’da da devam ettirdi.
Bu konuyu burada kesiyorum.
Ek 2’de Aksiyon dergisinde, “Kırmızı Bülten’e Uzan’an Hikaye” başlığı altında yayınlanmış (MİT ve Alman istihbaratı tarafından örülmüş) bir haber analiz var!
Dilerseniz, ihtiyaç duyarsanız daha fazla bilgiyi oradan okuyabilirsiniz.
Bunca detayı şunun için anlattım:
Levent Paşa’nın dediği gibi Hayrullah Mahmud ve İsmail Yıldız arkadaş!
Uzan Grubu için SESAR’ın vermiş olduğu bir teklif var!
SESAR’a inisiyatif kullanıp star’da köşe açan da benim.
Cem Uzan da SESAR’la anlaşma yapmadan o teklife binaen birçok görüşme yapmış sorunu çözmek için ama çözememiş!
Kadir Topbaş’ın, Bülent Eczacıbaşı’nın evinde Erdoğan’la “milyar dolarlık diş kirası” üzerinden yapılan özel görüşmeler var, buna rağmen netice alınamamış!
Kayıtlı görüşmeler bunlar!
(Ek: 5)
Özetle, Uzan Grubu’nun yaşadığı sorun ile Jandarma’da yapılan görüşmenin alakası yoktur!
Varsa da hadise şudur:
1 Mart Tezkeresi TBMM’den geçmediği için ABD burnundan soluyor.
İntikam almak istiyor!
Ortada Aytaç Yalman’ın Milliyet’e manşet olan sözleri var!
AKP ya da Erdoğan, Zapsu “biz yapmadık asker yaptı” diyerek bu yükten kurtulmaya çalışıyor!
Bir dönem Erdoğan’ın en yakınındaki isim “yeminli muhalif” Emin Şirin’in AKP’ye açtığı iliştirilmiş muhalefet (!) bayrağı var!
Uzan Grubu da bu süreç’te operasyona uğramış!
AKP’den 1 Mart’ın intikamını almak isteyenler, 50 milyon dolarlık görüntüyü (CD) bu yüzden bana izlettiler.
Neden ben?!
Operasyona uğramış milyar dolarlık Uzan Grubu’na ait star Medya Grubu’nun Ankara Temsilcisi ve Başyazarı olduğum için, bir de AKP’ye nitelikli muhalefet yaptığım için!
İfadem sırasında anlatmış olduğum üzere, daha sonra 20 milyon dolara teklif edilen, nihayetinde de yayınlanması kaydıyla bedava verileceği söylenen CD!
CIA’nın kayda aldığı ABD Başkonsolosluğu’nda Zapsu ile birlikte Erdoğan’ın yaptığı görüşmenin kopyası!
Jandarma üzerinden sorgulanan “CD’yi aldınız mı aldıysanız hükümeti yıkacak mısınız?” sorusu bu bağlamda sorgulanmıştır.
Cem Uzan da “Almadım, almam siz alın bana verin” demiştir.
İsmail Yıldız neden o görüşmede vardı, birincisi sohbet ederken kendisi katılmak istedi, ben de davet ettim.
İkincisi eğer Cem Uzan, Hükümeti yıkacak ise yenisini kurmak gerekecek, bu konuda kendisinden görüş almak, iç / dış semptomlar neler olur vb sorular hakkında tecrübelerinden istifade etmek için!
Ne var ki, o görüşme sırasında CD kaydı izlendiğinde de görülecektir ki, İsmail Yıldız durduk yerde güncel siyasete girip, yerel seçim ortamında bir anketten ve Ağar’ın yükselişinden bahsetmeye başladı.
Ortam gerildi, Cem Uzan öfkelendi ve Ağar’ın neye göre oylarının yükseldiğini, bunun palavra olduğunu ifade eden sözler söyledi.
Levent Paşa araya girdi ve konu kapandı, toplamı yarım saatlik bir görüşme!
Bu arada Jandarma neden hedef’te; 1 Mart Tezkeresi’nin TBMM’den geçmesine olumlu bakmadığı için bir de anti laik AKP’ye karşı laik durduğu için!
Bu görüşme neden gerçekleşti?!
Şener Eruygur’un verdiği ama katılmadığı randevusuna binaen?!
Benim böyle bir talebim oldu mu?!
Hayır!
Şener Paşa görüşmede yoktu, Levent Paşa vardı!
Peki ben ne diye vardım, Ankara Temsilcisi olduğum için vardım.
Davet bana yapıldığı için vardım.
O ana kadar benim de Cem Uzan’la baş başa kalmışlığım, özel bir toplantıya dahil olmuşluğum yoktu, Can Ataklı vardır o tür görüşmelerde!
Kaldı ki, Can Ataklı’nın yaşadığı paranoya var o günlerde “HM benim yerime gelecek” diye, bu yüzden özellikle de Cem Uzan’la yanyana gelmemişliğim vardır, yakın mesai arkadaşlarım bilir bunları.
İsmail Yıldız da SESAR’ın Başkanı olarak katılmak istediği için o toplantıda vardı.
Toplantı sonrasında, makam aracımın içinde, koruması ve benim şoför olduğu halde, kaldığı otele giderken, Cem Uzan bana öfkeyle dönüp sordu:
“O adam” diyerek yani İsmail Yıldız’ı kastederek “Ne işi vardı toplantıda, o adamın yüzünü görmek istemiyorum, görünce camdan aşağı atasım geliyor!”
Ben de, cevap olarak aynı yüksek sesle dedim ki:
1. Ben davet ettim. O adamı camdan atmaya gücünüz yetmez, neden bahsettiğinizin farkında değilsiniz!
2. Gücünüz yetti diyelim ben izin vermem!
3. O adam parmaklarını kullanmadan sizi kendi ellerinizle camdan aşağı attırabilir, buna da ben izin vermem! Sakin kalmakta fayda var! Bu işler düşündüğünüz kadar basit işler değil!
Gereksiz detaylarla mahkemeyi boğmak istemem ama iddianame sakat detaylarla dolu olduğu için bunların bilinmesi şart!
Savcı, örgüt diyor ne örgütü?!
Siz hiç milyar dolarlık bir medya patronu ile bu üslupta konuşan bir başyazar, Ankara Temsilcisi gördünüz mü?!
Oradaki tartışma, büyük resimde yaşanan 1 Mart Tezkeresi hesaplaşması kapsamında, Uzan Grubu’nun sorun çözme tekniği ile ilgili idi.
Cem Uzan “görsel zeka” olduğundan konuyu gördükleri üzerinden çözmeye çalıştı, başarısız ve/veya başarılı oldu.
Sözün özü:
İş yapmak sorun çözmek demektir.
Uzan Grubu, Abdullah Gül’le, 28 Şubat’ın sivil paşası Çekirge ile yanyana yürüyerek sorun çözebilmiş midir?!
Hayır!
Can Ataklı, HM’yi sattığı CCU’dan ayrılmadığı halde neden büyük bir medyada haber anlatıcısı ya da yönetici değildir?!
Abdullah Gül, Çankaya’da iken Genelkurmay Başkanı’na terörist muamelesi yapılıp tutuklu yargılandığı bir ortamda, Cem Uzan nasıl elini kolunu sallayarak yurtdışına çıkabilmiştir?!
(Ek: 4)
Soru basit ama sayın iddia makamı hala örgüt diyor!
Bu nasıl bir örgüttür ki, Abdullah Gül de, Erdoğan da, Gökçek de işin içinde!?
Demem o ki, HM ile Cem Uzan’ı ayrıştırınca sorun çözülüyor muymuş?!
Niçin hep HM’nin adı geçiyor ama Çekirge ya da Ataklı’nın adı yok!
Hikaye budur.
Bu arada kayda geçmesi için söylüyorum:
O dönemde Can Ataklı, birçok defa benden habersiz gizlice Ankara’ya gelip birçok yüksek bürokrat ve bakan hatta başbakan ile gizli görüşmeler yapmıştır, yapabilir.
Neden gizli, çünkü ben bu sürecin yani Uzan hadisesinin dışında kalmak istiyordum.
Ataklı da “Nasıl Ankara Temsilcisisin senden habersiz gidip geliyorum ruhun duymuyor” diyordu, cevap dahi vermiyordum.
Sonra Cem Uzan’ı Emniyet’e aldıklarında, Can Ataklı’yı da Sırrı Çağlar için Emniyet’in kapısında sabahlarken gördüm ve içimden kendi kendime “Bay Ataklı, senin yaptığın hiçbir şey gizli değilmiş gördün mü?!” dedim.
(Ek 6)
Zaten Ataklı’nın olduğu yerde sır olmaz, ağzında bakla ıslanmaz!
Bu yüzden lakabı “genel yayım yönetmeni”dir.
Sonra ne oldu, Ataklı’nın yaptığı görüşmeler de sanki ben yapmışım gibi bana mal edilmeye çalışıldı.
Aynen Çekirge ekibinin yaptığı görüşmeler gibi!
Netice, Ergenekon soruşturmaları başladığında Ataklı koşup her zaman olduğu gibi gene “itirafçılık” yapıp, ağırlıktan kurtulmaya çalıştı.
O ifadeler iddianamenin ve/veya mütalaa’nın neresinde duruyor göremedim!?
Çekirge deseniz Gül ve Gülen, Gökçek’in himayesinde korunmaya devam etti.
O dönem star’da yönetici olup tek işsiz kalan da benim.
Neden?!
Yol’larımız ayrı!
Sözde laik olmak ile özde laik olmak arasındaki ayrım’dan kaynaklanan bir duruş sorunsalı!?
Sonrasında, Cem Uzan bildiğiniz üzere Abdullah Gül “Cumhurbaşkanı” seçilince Çankaya’da ağırlandı.
Uzan Grubu’nda çalışmak suç ise neden tek suçlusu ben’im!?
Daha sonra Can Ataklı, Cem Uzan’a avukatı Şaylan Bey’in ofisinde tartışırken itiraf ediyor, “Hayrullah iktidarla mücadele ederken sattık, ölebilirdi” diye.
Gördüğünüz gibi çok sıkıntı çekmiş olsam da ölmedim, hesap vermek için de hesap sormak için de huzurlarınızdayım.
Diyeceğim şudur ki; “Adalet’in Terazisi” her daim doğru tartmalı!
Kısaca ifade etmek gerekirse; “Kılıç” adaletin verdiği cezaların caydırıcılığını ve gücünü, “Terazi” adaleti ve bunun dengeli bir şekilde dağıtılmasını simgeler.
“Kadın” ve “Bakire” olması gereken bağımsızlığı ifade eder.
Ayrıca kadının gözü bağlıdır.
Bu da tarafsızlığını simgeler.
Hukukun evrensel ilkelerini simgesel olarak taşıdığı için “Themis Heykeli adaleti en iyi şekilde ifade etmektedir”, denilir.
Sayın Mahkeme Heyeti,
Meslektaşım, Sayın Mustafa Balbay’ın “Einstein gelse dahi bu davayı çözemez” savına gelince, bu bağlamda birkaç çözüm egzersizi sunayım:
1. 2007 Haziran’ında dalga dalga başlayan ve Abdullah Gül’ün “İzleyin çok önemli gelişmeler olacak” dediği soruşturma sürecinin devamında zat-ı alileri Bahçeli’nin katkıları ile Çankaya’ya çıkmıştır! Gül’ün Cumhurbaşkanlığı Türkiye’yi ayrıştırır diyen Baykal CD komplosu ile devrilmiş, yerine Kılıçdaroğlu atanmış ve soluğu ceketinin önü ilikli vaziyette Çankaya’da almıştır.
(Ek: 4)
2. Bu soruşturma süreci, BOP’eşbaşı Erdoğan adına Zapsu’nun “Bu adamı deliğe süpürmeyin, İran operasyonunda kullanın” ricası kapsamında başlamıştır. Erdoğan’a verilen ek süre üzerinden BOP operasyonunda ne kadar takoz var ise Ergenekon başlığı üzerinde toplanmış, adeta AKP için dikensiz gül bahçesi yaratılmıştır! Neden, İran operasyonu için! İran’la Türkiye’yi savaştırmadan uydu büyük kürt devletini kurmak mümkün değil!
3. Bu soruşturma sürecinde Atatürk Türkiyesi, Laik Türkiye ve/veya Atatürkçü Komutanlar hedef alınmış, TSK’ya asimetrik saldırı düzenlenmiştir. Atatürkçü aydınlar Silivri üzerinden yargılamaya maruz tutulurken, PKK, Apo, Karayılan ile masaya oturulmuş, Barzani adına Suriye, Irak, Türkiye ve İran topraklarında bir devlet kurulması için emek harcanmıştır.
4. PKK’lı gizli tanıklar, istihbarat artığı psikolojik sorun yaşayan sözde gizli tanıklar üzerinden yürütülen süreç’te, yeni anayasa üzerinden federal sisteme geçilmesi öngörülmüş, Türkiye’nin üniter yapısı ile oynanmak istenmiştir.
Bu kapsamda konuyu doğru anlamak ve anlatmak için soruların en zalimi olan o en basit sorulardan birkaçını daha sıralayalım:
1. İddia makamı iddialarında bu kadar iddialı ise neden dava’yı “torba dava”ya çevirmiştir?! Birbiriyle alakası olmayan apayrı dava’ların aynı dosya içinde ne işi vardır?! Amaç büyük kürt devletine giden yolda anayasa değişikliği yapmak için zaman kazanmak değil ise düşünceleri nedir?! Amaç adalet’i aramak mı yoksa yargı üzerinden zaman kazanıp PKK’ya meşruiyet kazandırmak mı?!
2. Ergenekon diye bir terör örgütü var ise 1 numarası kimdir?! 13 Numaralı sanık HM (2007 – 2013) kimden hangi emirleri almış, hangi yayınları yapmıştır?!
3. 2007’den bu yana devam eden dava ve/veya soruşturma dosyasında, terör örgütü üyesi olmakla itham ettiğiniz HM nasıl yaşamıştır, geçimini nasıl sağlamıştır?! PKK terör örgütü üyeleri uyuşturucu parası üzerinden geçimlerini sağlarken, Cumhurbaşkanı, Başbakan, MİT tarafından himaye görürken, HM neden çok ciddi sıkıntılar yaşamıştır?! İnternet kafelerden niçin yazı yazmak zorunda kalmıştır?! HM internet kafelerden yazı yazarken, kendisine kim ya da kimler direktif vermiş, hangi örgüt yöneticilerinin talimatı ile yazılar yazmıştır?! Bu arada internet kafelerde kullandığım bilgisayarlar Emniyet tarafından kopyalanmış, hiçbir ize rastlanmamıştır, bilginize sunarım. Siz de teyit edebilirsiniz.
4. Cumhurbaşkanı Gül’ün doğru soruları sormadığı, Genel Kurmay Başkanı Özel’in kariyer uğruna görmezden geldiği, Başbakan Erdoğan’ın “Tutuksuz yargılayın” dediği halde, bir Genelkurmay Başkanı’nın Sayın Başbuğ’un “tutuklu” yargılandığı olağanüstü bir mahkeme sürecinin içinden geçmekteyiz. Bu kapsamda cevabı aranması gerekli soru ortada: Cumhurbaşkanı kime denir, görev ve yetkileri nelerdir?! Gül neden bu kaotik sürece hangi amaçla seyirci kalmaktadır?!
5. “Bu Vadi Başka Vadi Ultra Türkler Geliyor” başlıklı yazıyı yazan, yayınlayan benim! Sayın iddia makamının elinde bu yazıdan başka bilgi ve belge var mıdır?! Yok! Böyle bir yapının varlığına inanmak başka şey delil’lendirmek başka şey! Kaldı ki, bu ifadeyi BOP operasyonunu yapanlar, Türkiye’yi parçalara bölmek isteyenler kullanıyor! Ultra’dan kastedilen nedir, BOP’un tekerine çomak sokan Türkler! BOP operasyonunun yapıldığı başka ülkelerde de “Ultra Gürcü”, “Ultra İran” vb diyorlar. 2003’te gündem Irak’tı, 2013’te de Suriye ve İran’ı parçalamaya çalışıyorlar, Türkiye’nin hali ortada! İran’da da bölünmeye hayır diyenler terörist mü?! Küresel sermaye istiyor diye kurbanlık kuzu gibi başımızı eğecek miyiz?! Onun için Cumhuriyet Savcısı’nın soramayacağı sorular vardır, eğer o sorular vatanın bölünmez bütünlüğünü ortadan kaldırmaya dönük sorular ise muhatabınız ben değilim! ABD, İngiltere, Alman, Fransız, İsrail büyükelçilikleri orada! Onlar da aynı sorunun cevabını arıyorlar! Genelkurmay, MİT, Emniyet, Jandarma elinizin altında! İnanıyorum demekle olmaz, aynen benim yazılarımda / kitaplarımda yazdığım gibi belgeli, bilgiye dayalı konuşmak şart! Zaten elinize somut bir şeyler olmuş olsaydı, davayı torba davaya çevirmezdiniz! İddia makamı bana BOP operasyonunu yapan odak’lar adına terörist demiş! Hem de gerçek terörist PKK’lılar ellerinde silahla sınırdan girip çıkarken… Gülerim ağlanacak halimize! Hadise çok tirajikomik, iddialar çok zavallı!
Sözün özü:
BOP’eşbaşkanı bir Cumhurbaşkanı’nın yapmadığı, PKK’dan yana saf tuttuğu bir ortamda, üstlenmediği Laik Türkiye’den yana taraf Hakem’lik görevini, Mahkeme Heyeti’nden bekleyecek değilim!
Sözde laik değil de özde laik bir Cumhurbaşkanı Çankaya’da olmuş olsaydı, Silivri Toplama Kampı’na dönüşür müydü?!
Erdoğan çok istiyor olsa da böylesi bir şey yaşanabilir miydi?!
Bu bakımdan “1 numara” önemlidir.
Türkiye’deki Cumhurbaşkanlığı makamı sembolik bir makam değildir ve/veya PKK devlet kurarken yan gelip yatma yeri değildir!
Cumhurbaşkanı görevini yapmış olsa idi, PKK’lılar elinde silahla ortalık yerde dolaşırken, TSK’nın generalleri, aydınları içerde “terörist” yaftası ile yargılanabilir miydi?!
Sayın Mahkeme Heyeti,
2007’den 2013’e çok uzun zaman geçmiştir.
Eğer ortada örgüt var ise izini sürmek çok kolaydır!
Ne var ki, şahsımı takip eden ve mütalaa üzerinden görüş bildiren istihbarat birimleri, geçen zaman içinde benimle ilgili yaptıkları nazik değerlendirmede, yazdıklarımın tek tek “büyük resim”de çıkması üzerine, “yalnız adam, asosyal, kimse ile görüşmüyor, kesin cin’ler üzerinden haberleşiyorlar” mealinde tirajikomik değerlendirmeler yapmışlardır.
Bu süre zarfı içinde Fetullah Gülen’in de cinler üzerinden istihbarat’la ilgili açıklamaları olmuştur.
Eğer böyle bir gerçeklik ve/veya elde somut bilgiler var ise cin’ler için de ayrı bir iddianame düzenlenmesini talep ediyorum.
Sayın iddia makamı cinler için de tutanak hazırlasın, polis eli ile toplatsın içeriye!
Torbalar dolusu keçi boynuzu çiğnetip 1 gram bal elde etmeye çalışan iddia makamı iddialarında ne kadar tutarlıdır!?
Hadiseye bir de şu açıdan bakacak olursak; “Eğer iddialarını ispat edemeyecek durumda iseler bu defa da kendileri için yeni bir iddianame hazırlamaları gerekmez mi?!”
Sabah, HaberTürk, star vb medyalarda çalışmış, Ankara Temsilciliği, Genel Yayın Müdürlüğü, Başyazarlık yapmış bir gazeteci olarak, kendisine rüşvet niyetine yapılan iş tekliflerini reddetmiş bir fani olarak, neden huzurunuzdayım, kısaca ondan da bahsedeyim:
Abdullah Gül’e yakın bir gazeteci, bu davanın görünmeyen yürütücüsü bir istihbaratçıya soruyor, “Onlar içerde HM neden dışarıda!?”
Hoş yeni mahalleden bazı okurlar da benzer sorular soruyor!
O istihbaratçı cevap veriyor: “Elinde siyasi iktidarı zora sokacak doneler var, o yüzden dışarıda!”
Bunun üzerine o çok kimlikli yazar köşesinden yazıyor:
“AKP iktidarının Fouche’leri kim?” diye.
Gazeteci siyasi iktidar sözcüsü ya da istihbaratçılık oynayan ve/veya neden şu içerde bu dışarıda diye soru soran kişi değildir.
(Ek 12)
Gazeteci karanlıkta kalan ve kamu menfaati içeren gizli kapaklı görüşmeleri araştıran, soruşturan ve elde ettiği bulguları okur ile paylaşan, doğru soruları muhataplarına soran kişi’dir.
Hayatı boyunca ünlü, cesur, şöhretli bir gazeteci olmamış, böyle iddiası bulunmayan, basit sade bir hayat süren ve Atatürk Türkiyesi’ne inanan bir fani olarak, AKP iktidarında sorulması gereken basit soruları sormaktan, milyar dolarlık Telekom gibi ihaleleri sorgulamaktan, naçizane BOP’un tekerine çomak sokmaktan başka bir şey yapmadım.
(Ek: 11)
Bu kapsamda:
The İmam?!
The Muhtar?!
The Cemaat?!
The Çuwall?!
The Topaç?!
Başlıklı birkaç kozmik ya da komik kitap yazdım.
BOP’eşbaşkanlığı yapmakla iftihar eden siyasi iktidara BOP’a muhalif bir gazeteci olarak, elimden geldiğince takoz’luk yaptım.
Bu sebepten karşınızdayım!
Sayın Mahkeme Heyeti,
Ülke olarak tarihi günlerin içinden geçiyoruz, hepimize büyük sorumluluk düşüyor.
Suriye üzerinden İran savaşı öncesinde, BOP’eşbaşı AKP iktidarı gerçeklerin söylenmesini, konuşulmasını, yazılmasını istemiyor.
Yasaklayarak gerçeklerin üstünü örterek, vatanı bölüp parçalamak isteyenlere yaltaklanarak “ödeyeceği bedel”den kurtulabileceğini zannediyor.
Bu anlamda yakın tarihten bir vak’a!?
ABD Başkanı Kennedy, aynen AKP’nin Suriye’ye yapmaya çalıştığı gibi Küba'daki komünist rejimi devirmek için 17-18 Nisan 1961 tarihlerinde iki bin Kübalı mülteciyi kullanarak Küba adasına bir çıkarma yapmaya kalkışır.
“Domuzlar Körfezi Çıkarması” denilen bu müdahale, büyük bir başarısızlıkla sonuçlanır.
Çok sayıda mülteci ve Amerikan askeri ölür.
Oysaki; The New York Times ve The Washington Post gazeteleri, 16 Nisan 1961 tarihinde operasyon başlamadan çıkarma haberini alırlar.
Kennedy'yi arayıp haberi doğrulatmak isterler. Haberi manşetten vereceklerini bildirirler.
Bunun üzerine Kennedy büyük tepki gösterir; iki büyük gazetenin sahiplerini, yayın müdürlerini arar ve şöyle der:
“ABD için büyük önem taşıyan bu askeri operasyonu daha gerçekleşmeden haber verecek olursanız, ülkenin menfaatlerini, şerefini ayaklar altına alırsanız, sizleri vatan haini ilan ederim. Bu olayın başarısızlığından sizleri sorumlu tutarım. Ölecek her Amerikan askerinin kanının hesabını sizler verirsiniz. ABD’nin ve Amerikan halkının menfaati için bunları yazmamanız için sizi uyarıyorum.”
Kennedy’nin bu “Vatan, millet tutkusu ve sert çıkışı” karşısında, “Domuzlar Körfezi Çıkarması” haberlerini iki gazete de 16 ve 17 Nisan tarihli nüshalarında yayınlamazlar. Ancak, çıkarma yapıldıktan sonra, diğer basın organları ile birlikte bu iki gazete de “Olayı sonradan haber almışçasına” okuyucularına duyururlar.
Çıkarmanın başarısızlığı, çok sayıda mülteci ve Amerikan askerinin ölümünün ötesinde yaşananlar ABD'de büyük bir prestij kaybı ve halk üstünde şok etkisi yaratır.
Tüm bu olayların ardından Başkan Kennedy, halkı sakinleştirmek için düzenlediği ilk basın toplantısında tarihe geçen şu konuşmasını yapar:
“Domuzlar Körfezi çıkarmasındaki başarısızlıkta ABD yönetiminin sorumluluğu vardır. Fakat bu başarısızlıkta en ağır sorumluluk iki büyük basın kuruluşunundur. The New York Times ve The Washington Post gazeteleri bu çıkarmanın yapılacağını önceden haber almışlardı. Yönetim olarak biz bu haberin operasyondan önce yayınlanmamasını arzu ettik. Korktular, bizi dinlediler. Sorumluluktan kaçtılar, sustular. Onlar görevini yerine getirip haberi yayınlasaydı, belki de biz durumu tekrar gözden geçirir, bu hatayı yapmazdık. Basının sorumluluğu, gördüğü yanlışları gecikmeden ve hiçbir kimseden korkmadan, çekinmeden ortaya koyup ilgilileri uyarmaktır. Amerika'nın iki en büyük basın kuruluşu bunu yapmadıkları, bizi hatadan önce uyarmadıkları için suçludur!”
Hadise budur.
(Ek: 13)
Sayın Mahkeme Heyeti,
Adalet’in Terazisi her daim doğru tartmalıdır.
Adalet Terazisi’nin bir kefesinde “Sayın İddia makamı”nın hormonlu ve/veya GDO’lu iddiaları var!
Diğer kefesinde ise bizim savunmalarımız, cevaplarımız!
Bu kapsamda ‘Adalet Terazisi’nin diğer Kefe’sine:
Birkaç CD?!
Birkaç Kitap:
The İmam?!
The Muhtar?!
The Cemaat?!
The Çuwall?!
The Topaç?!
Hülasa, iddia makamının şişirdiği kefe’nin diğer gözü’nü dengelemek için huzurunuzdayım.
Kitapların kahramanları kitapların içeriği hakkında bilgi sahibidirler.
Şu ana kadar malum kitaplar hakkında açılmış bir dava da yoktur.
Sayın Savcı’ların izlemedikleri belli olan CD üzerinden kaleme aldıkları iddiaları çürütmek 30 dakikalık bir CD izlencesine bağlıdır.
Yazdığım kitaplarda kaleme aldığım satırlara dayanak olan CD’leri, dinleme kayıtlarını dikkatle izlemiş, dinlemiş bir gazeteci ya da iddia makamına göre” terörist” olarak diyeceğim şudur ki:
Elma’nın denenmesi yenmesidir!
Velev ki, şantaj!
Bu ihaneti ve/veya enerji bazlı rüşvet realitesini, vatana ihanet diyaloglarını ortadan kaldırır mı?!
AKP & Gülen iktidarında herkes asgarisinden görevini yapmış olsa idi, hiç bu kadar metan gazı birikir miydi?!
Hal böyleyken…
Sayın iddia makamının iddiaları asılsız ve saptırmalar ile doludur.
İş yapana, hesap sorana kızılmaz eksik, yanlış iş yapana kızılır!
Atalarımız bu yüzden “İş bilenle taş taşı bilmeyenle bal yeme” demişlerdir.
Sormak istiyorum iddia makamına; ortada delil yokken “suçlu, terörist” yaratmaya çalışmak, sanıktan delil’e ulaşmak mıdır yüksek adalet anlayışları?!
Susurluk dosyasının etrafına Çiller’e, Türköne’ye dokunmadan TSK’yı, Atatürkçü aydınları dolamak mıdır, temiz toplum sorgulması?!
Oysaki yazdığım yazılarda, tanıtımını yaptığım kitaplarda, iddia makamından farklı olarak “delil”ler de suçu işleyenler de sabit!
Neden; hepsi de birbirinden şöhretli yüksek devlet büyüğü muhataplar bu konuyla ilgili açıklama yapmamışlar!?
Mahkemeniz talepte bulunsun bakalım, ifade vermeye yanaşacaklar mı yoksa iddialar karşısında bir ölü gibi suskun mu kalmayı tercih edecekler?!
Kefen de beyaz’dır ama içine ölüleri sararlar, yaşayanları değil!
Bir Amerikan atasözü, “iki kirpi nasıl sevişir” sorusuna “çok ama çok dikkatle” diye cevap verir.
Cevabını arayan basit soru ortada:
PKK elinde silahla ortalık yerde barış müzakeresi yaparken, bu sürecin önünü açanlar, devlet’i bölünmenin, iç savaş’ın, Suriye üzerinden İran’la savaşın eşiğine getirenler kimler?!
Sonuç:
Neden, 2007’den 2012’ye kadar beklendi, gündemin fuzuli olarak işgal edilmesine seyirci kalındı?!
Elcevap: ?!
Zapsu üzerinden yapılan “Bu adamı deliğe süpürmeyin İran savaşında kullanın” ricası kapsamında, Erdoğan’a açılan ‘acem vadesi’nin dolması için beklendi!
Taşeron kim, milli kim, gayr-ı milli kim ortaya çıksın diye beklendi!
AKP’nin gözünde neden Atatürkçüler “terörist”, uyuşturucu kaçakçısı PKK’lılar “özgürlük savaşçı”sı, bu resmin vatandaş tarafından da net olarak görülmesi ve de anlaşılması için beklendi.
Demokrasiyi araç olarak kullananların gizli niyet’i net olarak ortaya çıksın diye beklendi.
Kukla AKP üzerinden uydu kürt devleti kurmanın kağıt üzerinde mümkün ama real-politik’te kıyamet olduğu görülsün diye beklendi!
Netice:
“İstihbari darbe” ortamında yani devletin doğru karar alma mekanizmasına düzenlenen operasyon sonrasında, Silivri Sopası ve/veya Andıç’laması üzerinden Türkiye’de karşı devrim / Karşı Darbe yapılmak istenmiştir.
Darbe yapmak suç ise karşı darbe yapmak ve/veya karşı darbe sürecine iştirak etmek de suçtur!
Bu hakikatin böyle bilinmesinde fayda vardır!
Darbe iddiası sayın iddia makamının somutlayamadığı bir iddiadır.
Ne var ki, karşı darbe iddiası iddia olmaktan öte ayniyle vakidir.
TCK’ya göre cezası da sabittir.
Bu kapsamda; özlü birkaç söz:
“Eğer kazanırsanız, açıklama yapmanıza gerek yoktur. Fakat kaybettiyseniz eğer, açıklama yapmamak için orada bulunmamanız gerekir!”
Adolf Hitler
“Sizinle savaştığımız zaman kaçamamanızı sağlarız!”
Mao
“Olduğu gibi görünenler çıldırtır.”
F. Nietzsche
“Tüm gerçekler üç adımda gelirler: Önce alay edilir. İkinci olarak şiddetle karşı çıkılır. Son olarak, zaten belli olan bir şey denir ve kabul edilir.”
Arthur Schopenhauer
“İnanmak istemeyeni hiçbir mantık inandıramaz!”
Cenap Şahabeddin
“Ses çıkarmayan ve gürültü yapmayanlar tehlikelidir.”
Fransız atasözü
Sözün özü:
Hukuk literatüründe genel kabul görmüş temel felsefe; “Gecikmiş adaletin, adaletsizliği” eski deyişle “Kadir-i mutlak”ı doğurduğudur.
“Rüzgar eken her daim fırtına biçer!”
İngiliz atasözü
Sayın Mahkeme Heyeti,
Suç işlemedim ki, beraatimi talep edeyim.
Nedamet getirmesi gerekenler iktidara musallat olan haramzadeler.
Hal böyleyken…
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmakla onur duyan bir fani ve/veya hayatı ‘HİÇ’lik mesabesinden yaşayan bir nefisli olarak diyeceğim şudur ki:
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin rejimini değiştirmeye ve/veya üniter yapısını bozmaya, bölünmez bütünlüğünü ortadan kaldırmaya dönük hiçbir illegal faaliyet içinde bulunmadım.
BOP’eşbaşı AKP ile “Kazan & Kazan” oynayanlarla aynı (BOP) dereden su içmedim, bu sayede aklımı da vicdanı mı da kaybetmedim.
Aksi yönde iddia sahibi olan var ise iddialarını ispatla mükelleftir.
Çünkü ben iddialarımı ispatlayacak kudret’te ve/veya keyfiyet’teyim.
Yurtdışında basılmak için bekleyen yayınlanmamış kitaplarım, izlediğim CD’ler bunun en basit delilidir.
Freud, “Medeniyetin ilk şartı adalettir” der.
“Milli Şair” Mehmet Akif Ersoy, eşsiz eseri “İstiklal Marşı”nda “Korkma” diyor!
Korkmadık, korkmuyoruz!
Bu bağlamda, Neo Fetret Devri’nde “Türk yoktur, devlet çöktü” diyenlere ve/veya “Neo Mandacılar” her kimse bu cevap onlaradır:
Yüce Türk Milleti’ne;
Ben Devlet’im!
Ben Millet’im!
Ben Atatürk’üm!
Biz Atatürk’üz!
Tarihte yaşayan Atatürkler adına diyoruz ki:
“Lütfen siz Fransızcasını yazar mısınız?
“Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir!”
“Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır.”
İmza: Atatürk
Nokta.
En derin saygılarımla mahkeme heyetini, iddia makamı ve sanıkları selamlarım.
EKLER:
EK 1: MİT’İN YEMEĞİNİ PROTESTO EDİP KATILMAYAN GAZETECİ KİM?
http://www.habervitrini.com/haber/mitin-yemegini-protesto-ederek-katilmayan-gazeteci-kim--110252/
EK 2: KIRMIZI BÜLTENE UZAN’AN HİKAYE
http://www.patronlardunyasi.com/haber/Kirmizi-bultene-Uzan-an-hikaye-/72524
EK 3: NEO SEVR?!
http://ultra-turkler.blogspot.com/2011/06/neo-sevr-13-ekim-2005.html
EK 4: KRALİÇE’NİN ÇANKAYA’DAKİ THE MUHTAR’I?!
http://ultra-turkler.blogspot.com/2011/04/ultra-kitap-tantm-kralicenin.html
EK 5: THE İMAM (Bilgi notu)?!
https://tr-tr.facebook.com/notes/son-s%C3%B6z/the-imam-bilgi-notu-hayrullah-mahmud/209889962358334
EK 6: İMAR OPERASYONUNDA GAZETECİLERE GÖZALTI!
http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=219770
EK 7: YAKAN TOP VE/VEYA SIRDAŞ HESAP?!
http://www.alaturkaonline.com/yakan-top/
EK 8: YABANCI ÜLKE TEZKERESİ TBMM’DEN GEÇTİ!
http://www.aksam.com.tr/guncel/suriye-tezkeresi-tbmmden-gecti/haber-142706
EK 9: RİCA MEKTUBU?!
http://www.delikanforum.net/konu/15781-pes-dogrusu-rica-mektubu.html
EK 10: GÜL’DEN “ŞEMAYI DELİLLENDİRİN” TALİMATI
http://ultra-turkler.blogspot.com/2013/01/lisan-munasiple-ii-veveya-ingiliz-piiici.html
EK 11: TELEKOMGATE?!
http://www.guncelmeydan.com/anasayfa/index.php?option=com_content&view=article&id=575:telekomgate-hayrullah-mahmud-oezguer&catid=1:son-haberler&Itemid=201
EK 12: GAZETECİ OLMAK?!
http://www.toplumsalbilinc.org/forum/index.php?topic=2185.0
EK 13: DOMUZLAR KÖRFEZİ BOZGUNU ÖNCESİNDE KÖPEKLEŞEN MEDYA SORUNSALI?!
http://ultra-turkler.blogspot.com/2012/05/un-temps-de-chien-veveya-kopek-zaman.html
Gazeteci
21 Mayıs 2013
Hayrullah Mahmud Özgür
Gönderen hayrullah mahmud ozgur zaman: 00:13 0 yorum
Bunu E-postayla GönderBlogThis!Twitter'da PaylaşFacebook'ta Paylaş
Önceki Kayıtlar Ana Sayfa
Kaydol: Kayıtlar (Atom)
Blog Arşivi
▼ 2013 (213) ▼ Mayıs (30) Fuzuli işgal?!
Obama’nın şekeri ve/veya “Neo Domuzlar Körfezi” Çı...
Acem Bal’zbol ve/veya AKP’nin İp’ini Esad’ın eline...
19 Mayıs 2013 realitesi?!
19 Mayıs güncesi ve/veya The İmam’ın karizmasını T...
Yeraltından notlar ve/veya Acem kumarında A(h)med’...
Hangi yüzde 1 ve/veya Reyhanlı rövanş?!
Final süreci ve/veya “Vi Veri Veniversum Vivus Vic...
Dönüşü olmayan (Acem) yol?!
Lacivert rüzgar ve/veya Post Modern Çanakkale HAAR...
SON (Acem) DURAK ve/veya “Unpredictable” yani “Tah...
Hidayet’e ermek ve/veya Enaniyet?!
Şah’baba
16 Mayıs mesajı ve / veya Pollyanna AKP’den haraki...
Ziyaretçi?!
Adres: ADD?!
Arda boy’ları ve/veya Acem Cehennemin dibi?!
Acem Caz Festivali ve/veya Acem Mayınlı Arazide ‘L...
Medeniyet’in ilk şartı?!
Acem Gallipoli Günlükleri ve/veya Beklenmeyeni Bek...
Milyon’da bir olmak ve/veya Bükemediğin eli öpecek...
Neden, niçin, niye?!
Çankaya’daki Tilki ve/veya Suriye üzerinden vurula...
Türk asiler sorunu ve/veya Burası Hollanda değil?!...
Acem bİ(l)MECE ve/veya Acem Oyun Parkı?!
Yeni Mahalle’de gündem ve/veya ‘Acem Ateşi’nde, pa...
İnanmadan “Laik” ve/veya “Atatürkçü” olunur mu?!
Acem Komplo Teorisi ve/veya (Sözde Laik) Çakal’lar...
Acem Topaç Kuş’u ve/veya Acem emanet?!
Acem Ayran’ı ve/veya The İmam’ın ayran’ını kim kab...
► Nisan (35)
► Mart (46)
► Şubat (50)
► Ocak (52)
► 2012 (522)
► 2011 (275)
► 2003 (1)
İzleyiciler
Simple şablonu. Powered by Blogger.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)