17 Ocak 2015 Cumartesi

SEN - Mustafa GENCOGLU




SEN

O sensin.
 Sen ki beni hic görmedin, tanismadik; hatta hic karsilasmadik.
Sen ki, dünyanin bir ucunda, ben öbür ucundayim.
Ama ben seni gördüm, izledim. Ve itiraf edeyim ki gözlerimi senden alamadim.
Yüce Tanrim sahidimdir ki,
Senin kadar güzelini hic görmedim.
Saatlerce sana öyle baktim, baktim...
Saatlerce nafile hayaller kurdum kendimce.
Günler boyu hep ve sadece seni düsündüm kendimde olmayarak.
Ve gecelerce lanet ettim seninle ayni yas diliminde olmadigima.
Heyhat, bosa gecen bir ömür. Lanet ettim bu ihtiyar bedenime...
Sen, evet sen!
Bana ask nedir hatirlattin.
Hem de bir bakista, bir gülüste...
O gözlerin öyle güzel, öyle sicak bakiyor ki,
Senin gözünden, gönül pencerenden görünen dünyayi görmek istedim.
Bakislarin öylesine derin, öylesine huzur verici.
Beni göremeyisine üzüldüm.
Gözlerim acik bosluga bakarken gözlerimin gözlerine degdigini hissedebiliyorum.
Senin nefesini nefesimde hissediyorum.
Senin sesini duyuyorum.
Bu ses bugüne kadar bestelenmis en güzel müzigin tinilari sanki.
Ömrümde ilk kez görünür olmak, farkedilmek istedim.
Beni bir an görmeni, gözlerimizin konusmasini diledim.
Istedim ki beni kendi dünyana götür, uzaklara, sonsuzlara.
Istedim ki bütün dünya geride kalsin, sadece sen ve ben
Bir yeryüzü cennetinde. Bir serap gibi,  bir düs gibi olsun her sey...
Ben senin kadar güzelini görmedim ey sevgili SEN !
Bu paslanmis ruhumu yeniden hayata döndürdün
Küllerinden yeniden dogurdun Zümrüd-ü Anka kusunu.
Bu yasli ve köhnemis vücudum, ölümü bekleyen ruhum yeniden canlandi.
Beni sen hayata döndürdün,
Yasama sevinc ve umuduyla doldurdun.
Sen benim hayatima ikinci bir sans verdin ey sevgili SEN.
Ben artik sadece sana askini düslerinde haykiran,
Ama sana asla ulasamayacak bir garip asik olarak
Ömrümce seni sevecegim.
Sana kavusamamam benim felaketim olsa da,
Seni bulmak, seni sevmenin bana verdigi o yüce duyguyu tatmis olmak bile,
Inan ki beni bir elli yil daha yasatacak.
Bir gün bir yerlerde karsilasirsak,
Ve beni farkeder de görürsen eger,
Gözlerimle ve ruhumun derinliklerinden gelen
Sessiz haykirisimi duymani dilerim.
Sana gülümserim, sen farkedersen dünyalar benim olur.
Belki yaninda sevdicegin olur, belki de cocugun, bilemem.
Belki de torun torbaya karismissindir, mümkün.
Ama bir gün elbet karsilasiriz seninle cennette.
Iste o güne kadar ben seni hep sevecegim,
O güne kadar ben seni hep bekleyecegim.
Deli gönlüm yine kabardi bu karli gecede,
Ictiysem de bir kadeh sarap,
Iste o kadehin icinde de sen varsin ey sevgili SEN.
Ben askin bu denli yüce bir duygu oldugunu anlamadim
Seni görene dek
"Bana aski sen ögrettin" sarkilarda söylendigi gibi
Ne isterdim bilir misin?
Bana elini ver, tenin tenime degsin, sonra da her yer mahser olsun..
Bir insan bu kadar mi güzel yaratilir ey Tanrim!
Yoksa o bir hayal de ben mi yaniliyorum?
Ama hayir, iste resmin hep yanibasimda.
Sensin o ey sevgili SEN.
Hayal degil, gerceksin.
Gün gibi parlak ve aydinlik. Gece gibi gizemli.
O SEN´sin. Aski bana tattiran, duygu denizine kavusturan.
Sevmenin verdigi yasama gücüyle
Sana bir ömür minnettar kalacak.
Ve seni son nefesine kadar sevecek bir garip asik..

Sairin dedigi gibi,
"SEN gözlerimde bir renk,
Kulaklarimda bir ses,
Ve icimde bir nefes,
Olarak kalacaksin."

Sonsuza dek...

Mustafa Gencoglu
17 Ocak 2015 - Münih



16 Ocak 2015 Cuma

YA SONRA? - Nezahat GÖÇMEN




YA SONRA?

1. Çocuk için 300, 2. çocuk için 400, 3. çocuk için 600 TL verileceği açıklandı. Oooooo… Çok güzel çok güzel!
İlk bakışta kuruşa ihtiyacı olan insanlar için göz kamaştırabilir. Bir kereye mahsus verilmesi yeterli mi? Bu çocuğun geleceği, sağlık sosyal güvencesi, hakları ne durumda? Ülkemde her lise mezununa üniversite var. Her üniversite mezununa iş var mı?
Aile, çocuk doğmadan o paranın yerini hazırlamıştır zaten. Bir çocuk maması kaç lira bilir misiniz?
Çocuk yardımlarını alan aileler günlerce bu parayı harcaya harcaya bitiremezler.
Çocuk için teşvik ediliyor da; çocuk yaşamı boyunca, kışın sıcacık barınacağı bir yer, yazın sıcaktan pişik olmayacağı ve yaşı ilerledikçe daha huzurlu, sakin, güvenli bir ortama sahip olacak mı?   En önemlisi geleceği için yatırım yapılacak mı? Çocuk doğduğu ülkede kendini güvende hissedebilecek mi?
Araştırmalar evliliğin ilk on beş yılının toparlanma yılları olduğunu gösteriyor. Çocuklarına iyi bir gelecek sağlamak için aileler,  ev alma, araba alma, geleceğe yatırım yapabilme telaşı içindeler.  İşte bu durum çocukların hayata borçlu başladıklarını gösteriyor. Yani çocuklar büyüdükleri aile ortamında hep borç içinde yaşıyorlarmış. Nasıl borçlu olunur? Nasıl birikim yapılır? Yaşam modeli ile kendi hayatlarına da borçlu başlıyorlarmış. Bebek yardımı ailelere müjde diye sunuldu.  Yardım Avrupa’nın binde biri kadarmış. 300 lira bir yarım altın parasına denk geliyor. Zaten geleneklerimizde bu vardır.  Aile büyükleri ve yakınları bebeğe altın takıyorlar. Mavi,  pembe minnak giysilerinin üzeri nazar boncuklu altınlarla doludur. 
Bir kereye mahsus verildi bu altın dengi para yardımı. Peki, ya sonra?
Bu para sadece 2 aylık bez parası. Ya da 1 aylık mama parası
Diğer çocuk yardımları kaynaklara göre aşağıdaki gibidir.
a) Devlet memurları 2015 Ocak çocuk yardımı memur maaş katsayıları belirlenerek aşağıdaki gibi olmuştur.
0-6 çocuk yardımı 39,65 TL
6 yaş üzeri çocuk yardımı 19,83 TL
Dünyada bebeklere yardım uygulaması nasıldır? 
Uluslararası yardım kuruluşlarına göre dünyada anne olmak için en iyi ülke Finlandiya.
Finli bebekler 75 yıldır devlet tarafından ailelere verilen yardımın bir parçası olarak aynı tip yatakta büyüyorlar.
Finlandiya’da bebeklere doğum hediyesi Anneler bir bebek dünyaya getirdiğinde "annelik kutusu" denen bir paket alıyor.
Kökeni 1930’lara dayanan geleneğe göre tüm bebeklere yaşama eşit koşullara başlama şansı tanımayı amaçlıyor. 
Bebek ölümlerinin çok azalmasında ülkenin ekonomik kalkınmasıyla birlikte sosyal refahın artmasının yanında bu yardım kutusunun da etkili olduğu düşünülüyor.
Kadınların sağlık durumları, eğitim düzeyleri, hamilelik döneminde ve sonrasında anne ve çocuğun sağlığı, ölüm riski ve beslenme gibi konuların belirleyici olduğu listeye göre Fin anneler en şanslılarmış…
Finlandiya'da devlet tarafından ailelere gönderilen yardım paketinde birçok yardım malzemesi bulunurken kutu daha sonra beşik olarak kullanılıyormuş.
Finli bebekler 75 yıldır devlet tarafından ailelere verilen yardımın bir parçası olarak aynı tip yatakta büyüyor. Doğum öncesi ailelere ücretsiz olarak hediye edilen yardım paketinde çocuk bezi, giyecek, battaniye, çarşaf, krem, pudra, oyuncak başta olmak üzere bebek yatağı da verilecek birçok ihtiyaç gideriliyor. Büyük bir kutu içerisinde gelen yardımlar açıldıktan sonra kutunun kendisi bebek yatağına dönüşüyor. 1930`lu yıllardan beri devam eden bu gelenek, uzun zamandır Finlandiya`nın bebek ürünleri harcama oranında en alt sırada tutuyor. Önceki yıllarda genel olarak yardıma muhtaç ailelere dağıtılan bu paket ilerleyen zamanda toplumun her kesimine yayılmış. Aileler hükümetin bu yardımını almak istemezlerse 140 Euro değerinde para yardımını da tercih edebilirler ama hediye kutusunun değeri daha çok olduğu için yüzde 95 bunu tercih ediyorlarmış.
Araştırmalar gösteriyor ki gelişmiş ülkeler beş ana temayı ele almışlar.
Refah, sağlık, eğitim, güvenli ortam, yaşam şekli ve yeri. 
 En önemlisi, çocukların özgür olduğu bir dünya.
Gelişmiş ülkenin çocuklarının yaşam standardını inceleyen UNICEF, Hollandalı çocukların diğer ülkelerde yaşayanlara göre, çok daha fazla bir refah içinde yaşadıklarını tespit etmiş.
Hollanda'dan sonra Finlandiya, Norveç gelirken, Hollandalı çocuklar dünyanın en mutlu çocuklarıymış. Daha doğrusu, mutlu olmamaları için hiç bir nedenleri yokmuş.
Dünyada en az ev ödevi Hollanda,  Norveç ve Finlandiya ‘da veriliyormuş. Her cümlenin yanına kaç altın? Sorusunu koymak geliyor içimden…
Altın renginde Güneş’in çocuklarını gördüğümde mutlu olacağıma inanıyorum.
  Çocukların, düşündüklerini özgürce söyleyebildikleri bir ortam, kaç altın eder acaba? Tatillerde öğrenci olmadığını hissettirmemenin karşılığı nedir? Ekmek almaya gittiğinde eve sağlıklı dönebilmenin paha biçilmez değeri nedir? 
Çocuklar ellerini, kollarını sallayarak, deftersiz, kalemsiz, çantasız, bisikletlerine atlayarak güven içinde okula gittiklerinde, okullar ev gibi sıcak,  oyun alanı gibi eğlenceli, her çocuğun özel olduğunu hissettireceği bir ortam olduğunda, çocuklarımız da mutlu olacak bizlerde. Bu ülkede çocuk olmak, mutlu olmak için yeterli olmalı diyebildiğim zaman, dünyalar benim olur.
 Çocukların ebeveynleri ile büyüdükleri ortamlar sağlandığında çok daha sağlıklı bir nesil olacaklarına inanıyorum. Okulda geçen süre uzadıkça yorgunluklar, bıkkınlıklar ve aileye özlemle başlıyorlar hayatlarına.
Başarı ve başarısız çocuklar diye ayrılmadığı bir ortamın ve her meslek değerlidir, düşüncesi doğrultusunda bu bilinçle büyüyen çocuklarımıza, bu düşünceyi hissettirmenin bedeli nedir? Oyun çocuğu besler… Oyuncakları ile gelecekte yaşayacakları şehirleri ve yuvalarını inşa ederler.  Kırılacak oyuncakları var mı hepsinin elinde?  Ailenin geliri ne olursa olsun, cinsiyet farkı olmadan 16 -17 yaşına geldiğinde iş sıkıntısı ile karşılaşmayan gençlerin yarım altına, tam altına ihtiyaçları var mı?
Masal kitaplarında gördüğüm top oynayan, ormanın patika yollarında koşarak mantar toplayan, kırmızı bisikletli,  süt içen, şeker yiyen, renkli çoraplı,  etekli kızlar, kısa şortlu, askılı pantolonlarla umarsız rengârenk uçurtmalarını uçuran, mutlu çocuklar var hayalimde. Dahası birbirini dinleyen, birbirine saygı duyan geleceğimi görmek benim de hakkım. “Altın Çağın” çocuklarına altın gibi bir gelecek diliyorum…
Sevgiyle…

Kaynaklar: http://www.calismadunyasi.com/asgari-ucret-net-ne-kadar-asgari-ucret-brut-hesaplama
http://www.trthaber.com/haber/yasam/finlandiyada-bebeklere-dogum-hediyesi-88310.html

9 Ocak 2015 Cuma

TÜRK TARİHİ - Kuramsal Aktarım ve Metin Aydoğan

Kuramsal Aktarım ve Metin Aydoğan

“Batı tarihçiliği iki tür bencilliğin hala etkisi altındadır. Biri Hıristiyan bencilliği (Christocentrism), diğeri ırk bencilliği (etho-centrism). Batı tarihçiliğindeki bu iki bencilliğin en iyi göstergesi ‘Türk’tür. Tüm nesnellik örtüleri, konu ‘Türk’e gelince hemen ortadan kalkar ve Hıristiyan kültürüyle Avrupa ırkçılığı her yandan sırıtmaya başlar. ‘Türk’ten ağzı burnu çarpılmadan söz eden Batı tarihçisine rastlamak güçtür.”
Niyazi Berkes  

    

Tanım


Türkçülüğün ve Kemalizmin önde gelen düşünürlerinden Yusuf Akçura, Türkleri şöyle tanımlıyor: “Türkler dediğimiz zaman etnoğrafya (uygarlık tarihini kavimleri karşılaştırarak inceleyen, kültür oluşumlarını araştıran bilim y.n.),filoloji (dil yoluyla bir toplumun kültürünü inceleyen bilim, dil bilimi y.n.) ve tarihle ilgili olanların bazen ‘Türk-Tatar’, bazen ‘Türk-Tatar-Moğol’ diye andıkları bir ırktan gelme, adetleri, dilleri birbirine çok yakın, tarihi yaşamları birbirine karışmış olan kavim ve kabilelerin tümünü murad ediyoruz. Bu açıdan İranlı ve Avrupalı bazı yazarların ve onlara uyarak bazı Osmanlı yazarlarının Tatar dedikleri Kazanlar ve Azerbaycanlılar yanında, Kırgızlar ve Yakutlar da Türk tanımının içindedirler.”1
Akçura’nın genel çerçeve olarak belirlediği tanıma; BaşkırtUygur,TürkistanlıKaraçayBalkarGagavuzAltaylıÇuvasÇeçenIngus ile çok sayıdaki küçük boylar da katılırsa, kabul gören bir Türk tanımı ortaya çıkacaktır. Tek tek ad sayılmayacaksa, Türkçe konuşan herkesi Türk kabul etmek herhalde doğru olacaktır.
Tanımlanan birliktelik, eski bir tarihe dayanan ve canlılığını koruyarak varlığını bugün de sürdüren, ortak bir ırkı temsil eder. Ancak, Türklük kavramı etnik köken birlikteliğiyle sınırlı kalmaz; onu aşarak, dil ve kültür birliğine dayanan, geniş ve köklü, ortak bir uygarlığı tanımlar.
Irk öğesinin aynı din gibi, toplumsal gelişimi açıklamada tek başına yeterli olamayacağı açıktır. İnsanlar arasındaki yaşambilimsel (biyolojik) ayrımları inceleyen insanbilimin (Antropolojinin) ilgi alanına giren ırk konusu, tarih-toplum ilişkilerini inceleme ve anlamanın gerek ancak yetmez koşuludur.

Tarih ve Nesnellik

Tarihi incelerken yapılabilecek en büyük yanlışlık, güncel siyasetin önceliklerinden etkilenerek nesnellikten uzaklaşmak ve geçmişi yaşanan çağın değerleriyle yargılamaktır. Tarih, bulunmayı ve çözülmeyi bekleyen birbilinmezler yumağı ise, bu yumağın çözümü için girişilecek zorlu uğraşta yeri olmaması gereken tek şey; siyasi eğilimlere, duyguya ve isteme bağlı kalarak davranmaktır. Ancak, en çok yapılan davranış biçimi de, ne yazık ki budur.
Dünyanın hemen her yerinde görülen, isteğe bağlı tarih araştırması ya da bir başka deyişle tarihin çarpıtılması, Avrupa’da neredeyse başlı başına bir“bilim” gibidir. Aydınlanma çağında, beysoylular (aristokratlar) ve varsıllaşan kentsoylular (burjuvalar) gösterişli saray eğlenceleri ve törenlerde, Antik Çağ Grek uygarlığına hayranlık gösterilerinde bulunuyor, ona övgüler düzüyorlardı. Tarih, felsefe ve edebiyat üzerine söyleşiler yapan bu insanlar; kazılar ya da buluntuların değil, çarpık bir tarih anlayışının gelişmesine aracılık ediyorlardı.
Prof.Niyazi Berkes, Batıda gelişip kurumlaşan ve doğal ki en başta Türkler’i aşağılayan bu anlayış için şunları söylemiştir: “Batı tarihçiliği iki tür bencilliğin hala etkisi altındadır. Biri Hıristiyan bencilliği (Christocentrism), diğeri ırk bencilliği (etho-centrism). Batı tarihçiliğindeki bu iki bencilliğin en iyi göstergesi ‘Türk’tür. Tüm nesnellik örtüleri, konu ‘Türk’e gelince hemen ortadan kalkar ve Hıristiyan kültürüyle Avrupa ırkçılığı her yandan sırıtmaya başlar. ‘Türk’ten ağzı burnu çarpılmadan söz eden Batı tarihçisine rastlamak güçtür. Hiçbir Batılı okuyucu da bunların önyargılarında; nesnelliğe, bilime aykırı birşey görmez. Onun için bunlar, evrensel gerçeklerdir. ‘Türk’, Batı tarihçiliğinin bilim efendiliği ölçülerinin dışında kalan bir şeydir. Batılı tarihçi bu konuda dilediği gibi konuşabilir.”2

Tarihi Gizleyenler

Doğu tarihi, özellikle de onun içinde etkili bir yeri olan Türk Tarihi, ustalıkla kurgulanan ve yalnızca Antik Grek ve Roma uygarlığına dayandırılanAvrupa merkezci tarih anlayışı için, aşılması yani yok sayılması gereken bir engel, hatta gizil (potansiyel) bir çekinceydi (tehlikeydi).
Batılıların gerçekleri gizlemeye dayanan tarih anlayışı, özellikle 19.yüzyılda ortaya çıkarılan ve gerçeği yansıtan bulgularla, büyük bir sarsıntı geçirdi. Saygınlığı olan birçok tarihçi güç durumda kalmış ancak bulunan sayısız belge ve bilgiye karşın ünlerine yakışmayan bir savunma içine girmişlerdi. Bunlardan biri olan Ernest Renan (1823-1892), Orta Asya ve Mezopotamya’da ortaya çıkarılan buluntular üzerine şunları söyleyecektir:“Toprak altından çıkarılan bu eski ve yüksek Babil uygarlığını; Türkler, Finuvalar(Ural kökenli Laponlar ve Finliler y.n.), Macarlar gibi, şimdiye dek yakıp yıkmaktan başka marifet göstermemiş ve kendilerine özgü bir uygarlık yaratmamış ırklar nasıl yapmış olabilirler? Gerçi gerçek bazen gerçeğe benzemez gibi görünebilir. Eğer bize, Samilerden ve Arilerden önceki uygarlıkların en güçlü ve en değerlisini kuranların Türkler, Finovalar, Macarlar olduğu kanıtlarla ifade ve ispat olunursa inanırız. Ancak bu kanıtların, onu kabul etmenin doğuracağı fecaat (yürekler acısı durum y.n.) kadar güçlü olması gerekir.”3

Türklerin Anavatanı

“Büyük Kadırgan (Kingan) Dağlar’ından Baykal Havzası’na giden, oradan Altay Dağları boyunca İtil Havzası’na vararak, Hazar Denizi Havzası, Hindukuş, Pamir, Karakurum, Karanlık Dağları yoluyla ve Sarı Irmak’la yeniden Kingan Dağlar’ına ulaşan çizgi içinde kalan bölgeye Orta Asya Yaylası denir. Türklerin anavatanı bu yayladır.”4
Atatürk’ün destek ve önerisiyle 1930 yılında Türk Ocağı bünyesinde kurulan Türk Tarih Kurulu, Orta Asya’yı ve Türkler için anlamını böyle tanımlıyor. Kurulda yer alan Afet İnanTevfik BıyıkoğluSemih Rıfat,Yusuf AkçuraDr.Reşit GalipHasan CemilSadri Maksudi Arsal,Şemsettin GünaltayVasıf Çınar ve Yusuf Ziya Özer, kısa ancak yoğun bir çalışmayla Türk Tarihinin Ana Hatları adlı 606 sayfalık bir çalışma hazırladılar ve bu çalışma 100 adet basılarak tartışmaya açıldı.
Orta Asya Yaylası’nın Türklerin anavatanı olması üzerinde, daha sonra sert tartışmalar yapılacak ve değişik düşünen çok sayıda insan, bu konuda görüş bildirilecektir. Asya’nın önemli bir bölümünü kapsayan bu büyük yaylanın,Türkler’in anavatanı olmasının tarih açısından bir önemi var mıdır? Varsa, bu önemin kapsamı, düzeyi ve bugüne etkisi nedir? Bu etkiye nasıl bir sınır çizilebilir?
Orta Asya’nın çok eskiden beri “Türkler’in anayurdu” olması, bilinen ya da sanılandan daha önemli sonuçları olan ve günümüzü dolaysız etkileyen bir tarih gerçeğidir. Bu olguyu önemli kılan, kuşkusuz Türkler’in bugün ve geçmişte yaşamış oldukları yerin belirlenmesi değildir. Tarih açısından önemli olan, ilk uygarlık gelişiminin bu yörede başlaması ve buradan yayılması olasılığıdır.
Bu olasılığın, kanıtlayıcı bulgularla tarihsel gerçek durumuna gelmesi, yüzyıllardır sürdürülmekte olan Batı merkezci tarih anlayışının çöküşü anlamına gelmektedir. Renan’nın “fecaat” olarak tanımladığı bu durum, gerçekten “tarihin yeniden yazılmasını” gerektirecek kadar önemli bir sonuç ortaya çıkarmıştır.

Tarihin Yeniden Yazılması

Tarihin yeniden yazılması” sürmektedir. Uygarlığa kıdem biçmek isteyen her çalışma, ister istemez Orta Asya’ya yönelmektedir. Bu yönelişte, bilime bağlı Avrupalı tarihçiler de yer almışlardır.
Bunlardan biri olan Macar tarihçi L.LigetiBilinmeyen İç Asya adlı kitabında Avrupa dışındaki uygarlıklar konusunda şunları söylemiştir: “Eğer, uygarlık alanında derece ve şeref eskiliğe, ilk olmaya verilecek olsa, zafer dalı herhalde biz Avrupalılar’ın değil, başkalarının olurdu. Çünkü başka yerlerde, yüzlerce binlerce yıllık uygarlıklar yaşayıp parıldarken, Avrupa kavimleri barbarlığın uyuşukluğu içine gömülmüş bulunuyordu.”5

Orta Asya

Orta Asya’nın değişik yerlerinde yapılan kazılar, buluntular ve okunan yazıtlar; başka bölgelerde avcılık ve toplayıcılık dönemi yaşanırken, burada yaşayanların, hayvancılığı ve tarımı bildiğini ortaya çıkarmıştır.
Hayvan evcilleştirenalet geliştirentarım için orman açan ve tohumluk bitki yetiştirenmaden işleyenyerleşim yerleri kurup devlet oluşturanyazıyı bulan bu insanlar; uygarlığın başlatıcısı olmuşlar ve bu uygarlığı daha sonra başka bölgelere taşımışlardır.
Amerikalı kazıbilimci (arkeolog) R.PumpellyAşkaabat yakınındaki Anav’da yaptığı kazılar ve elde ettiği bulgular sonucunda; Neolitik uygarlığın (Ortataş ve Madencilik arasındaki Cilalıtaş Dönemi); M.Ö.9.binde hayvancılığın, 8.binde madenciliğin, 6.binde Orta Asya’da başladığını açıklamıştır.6 Bu tarihler, madencilikte en eski merkez olan Sus’tan bin yıl öncesine gitmektedir.
Cordon Childe gibi kimi tarihçiler, Anav’da saptanan uygarlığın dışardan geldiğini ileri sürse de, kazıyı yapan Pumpelly ve Toung-Dekien,Anav’ın merkez olduğunu ortaya çıkarmışlardır. Anav ve Aşkaabat bölgesi, o dönemlerdeki Önasya (Sümer ve Sus), Güney Asya (Hindistan, Sind, Harappa) ve Uzakdoğu’da (Çin, Yunan, Yang-Shoo, Mançuri) daha sonra gelişen üç büyük uygarlık arasında bir ilişki aracı ya da onların başlangıç merkezi olmuştur.7
Tarihçi Sinolog (Çin tarihini, dilini ve uygarlığını inceleyen bilim dalı)KarlgrenHonan ve Mançurya’daki Neolitik uygarlığı buraya, Çin’in batısında yaşayan daha ileri bir uygarlığa sahip, Çinli olmayan bir kavmin getirdiğini belirtmiş ve bu kavmin “Orta Asya’da yaşayan Türkler” olduğunu söylemiştir.8Aynı alanda kazı ve inceleme yapan Arne de, Karlgen’le aynı kanıya varmış ve “Çin’e ilk uygarlık ürünlerinin, Batıdan gelen ve daha gelişkin bir kültüre sahip olan işgalciler tarafından getirildiğini” ileri sürmüştür.9

Uygarlık Taşımak

Günümüzden 9 bin yıl öncesine dek giden10 Orta Asya uygarlığı, yalnızca Çin’e değil aynı zamanda Mezopotamya, Mısır ve Hindistan’a da gitmiştir.11Önce Mısır ve Mezopotamya’da, daha sonra Hindistan’ın kuzeyinde ve Hazar çevresinde bulunan yapıtlardaki ortak nitelikler12Orta Asya uygarlığının yayıldığı alanın Çin’le sınırlı olmadığını göstermiştir.
Sir Avrel SteinAnderssonArneRichthofenKarlgen gibi bilim adamları, Orta Asya’nın eski uygarlıkların kaynağı olduğu konusunda birleşmektedirler.13
Son dönemlerde ise A.Belenitsky (1987), D.Sch.Beserat (1987) veV.A.Rano (1993); Orta Asya’da, Cilalıtaş dönemindeki yerleşik kültürlerin varlığını saptamışlar bu bölgede, “yerleşik kültür merkezlerinin (station), Paleolitik (Yontmataş) döneminden beri var olduğunu” ayrıntılarıyla ortaya koymuşlardır.14

Yazıtlar

Orta Asya’dan Batı Avrupa’ya, Mısır’dan İsveç’e, İtalya’dan Anadolu’ya dek çok geniş bir alanda 410 yazıt okunmuştur. Okumalar ve yaş saptamaları sonucunda, ilk kez Orta Asya’da ortaya çıkan resim ve yazıya dönüşen harflerin(tamga) hemen aynısıyla, bu bölgelerdeki yazıtlarda da kullanıldığı görülmüştür.
Yalnızca Doğu ve Güneydoğu Anadolu ve Mezopotamya’da, M.Ö.15 binden başlayıp bin yılına dek inen 45 bine yakın kaya üstü piktogram vepetroglif bulunmaktadır. Bu yörelerde ayrıca, çok eskiye giden ve Türkler’e özgü özellikler taşıyan fosiller bulunmuştur. Konya Çatalhöyük’de bulunanAna Tanrıça’nın gövdesini örten yazıtlar, önTürkçe harflerle yazılmıştır.
Tarihçi J.Mellart, Çatalhöyük’ün tarihini M. Ö.6500 olarak saptamaktadır. Mezopotamyadaki Tell Es Sawwan seramiklerindeki yazıtlar da ön-Türkçe harflerle yazılmıştır ve yaşı M.Ö. 5500 olarak saptanmıştır.15

Ön-Türkçe

Ön-Türkçe’nin okunması, Orta Asya uygarlığı ve en az onun kadar önemli başka tarihsel sonuçları da ortaya çıkardı. Yeni bulgular, uygarlığın başlangıcı konusunda Batıda onay gören tarih anlayışıyla çelişmektedir. Üstelik bu çelişmenin, “göçebe barbarlar” ya da “tarihi olmayan kavim” olarak değerlendirilen Türklerden kaynaklanması, Batı tarihçileri için kolay kabul edilebilir bir gelişme değildir.
Durumu kabul edilmez kılan temel öğe, Türkçe konuşan ve yazan insanların, çok eskilerde Asya’da oluşturduğu uygarlığın ortaya çıkarılması değil, bununla birlikte bu uygarlığın göçler aracılığıyla dünyanın büyük bölümüne taşındığının belgelenmesiydi.
Dilbilim araştırmacısı Abdullah Rıza Ergüven bu konuda şu saptamayı yapmaktadır: “Asya’da, Orta Asya’da, İç Asya’da kazılar sürdükçe insanlık tarihini alışılmış Avrupa ambargosundan kurtaracak durumlar, buluşlar ortaya çıkıyordu. Yeni buluşların önüne geçmek için, Avrupa Üniversiteleri araştırma ödeneklerini Afrika’da çalışma yapacak dilbilimcilere ya da kazıbilimcilere vermeye başladı. Çünkü onlara göre Asya’da yapılacak araştırmaların altından ‘bir çapanoğlu’ çıkacaktı. Kültür konusundaki ‘liderliği’ yitirmek istemiyorlardı.”16

Abeceyi (Alfabeyi) Bulanlar

Kavram ve düşüncelerin resim ve çizgilerle anlatılmasından kurallı yazıya, bağlı olarak abeceye (alfabeye) geçilmesinin, M.Ö.8 binlerde başladığı kabul edilmektedir. Kuzey Orta Asya’daki Ulukem VadisiSülyek Köyünde bulunan, tarihi M.Ö.7000’e giden kaya yazıtı bugüne dek bulunabilen en eski yazıttır. Ulukem yazıtları, bağrış ve haykırışla anlatım döneminin bu bölgede sona erdiğini ve tek çekirdekli bir dilin, ön Türk dilinin ilk kez burada oluştuğunu ortaya çıkaran belgelerdir.
Bu dilin başlangıçta yazıya dönüşen 22 harfi bulunuyordu. Harf sayısı, iki bin yıl işlenerek M.Ö.5000’lerde 35’e ulaştı ve sağlam bir kök yapısı olan bir dil ile bu dili kalıcı kılan kurallı bir yazı ortaya çıktı. Başka hiçbir dilin bu denli eski bir belgeye sahip olmaması, dokuz bin yılı aşkın geçmişi olanUlukem ve Talas vadisi yazıtlarına, yalnızca Türk değil, dünya tarihi açısından da olağanüstü bir önem yüklemiştir. Tahta çubuklara yazılı Talas Vadisiyazıtları aynı zamanda, tarihteki ilk devlet belgesidir.17
19.yüzyıl sonlarında Türkistan’da kazı ve tarih araştırması başlatanR.Pumpelly, 1908’de Washington’da, araştırma sonuçlarıyla ilgili Explorationin Turkestan adlı bir yazı yayınladı. O güne dek Batıda tartışmasız kabul gören tarih anlayışını temelinden sarsan yazıda, Aşkabat’ta M.Ö.9 binlerde yerleşik bir kültürün varlığından söz ediliyor ve dayanakları gösteriliyordu. Anav adı verilen bu kültürün yaşını daha sonra, A.Belenitsky (1965) M.Ö.5 bin,D.Schmandt-Besserat (1987) M.Ö.6 bin, V.A.Ranov ise (1993) M.Ö.7 bin olarak vermiştir.18

Millet Kavramı

M.Ö.6.yüzyıl başlarında hükümdar olan Yolug Tigin, devletine Biriki Budun (Birleşik millet) adını vermiş ve diktirdiği anıta şunları yazdırmıştı:“Babamız ve amcamızın kazanmış olduğu milletin adı ve gücü yok olmasın diye, Türk milleti için gece uyumadım, gündüz oturmadım. Ökül Tigin ve İki Uşud (başbakan) ile birlikte, herşey yitirilmek üzereyken kazandım. Kazanarak ‘Biriki Budun’un dağılmasını önledim.”19
Yolug Tigin’in bu sözlerle dile getirdiği yönetim anlayışı, Türk tarihinin her döneminde geçerli olan bir geleneği temsil eder. Devlete ve devletin geleceğine verilen önemi gösteren bu yaklaşım, Göktürk yazıtlarında da konu edilecek ve hemen tüm Türk devletlerinin temel politikası bu anlayış üzerine kurulacaktır.

Eşitlikçi Toplum

Ön-Türk devletleri, ortaya çıkış döneminin eskiliği kadar, toplumsal ilişkiler ve yönetim biçimi bakımından da dikkat çekici özelliklere sahiptirler. Bu devletlerde, yöneticiler kadar milleti oluşturan bireyler de kutsal veeşittirler. Milleti ilgilendiren önemli yönetim kararlarında oy hakları vardır.
Töreyle yönetilen boylar, ortak bir hukuğu olan devlet yapısı içinde birleştirilmiştir. Buğ (yönetici önder) seçimle belirlenir. Töreler bir tür anayasal düzenlemelerdir. Yazı bulunduğu için okullar açılmış ve özellikle devlet görevlerine getirilecek olanlar, her yönden eğitilmişlerdir. Yerleşik yaşama geçtikleri için kentler kurmuşlar, yönetim merkezi olarak kullanılan başkentkavramını geliştirmişlerdir.20
DİPNOTLAR

1           “Türkçülüğün Tanımı” Yusuf Akçura, Kaynak Yay., 1998, sf.17
2           “Türk Düşününde Batı Sorunu” Prof.Niyazi Berkes, Bilgi Yay., 1975, sf.267–268
3           “Histoire de Peuple d’Israel” Ernest Renan ak., “Türk Tarihinin Ana Hatları” Kaynak Yay., 2.Bas.,1996, sf.69
4           “Türk Tarihinin Ana Hatları” Kaynak Yay., 2.Bas., 1996, sf.57–58
5           “Bilinmeyen İç Asya” L.Lageti, Türk Dil Kur.Yay., 1986, sf.5
6           “Türk Tarihinin Ana Hatları” Kaynak Yay., 2.Bas., 1996, sf.68
7           “Umumi Türk Tarihine Giriş” Ord.Prof.Zeki Velidi Togan, Edebiyat Fakültesi Bas., 2.Bas., İstanbul–1970, sf.7 ve 397
8           “Compte rendu des publications d’Andersson 1924 Karlgren ak. “Türk Tarihinin Ana Hatları” Kaynak Yay., 2.Bas., 1996, sf.86
9           “Painted Stone Age Pottery From The Proumce of Honan, Chine 1925” Arne, ak. a.g.e, sf.86
10         “Hist de l’Asie”, Herbert H.Gowen, 1929, sf.18, ak.a.g.e. sf.87
11         “Türk Tarihinin Ana Hatları” Kaynak Yay., 2.Bas., 1996, sf.87
12         “La Civilisation Chinoise” Marcel Granet, 1929 ve “I’Hist de l’Eyt Orient” Renée GroussetC.1, 1929, ak. a.g.e. sf.87
13         “Türk Tarihinin Ana Hatları” Kaynak Yay., 2.Bas., 1996, sf.87
14         “Ön Türk Tarihi” Haluk Tarcan, Kaynak Yay., 1.Bas., 1998, sf.22
15         “Ön Türk Tarihi” Haluk Tarcan, Kaynak Yay., 1.Bas., 1998, sf.41, 123, 147 ve 151
16         “Ön Türkçe: Batı Uygarlığının Kökeni” Abdullah Rıza Ergüven, Teori Dergisi Ekim 2000, sf.45
17         “Ön Türk Tarihi” H.Tarcan, Kaynak Yay., 1.Bas., 1998, sf.144
18         “Ön Türk Tarihi” H.Tarcan, Kaynak Yay., 1.Bas., 1998, sf.56 ve 71
19         “Erken Türk Devletleri ve Türük Bil” K.Mirşan, MMB–1999, sf.34
20         “Ön Türk Tarihi” H.Tarcan, Kaynak Yay., 1.Bas., 1998, sf.58