25 Mart 2018 Pazar

200.000 YILLIK “ANUNNAKI” METROPOLÜ AFRİKA’DA KEŞFEDİLDİ


Afrika’nın güneyindeki bir bölgede hayret verici bir keşfe imza atıldı: yaklaşık 1500 kilometre karelik bir alana yayılan büyük bir metropolün, AnunnakiMetropolü’nün, kalıntılarına. Bu kalıntılar aslında hep oradaymış, insanlar onları daha önce fark etmiş; ama hiç kimsenin onları kimin ya da neden yaptığına dair bir fikri yoktu. Bu güne dek hiç kimse kaç tane olduğunu bilmiyordu. Şimdi ise her yerdeler, binlerce değil yüz binlercesiyle. Anlattıkları hikaye de insanlığın en önemli hikayesidir. Duymaya hazır olmayabileceğimiz türden bir hikaye.
Bu kalıntılar, yaklaşık 10.000 kilometrekarelik daha büyük bir topluluğun parçasıdır ve milattan önce, sıkı durun, 160.000 ile 200.000 yılları arasında inşa edilmiş gibi görünüyor.
Aşağıdaki resim, google-earth ile çekilen birkaç yüz metrelik bir manzaranın yakınlaştırılmış bir görüntüsüdür. Bölge kısmen uzaktır ve yerel çiftçiler bu “halkalara” sık sık rastlamış ve onların geçmişte yerel halk tarafından yapıldığını farz etmişlerdir. Ancak gariptir ki kimse bunların kim tarafından yapıldığını ya da kaç yıllık olduklarını sorgulama gereği duymamıştır.
Araştırmacı ve yazar Michael Tellinger, yıllarca harabeleri gözlemleyerek bölgeyi gezen yerel bir itfaiyeci ve pilot olan JohanHeine ile işbirliği yaptığında bu durum değişti. Heine’ın, bu garip taş temellerin sayısını ve kapsamını görmek için eşsiz bir avantajı vardı ve onların ne kadar önemli olduklarının fark edilmediğini biliyordu.
“Johan beni güney Afrika’nın antik taş kalıntıları ile tanıştırdığında, sonraki bir iki yıl içinde yapacağımız inanılmaz keşiflere dair hiçbir fikrim yoktu. Bugüne kadar biriktirdiğimiz fotoğraflar, eserler ve deliller, diğer tüm medeniyetlerden birkaç yüz ya da birkaç bin yıl değil binlerce yıl önce ortaya çıkmış, kayıp ve hiç görülmemiş bir medeniyetin varlığına şüphesiz olarak işaret ediyor. Bu keşifler o kadar şaşırtıcı ki, daha önce tecrübe ettiğimiz üzere, tarihi ve arkeolojik ana görüş tarafından kolayca kabul görmeyecektir.İnsanlık tarihine dair bakış açımıza tamamen değişik bir yaklaşım gerektiriyor.” diyor Tellinger.
Kalıntılar Nerede Bulundu?
Bölge, dikkat çekici bir sebepten dolayı önemlidir: altın.”Son 500 yıl içinde keşfedilen binlerce antik altın madeni, dünyanın bu bölümünde binlerce yıl yaşamış ve altın kazıları yapmış ve sonra ortadan yok olmuş bir uygarlığa işaret ediyor.” diyor Tellinger.“Ve eğer
burası aslında insanlığın beşiği ise, Dünya üzerindeki en eski uygarlığın faaliyetlerine bakıyor olabiliriz.”
Bu kalıntıların sayısını ve kapsamını görmek için google-earth’ükullanmanızı ve aşağıdaki koordinatlarla başlamanızı öneririm:
Carolina — 25 55′ 53.28″ S / 30 16′ 13.13″ E
Badplaas — 25 47′ 33.45″ S / 30 40′ 38.76″ E
Waterval — 25 38′ 07.82″ S / 30 21′ 18.79″ E
Machadodorp — 25 39′ 22.42″ S / 30 17′ 03.25″ E
Ardından bu dikdörtgenin oluşturduğu alanın içinde düşük bir uçuş araması yapın. Tek kelimeyle muhteşem!
Altın, bir zamanlar burada yaşayan yoğun nüfusa dair bir rol oynamış mıydı? Bölge, harika bir limana yaklaşık 150 mil uzaklıkta ve deniz ticareti böyle büyük bir nüfusu geçindirmeye yardımcı olmuş olabilir. Ama unutmayın – yaklaşık 200.000 yıl öncesinden bahsediyoruz!
Ayrık kalıntılar, çoğunlukla taş halkalardan oluşur. Çoğu kumda gömülüdür ve sadece uydu veya uçaklarla gözlemlenebilir. Bazıları değişen iklim kumları havaya uçurarak, duvarları ve temelleri açığa çıkardığında ortaya çıktı.
“Kendimi oldukça açık fikirli bir adam olarak görürüm ama itiraf etmeliyim ki yeryüzünde insanlar tarafından inşa edilmiş en eski yapılarla uğraştığımızı fark etmem neredeyse bir yılımı aldı.Bunun ana sebebi, önemli hiçbir şeyin Güney Afrika’dan gelmediğinin, güçlü uygarlıkların hepsinin Sümer’de Mısır’da ya da başka bir yerde ortaya çıktığının bize öğretilmiş olması.Bize hep şu öğretildi: Milattan sonra yaklaşık 12. yüzyılda kuzeyden gelen BANTU kabilesinin yerleşik hayata geçişine kadar bu alan avcı-toplayıcılarla ve buşmen(Botsvana ve Namibya’ya komşu Kalahari çölünde yaşayan Güney Afrika halkı) diye adlandırılan insanlarla doluydu ve bu insanlar ne teknolojiye ne de uygarlığa pek katkı sağlamadı.” diye ekliyor Tellinger.
Zengin ve Farklı Bir Tarih
Kaşifler ilk olarak bu kalıntılarla karşılaştıklarında, onların güneyde ilerleyip ve araziye 13. yüzyıldan bu yana yerleşen Bantu halkı gibi göçebe kabileler tarafından yapılan büyükbaş hayvanlar meraları olduklarını varsaydılar.Daha önceböyle yoğun nüfuslu bir topluluk inşa edebilecek herhangi bir eski uygarlığa dair herhangi bir tarihsel bir kayıt yoktu. Bölgeyi araştırmak için çok az çaba sarf edilmişti çünkü kalıntıların kapsamı tam olarak bilinmiyordu.
Son 20 yılda, CyrilHromnik, Richard Wade, JohanHeine gibi insanlar bu taş yapıların göründükleri gibi olmadığını keşfettiler.Aslında şimdi bunların binlerce yıllık eski bir medeniyetin antik tapınakları ve astronomik gözlem evlerinin kalıntıları olduğuna inanılıyor.
Bu dairesel kalıntılar devasa bir alana yayılır ve sadece havadan ya da modern uydu görüntüleri ile gerçek anlamda değerlendirilebilir. Birçoğu neredeyse tamamen aşınmış veya tarım ve iklim nedeniyle toprakla kaplanmıştır. Bazıları gerçek ve büyük boyutlarını ortaya koyacak kadar uzun süre dayanmıştır; bazı bölgelerde duvarlar 5 fit boyunda ve bir metre genişliğindedir. Tüm şehir veya metropole gelecek olursak son derece gelişmiş bir uygarlık tarafından geliştirilen iyi planlanmış bir topluluk olduğu çok açıktır.Antik altın madenlerinin sayısı, topluluğun neden burayı seçtiğinin göstergesi.  Peru’daki İnka yerleşimlerinde bulunanlara benzeyen, toprağı ve teraslı tarımı birbirine bağlayan ve yüzlerce kilometre uzanan yollar bulduk. Ancak şu soru cevabını bekliyor: 200.000 yıl önce insanlar bunu nasıl başarabildi?
Çeviren: Özlem SEİS

21 Mart 2018 Çarşamba

Sümer Dili ile Türk Dili karşılaştırmaları.

Sümer Dili ile Türk Dili karşılaştırmaları - Muazzez İlmiye Çığ





Sümerliler Bundan 6000 yıl önce Dicle ve Fırat nehirleri arası olan Mezopotamya’nın güneyine gelip yerleşmiş, orada büyük bir uygarlık kurarak en az 2000 yıl varlıklarını korumuşlardır. Onların uygarlıklarının en önemli olayı dillerine göre bir yazı icat etmeleri, okullar kurarak, kil üzerine yazarak o yazıyı geliştirip her istediklerini yazabilmeleridir. Çiviyazısı adı verilen bu yazıyı ile gerek Sümerliler zamanında var olan, gerek daha sonra tarih sahnesine çıkan Orta Doğu milletleri de kendi dilleri için kullanmışlardır. 1800 yıllarının başlarından itibaren bu yazının ve dilinin çözülmesi çalışmaları başlamış,  Nineve’de Asurbanipal kitaplığının bulunması ile yazının ve Asur dilinin 1855 yılında çözümü başarılmıştı. Okunan bazı Asurca metinlerin satır aralarında başka dilde yazılmış satırlar vardı.  İlk olarak  bu satırların İskit veya Turan dilinde yazılmış olacağını ve yazının onlar tarafından icat edildiğini, Çiviyazılarını çözmeyi başaran Rowlinson ileriye sürmüştü. 1869 da Jule Oppert  bu dile Sümerce adını verdi ve bu dilin Türk, Fin ve Macar dillerine akraba olduğunu söyledi. 1874’de Francois Leonorment da  dili Ural Altay dil grubuna koyuyor. Joseph Halévy ise bunlara tamamıyla karşı çıkarak bunun Sami Akadların özel bir amaçla uydurdukları dil, diye tutturuyor. Onun bu direnişine başkaları da katılıyor ve 50 yıl kadar bu sav sürüyor. Daha sonra güney Mezopotamya’da yapılan kazılarda çıkan bol miktardaki Sümer belgeleri üzerinde büyük bir gayretle çalışıldı sözlükleri, gramerleri yapılmaya başlandı. Bunlar üzerinde çalışanların hepsi batılı bilginlerdi. Onlar Türkçe bilmiyorlardı. Türkçe’nin etimolojik bir sözlüğü de yoktu. Yine de Fritz Hommel,[1] Diyakonov, İzakar Andereyas[2], İrene İskenderi[3] gibi bilim insanları Sümer dilini Fin, Kafkas, Uygur dillerine benzeterek bir hayli eş anlamlı Türk ve Sümer kelimelerini  karşılaştırmışlardır.
        
Herhangi geniş bir çalışma yapmadan Sümer dilini Türk diline benzetenler A.Falkenstein[4],  Hartmut Schmökel, ve S.N. Kramer[5] dir. Kramer hemen ekseri yazısında yeri geldikçe bunu tekrarlamıştır. Ölümümden iki ay önce çevirisini yaptığım ve Türk Tarih Kurumu tarafından yayımlanan “Tarih Sümer’de Başlar” kitabını eline aldığı 28 Eylül 1990’da  bana şöyle yazmıştı: 

“Ne de olsa bu kitap büyük bir olasılıkla Türkçe gibi bitişken bir dil konuşan ve Güney Mezopotamya’ya 6-7 bin yıl önce Orta Asya’nın herhangi bir yerinden göçmüş olan Sümer halkı hakkında. Sümerlilerin Türklerle ilgili bir halk olduğu fikri Atatürk zamanında geçerli idi. Böyle olabileceği hakikatten hiç de uzak değildir”.

Sümeroloji Hocam Benno Landsberger de : Sümer dili, hem dil bakımından, hem de, bütün Asya boyunca dağlık bölgelerde konuşulan dil olması bakımından önemlidir. Bu türden  olup bugün hala yaşayan dil Türk dilidir” diyor. Türkmen yazarları da Sümercenin daha çok Türkmen Türkçesine benzediğini ileri sürüyorlar[6].
        
Sümer dili ile Türk dilini karşılaştırmak o kadar kolay bir iş değil. Önce yazılı kaynak olarak bu gün için elimizde Orhun  kitabeleri var. Arada  4000 yıla yakın bir zaman dilimi bulunuyor.  Bu süre içinde Türkçe kuşkusuz bir çok değişikliklere uğradı.  Diğer taraftan Sümerce kendisinden çok ayrı bir gruba ait olan Akad dili yoluyla çözüldü. Akadca da ı,o,ö,ü gibi sesli harfler ç, f, ğ, g gibi sessiz harfler yok.  Sümerce işaretlerin birkaç tür


okunuşu var. Şöyle ki, somut bir kelimeyi anlatan resim yazısından çevrilmiş bir işaret, o resim ile ilgili soyut anlamları da taşıyor. Örneğin : Göğü ifade eden bir işaret hem gök, hem de tanrı anlamına geliyor. Ayrıca ayni işaretin hece okunuşu da var. Bu bakımdan okunuşlarda yanlışlar olabilir. Diğer taraftan Türkçenin en eski kelimelerini çeşitli Türk dillerindeki okunuşlarını bildiren tam etimolojik sözlük yok. Ayni şekilde DÖ. 3000 – 1850 yılları arasında yazılmış olan Sümer dilinin de bir etimolojik sözlüğü yok. Kuşkusuz bu süre içinde Sümer dili de  bir hayli değişmiş olabilir.  Karşılaştırmalar hiç de kolay değil. Sümer dili  Türk dilinde olduğu gibi kelimeler kök halinde, onlara ekler yapılarak yeni kelimeler oluşturuluyor. Sümer dilinde Türk dilinde olduğu gibi fiil bakımında çok zengin. Ses uyumu var. Erkek, dişi ayrımı yok. Türkçede olduğu gibi kısa anlatımla geniş anlam veriliyor.
        
Karşılaştırmalardaki bütün bu zorluklara rağmen son yıllarda Azerbaycan’dan Prof. Atakişi Celiloğlu Kasım, Sümer işaretlerine yeni okunuşlar da vererek çok eski Türk kelimeleriyle karşılaştırmalar yapmış ve  onları “Sümerce kesin Türkçedir” adlı bir kitapta toplamıştır[7]. S.N.Kramer’de Sümercenin tam tercüme edilemediğini, ileride değişebileceğini söylüyor.

Yüksek Mühendis Selahi Diker yaşamının kırk yılında bütün dillerle Türk dilini karşılaştırmış ve sonunda bütün dillerin kaynağının Türkçe olduğunu gösteren bir kitap yazmış[8].
İran’dan Roshan Kheyavi yazmaya başladığı bütün Ural-Altay dillerinin etimolojisini kapsayan sözlüğün ilk cildini yayımlamış. Bunda da başlangıç olmasına rağmen 101 kelime içinde 35 Sümer kelimesi Türkçe köküne bağlanıyor.[9]

Prof. Osman Nedim Tuna, 165 Sümer kelimesini, hem anlam hem de fonetik bakımından uyan Türkçe kelimelerle eşleştirmiş. O, bu tezini Amerika’da Türkolog ve Sümerologların olduğu kongrede sunmuş ve hemen hiç tartışma olmadan bu tez kabul edilmiş.[10] Ona göre Sümerliler ile Türkler arasında tarihsel bir ilişki bulunmasını, Türklerin en az 3500-4000 yıl önce Anadolu’nun doğu bölgesinde yerleşmiş olmalarına bağlıyor. Türk dili 5500 yıl önce bağımsız ve iki kollu bir dil olarak bulunuyordu. İlk ana Türkçe ise 10.000 yıl eskiye gidiyor, diyor.

Türkmen olan Begmyrad Gerey, Sümer kültürünü arkeolojik buluntular, mimarlık, efsaneler, yer adları ve dil yoluyla  Türkmen kültürü ile karşılaştırmış, anlam ve fonetik bakımından Türkçe – Sümerce 295 kelimeyi eşleştirmiştir. Böylece, 5000 yıllık Sümer ve Türkmen bağlarını bir kitap halinde göstermiştir.[11]

Bazı bilim insanları, iki dil arasındaki benzer kelimeler için her yerde insan zekasının aynı sözü bulabileceğini, bunların bir tesadüfe bağlı olduğunu söylemişlerdir. Buna karşın ünlü dilci M. Swadesha, bilgisayar kullanarak “Eğer iki ayrı dilde fonetik ve mana bakımından benzeyen kelimeler, 100’den fazla ise bunların bağımsız olarak icad edilmiş olma ihtimali birkaç milyonda birdir. Aynı şekilde çift kelimelerde 7’den fazla olursa, o iki dil arasında tarihi bir ilişki vardır.” diyor.[12]

        


Osman Nedim Tuna da; “En ideal şartlarda Sümerce ve Türkçede hem fonetik hem de anlam bakımından benzer bir çift kelimenin bulunması 25 milyonda birdir.” diyor. Buna göre; Sümerce ile fonetik ve anlamca benzer 10 kelimeyi bulmak İzmir’den Erzurum’a kadar olan mesafenin (1280 km) 1 mm.sinden daha azmış.[13] 

Diğer taraftan bazı bilim insanları da kelimelerin gelişi güzel karşılaştırmalarını doğru bulmuyor, ancak ayni konulardaki kelimelerin uyması gerektiğini söylüyor. Bunu 1975 yılında ilk uygulayan Olcas Süleyman. O, insan, tanrı ve tabiat ile ilgili fonetik ve anlamda ayni olan 60 Türkçe ve Sümerce kelimeyi bulmuş ve Rusça bir kitapta yayınlamış.  Kitap rejim değişinceye kadar  yasak kalmış. Şimdi Türkçesi de var.[14] 

Son yıllarda bu çalışmalara Yüksek Mühendis Ünal Mutlu katıldı. O bir kubbe tamirini yaparken kubbe yapmasını ilk kimler icat etti merakına düşmüş ve araştırmaları onu Sümerlilere götürmüş. Sümerliler bütün kültürleri başlattığına göre bu kültürlere ait kelimelerin de onlarda başlaması gerek düşüncesiyle Sümer diline ait sözlük arıyor. Ancak internette 2500 kelimeyi kapsayan Sümerce İngilizce bir sözlük buluyor. Aslında Sümer dilinin tam anlamıyla henüz sözlüğü yapılmadı. Philadelphia Üniversite Müzesinde başlanan sözlük 2019 yılında tamamlanacakmış. Fakat elde olan malzeme ile yapılan çalışmalar var. Ünal Mutlu bunlardan yararlanarak, Kültür ve Sanat, Bilim, Siyaset, Mühendislik, Ticaret gibi 20 konuya ait Sümerce kelimeleri buluyor. Bunların  çeşitli Türk dillerindeki karşılıklarını arıyor. Hatta daha ileri giderek batı dilleriyle, Etrüskçe ile karşılaştırıyor ve inanılması güç sonuçlar çıkarıyor[15].

Bunlardan başka D.Ö 2400 yıllarında yazılı çiviyazılı belgelerde Türk adları bulundu. Bunlar o tarihlerde Mezopotamya’ya akın eden ve orada 125 yıl kadar krallık sürdüren Gut/Kut Krallarının adları idi. Bunları 1937 yılında D.T.C.Fakültesinde Sümeroloji hocam Prof.B. Landsberger bir Türkolog ile yaptığı çalışmasında saptadı. Kut’ların Mezopotamya da kaldığı  125 yıl boyunca 12 kralları oluyor. Bunlardan dördünün adı kendi zamanlarına yazılan belgelerde, diğerleri de daha sonra yazılan kral listesinde. Bunlardan Yarla, Yarlagan adı Orhon kitabelerinde, İnkişi adı da Enkiş olarak Dede Korkut’ta bulunuyor.

Konumuzu toparlayacak olursak: Sümer belgelerinin ilk okunuşundan itibaren Sümercenin Ural-Altay dillerine benzediği söylenmiş. Daha sonra ayni anlam ve fonetikte olan Sümerce ve Türkçe kelimeler karşılaştırılmış. Bu yeterli görülmeyerek konulara göre karşılaştırma istenmiş. Son çalışmalarda bu da yapıldı ve Türk dili ile Sümerce arasında büyük bir yakınlık ortaya çıktı, hatta bazı kelimelerin zamanımıza kadar ulaştığı görüldü. Bilim insanları da Türk dilinin çok sağlam, kolay kaybolmayan bir dil olduğunu kabul ediyorlar. Bunlara göre Sümer dilinin  Türk dili veya o dilin bir dalı olduğunu, Türk dilinin de, Prof. Osman Nedim Tuna’nın öne sürdüğü gibi, on bin yıl önceye kadar gittiğini korkusuzca söyleyebiliriz. Bunlara ek olarak son yapılan arkeolojik buluntularda, yer adlarında, efsanelerde, destanlarda Orta Asya, özellikle Türkmenistan ile Sümerliler arasında pek çok benzerlikler, bağlantılar bulunmuştur. Sümerliler Mezopotamya’ya daha göç etmeden Türkmenistan’da tarım ve hayvancılığın başlamış olduğunu, Sümerlilerin en eski yazı işaretlerinden bazılarını içeren bir de yazı bulunduğunu öğreniyoruz[16]  Bunların hepsini toplayınca Sümerlilerin Orta Asya’dan göç eden Türklerin bir kolu olabileceği savı hiçte yabana atılamaz.
                                                                                                                
http://muazzezcig.blogcu.com/sumer-dili-ile-turk-dili-karsilastirmasi/2426089 ´den ALINTIDIR

[1] Fritz Hommel, Ethnologie and Geographie des alten Orients, 1925 München , S.16-22.
[2] Zakar Andereyas, “Current Antropologie”, World Journal of the Science of Man, 1971 p. 212
[3] Irene Iskenderi, Der Tarikia Hazereha, S.215.
[4] A.Falkenstein, W. Von Soden, Sumerische und Akkadisch Hymnen und Gebete, s.7

[5] S.N.Kramer, Cradle of Civilization, P. 33
[6] Ödek Odekop, Sumer Hakda Kelam Ağız, 1990 Yaşlılık  Jurnali, sayı 12 s. 30
  Begmyrat Gerey, 5000 yıllık Sumer- Türkmen Bağları.
[7] Atakişi Celiloğlu Kasım, “Sumerce” kesin olarak Türk dilidir. İstanbul, 2001
[8] Selahi Diker,Anadolu’da on bin yıl, Türk dilinin beş bin yılı, Eski Kayıp Dillerin Çözümü, Töre Yayınları, 2000.
[9] Roshan . Kheyavi, Historical – Comparative Dictionary of Ural – Altaic Languages, Vol:1, Iran.Karaj.

[10] Osman Nedim Tuna, Sumer ve Türk Dillerinin Tarihi İlgisi İle Türk Dilinin Yaşı Meselesi, Ankara, 1990
[11] Begmyrad Gerey, 5000 Yıllık Sumer – Türkmen Bağları, IQ Kültür Sanat yayınları, 2001,
[12] Ord.Prof.Dr. Reha Oğuz Türkan, Kızılderililer ve Türkler, Bir Tarihin Bir Dramın Hikayesi, E yayınları, 1999, 2003, s.122-123
[13] Osman nedim Tuna, a.g.y.,s.38
[14] Olcas Süleyman, AZ  İ  YA , Rusca aslından çeviren Natık Seferoğlu, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı. İstanbul 1992.
[15] M.Ünal Mutlu, Dünya Uygarlıklarında Türk Dili, yayınlanmak üzere.
[16] Begmyrar Gerey, 5000 yıllık Sumer Türkmen bağları s.7, 41, 78…

NEVRUZ - ERGENEKON BAYRAMI

Navrız - nevruz nedir?  Bir kır çiçeğinin adı mıdır?  Acaba şimdiki çocuklar kırlarda hala navrız topluyorlar mı? Yoksa Nevruz, Türk milletinin kader günlerinden birine verilen ad mıdır?  Bu özel gün, Türk milletinin hayatında nasıl bir etki bırakmıştır?
            Töreler, örf ve adetler milleti bir arada tutan, birlik ve beraberliği pekiştiren unsurların başında gelmiştir. Türk milletinin törelerini, destanlar çağında, Oğuz Han düzenlemiş ve nesiller boyunca yaşatılarak günümüze kadar ulaşmıştır. Atalarımızdan bizlere intikal eden kutlu törelerden birisi de Navrız-Ergenekon Bayramı’dır. Bu bayram, ilk yıllardaki adet ve geleneklere uygun şekilde, bütün Türk dünyasında kutlanmaktadır.

            Türk milleti yaptığı bir savaşta düşmanları tarafından yenilmiş ve tamamen yok olmuştu. Bu savaştan yalnızca Hakanın oğlu, yeğeni ve onların karıları sağ kurtulabilmiş ve kaçarak sarp dağların arasındaki bir vadiye sığınmışlardı. Türkler, bu vadiye Ergenekon adını verdiler.
            Ergenekon’da 400 yıl yaşayan Türkler, çoğalmışlar ve buraya sığamaz oldular. Vadiden çıkarak, atalarının yurduna yeniden hâkim olmak istediler. Bütün aramalarına rağmen sarp sıradağların arasından bir geçit bulamadılar. Bunun üzerine, bir demir ustası, demirden bir dağı eritip çıkış yolu açabileceğini söyledi. Ateşler yakılıp demir dağ eritildi ve bir geçit açıldı. Türklerdeki sevinç dağı taşı çınlattı. Ergenekon’dan çıkarken bir böri-bozkurt Türklere yol gösterdi ve atalarının yurduna yeniden hâkim oldular.
            Türk milleti Ergenekon’dan çıktıkları o ayı, o günü ve o saati iyi belledi ve hiçbir zaman unutmadı. Destanlardaki Ergenekon’dan çıkış günü, Türk milletinin gönlünde bu şekilde yer etti.
             Türkler daha sonra bu günü milli bayram olarak her yıl kutladılar. Demir dağı ateşle eritmelerinin anısını yaşatmak için, her obanın en yaşlısı, bir demir parçasını ateşte kor haline getirip örs üzerinde çekiçle döverdi. Sonra da obanın ileri gelenleri aynı işlemi yapardı. Ardından şenlikler başlar, hep birlikte yemekler yenir, eğlenceler ve spor müsabakaları düzenlenirdi. Devletin en üst düzeydeki yöneticisinden, en alt kademesindekine ve sivil halkın her kesiminde bu törenler düzenlenirdi ve herkes bu törenlere katılırdı.
            Destanlar çağından günümüze kadar ulaşan bu gelenek, bütün Türk illerinde hala yaşatılmaktadır. Türkler Ön Asya’ya geldiklerinde, Farsça’nın da etkisiyle bu güne, yeni gün anlamına gelen nev-ruz veya Oğuz Türkçesindeki ses uyumuna uygun olarak navrız günü dediler. Kış mevsiminin sona erip baharın başladığı ilk gün olan 21 Mart tarihini Nevruz Bayramı olarak kutlamaya devam ettiler.

            Eski Türklerde 12 hayvanlı takvim kullanılırdı. Rumi takvime göre 9 Mart, Miladi takvime göre de 21 Mart, Türklerde yılbaşı olarak kabul edilmiştir. İsa’dan önceki dönemlerde kurulan Türk devletleri ile Hunlar, Göktürkler, Uygurlar, Karahanlılar, bir dönemde Selçuklular ve bunların çağdaşı olan öteki Türk kavimleri ve akraba topluluklar da bu takvimi kullanmıştır.
            Gece ile gündüzün eşit olduğu ve güneşin Koç Burcu’na girdiği 21 Mart günü, Orta Asya’da kurulan Türk devletlerinde her yıl bayram olarak coşkuyla kutlanırdı. Bu günde Türk devlet başkanları, ateşte kızdırılan demiri örs üzerinde çekiçle döverek kutlamaları ve şenlikleri başlatırdı. Oğuz törelerindeki orun ve ülüş geleneğine göre, protokolde yeri bulunan devlet adamları da aynı işlemi sırayla yerine getirirlerdi. Bu önemli günde, birçok şenlikler düzenlenir, ülkede bir bayram havası yaşanırdı. Ardından insan ve hayvanların sayımı yapılırdı. Bozkır kültüründe savaşan insan gücü ile ekonominin temel dayanaklarından birisini teşkil eden hayvanların, Türkler için önemi tartışılmazdı.
Türk tarihine ait kaynaklar da böyle söylüyor.

            Türklerin en eski tarihinden günümüze kadar varlığını sürdüren Nevruz-Ergenekon Bayramı, bütün unsurlarıyla, adet ve gelenekleriyle bir Türk bayramıdır. Türk dünyasının her köşesinde büyük şenliklerle kutlanan bu bayram, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan, Tacikistan ve Azerbaycan Cumhuriyetlerinde resmi ve milli bayram olarak kutlanmaktadır. Başta Türkiye olmak üzere Kuzey Kıbrıs, Bosna, Sancak, Makedonya, Bulgaristan, Batı Trakya, Romanya, Moldova, Gagauz Yeri, Kırım, Kazan, İdil-Ural, Kafkasya, Sibir, Saha-Yakutistan, Doğu Türkistan-Uygur bölgesi, Afganistan, İran, Irak, Suriye ve Kuzey Afrika gibi ülkelerde yaşayan Türkler, dost, kardeş ve akraba topluluklarda, yani Türklerin yaşadığı her coğrafyada, Nevruz Bayramı geleneği yaşatılmaktadır. Bu bayram Türk topluluklarında milli birliği güçlendiren, dayanışmayı artıran, birlik ve beraberliği pekiştiren unsur olarak görülmektedir.

            Kafkaslarda Nevruz Bayramı Kutlamaları:

            Nevruz Bayramı, modern Sovyet Rus Çarlarının işgalindeki Türk illerinde en son olarak 1925 yılında devlet seviyesinde kutlanmıştı. Ancak 1926 yılında hiçbir gerekçe gösterilmeden yasaklandı. Halkın hafızasında kesintili de olsa korunan Nevruz Bayramı geleneği, evlerde gizlice yaşatılmaya devam etti. Bazı Türk illerinde 1988 yılının 21 Mart gününde Nevruz Bayramı, 62 yıl aradan sonra açıktan kutlanmaya başladı.
            1990 yılından itibaren de Nevruz günü bütün Türk Cumhuriyetlerinde resmen milli bayram ilan edildi.
            Kafkasya ve Orta Asya’da Nevruz, Kün Bayramı, yılbaşı, halk bayramı olarak değerlendirilir. Kızır Ata’nın,  yani Hızır Aleyhisselam’ın 21 Mart gecesinde ülkede dolaşarak iyi talih ve şifa dağıtan aksakallı bir ihtiyar suretinde insanlara göründüğüne inanılır. Kızır Ata, iyiliğin ve güzelliğin sembolü olarak nitelendirilir. Hızır Ata gecesi olarak da kabul edilen yeni yılın ilk gününde, evin başköşesinde bir çift mum yakılır. Bu gecede bir kabın içine buğday, darı veya arpadan yapılan ırıska, süt, ayran veya ağızdan yapılan ak ve kaynak suyu konur. Bu yiyecek ev halkı ve misafirler tarafından yenir.
            Genç kızlar ve nişanlılar, sevdikleri delikanlılar için özel olarak hazırladıkları uykı aşar denilen ağızla pişirilmiş etten ikram ederler. Delikanlılar da onlara, temizlik ve gençliğin sembolü olan ayna, alımlılık ve güzelliğin timsali tarak, yeni tomurcuklanmış çiçek gibi parlaklık ve ışık anlamına gelen güzel kokular hediye ederler.
            Türk milletinin özüne mahsus düşünce tarzı doğrultusunda gelişen bu anlayışın, bu ay, gün ve tarihin, özel bir önemi vardır. Bunlar ecdadımızın tarihin değişik dönemlerindeki görüş, inanç ve hayat felsefesi ile sıkı sıkıya bağlıdır.
Azerbaycan Türkleri de bu büyük geçmişin kültürünü ve izlerini, günümüzde de yaşatmaktadırlar. Erken dönemlerde şekillenen Türk düşünce yapısını, günümüze kadar koruyabilmişlerdir.
            Türklerin hayat ve dünya hakkındaki görüşleri, su, ateş, yel ve toprak ile yakından ilgilidir. Yazın gelmesi, su, hava, toprak ve rüzgârın değişmesi, tazelenmesi, ısınması, tabiata ve toprağa yeni hayat getirmesi, onu diriltmesi düşüncesi ile bağlıdır.
            Türklerde 21 Mart tarihi yeni yılın ilk günüdür. Yılın son dört Çarşamba Akşamı, yani Salı gününü Çarşamba gününe bağlayan geceler mukaddes kabul edilmiştir. Bu çarşambalara, Ahır Çarşamba, İla-ahır Çarşamba veya Cemreler adı da verilmiştir.
Bu çarşambaların her birinde, tabiatın dört unsurundan biri olarak kabul edilen su, ateş, yel ve toprak dirilmektedir. Bundan dolayı, bu geceler, şenliklerle karşılanarak, şerefine kutlamalar düzenlenmektedir.
             Mukaddes kabul edilen bu günler, insanlara, düz ve doğru olmayı, çalışmayı, helal kazancı, iş ve emeğe saygıyı, toprağa bağlılığı öğretmiştir.
            Çarşamba akşamı inanışlarında adalete, alın teri ile kazanmaya, rahmete ve doğruluğa büyük bir saygı vardır.
            Türk âlemi ve dünya için yarınlar bugünlerden daha güzel olacaktır. Türk milletinin geleceğini kurtaracak yeni ufuklar aydınlanmaya başlamıştır. Bunun için de sorumluluk sahibi her Türk evladı üstüne düşeni yapmalıdır. Önemli olan, uyanık vatanseverlerin şu soruya doğru cevap verebilmesidir:
“ Türk çocuğu olarak biz ne yapmalıyız? Dünyada cihan devleti kurmuş birkaç ender milletten biri olan Türkler ne yapmalıdır?”
Birlik olunması halinde, hiçbir güç, Türk milletinin parlak geleceğini elinden almayacaktır.
TÜRK´ÜN BAYRAMI KUTLU OLSUN

ALINTIDIR