Haftanın tatlı yorgunluğunu biraz musiki dinleyerek geçirmekti en güzeli. Arkadaşımın davet ettiği, Galata Mevlevihane’si Adile Sultan Şadırvanı önünde Musiki Akşamları dinletisi için çıktım evden.
Akşam üzeri. İstanbul’da gün batımı. Sokaklar evlerine dönen yorgun insanların adımlarıyla sessiz sessiz uzuyordu. Mayıs toparlanıyor, gitmek üzere. Apartmanların önünde atık maddeler, çöp yığınları, çöpün içinde bir kadın. Yanık tenli. Uzun basma etekli. Ayağında örgü patik, patik üzerinde rengi solmuş siyah bir terlik. Başında Yemeni, sıkıca bağlamış. Ayaklarıyla çöpü karıştırırken elleriyle atıkları ayıklamaya çalışıyor. Ayrıştırıyordu. Bir ara başını sokaktan geçenler doğru çevirdi. Göz göze geldik. Bana gülümsedi. Kulaklarında kırmızı, sallanan top küpeler yanık tenin üzerinde parlıyordu. Gülümsemesine karşılık olarak küpelerinin çok güzel olduğunu, çok yakıştığını söyledim.
Hemen ellerini çöpün içinden çıkardı. Bir elini kulağına götürdü. “Size vereyim.” dedi.
“Yooo sana çok yakışmış, teşekkür ederim.” dedim.
“Adın ne senin?”
“Güneş, Güneş” dedi, iki kez söyledi. ”Ablam küpemi vereyim benim evde bir daha var. Bir liraya aldım, bu küpeyi. Bir daha alırım.” dedi. Tekrar teşekkür ettim. Sonra bir hamle ile arabasının demirlerini omuzuna aldı, Arabayı kendisi çekiyordu. Diğer çöplere yetişme telaşı vardı. Güneş, küpeleriyle birlikte çevirdi başını yürüdü, kayboldu batan güneş gibi…
İstiklal Caddesine girdim Hayatların yüzüne bakarak ilerledim. Dünyanın en güzel en renkli değişmeyen caddesi… Bilirim her gün akşama gebedir.
Herkese kucak açar. Herkes konuğudur. Akşam üzeri gitarını, kemanını kavalını, sazını, sözünü darbukasını alan gelir caddeye…
İlerledim Şadırvana…
Karmaşık bir dünyada akıp giden hayatların birisindeydi Güneş… Zihnimde Güneş karşımda muhteşem bir sahne… Kırmızı küpeleri taktım yıldızlara. Gökyüzü lacivert rengini serdi üzerimize. Şadırvanın ışığında renk değiştiren yapraklar, rüzgarla dans ediyordu.
Başladım dinlemeye. Birçok sanatçının tercih etmeyeceği bir ortam. Ney kültürüyle büyüyen Neyzen Burcu Karadağ üfledi neyine… İki asra yaklaşan Şadırvanın büyüleyici atmosferinde.
Dede Efendi ve Ey büt-i nev eda olmuşum müptelâ… Son derece önemli, son derece kutsal bir mekanda.
Dede Efendi ve Ey büt-i nev eda olmuşum müptelâ… Son derece önemli, son derece kutsal bir mekanda.
Birlikte dinledik kırmızı küpeli yıldızlarla…
Hani bazen her şeyden kaçıp sığınıp, kendinle baş başa kaldığın anlar vardır ya, neyin sesi götürdü kendime.
Şadırvanın önü o ağacın altı. Kim bilir ne hayatlar yaşandı o şadırvanın bulunduğu bahçede…
Zamanı geriye sardım. Tarihin tozlu sayfalarında Adile Sultan ile buluştum.
“Unutma, erkek olsaydım, şimdi padişah bendim!” diyen 1826’da Sultan II. Mahmut’un kızı olarak dünyaya gelen hassas ve sanatsever kişiliğiyle tarihe geçen sultan. Adile Sultan
İtibarlı ve vakur bir kişiliğe sahip olan Adile Sultan, kadın olduğu için saltanat makamımda bulunamamış. Kendinden büyük olan ağabeyi Abdülmecid Han’ın vefatından sonra kendinden küçük kardeşi Sultan Abdülaziz padişah olmuş.
Eşini ve kızını kaybeden Sultan, sekiz mermer sütunlu bu şadırvanı kocasının ruhu için yaptırmış. Sekiz cepheli kasnağının üzerinde otuz altı mısradan oluşan harika bir kitabe bulunmaktadır.
Şadırvanın kubbesi altında yer alan sekizgen su hazinesinin üzerleri bitki motifleri ile süslenmiş.
Muhteşem konseri izlediğim Adile Sultan Şadırvanın önü; Galata Mevlevihane’sinin bahçesinde. Yolunuz düşerse Beyoğlu’na. Uğrayın Mevlevihane’ye... Şadırvana...
Şadırvandan büyük bir huzurla, heybemde getirdiğim, Güneş ile ayrıldım.
Anladım ki zamanın hepimize eşit davrandığı bu gezegende, hepimizin bir görevi var.
Güneş, dünyanın diğer yanını aydınlatmaya başlarken, Kırmızı küpeli Güneş’in, akşam mesaisi başlıyor demektir.
Hesaplı dünyada hesapsızca yaşayan Güneş,
Omuzunda demir yığınları
Bir avuç mutluluk bıraktı geçip giderken yanı başımdan…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder