Yeni yılın ilk günlerinde Avrupa’nın en büyük ülkesinde büyük bir terör olayının yapılması üzerine, dünya gündemi yeniden terör olaylarına kilitlenmiştir. Bütün dünya Orta Doğu, Asya ve Afrika ülkelerinde her gün gündeme gelen terör olayları ile uğraşırken, birden uygarlığın beşiği Avrupa kıtasının tam ortasında büyük bir terör saldırısı ortaya çıkınca, yeni yılın gelecek için gündeme getirdiği umutlar ve güzel günler hayali insanların zihinlerinden uzaklaşmış ve yerini yeniden karamsarlıklar almaya başlamıştır. Çok hızlı bir değişim ve gelişim süreci içinde geleceğe doğru yol alan dünyanın, büyük insan ve mal kayıplarına yol açan terör olaylarını bir türlü önleyememesi, her geçen gün geleceğe dönük senaryoları karanlık beklentilere dönüştürerek, insanlığı daha kötü bir dünyaya doğru sürüklemektedir. Her terör olayı gerçekleştikçe insanlık bir kez daha can evinden vurulmakta ve geleceğe dönük yaşamın hiçbir anlamı kalmamaktadır. Hiç bir biçimde kabul edilemeyecek ve her aşamada karşı çıkılacak terör olaylarının bir biri ardı sıra gündeme gelmesi ve bu yüzden bir türlü yeni dünya düzeni kurulamaması, bütün dünyayı yeni bir kaos dönemine doğru sürüklemekte ve dünya halkları bu yüzden büyük kayıplar verirken, var olan devlet düzenleri de giderek çökme aşamasına doğru gelmektedirler. Hem mala hem de cana ziyan veren terör olayları geçmişten gelen dünya düzenini çökertirken, daha barışçı ve güvenlikli yeni bir dünya düzeninin oluşturulmasını da önlemektedir.
Tarihin her döneminde güç çekişmeleri ve devletlerarasındaki rekabet yüzünden çok farklı biçimlerde çeşitli terör olayları yaşanmış ve bu yüzden dünya tarihi bir çatışmalar süreci olarak bugüne gelmiştir. Eski dönemlerde güç merkezleri ya da güç sahiplerinin çekişmeleri çatışmalara dönüşme aşamasında beraberinde terör olaylarını gündeme getirirken, birbirinden çok farklı yöntemler ile devreye sokulan terör olayları, tarihsel gelişmelerin yönlerini belirlemiştir. Var olan düzenlerin bozulması, ya da yeni güç merkezlerinin ortaya çıkmasıyla birlikte istikrarsızlık ortamları doğunca, çekişmelerin giderek terör olayları biçiminde öne çıkarak gelişmeleri belirlediği görülmektedir. Siyasal alandaki güç merkezleri ya da siyaseti yönlendirme şansına sahip olan kişi ya da kuruluşlar, rekabet ortamında öne geçmek, ya da karşı tarafların oyunlarını bozmak istedikleri zaman siyasal şiddete başvurmaktan kaçınmayarak, insanları ve toplumları ciddi terör olayları ile karşı karşıya getirmekten çekinmemektedirler. Ülkeler, devletler ve toplumlar arasındaki hegemonya çekişmelerinde de, benzeri terör olayları zaman zaman gündeme getirilmekte ve siyasal şiddet üzerinden belirli senaryoların gerçekleşmesi için yoğun çabalar sarf edilmektedir. Böylesine bir gelişim çizgisi içinde terör her ülke için önemli bir siyasal sorun olmuş ve devletler insanlık için büyük bir tehdit olan terör olgusunun önüne geçebilmek için her yolu denemek zorunda kalmışlardır. Özellikle siyasal alanın önde gelen temsilcilerine yönelen saldırılar ve buna paralel olarak siyasal kuruluşlar ile sivil toplum örgütlerine yönelen terörist girişimler, halk kitleleri içinde büyük panikler yaratırken, terör üzerinden sürekli bir korku ortamına mahkûm edilen dünya halkları, böylesine engellemeler üzerinden kendilerini yönetemez bir duruma gelmişlerdir. Her zaman için yerleşik düzeni yıkan, büyük mal ve insan kaybına yol açan, halk kitlelerini korkutarak demokrasileri gerçek anlamda bir halkın kendi kendini yönetmesi düzeni olmaktan uzaklaştıran terör, ilk çağlarda olduğu gibi yirminci yüzyılda da insanlığın en büyük baş belası olarak gündemde kalmaya devam etmektedir. Önümüzdeki dönemde kalıcı bir dünya barışı gerçekleştirilemez ise bu durum aynen sürecektir.
Tanrıyı kıyamete zorlamak ve bu doğrultuda orta dünyanın kutsal topraklarında sürekli bir savaş ortamını gündemde tutmak, kutsal kitaplar ve tek tanrılı dinler adına belirli çevreler tarafından benimsenince, ortaya terörü ana araç olarak kullanmaya çalışan siyasal yapılanmalar çıkmaktadır. Birileri Hz. İsa’yı gökten yere indirmeye çalışırken, diğerleri de böylesine bir hedefin Hristiyan dünya için gerçekleştirilmesi doğrultusunda en büyük Yahudi yapılanması olarak, Siyonist bir çizgide Büyük İsrail İmparatorluğunun kurulmasını gerçekleştirebilmek için bir üçüncü dünya savaşı anlamını taşıyacak, Armegeddon Savaşını kutsal topraklar ilan edilen Filistin topraklarında ortaya çıkarabilmek doğrultusunda çeşitli siyasal senaryolara kalkışmaktadırlar. Yarım yüzyılı geçen bir zaman dilimi içinde birbirini izleyen girişimler sonucunda bu gibi yönelişler belirginlik kazanmıştır. Yüzyıllar önce insanlığa gönderilmiş olan kutsal kitapların bazı bölümlerine dayanarak, Orta Doğu’da Büyük İsrail devletinin kurulabilmesi için önce bir Armegeddon savaşını üçüncü dünya savaşı biçiminde gerçekleştirilmesini, daha sonraki aşamada da Hz. İsa’nın gökten inerek yeniden dünyaya dönmesi doğrultusunda da, öncelikli olarak Siyonizm’in ana hedefi olan Büyük İsrail yapılanmasını devreye sokmak isteyen bazı din merkezleri ile siyasal ve ekonomik güçler, savaşların ön hazırlığı olarak terör olaylarını gündeme getirmektedirler. Terörün var olan devlet düzenini ve hukuk yapılanmalarını dışlamasını dikkate alan bu çevreler, terörü destekleyerek, önce savaşların önünü açmaya çalışmaktadırlar. Terörün ortaya çıktığı aşamada insanların en kutsal haklarından birisi olan yaşam hakkı, öncelikli olarak tehlikeye girmekte ve var olan devlet düzenleri teröre karşı toplumun güvenliğini sağlayamadığı noktada da, bütünüyle hukuk düzenleri yıkılırken, geleceğe dönük olarak hiçbir kazanılmış hakkın korunabilmesi mümkün olamamaktadır.
Son yıllarda yaşanan gelişmeler dikkate alınırsa, artık hiçbir terör hareketinin kendiliğinden gündeme gelmediği, aksine belirli merkezler ile çevrelerin kendi çıkarları doğrultusunda gündeme getirdikleri siyasal senaryoların gerçekleştirildiği aşamada, terör yoluna başvurdukları görülmektedir. Yüzyıllarca bütün devletlerin birbirlerine karşı kullandıkları terör olaylarının, küreselleşme akımı sonrasında ulusal düzeyin dışına çıktığı sermaye hareketleriyle birlikte terörist girişimlerinde ulusal sınırların dışına çıkarak küreselleşme aşamasına geldiği, son dönemde yaşanan olaylar doğrultusunda kesinlik kazanmaktadır. Siyasetin ekonomi ile birlikte ulusal sınırların dışına çıkarıldığı bir aşamada siyaset ile birlikte terör olayları da küreselleşme eğilimleri göstermektedir. Dünyanın herhangi bir ülkesinde yerel koşullara göre kurulan terör örgütlerinin, tıpkı şirketler gibi ulusal sınırların dışına çıkarak başka ülkelerde terörist eylemlere kalkıştıkları, son yıllarda fazlasıyla görülmektedir. Neredeyse şirketlere paralel düzeyde bir terörist açılım çeşitli gizli örgütler tarafından tırmandırılmakta ve bazı büyük ülkelerin çok tanınmış istihbarat örgütleri tarafından da, bu gibi gelişmeler örgütlenerek belirli ekonomik ya da siyasal hedefler doğrultusunda toplumların önüne çıkartılmaktadır. Sınır ötesi başlığı altında oluşturulan çeşitli sivil toplum kuruluşları küreselleşme olgusu doğrultusunda her ülkede çeşitli etkinliklere ya da kampanyalara yönelirken, şirketler piyasaları ele geçirmek ya da çeşitli ülkelerin üzerinde kurulu bulunduğu toprakların altındaki yer altı kaynaklarına el koyabilme çizgisinde geniş alanlarda harekete geçerken, böylesine hareketlilik süreçlerinde terör olaylarına da yer verilerek bir paralellik sağlanmaya çalışılmaktadır. Terörün hiçbir zaman tek nedeni olmamış, aksine zamana ve zemine göre değişen koşullar ve gelişmeler doğrultusunda her türlü nedenle terör olgusu ortaya çıkarak olayların gelişim dinamiklerini etkilemiş ve yönlerini daha farklı hedeflere doğru çekmiştir. Beklenmedik durumlarda en küçük bir nedene dayalı olarak da gündeme gelebilen terör olgusu, sınırların gevşetildiği küreselleşme dönemin de etkisini daha da artırarak siyasal gelişmelerin belirleyicisi olma şansını elde etmiştir. Terör öncesinde farklı bir yön doğrultusunda gelişen olayların, terör sonrasında açıkça yön değiştirdiği görülebilmiştir. Siyasal güç merkezlerinin belirli hedefler için terör yöntemlerine başvurması ile siyasal gelişmelerin doğrultusu amaca dönük yönlendirilmektedir. Tarihin her döneminde var olan terör olayları, küreselleşme döneminde yön ve yapı değiştirerek, birçok şey gibi küreselleşen bir yapı içine girmiştir. Terörün küreselleşmeye başlamasıyla birlikte de, terör örgütleri tıpkı şirketler gibi küreselleşmenin global aktörleri konumuna gelmişlerdir. Küreselleşmeye başlayan dünya düzeninde, devletler ayakta kalabilmek için kendi küresel oyunlarını oynamaya başladıklarında, şirketler gibi sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte terör örgütlerinin de küresel aktörler haline geldiği ve böylesine bir süreç içerisinde kendi ulusal sınırlarının dışına çıkarak, küresel eylemlere kalkıştıkları görülmektedir. Uluslararası kuruluşlar geçmiş dönemden gelen küresel aktivitelerini yeni dönemde de sürdürmeye çalışırlarken, devletler kendi sınırlarının ötesinde etkinlik kazanmaya çalışmışlardır. Bu durumda, her ülkenin şirketleri, ya da sivil toplum kuruluşları gibi terör ve mafya örgütlerinin de küreselleşmeye başladıkları yeni bir dönem başlamıştır. Büyük devletler birbirleriyle giriştikleri rekabet düzeninde, şirketlerini koruyarak desteklerken, batı emperyalizminin ürünü olan Amerikan ya da Avrupa şirketleri küreselleşmenin patronları konumuna gelmişler, diğer dünya devletlerindeki şirketler de benzeri bir yöne doğru hareket etmeye başladıklarında, batı dünyasından yönlendirilen terör ve mafya örgütlerinin tepkileriyle karşılaşmışlardır. Küreselleşme süreci devletlerin ötesine çıkarak pazar ve piyasalar üzerinden bütün dünyaya yayılırken, mafya ve terör örgütlerinin birlikte hareket ettikleri ve ekonomik alanda uluslararası tekelci şirketlerin dümen suyunda giderek, onların evrensel hegemonyalarının oluşturulmasında önemli roller üstlendikleri görülmektedir. Batı kapitalizminin dünya ülkelerine kendisini şirin gösterme biçimindeki emperyalist oyununa dünya halkları alet olurken, piyasaların öyle göründüğü gibi serbest ve özgür olmadığı, aksine küresel şirketlerin mafya ve terör örgütlerini kullanarak ve kendi çıkarları doğrultusunda düzenlemeler yaparak, çeşitli bölgelerde üstünlüğü ele geçirdiği zaman içerisinde ortaya çıkmıştır.
Soğuk savaşın son dönemlerinde küreselleşmeye başlayan batılı ülkelerin uluslararası tekelci firmaları, tıpkı devletler gibi dünya düzeyinde etkinlik alanları oluşturmaya başlamışlardır. Her büyük tekelci şirket bütün dünya ülkelerinde merkeze bağlı temsilcilikler oluşturduğu gibi, açılan temsilcilik yerleşkelerinde tıpkı devletlerin büyükelçiliklerine benzer yapılanmalara gitmişlerdir. Devletler birbirlerinin başkentlerinde açtıkları büyükelçiliklerde hem diplomatik hem de istihbarat kadrolarını birlikte çalıştırırken, istihbarat görevlilerini diplomat olarak göstermeye dikkat etmiş ve böylece ikili bir yapıda geleceğe yönelik ilişkilerini, evrensel düzeyde yükseltebilmenin arayışı içinde olmuştur. Batı dünyasının en büyük devletlerinden okyanustaki ada devletlerine kadar, her devletin başkentinde temsilcilik açmaya çalışan küresel şirketler, temsilcilikleri aracılığı ile girmiş oldukları ülkelerde kendi devletlerinin destek ve koruması altında mafya ve terör örgütlerini diğer devletlerin şirketlerine karşı devreye sokarak, piyasalarda üstünlük sağlayabilmenin çabası içinde olmuşlardır. Üçüncü dünya ülkelerinin balta girmemiş orman alanlarından okyanustaki kimsesiz adalara kadar, yeryüzünün her noktasında örgütlenmeye çalışan küresel şirketler, giremedikleri yerlerde kendilerine bağlı olarak çalışan ve merkeze bağlı alt hizmetler alanında görevler yapan istihbarat, mafya ve terör kadrolarını bir bütünlük içerisinde kullanarak, küresel hegemonya alanlarını artırabilmenin çabası içinde olmuşlardır. Batılı devletler gibi batının şirketleri de istihbarat, mafya ve terör üçlüsünün kadrolarını birlikte değerlendirdikleri için, geçmişten gelen çekişmeler ve kavgalar daha da artan bir tempoda devam ederek bugünlere kadar gelmiştir. Asya ve Afrika ülkelerinde bu tür örgütlerin çekişmeleri görüldüğü gibi, yeni dönemde Latin Amerika ve Avrupa ülkelerinde de benzeri çekişmeler giderek yaygınlık kazanmıştır. Amerikan devletinin, ikinci dünya savaşı sırasında Avrupa kıtasına öncelikli olarak Sicilya adası üzerinden girişinin organize edilmesi sırasında ABD pazarlarından beslenen İtalyan mafyasının büyük rolü dolmuştur. Akdeniz üzerinden kaçakçılığın patronu olan İtalyan mafyası yeri geldiğinde terörü kullanarak rakiplerini alt etmesini bilmiştir. Bu durum küresel şirketlerin mafya örgütleri üzerinden terörü bir üstünlük sağlama aracı olarak kullanmalarını gündeme getirmiştir.
Savaş sonrası dönemde ABD Avrupa kıtasına yayılırken, Amerikan şirketleri başta İtalya olmak üzere diğer ülkelerin mafya örgütlerinden yararlanmasını bilmiştir. Şirketlerin bu düzeyde mafya örgütleriyle işbirliği içerisinde olmaları yüzünden, mafya kuruluşlarıyla ortak hareket eden bazı terör örgütlerine yeni iş sahaları açmıştır. Çeşitli pazarları elinde tutan mafya örgütlerinin yönetici tabakaları, giderek artan rekabet düzeyinde rakip firmaların istekleri doğrultusunda mafya örgütlerinin patronajı altındaki terör kuruluşlarının hedefleri olarak suikastlara kurban gitmişlerdir. “Baba“ romanı ve filminin gözler önüne sermiş olduğu gerçekler, İtalyan mafyası üzerinden dünyadaki yer altı faaliyetlerini ve ortaklıklarını gün yüzüne çıkarmıştır. P2 Locası skandalı ise yer altı örgütlenmesinin ne derece ilerilere gittiğini gösteren önemli bir gelişme olarak dünya kamuoyunda öne çıkmıştır. Çıkar çevreleri, büyük zenginler ve onların kontrolü altındaki şirketlerin, pazar ve piyasa çekişmesinde rakiplerini alt edebilme doğrultusunda mafya örgütleriyle işbirliği yaptıkları kadar terör örgütleriyle de yeri geldiği zaman birlikte çalıştıkları görülmüştür. Kuzey bölgesinde aşırı zenginler ile güney bölgesinde yoksul halk kitlelerini aynı çatı altında barındırmaya çalışan İtalya gibi ülkeler, mafya örgütlenmesinin Akdeniz ve Orta Doğu bölgelerinde önde gelen merkezleri olmuşlardır. Aşırı zenginlik beraberinde ileri derecede fakirliği getirdiği için, mafyaya karışan kadrolar ile teröre sürüklenen yoksul ailelerin çocukları için, elverişli zeminlerde yeni bir yöneliş olarak, küresel şirketlerin ayak işini gören eskisine oranla daha farklı bir yapılanma gündeme gelmiştir. P2 skandalında görüldüğü gibi, zengin patronlar daha geniş alanlarda at koşturabilmek için hem mafya hem de terör örgütleriyle işbirliği yaparak, rakiplerini hukuk dışı yollardan daha kolayca alt edebilmenin arayışı içinde olmuşlardır.
Amerika Birleşik Devletleri’nin Asya kıtasına yönelen hegemonya çıkartması sırasında, bu büyük kıtanın üç dev ülkesi olan Rusya, Çin ve Hindistan’a karşı kendi yanında yer alabilecek düzeyde kapitalist sisteme yönlendirdiği Japonya, batı dünyasının ülkelerinde kendisine pazar ve piyasa bulabilme doğrultusunda büyük mücadeleler vermiş ama sonunda, başta ABD olmak üzere diğer batılı ülkelerinde yaptığı gibi Jakuza adı altında bir devlet mafya örgütlenmesini bütün dünya ülkeleri düzeyinde geliştirerek kendisine dünya piyasalarında yer bulabilmiştir. Japonya gibi bir devletin kapitalist sisteme yönelmesi, dünya pazarlarına açılması ve de üçlü komisyon adı altında çalışan küresel örgütlenmede Asya kıtası adına yer alması da yeterli olamamış ve sonunda Japon devleti dünya pazarlarına girebilmek ve piyasalarda tutunabilmek amacıyla Jakuza örgütlenmesini bir devlet mafyası olarak gündeme getirmiştir. Böylesine büyük bir rekabete girmesine rağmen, Japonya Avrupa pazarlarında bir türlü kendisine yer edinememiş ve özellikle Avrupa Birliği oluşumu çerçevesinde, ucuz ve teknolojisi yüksek Japon malları Avrupa pazarlarına sokulmamıştır. Üçlü komisyon gibi bir batı bloku yapılanmasının üç ortağından birisi olmasına rağmen, Japonya Avrupa pazarlarından dışlanmaktan kurtulamamış ama daha sonraki aşamada oluşturduğu devlet mafyası aracılığı ile Asya, Afrika ve Amerika kıtasındaki ülkelerde yayılarak kapitalist sistem içerisinde eşit koşullarda var olabilmenin ve mücadele edebilmenin çabası içerisinde olmuştur. Serbest olduğu söylenen piyasanın öyle söylendiği gibi pek de serbest olmadığı, Japon devletinin başına gelen olaylardan sonra kesinlik kazanmıştır. Ayrıca gene batı kapitalistlerinin piyasanın görünmez el tarafından düzenlendiği iddiasının da hiçbir biçimde gerçeklerle bağdaşmadığı, yaşanan olaylar sürecinde görülmüştür. Büyük firmalar mafya ve terör örgütlerinin yardımları ile piyasalar üzerinde devletleri devre dışı bırakan hegemonyalar oluşturduktan sonra, malların fiyatlarının belirlenmesini kendi başlarına yapma olanağını elde etmişlerdir. Devletlerin içine kendi adamlarını yerleştirerek devletlerin tepkisini önleyen tekelci şirketler, kendilerine bağlı bir biçimde hareket eden mafya ve terör örgütlerinin katkılarıyla istedikleri doğrultuda piyasa egemenliğini kurabilmektedirler.
İkinci Dünya Savaşı dönemde Amerikan şirketleri bütün dünya ülkelerine yayılırken, Avrupalı emperyalist devletlerin eskiden oluşturdukları kendilerine bağlı eski sömürge düzenlerini yıkarak kendilerine yer açma girişimleri doğrultusunda Amerikan şirketleri ile İtalyan mafya birimlerinin işbirliği yaptıkları görülmüştür. Batı Avrupa ülkelerinin yüz yıllarca uğraşarak oluşturdukları sömürge düzenlerinin yıkılmasında ya da böylesine yapılanma içinde bulunan ülkelerde Amerikan şirketleri üzerinden küreselleşen finans kapital yapılanması, mafya örgütleriyle piyasaları ele geçirmeye öncelik vermiş ama bu doğrultuda sonuç alınamayınca da son çare olarak terör örgütleri devreye sokulmuştur. Küresel hegemonya düzenleri oluşturmaya çalışan küresel şirketlerin Avrupalı sömürgecilerin elinden dünya pazarlarını alması aşamasında mafya örgütleriyle birlikte terör örgütleri de taşeron birimler olarak kullanılmışlardır. Her işin bir ücreti olduğu gibi, belirli ülke pazarlarının ele geçirilmesi sırasında mafya örgütleri finans kapitalin patronlarından para alarak istenen hegemonyanın önünü açmaya çalışmışlar, yeterince etkili bir sonuç alamadıkları aşamada ise devreye terör örgütleri sokulmuştur. Çeşitli ülkelerin pazar ve piyasaları dışa açılma görünümü altında küresel sermayenin yeni sömürgeciliğine uygun bir hale getirilirken, tam anlamıyla bir hegemonya düzeni kurabilmek için Batı Avrupa ülkelerinin orta çağ sonrası dönemde dünya kıtalarında oluşturduğu eski sömürge düzenlerinin tasfiyesi zorunluluk kazanmıştır. İşte bu aşamada Amerika üzerinden dünyaya yayılan uluslararası tekelci şirketlerin giderek küresel sermaye kuruluşlarına dönüşmeye başladıkları görülmüştür. Bu aşamadan sonra da, sosyalist sistemin çökmesi sağlanarak, finans kapital şirketlerinin merkezinde yer aldığı küresel bir dünya düzenine dönük bir yeni dönem Amerika Birleşik Devletleri aracılığı ile gündeme getirilmiştir.
Soğuk savaşın son dönemlerinde iyice palazlanan Amerikan şirketleri, kendi devletlerinin koruması altında dünya ülkelerine yayılırken, yeni bir imparatorluk oluşturma hedefi doğrultusunda her türlü Makyavelizmi benimserken, mafya ve terör örgütleriyle Pazar ve piyasa hegemonyası doğrultusunda birlikte hareket etmeye başlamışlardır. Avrupalı sömürgeciler dünya kıtalarından uzaklaştırılırken, Amerikalı yeni sömürgeciler mafya ve terör örgütlerinin desteği ile yeni dönemde bir Amerikan üstünlüğünün hazırlayıcısı olmuşlardır. İkinci dünya savaşından edilen zafer, soğuk savaşın ikinci yarısında Amerikan şirketlerinin uluslararası alanda üstünlük elde etmelerinin önünü açmıştır. Sosyalist ülkeler bu dönemde ayakta kalmaya çalışırlarken, ABD hegemonyası tekelci şirketler aracılığı ile bütün dünya pazarlarına doğru yayılmaya başlamıştır. Bu dönemde özellikle, petrol ve doğal gaz gibi enerji kaynaklarının fazlasıyla bulunduğu ülkeler ile önemli yer altı zenginliklerinin bulunduğu bölgeler eski sömürgecilerden yeni emperyalistlerin eline geçmeye başlamış ve bu doğrultuda Amerikan hegemonyasının mafya ve terör örgütleri birlikteliği ile üstünlüğünü göstermeye başladığı görülmektedir. Bir tarafta batı uygarlığının medeni yüzünü öne çıkaran tekelci şirketler, diğer yandan batı emperyalizminin sömürgeci tavırlarını sergilemekten geri kalmamışlardır. Silahlı çatışmalar emperyalistlerin pazarları ele geçirmesinde ciddi boyutlarda destek sağlarken, terörün beraberinde yükselişe geçtiği anlaşılmıştır. Terör bu aşamadan sonra her zaman için emperyalizmin üstünlük sağlama aracı olarak ön planda yer almıştır.
İki cihan savaşı sonrasında gündeme gelen soğuk savaş döneminde Amerikan şirketleri uluslararası tekeller aşamasına gelmişlerdir. İleri teknolojilere sahip olarak dünyanın diğer bölgelerindeki şirketleri devre dışı bırakmışlardır. Komünizm korkusunu iyi kullanarak da hem Avrupa hem de Asya ve Afrika kıtalarındaki üçüncü dünya ülkelerinde yayılmaya başlamışlardır. İngilizlerin ve Fransızların sömürge devleti kurdukları ülkelerde Amerikalılar askeri üsler kurarak bölgesel egemenliği ele geçirmişler ve Amerikan devleti böylesine yayılmacı yeni bir yapılanmayı dünya ülkelerine karşı dayatırken, şirketler de bu durumlardan paylarını alarak Amerikan ordusunun koruması altında özellikle doğal kaynakları zengin olan ülkelere yerleşmişlerdir. Askeri üsler üzerinden dünyaya yayılan Amerikan emperyalizmi gittiği ülkelerde işbirlikçi kadrolar devşirmiş ve bunlardan yararlanarak Amerikan şirketlerinin işbirlikçisi olarak bazı medya ve terör kadrolarını örgütlü bir yapılanmaya doğru yönlendirerek araziye sürmüşlerdir. Avrupalıların yapamadıklarını başaran Amerikalıların yeni yayılma stratejilerinde hukuki yollar olduğu kadar hukuk dışı yollar da gündeme gelmiştir. O dönemin koşullarında sistem analizi denilen metotlar aracılığı ile bütün ülkelerin haritaları çıkartılmış ve her bölgenin yapısından kaynaklanan özelliklerine göre yol ve yöntemler devreye sokularak emperyal yayılma süreci tamamlanmaya çalışılmıştır. Bu aşamada mafya kuruluşlarının ayak işlerini görmek üzere terör örgütlerinin öne çıkarıldığı görülmüştür. Yerel halkın içinden çıkan pazar ve piyasa kadrolaşmaları devre dışı bırakılırken, mafya kuruluşları üzerinden emperyal şirketlerin komutasındaki terörist gruplar korku saçarak halk kitlelerini sindiren ve ulusal toplum yapılarının toplu direnişlere girişmesini önleyen emperyal planlar her zaman için uygulama alanına aktarılabilmiştir.
Sovyetler Birliğini komünizm öcüsü olarak kullanmayı çok iyi beceren Atlantik emperyalizmi, dünya ülkelerini teker teker ele geçirme sürecinde böylesine siyasal bir kozdan iyi yararlanmasını bilmiştir. Sovyet yayılmacılığına karşı çıkarak örgütlenen askeri savunma örgütü, eski sömürgeci Avrupalı devletleri Atlantik ötesinin denetimi altına alırken, uluslararası hukuka uygun hareket ederken, emperyalizmin tam anlamıyla hegemonyasını sağlayabilme doğrultusunda yer altı örgütlenmelerine gitmeyi de denemiştir. Eski Romalı savaşçılardan gelme bir isim olarak Gladio kavramını, yer altı örgütlenmeleri ve siyasal anarşi ile saldırılar yaratma işlerinde, daha doğrusu kirli işlerde kullanmaktan çekinmeyen batı emperyalizmi, böylesine büyük bir uluslararası hegemonya oluşturma girişimine kalkışırken, dünya hegemonyası için yer üstünde olduğu kadar yer altında da örgütlenmeye öncelik vermiş ve bu yer altı işlerini, gittikleri ülkelerin yerel halklarından devşirilen mafya ve terör örgütlerine ihale etmişlerdir. Yer üstünde gündeme gelen kaçakçılık, yağma ya da çeşitli hırsızlık olaylarının kahramanı olarak mafya kuruluşları, batılı emperyal şirketlerin işbirlikçisi olarak öne çıkarken, bu gibi olayların gerekli kıldığı bazı kişilerin tasfiye edilmesi gibi açıkça suç olan bazı işleri de terör örgütlerine ihale etmeyi tercih etmişlerdir. Batı emperyalizmine karşı çıkan, ya da kendi ülkesinin ulusal çıkarları doğrultusunda dışarıdan gelen uluslararası emperyal girişimlere karşı kendi halkı ile bütünleşerek direnen birçok ulusalcı, milliyetçi ya da antiemperyalist insanların devre dışı bırakılmaları çeşitli temizlik operasyonları ile sağlanmaya çalışılmıştır. Evrensel kapitalist sistemin kirli çamaşırları, pis işleri, adam temizleme operasyonları, finans kapitalin patronlarının direktifleri doğrultusunda ayak işi gören mafya ve terör örgütleri aracılığı ile yerine getirilmiştir. Emperyalizmin kara tarihi, dünyanın her bölgesinde bu gibi hukuk dışı kirli girişimlerin örnekleri ile doludur. Son zamanlarda bu gibi olaylar ile oluşan insanlığın kirli tarihini yansıtan çeşitli kitap ve yayınların ortaya çıkmasından sonra, dünya kamuoyu siyasal gelişmelerin görünen yüzü kadar, görünmeyen yüzü üzerinde de artık genel anlamda bir fikir sahibi düzeyine gelebilmiştir. Sömürü düzeni devam ettiği sürece her insan kendi çıkarları için, bu gibi konuları sorgulamak zorundadır.
Amerikan şirketleri Atlantik emperyalizminin güdümünde dünyaya yayılırken, göz boyama ve karartma politikaları için Sovyetler Birliğinin varlığından en üst düzeyde yararlanmaya çalışmıştır. Sosyalist sistem çöküşe geçtikten sonra ise, eskiden sosyalizmin uygulandığı ülkeler, uluslararası tekelci şirketlerin saldırılarına uğramıştır. Doğru dürüst bir ulusal ekonomik sisteme sahip bulunmayan bu eski sosyalist ülkeler, Amerikan kıtasından gelen finans kapital şirketlerinin yeni yağma alanı konumuna sürüklenmişlerdir. Sosyalist dönemden kalma ciddi bir üretim düzeni bulunmayan Balkan ve Kafkas ülkeleri ile Orta Asya devletleri, batıdan gelen büyük bir saldırıya uğrarken, neleri varsa satmak zorunda kalmışlar ve küresel emperyalistler bu ülkelerin yeniden ileri derecede sömürgeleşmesine giden yolu zorlamışlardır. Birçok doğal zenginliğe sahip olan bu ülkelerin sahip oldukları her şeye el konulurken, gene yerli halkın içinden çıkan işbirlikçi kadrolar mafya ve terör örgütleri yoksul dünya ülkelerinin teslim alma operasyonlarında kullanılmışlardır. Bu gibi ülkelerde satacak bir şeyi olmayan ve açlığa mahkûm edilen halk kitleleri kendilerini satmak zorunda kalarak, yeni köleleşme döneminin önünü açmışlar, terör ve mafya kuruluşları ile dünya halklarını korkutarak sindiren emperyal şirketler de bu durumdan yararlanarak, dünya kıtalarının zenginliklerine teker teker el koymuşlardır. Bütün dünya ülkelerinde bu durumun açık örnekleri görülürken, Türkiye’de böylesine olumsuz bir gelişmeden kendini kurtaramayarak, küresel emperyalizmin sömürgeci boyunduruğu altına girmiştir.
Küreselleşme dönemi farklı bir emperyal plan çerçevesinde başlatılmıştır. sosyalist sistemin dağılmasından sonra ABD merkezli bir küresel emperyalizm bütün dünyada örgütlenirken, çeşitli devletleri ve bölgeleri süper emperyalizmin ağına bağlayacak plan ve programlar uygulama alanına getirilmeye başlanmıştır. Başlangıçta hukuka uygun yollar üzerinden küreselleşme akımı başlatılmıştır. Ne var ki, bir süre sonra küreselleşme denilen olgunun en üst düzeyde sömürgecilik olduğunun anlaşılması üzerine, bazı gelişmiş ülkelerde küresel emperyalizme karşı haklı olarak tepkiler gelmiş, hatta bu doğrultuda Avrupa ülkelerinde direnişler sendikalar aracılığı örgütlenmeye başlanmıştır. Eski sömürgeci Avrupa ülkelerinin direnişlerini kırmak üzere Avrupa Birliği oluşumu öne çıkarılmış ve ABD merkezli küresel emperyal oluşumlara paralel doğrultuda bazı küresel planlar Avrupa Birliği çatısı altında da devreye sokulmuştur. Atlantik ötesinden gündeme getirilen ve bazen da dolaylı yollardan dayatılan küresel emperyal planlara karşı çıkan ülkeler için çeşitli senaryolar geliştirilerek terör olayları gündeme getirilmiştir. Son olarak Filistin devletini tanıyan Fransa’da büyük bir terör olayının gerçekleştirilmesi, böylesine küresel bir süreçte direnen ya da planlara karşı çıkan ülkelerin gücünü kırmak üzere, terörist eylemlerin devreye sokulabildiğini açıkça göstermektedir. Almanya’nın, Avrupa Birliği sonrasında yeniden doğu politikasına dönerek tek başına Avrupa’nın doğu bölgelerinde hegemonya arayışına yöneldiği aşamada, kendi ülkesinde Müslümanlar sorunu ile karşı karşıya bırakılmaktadır. Almanya’daki din ayırımcılığı giderek ırkçılığa doğru dönüştürülürken, küresel politikalara direnen ya da kendi ulus devlet sistemini koruyarak alternatif politikalara yönelen Fransa’da, ciddi bir terör tehlikesinin yeniden ortaya çıkarıldığı görülmektedir. Venedikli zenginlerin yönetiminde İtalya’daki mafya ve terör örgütleri, küresel emperyalizmin hedefleri doğrultusunda kullanılarak Akdeniz havzası haraca kesilirken, ipek yolu üzerinden yüzyıllardır devam eden ticaret trafiği de gene benzeri bir doğrultuda mafya ve terör örgütleriyle işbirliği çerçevesinde sürdürülmeye çalışılmaktadır. Akdeniz’in doğusunda her ülkede terör tırmandırılırken, bu merkezi denizin batısında yer alan Avrupa kıtasına da terör yeniden getirilerek, Avrupa ülkelerinin küresel emperyalizme karşı direnişleri önlenmeye çalışılmaktadır. Özellikle Avrupa Birliği içinde yer alan ulus devletlerin eyaletlere bölünmeye karşı direnmeleriyle, iflas eden küresel politikalar, terör yöntemleriyle yeniden canlandırılmaya çalışılmaktadır.
Küreselleşme sürecinin çeyrek yüzyıllık bir zorlama ve dayatma dönemi sonrasında iflas etmesi üzerine, küreselci merkezler söz dinlemeyen ya da iyi sözden anlamayan ulus devletlerin hakkı kötektir zihniyeti ile hareket ederek, söz dinlemeyen küçük ve orta boy ulus devletleri terör yöntemleri ile dövmeye çalışmaktadır. Dünya tarihi yirminci yüzyılda imparatorluklardan ulus devletlere doğru bir dönüşüm yaşadığı gibi, şimdi de ulus devletlerden eyalet devletçiklerine doğru yeni bir dönüşüme Atlantik ötesinden zorlanmaktadır. Washington’daki Amerikan devletine karşılık New York’ta küresel sermayenin dünya devletini kuran uluslararası finans kapitalin güdümünde gelişen küreselleşme süreci, bütün dünyayı yeni bir emperyal saldırı ile karşı karşıya getirirken, artık büyük patronlar ulus devletlerin denetimi ya da vergi düzenleri ile uğraşmak istememektedirler. Ayrıca, birçok küçük devletin kontrolü altında bulunan önemli madenler ve yer altı zenginliklerinin, küresel şirketlerin eline geçmesi doğrultusunda ulus devletler baskı altına alınarak sıkıştırılırken, işbirlikçi kadrolar aracılığı ile hizaya getirilemeyen ülkelerde mafya kuruluşları siyaset sahnesine taşınarak, siyasal partilerde teslimiyetçi mafya yönetimleri egemen kılınmaya çalışılmaktadır. Böylesine karışık yollardan istenen teslimiyet sağlanamazsa, ya da halk kitlelerinin bilinçli olarak ulusal direnişleri emperyalizmin önünü keserse, o zaman gene dışarıdan destekli ve güdümlü terör örgütleri devreye sokularak, devletlerin ve halkların direnişleri kırılmaya çalışılmaktadır. Masum halk kitleleri emperyalizmin böl ve yönet uygulamaları doğrultusunda kendi ülkesinde kardeş kavgalarına sürüklenmekte, doğal kaynaklara el konulması sürecinde ülkelerin ekonomileri devletlerin yönetiminden özelleştirme uygulamaları aracılığı ile alınmaktadır. Durduk yerde yapılamayan bu tür devir teslim senaryolarında, terör örgütleri ortalığı karıştırarak, kitlesel korku ve mağduriyetler yaratarak, sevilen halk önderlerini ortadan kaldırarak emperyalizmin hizmetinde görevlerini yerine getirmektedirler. Son yıllardaki birbirini izleyen bir çok terör olayı böylesine olumsuz bir tablonun kamuoyunda ortaya çıkmasına ve halk kitlelerinin bilinçlenmesine yol açmıştır.
Sosyalist sistemin çökertilmesinden yararlanan Atlantik emperyalizmi, küresel şirketler aracılığı ile mutlak bir küresel imparatorluk kurmaya yönelirken, ana çelişki artık kapitalizm-sosyalizm rekabeti olmaktan çıkmış ve zaman içerisinde küresel şirketler ile ulusal devletlerarasındaki bir kavgaya dönüşmüştür. Dünya siyaset arenasındaki ana çelişki artık küresel şirketler ile ulus devletlerarasındaki mücadeledir. Okyanus ötesinden bütün dünyaya egemen olmak isteyen küresel finans-kapital, özelleştirmeler aracılığı ile ekonomiyi piyasalar üzerinden kendi denetimine alırken ulus devletlerin altını oymakta, gene kendi emrinde çalışan mafya örgütleri ile terör kuruluşlarını bu doğrultuda kullanmasını iyi bilmektedir. İki yüz ulus devletten iki bin eyalet devleti çıkarma senaryosu doğrultusunda, bütün ulus devletleri parçalayacak bir alt kimlik kavgası, etnik gruplar ve mezhepler çekişmesi üzerinden tezgâhlanmaktadır. Uluslararası bankacılık sistemi üzerinden iç kavgalar ve savaşlar desteklenmekte, küresel sermayenin denetimi altındaki işbirlikçi medya aracılığı ile de kamuoyu bu doğrultuda oluşturularak çatışmalar körüklenmektedir. Çeyrek yüzyıl boyunca dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşanan sıcak olaylar ve çatışmalar, böylesine bir yargının ortaya çıkarak dünya kamuoyunda güçlenmesine yol açmıştır. Artık hiç bir ulus devlet, ya da halk kitlesi etnik ve dinsel ayrılıkların kışkırtılmasıyla iç savaşlara ya da bölgesel çatışmalara yönlendirilemez bir bilinçlenme aşamasına gelmiştir. Yıllardır, mafyacı ekonomi üzerinden terörü kışkırtan ve destekleyen küresel sermayenin elinde tek bir kozu olarak cihan savaşı senaryosu kalmıştır. Bir üçüncü dünya savaşını, Orta Doğu çatışmaları üzerinden kutsal kitaplardaki kıyamet senaryolarına uygun bir biçimde çıkarabilmek üzere yeni aşamada terör tırmandırılmaya çalışılmaktadır. Yeni gelinen aşamada yaşanan terör olaylarından ders almasını bilen dünya kamuoyu, bir avuç azınlığın diktası anlamına gelen küresel emperyalizme boyun eğmeyecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder