Dünyada ülke dışında yaşayan en kalabalık soydaş ve akraba topluluklarına sahip ülkelerden birisidir Türkiye. Avrupa’dan başlayın Balkanlara doğru gelin. Avrupa ülkelerinde yaşayan Türk göçmenlerin nüfusu 5 milyonu geçiyor. Balkanlarda, Sırbistan, Karadağ, Kosova, Makedonya, Yunanistan, Bulgaristan, Romanya ve Moldavya’daki Gagauz Türkleri ile birlikte toplam olarak 2 milyon dolayında Türk yaşıyor.
Kıbrıs ve Orta Doğu’da ciddi anlamda Türk nüfusu vardır. Kıbrıs Türkleri, Suriye’deki ve Irak’taki Türkmenler, İran’daki Azeri Türkleri ve Türkmenler, kesin bir sayı verilemese de milyonla ifade ediliyor. Azerbaycan, Rusya, Ukrayna ve Orta Asya ülkelerindeki (Çin’in Sincan-Uygur Özerk Bölgesini de katarsanız) Türk ve akraba topluluklar çok geniş bir coğrafyada yayılmış durumda. Bunun dışında, özellikle ABD, Kanada ve Avustralya gibi dünyanın çeşitli ülkelerinde yaşayan önemli sayıda Türk göçmen nüfusu var. Yapılan istatistikler de Türkçe’nin dünya üzerinde 250 milyon dolayında insan tarafından konuşulan bir dil olduğunu gösteriyor. Bu da dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 5’ine tekabül eder ki, oldukça önemlidir.
Ancak, bütün bunlara rağmen dünyadaki Türklerin en güçlü devleti Türkiye’nin Dış Türklere yönelik politikaları çoğu zaman ikinci plandaydı ve kurumsal bir örgütlenme yoktu. Yani bir diaspora anlayışı yoktu Türkiye’nin. Hala da gözle görülür bir iyilesme yok. Sadece secim dönemlerinde ve sadece dini ve etnisiteyi secim malzemesi yapan partilerin yapay ilgi saganaklari var.
Batı Avrupa’da 5 milyon civarında bir Türk nüfusu bulunmaktadır. Bu varlık dilsel, kültürel ve ekonomik olarak çok ciddi bir potansiyeldir. Ancak rakamsal çoğunluk nitelikli bir nüfustan oluşmadığı sürece bu kitle daha çok sorunlarla anılacaktır. Artık üçüncü ve hatta dördüncü kuşaktan söz ettiğimiz bu dönemde mevcut sorunlar daha da artmıştır. Eskiden birinci ve ikinci nesil Türk göçmenlerin Almanca, Fransızca veya Hollandaca dil sorunlarından ve işsizlikten bahsederken günümüzde üçüncü ve dördüncü neslin eğitim alanındaki başarısızlıklarından ve dilsel yetersizliklerinden bahsetmeye devam etmekteyiz. Türk göçmenlerin olduğu tüm Avrupa ülkelerinde Türk gençlerinin %85 gibi büyük bir kısmı düşük nitelikli meslekî okullara gönderilmektedir. Bu durumun nedenlerini araştıran Batılı bilim adamları konunun özüne inmek yerine sürekli Türk göçmen çocuklarını sorumlu tutan, onların dil gelişimlerini eksik bulan ama bu durumun nedenlerini ve uygulanan dil öğretim politikalarını hiç bir şekilde eleştirmeyen bir tutum sergilemektedirler. Göçmenlerin sorunları ve konumları Avrupa ülkelerinde benzerlikler gösterirken ABD ve Avustralya’da daha farklı bir durum söz konusudur.
Almanya 3 milyon civarında Türk göçmenin yaşadığı bir ülke olarak Dış Türkler açısından çok önemli bir ülkedir. Sosyo-ekonomik ve politik bir güç olarak Almanya’daki Türk varlığı hak ettiği ilgiyi görmemektedir. Türk göçmen grubu üzerine birçok çalışma yapılsa da sorunların özüne inen analitik araştırmalar çok azdır. Genç nesillerin iki dilli bireyler olarak yetişmesini sağlayacak olan iki dilli eğitim programlarının olması Türk gençlerinin daha donanımlı bireyler olarak yetişmesini ve dolayısıyla Alman ekonomisine de daha büyük katkı sağlayacaktır. Birçok Batı Avrupa ülkesinin “yasakçı” eğiliminden farklı olarak Almanya son yıllarda çok daha çoğulcu bir anlayışla anadili derslerini desteklemektedir. Farklı eyaletlerde farklı uygulamalar olsa da Berlin, Hamburg ve Kuzey Westfalya gibi eyaletler iki dilli programları desteklemekte Türkçe anadili derslerine kaynak sağlamaktadır. Türkçe anadili dersleri genç nesillerin dilsel erimeye maruz kalmaması ve iki dilli nitelikli bireyler olarak yetişebilmeleri için çok önemlidir. Ancak anadili eğitimi alanında karşılaşılan ciddi sorunlar 50 yıldır çözülememiştir. Türkiye’den gönderilen Türkçe öğretmenlerinin iki dilli çocukların dilsel ve kültürel özelliklerinden habersiz olması, gerekli pedagojik donanıma sahip olmaması, Türkçe derslerinde kullanılan araç gereçlerin çok yetersiz olması ve yaşanılan ülkenin eğitim politikalarından kaynaklı sorunlardan dolayı anadili eğitimi beklenen sonuçları vermekten çok uzaktır. Almanya’da doğup büyüyen Türk çocuklarının Alman dilini çok ileri düzeyde öğrenebilmesi anadilinde kurulacak olan sağlam alt yapı sayesinde olacaktır. İki dilin de Almanya’da yetişen bir milyon civarındaki genç Türk nüfusun öz değeri olduğu inancı hem Türkçe derslerinde hem de Alman eğitim kurumlarında sürekli vurgulanmalıdır. Bu açıdan Türkçe öğretmenlerinin meslekî ve pedagojik donanımı çok önemlidir.
Türk işçi göçmenleri, yaşam tarzı, dini hayat, örf, adet ve geleneklerini hiç bilmedikleri bir toplumda kaderleriyle baş başa geçirdikleri uzun yıllardan sonra, bu kısır hayatın kendilerini mutlu etmediğinin farkına vardılar. Ve içinde yoğrulup yetiştikleri kendi milli ve kültürel köklerini hatırladılar. Birbirinden habersiz, dağınık, sürekli yabancı psikolojisi, sadece iş ve ev arasına sıkışmış dar ve anlamsız bir hayat felsefesiyle yaşanamayacağını anladılar. Bunun üzerine çeşitli çareler aradılar. İşe büyük ihtiyaç ve özlem duydukları ibadetlerini yerine getirebilecekleri mescitleri açarak başladılar. Çünkü onlar için en iyi ve en anlamlı toplanma yerleri mescitlerdi. Yıllarca namaz kılamamışlardı. Yılda, ancak işverenlerden izin alabildiklerinde kılabildikleri bayram namazlarını bile kiliselerin bodrumlarında kılabiliyorlardı. Neticede, çeşitli mahallelerde hafta sonları veya iş çıkışı oturup sohbet edebilecekleri küçük bir salon ve bir kenarına da ibadet edebilecekleri küçük birer mescit açtılar. Bu anlamda camiler, Almanya'da Türkler için bir kimlik eğitim merkezi görevi yapmaktadırlar. Bu kimlik, dini olan ile milli olanı birbirinden ayırmayan geleneksel Türk-İslam bütünlüğünü yansıtan bir özellik taşımaktadır. Camiler, kendi öz kimliği koruma, kazandırma ve geliştirme görevi yaparken, kendi kimliği ile var olmaya deva m edebilme ve kendi kültürü ile Alman kültürüne zenginlik katma görevini de yerine getirmektedir. Bu görev uyumlu yaşamaya katkı sağlarken, uyum çabası içinde kaybolmayı, yani asimilasyonu da engellemektedir. Bu durum aynı zamanda, içinde yaşadıkları toplum tarafından kabul görmeyişe verilen tepkisel bir cevap anlamı da taşımaktaydı. Fakat bu defa karşılarına başka bir sorun çıktı. Kendilerine yol gösterecek ve rehberlik edecek liderleri yoktu. İstismar edildiler. Cami ve dernekler dini ve siyasi olarak çeşitli kliklere ayrıldı. Harabe halinde ve metruk birçok yer ya kiralandı veya satın alınarak camiye çevrildi. Bu yerlerin imar ve tamiri için çok büyük paralar harcandı.
Almanya'da yerleşik bir hale gelen Türk nüfusu, artık ekonomi k boyutu
ağır basan bir konum olmaktan çıkmış, sosyal ve kültürel boyutları öne çıkan bir
olguya dönüşmüştür. Kültürel referans kaynakları itibarıyla he m Müslüman-Türk,
hem de içinde yaşadıkları toplumun dini, siyasi, kültürel, hukuki ve ekonomi k
deneyimleri, kendileri ve çocuklarına karşı uygulanan politikalar onları içinde
yaşadıkları toplumda kendine özgü bir yapılanmaya getirmiştir.
Daha çok şehir
merkezlerinin dışında, şehir merkezlerinde ise belirli bölgelerde ve hâkim
kültürün hoşgörü alanları dışında ortaya çıkan bu yapılanmada camiler,
dernekler ve alış-veriş yerleri gibi birimler bulunmaktadır.
Almanya'da yeni
inşa edilmiş 100 cami ve 2000 kadar da mescit mevcuttur. Almanya'dak i Türk
çocuğu ve gencinin sayısı yaklaşık 800.000'dir. Düzenli olarak camiye deva m
eden Türklerin oranı %30 , camilerde açılan Kur'an kurslarına katılan
öğrencilerin oranı ise %7'dir. Müslüman Türk öğrenciler bu mescit ve camilerde,
kendilerine ait dükkânlarda, okullarda ve tatil günlerinde devamlı birlikte
olmaktadırlar.
Gençler, milli ve dini kimlik açısından nereye ait oldukları ile ilgili belirsizlik
veya kanaat belirtme durumunda reddedilme korkusu yaşamaktadırlar. Bu
durum onlarda onur kırıklığına sebep olmaktadır. Okullarda yaşanan dışlanma,
ailelerinin giyim tarzı ve herkesin kabul etmeyeceği çalışma koşullarında
çalışmalarından kaynaklanan hafife alınma ve yabancı olmanın verdiği eziklik
gibi yollarla başlayan toplumdan kopma durumları, Türk gençlerini kendi içlerine
kapatmakta ve kendilerine psikolojik sorunlarla dolu bir hayat sunmaktadır. Söz
konusu koşullar, gençleri, kendilerini dini ve etnik açıdan yeniden tanımlamaya
götürmektedir. Siyasi, dini, etnik veya cemaat endeksli marjinal gruplara
yönelişler bu gibi şartlarda ortaya çıkmaktadır. Bu yapılanmalar dışında
kalanların bir kısmı da alkol, kumar ve eroin gibi kötü alışkanlıklara ve suç
işlemeye yönelmektedirler.
Türk gençleri arasında iki uç ve bir de ara grup olmak üzere üç farklı
tepkisel eğilim görülmektedir. Bunlardan birincisini, engel grupları olarak da
isimlendirilen aşırı dindar, milliyetçi ve anavatana ilişkin güçlü yönelimleri olanlar
oluşturmaktadır. İkinci uç grubu ise genellikle üçüncü kuşak meydana
getirmektedir. Bu grup giderek kendi toplumuna yabancılaşmakta, kimlik
bunalımı ve kozmopolit bir kültürel ortamda eriyip gitmektedir. Bu grup
üyelerinin yabancı dil öğrenme, daha iyi bir eğitim ve çifte vatandaşlık hakkı
kazanma gibi olumlu yönleri bulunmakla birlikte, kendi öz değerlerinden kopma,
küresel hayatın getirdiği fastfood türü yiyecekler, moda takibi, müzik, cinsel
serbestlik ve alkol kullanma gibi daha çok gayesiz bir hayata yönelme anlamı
taşıyan olumsuz yönleri bulunmaktadır. Bu kuşakta Almanlarla evlilik,
kuşaklararası çatışma gibi sebeplerden evden ayrılmalar, din değiştirmeler ve
suç işleme yaygındır. Bu grup için asimile olmuş grup tanımlaması da
yapılmaktadır. Bu iki kategorik tipleşme dışında bir de iki toplum arasında
"köprü" görevi gören ve he m anavatan, hem de yaşanılan ülke ile eşit oranda
ilişkili olan bir grup daha bulunmaktadır. Çok dilli ve çok kültürlü kimlikler bu
kategoriye girmektedir. Bu grup belirli bir siyasi, dini ya da ırksal kimliği öne
çıkarmamaktadır.
Görüldüğü gibi Türk göçmenleri, kuşaklar arasındaki tercih edilen hayat
tarzı deneyimleri bakımından farklılaşmakta, Entegrasyon eksikliği ve
dışlanmışlık karşısında dini ve milli kimliksel yönelişler canlılığını korumaktadır.
Hiç şüphesiz bu durum , Entegrasyona değilse bile asimilasyona karşı bir direnç
oluşturmaktadır. Çünkü yabancılık psikolojisi ve dışlanma gerçeği, kültürel
kimlikleri savunma refleksine dönüştürmektedir. Bu çerçevede milli ve dini
kimlikler radikal oluşumlar için protest bir ideoloji ve çatışma faktörü olarak
ortaya çıkabilmektedir. Böylece geleneksellik, cemaatçilik, bireysellik, radikal
dinci ve milliyetçi eğilimler toplumda kendine taban bulabilmektedir. Sonuç
itibarıyla bu durum Entegrasyonun da önünü kesmektedir.
T C. Başbakanlık Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğünün
Gurbetçiler ile Almanlar arasındaki ilişkilerle ilgili hazırlamış olduğu rapora göre
Almanya'dak i Türklerin %66'sı uyum sorunu yaşamaktadır. Buna göre,
gurbetçilerin %66'sı dil, %63,2'si kültürel tutum ve davranışlar, %54,9'u iş
hayatı, %53,5' i Alman makamlarıyla ilişkiler, %50,6'sı ise din konusunda uyum
sorunu yaşamaktadır. Alman komşu ve aileleri ile ilişkilerin de ele alındığı
araştırma sonuçlarına göre, gurbetçilerin %45' i Alman komşu ve arkadaşlarına
oturmaya gitmemektedir.
Vatandaşlık ve Seçme-Seçilme Hakkının Tanımamasi
Uzun yıllardan beri Almanya'da bulunmalarına ve artık kalıcı olduklarının
kesinleşmesine rağmen Türklere hâlâ vatandaşlık, seçme ve seçilme hakkı
tanınmamıştır. Bu durum , yukarıda belirtilen diğer sebepler gibi, Türklerin kendi
kültürel ortamlarında geleneksel örf ve adetlerine aşırı bağlılık ve bu bağlılığın
doğal sonucu olarak kısmen marjinal siyasi ve dini örgütlenmelerin tekeline
düşmelerine sebep olan ötekileştirme uygulamalarından biridir. İçe kapanma,
Türklerin sistemle etkileşim yeteneklerini köreltmiştir. Bu sosyal vakıa, derin
sosyal ve psikolojik sorunları olan, her iki toplumda da kendine hoşnut
olabileceği yer bulamayan "marjinal adam " tipini üretmiştir. Türk göçmenlerin
öteden beri sürekli vurgulanmaya çalışılan örgütlenme deneyimleri, güçlü etnik
ve dini bağlar geliştirme ve bu sınırları koruma eğilimleri, bu yapı içinde gelişmiştir.
Hâlbuki bu imkânın verilmesi, Türklerin siyasal ve kültürel hayata
uyumlu hale gelmelerinde etkin olabilecek bir fırsattır.
Eğitim Sorun u
Türk göçmen nüfusu, ikinci kuşaktan itibaren üçüncü kuşakla birlikte genç
bir nüfus özelliği kazanmıştır. Anca k eğitim sistemine yeterli ölçüde uyum
sağlayamama sebebiyle eğitimde arzu edilen verim elde edilememiştir. Bu
olumsuzluğun temelinde birçok sebep bulunmakla birlikte dil bilmeme, Türk
ailesinin ilgisizliği ve eğitim düzeyinin düşük oluşu yatmaktadır. Çünkü ailelerin
eğitim düzeyleri, gelir durumları, içinde yaşadıkları ortam gibi faktörler,
çocukların toplumsallaşması üzerinde önemli rol oynamaktadır. Dolayısıyla
ailelerin bu yöndeki durumları çocukların okul başarılarında belirleyici
olmaktadır. Zira ilk ve en etkili toplumsallaşma deneyimleri ailede
yaşanmaktadır. Yabancılarla ilgili yapılan bazı araştırmalara göre işsizlik oranının en
yüksek yaşandığı toplum Türklerdir. Birçok Türk genci, okul ve iş hayatında
kendinin şans sahibi olmadığına inanmaktadır. Bu konuda eğitim düzeyinin
düşüklüğü, ayrımcılık ve Almanca yetersizliği gibi etkenler söz konusu olmakla
birlikte, yeterli ve kalifiye iş imkânının yetersiz oluşu da önemli rol oynamaktadır.
Çünkü eğitimsizlik kalifiye iş bulma konusunda en önemli engeldir. Hiç şüphesiz
işsizlik ve işsizlikten kaynaklanan başıboşluk, suça veya marjinal kimliklere
yönelmeyi beraberinde getirmektedir. Tabiatıyla bu duru m Alman toplumunda
kin, nefret ve dışlama duygularının gelişmesine yol açmaktadır.
Almanya'da genellikle dil bilmedikleri için başarısız olan göçmen halkın
çocuklarının görme, işitme, vücut ve zekâ engelli çocuk ve gençlerin
desteklenmesi ve geliştirilmesi için açılmış bulunan özel eğitim kurumlarına
(Sonderschule) gönderilmesi de ayrı bir sorundur. Bu okullar, özellikle göçme n
çocuklarının aleyhine ve sosyal eşitsizlik üreten kurum olma görevini
yapmaktadır. Bu okullarda eğitim gören çocuklar kendilerine olan güveni
kaybetmekte ve aşağılık duygusuna kapılmaktadırlar. Özürlülük, işe yaramazlık
ve zavallılık psikolojisi içerisinde mezun olan bu insanlardan olumlu davranışlar
beklemek boşunadır. Böyle bir sonuç, işsizlik ve Alma n akranları arasında
ayırımı beraberinde getirmektedir. Dolayısıyla hem başarısızlık, he m de işe
yaramam a durumu , gençleri ailelerinden ve toplumdan uzaklaştırmaktadır. Bu
uzaklaşmanın yukarıda işaret edilen olumsuz sonuçları dışında, derslerdeki
başarısızlığın yol açtığı eziklikten kaynaklanan okul içi disiplinsizlik ve zaman
zaman baş kaldırma gibi olumsuzlukları da bulunmaktadır.
Varlıklarını yıllarca geçici olarak gören yöneticiler, göçmenlerin ve
çocuklarının Entegrasyonu ve bu bağlamda Almancayı öğrenebilmeleri için
zamanında gerekli ve yeterli tedbirleri almamışlardır. Bu gerçeği konuyla ilgili
uğraş veren yetkin şahsiyetler de artık itiraf etmektedirler. Mesela Konrad
Adenauer Vakfı Genel Sekreteri Wilhelm Staudacher'in de ifade ettiği gibi,
konuyla ilgili bırakın mantıklı ve ikna edici bir Entegrasyon planı geliştirmeyi,
yıllarca birlikte yaşamanın şartları ve göçmenlerin ihtiyaçları konusunda kafa
bile yorulmamıştır.
Buna Türk ailelerinin bilinçsiz yaklaşımları da katıldığında,
çocuklar her iki tarafın işlemiş olduğu hataların faturasını Sonderschule ve
meslek okullarında eğitim görerek ödemeye deva m edeceklerdir. Bu çerçevede
en son çıkartılan ve aslında göçmen işçilerin geldiği ilk yıllarda yapılması
gerekenleri içeren "Yeni Yabancılar Yasası"nın uygulanması ise yeni tepkileri ve
bir takım sorunları beraberinde getirecektir.
Din Eğitimi ve Din Dersleri Sorunu
Günümüz Almanyası'nda göçmen ailelerin çocuklarının din eğitiminin
nasıl olması gerektiği ile ilgili tartışmalar deva m etmektedir. Bu konudaki en ciddi sıkıntıyı birinci ve ikinci kuşak Türkler yaşamıştır. Zamanımızın eğitim
sistemi içerisinde İslam Din Dersleri, Kültürler Arası Eğitim, Çok Kültürlü Eğitim
ve Dinler/Mezhepler üstü Eğitim gibi birçok din eğitimi modeli tartışılırken, ilk
kuşağın değil din eğitimi almaları, günlük ibadetlerini yerine getirecek yerleri
dahi yoktu. Birer insan olarak en doğal haklarından mahrumdular. Uzun yıllar ne
Müslümanlığın gereklerini yerine getirebildiler ne de Hıristiyanlığı öğrendiler. Bir
ara varlık olarak dinin ruhları kuşatan ve huzur veren imkânından uzak kaldılar.
Yukarıda da belirtildiği gibi, İslam din derslerinin Müslüman çocuklara
nasıl verilmesi gerektiği ile ilgili tartışmalar hâlâ deva m etmektedir. Konuyla ilgili
birçok çözüm önerisi ileri sürülmektedir. Son olarak üzerinde anlaşılan ve genel
kabul gören uygulama biçimi, İslam derslerinin okullarda Alman dilinde
verilmesidir. Anca k bu fikir, Türkler tarafından tepkiyle karşılanmaktadır. Türk
halkının görüşlerini seslendiren Türk Sivil Kuruluşları, Türkçenin
unutulmasından ve milli değerlerden kopmuş nesillerin yetişmesinden endişe
etmektedirler. Böyle bir uygulamanın Türk gençlerini asimile edeceğinden
korkan Türkler, konuyla ilgili çabaların art niyetli olduğuna inanmaktadırlar.
Onlara göre Almanca verilecek olan din dersleri ile Türk Kimliğinin "İslam
Potası" içinde eritilmesi amaçlanmaktadır. Böylece asıl kimliğini unutmuş ve
Anavatanla bağları kopmuş "Müslüman Alman Cemaati", "Alman İslam
Kimliği " ya da "Almanca Konuşan Müslümanlar" topluluğu yaratılmış
olacaktır. Bu politika, Yunanistan'daki uygulamaya benzemektedir. Çok sayıda
Türk bulunmasına ve nüfusu Türklerden oluşan köy ve kasabaların olmasına
rağmen Yunan devleti bu insanları Türk olarak değil, Müslüman Cemaat olarak
tanımlamaktadır. Amaç , Türklerin politika gereği Türkiye ile olan bağlarını
koparmak ve onları milli kimliklerinden arınmış Müslümanlar cemaati haline
dönüştürmektir.
Türkçe Öğretilmesi Sorunu
70'li yıllarda, Türklerin geri dönme beklentisine uygun olarak Türk
çocuklarının anadilleri, kültürleri ve Türkiye ile bağlarını güçlü tutmak amacıyla
okullarda "ulusal sınıflar" oluşturulmuştu. Ancak 80'li yıllardan itibaren
Türklerin artık geri dönmeyecekleri anlaşılınca, zamanın hükümetinde görev
yapan yabancılar sorumlusu Heinz Kühn'ün "Integration" önerisi çerçevesinde
ulusal sınıf uygulamasından vazgeçilmiştir. Yeni uygulamayla öncelikli olarak
genç kuşağın Alman toplumuna kazandırılması amaçlanmıştır. Artık Türk
çocukları da Alman yaşıtlarıyla birlikte eğitime başlamıştır. Bu uygulama genel
olarak olumlu sonuçlar vermiş, ancak Türk çocuklarının Türkçe öğrenmedeki
sorunları giderilememiştir. Bu konuda Türkiye'den gönderilen öğretmenler,
yeterli düzeyde Almanca bilmedikleri için çözüm üretememişlerdir.
Alman yetkililerin Türkiye'den gelen din görevlileri gibi Entegrasyonu
engelledikleri gerekçesiyle Türk öğretmenlerine de karşı oldukları bilinmektedir.
Bu sebeple artık Türkiye'den öğretmen gelmesini istememektedirler. Onlara
göre Türk çocukları öyle bir eğitimden geçirilmeli ki, gerek tarihi olayları,
gerekse günlük hadiseleri ve dünya sorunlarını bir Alman gibi düşünüp yorumlayabilsinler. Bu sebeple İslam din dersleri Almanca yapılmalı, Türkçe
anadil dersleri de kaldırılarak gerekirse bu dersler Alman eğitim müfredatına
uygun bir şekilde ve Alma n eğitimciler tarafından verilmelidir. Bu amaçla Essen
Üniversitesinde Alma n kökenli Türkçe öğretmeni yetiştirme projesi başlatılmıştır.
Ancak , Alman yetkililerinin bu yöndeki girişimleri Türk Toplumu tarafından
"Türk toplumunun kimliğini yok etme çabaları" olarak değerlendirilmektedir.
Buna göre Türkçenin kaldırılması ile Türk gençlerinin öz kimlikleriyle bağlarının
koparılması amaçlanmaktadır. Çünkü dil, kültürel kimliğin temsil ve ifadesinde
en önemli araçtır. Türk toplumunun konuyla ilgili düşüncelerini yansıtması
bakımından T C Başbakanlık Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğünün
Almanya'da yapmış olduğu Araştırma sonuçları öne m taşımaktadır. Buna göre
Türk ailelerinin %70' i çocuklarının Almanya'da yetişmesinden, %81' i Türk
kültüründen uzak yetişmesinden, %77,2'si dini değerleri öğrenememesinden,
%65' i de uyuşturucu ve alkol tehlikesi sebebiyle endişe duymaktadır. Konuyla
ilgili yapılan diğer araştırmalar da Türklerin bu yöndeki düşüncelerini destekler
niteliktedir. Mesela Kuzey Ren Westfallen eyaletinde yapılan bir araştırmanın
sonuçlarına göre öğrenci velileri ve öğrencilerin Kur'an Kurslarında öğretilmesini
önerdikleri konular arasında ilk sırayı, Müslüman Türk Kimliğini tanıtıcı ve
geliştirici konular ilk sırada yer almaktadır. Diğer bir araştırmada ise
kurslardaki öğretim konuları arasında yapılan sıralama şu şekildedir: 1. Kur'an
okumayı öğrenme, 2. Namaz surelerini ezberleme, 3. İlmihal bilgilerini öğrenme
4. Milli ve dini kimliği öğrenme. Bu tespitler Müslüman Türklerin Kur'an okum a
ve ilmihal bilgileri yanında ve neredeyse aynı ölçüde milli kimliği koruyucu ve
geliştirici konulara ağırlık verilmesini istediklerini ortaya koymaktadır.
İslamafobi
Federal Alman Kamuoyunda hâkim olan görüş ve yayımlanan eserlerde,
uyum sorununun kültür ve dini inançlardan kaynaklandığı ileri sürülmektedir.
Almanlar, İslam dini ile ilgili genel olarak olumlu görüş beyan etmekte; en
azından Türklerin dinlerini özgürce yaşamalarına itiraz etmemektedirler. Ancak
konu başörtüsü olunca, şekilci dindarlığın arkasında siyasi gerekçelerin olduğu
ön yargısıyla söz konusu hoşgörünün ortadan kalktığı belirtilmektedir. Ancak
Müslümanlar, hem bu tür yaklaşımlardan, hem de kendilerinin özellikle
Eylül'den sonra kökten dincilerle aynı kapsamda gösterilmelerinden rahatsız
olmaktadırlar. Onlar, her defasında İslam'ın bir terör dini ve kendilerinin de
terörist olmadıklarını açıklama zorunda kalmaktan bıktıklarını ifade
etmektedirler. Hiçbir din sahibinin böyle bir haksızlıkla karşı karşıya kalmadığını belirten Müslüman Türkler, bu durumun kendilerini çok incittiğini ve karşı tarafa
ister istemez nefret duyguları geliştirdiklerini dile getirmektedirler.
Ayrımcılık
Almanya'da yabancı düşmanlığı ve ırkçılığın körüklenmesiyle son
derecede sakıncalı bazı demokratik gelişmelerin de yaşandığı bilinmektedir.
Mesela ırkçı Alman Halk Birliği (DVU), Cumhuriyetçiler (REP), Nasyonal
Demokrat Parti (NPD) gibi akımlar, birlik partilerinin kitlesel desteği ile "çifte
vatandaşlığa karşı" yürüttükleri kampanyanın da etkisi ve katkısıyla, toplumsal
zeminde etkinliliklerini artırıcı bir iklim yakalamışlardır. Bu anlamda "çifte
vatandaşlığa karşı" olmanın, aslında "Türklerin varlığına karşı olunması" gibi bir
duruma dönüştüğü, ırkçılık, nefret ve şiddetin Türklere adreslenmekte olduğu
çok yalın bir gerçekliktir. Türkler ise bu durumun farkında olup kendilerine karşı
takınılan bu tavra tepki göstermekte, ister istemez kendilerini savunacak
politikalar geliştirmektedirler.
SONUÇ
Almanya'ya Türk işçi göçünün başladığı günden itibaren aradan yarım
asır geçti. Hiçbir ön hazırlık ve herhangi bir altyapı çalışması yapılmadan her
açıdan kendilerine yabancı bir topluma gönderilen binlerce insanın geleceği,
dini, sosyal ve kültürel hayatı yıllarca görmezden gelindi. Onlara sadece iş gücü
olarak bakıldı ve insani yönlerinin de olduğu düşünülmedi. İsviçreli yazar Max
Frisch bu durumu "Man hat Arbeitskräfte gerufen, und es sind Menschen
gekommen" yani "Dışarıdan işgücü istendi, ama insanlar geldi" sözleriyle
özetlemektedir. Alman devletinin yabancılarla ilgili rotasyon ve bir gün kendi
ülkelerine geri dönecekleri varsayımıyla uzun yıllar belirli bir politikası
olmamıştır. Yabancıların geri dönemeyecekleri kavrandıktan sonra belirlenen
politikaların ise müzminleşen problemleri çözmekten aciz oldukları açıktır. Bu
çerçevede Entegrasyon eksikliği, gettolaşma, dini ve kültürel sorunlar, eğitim, dil
(Almanca ve anadil birlikte), işsizlik, dışlanma, ötekileştirme, yabancı olmanın -
en azından tercih etme açısından- getirdiği ayırım, yabancı düşmanlığı gibi bir
çok alanda hâlâ sıkıntılar bulunmaktadır. Gerekli önlemlerin zamanında
alınmamış olması Türk azınlığı kendi içine kapatmış ; ancak içinde yaşanılan
topluma katılımı, uyumu, eğitim ve dil öğrenme konusunda başarısızlığı vs .
beraberinde getirmiştir. Tarihsel süreçte Alman toplumunda Türklerle ilgili ortaya
çıkan ön yargılar, ırkçı bazı yaklaşımların tırmandığı dönemlerde yabancı
düşmanlığının artması ve bunun siyasete malzeme yapılması yabancıların
korunma reflekslerini güçlendirmiştir. Çeşitli siyasi iktidarlar döneminde farklı
şekillerde gündem e alınan yabancılarla ilgili uyu m ve vatandaşlık yasaları,
yabancıların söz konusu pozisyonlarını daha da güçleştirmiştir. Kimlik ve uyum
arasında yaşama pratiğinin sorunlu olmasında Alman ve Türk toplumlarının
ortak sorumlulukları bulunmaktadır. Ortaya çıkan sorunların aşılmasında her iki
topluma da önemli görevler düşmektedir. Çünkü çok kültürlü yaşam
deneyimlerinin geleceği buna bağlıdır.
Genel eğitim konusunda daha nitelikli eğitim aldırma yönünde bir artış
gözlemlenmekle birlikte, eğitimi düşük aile ortamlarında yetişen gençlerin
günlük hayata ve özellikle eğitim sistemine uyum sağlamaları mümkün
olamamaktadır. Eğitim fırsatlarından yararlanılamaması, Türk gençlerini kalifiye
iş bulma sorunuyla karşı karşıya getirmektedir. İşsiz, ailesi ve Alman toplumu ile
kimlik sorunu yaşayan gençler diğerlerine göre daha çok uyum sorunu
yaşamakta, marjinal arayışlara, gençlik örgütlerine ve suç çetelerine
yönelebilmektedirler. Din eğitimi ve Türkçe dilinin öğretimi ile ilgili problemler ve
bu yöndeki çözüm önerilerine karşı tepkiler sürmektedir. Özellikle yeni kurulan
ailelerin çocuklarına din eğitimi verebilme gücünün iyici zayıfladığı tahmin
edilmektedir. Avrupa İslam'ı veya Alman İslam'ı gibi söylem ve yayınların
meydana getirdiği asimilasyon korkusu ile İslam'ın özünden saptırılması
endişeleri Türkleri daha fazla kendi içlerine kapatmakta ve kendi milli ve dini
değerlerine yöneltmektedir.
Türklerin dini, etnik ve kültürel yapıları ve bu yapıları gereği ortaya
koydukları değişik davranış şekilleri, giyim ve yeme-içme konusundaki
farklılıkları diğer yabancılara göre daha çok dikkat çekmekte ve tepki
oluşturabilmektedir. Bu durum kendilerine karşı yerli tepki, toleranssızlık ve
manevi baskıyı beraberinde getirmektedir. Manevi baskı ve toleranssızlık ise
Türklerde karşı tepkiyi ve kültürel benliği koruma çabalarına dönüşmektedir.
Çoğunluk durumunda olan Almanların azınlığı mümkün olabildiğince bütün
özellikleri ile kabul etmesi ve hoşgörü ile karşılaması gerekmektedir. Esasen her
iki taraf da üstünlük duygularından fedakârlık etmeli, hoşgörü ve sürekli
etkileşim içerisinde olunmalıdır. Türklerin de Entegrasyon adı altında
asimilasyon politikası izlenmemelidir. Entegrasyonun sürekli gündemde
tutulması çözüm değildir. Türkler zaten günlük hayatta geçerli olan kurallara
uymaktadırlar. Her iki tarafın huzuru için, yaşanan sosyolojik temel problemlerin
çözümüne yönelik bilimsel stratejiler geliştirmek ve bu stratejileri uygulamaya
koymak gerekmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder