15 Ağustos 2015 Cumartesi

GİRİT'İN YOLUNDAKİ KIBRIS



14 Ağustos, Kıbrıs’ın bugünkü konumunu belirleyen askeri eylemcenin başarıldığı gündür. Bu yazıyı, geçmişi anımsatmak, şehit ve gazileri anmak için yayınlıyoruz.

Batının Kıbrıs’a verdiği önem ve bu öneme uygun düşen politik davranışlar eski bir öyküdür. Kıbrıs’ın Doğu Akdeniz’deki stratejik konumu, bu adanın tarihin her döneminde saldırılar ve ele geçirme girişimleriyle karşılaşmasına neden olmuştur. Suriye, Filistin, Anadolu, Yunanistan ve Mısır arasındaki ticaret yollarının kavşak noktasında olan Kıbrıs, Doğu Akdeniz’e egemen olmak isteyen devletlerin, Antik Çağ’dan beri ele geçirmeyi amaçladıkları bir yer olmuştur. Bu nedenle Kıbrıs’ın tarihi, yoğun ve sürekli çatışmalarla dolu bir tarihtir.

Türkiye, Kıbrıs ve Avrupa Birliği

Kıbrıs, Avrupa Birliği’nin kuruluşundan özellikle de 1974’den beri, yürütmekte olduğu Ortadoğu politikasında ilk sırada yer alan bir konudur. AB’nin Kıbrıs’a gösterdiği “ilgi”, her zaman “çok yakın” olmuş, ancak bu ilgi, 1995’te kabul edilen Gümrük Birliği Protokolü’nden sonra yoğunlaşmış, Türkiye’nin adadaki etkisini ortadan kaldırmaya yönelmiştir.

Sonu Gelmeyen İstemler

Avrupa Parlamentosu, Türkiye’nin üyelik başvurusunun reddedilmesinden bir yıl sonra, 20 Mayıs 1988 tarihinde, Kıbrıs konusunda bir karar aldı. Türkiye’yi suçlayan ve “Kıbrıs’daki Durum” başlığıyla alınan bu kararda şunlar söyleniyordu: “Avrupa Topluluğuna ortak üye olan bir ülkenin topraklarının (Kıbrıs y.n.), yine Toplulukla ortaklık ilişkileri içindeki başka bir ülkenin (Türkiye y.n.) askerleri tarafından yasalara aykırı bir biçimde işgali, Türkiye ile Topluluk arasındaki ilişkilerin düzeltilmesi önündeki en önemli engellerden biridir”.1
Avrupa Parlamentosu, 13 Aralık 1995 tarihinde, Türkiye’nin Gümrük Birliği Protokolünü onayladı ve Kıbrıs konusunda oybirliğiyle şu kararı aldı: “Türk Hükümeti ve TBMM Kıbrıs’ın bölünmüşlüğüne son vermek için somut adımlar atmalı ve işgal altında tuttuğu Kıbrıs topraklarından çekilmelidir”.2
Avrupa Parlamentosu, bu kararı aldığı günlerde Türkiye’de hemen tüm politikacılar, iş çevreleri ve medya Gümrük Birliği’ne girmenin bayramını yapıyor ve “coşkulu” açıklamalarda bulunuyorlardı. AP, onayladığı Gümrük Birliği Protokolü’nü, AB Komisyonu’nun 9 Kasım 1995 tarihinde hazırlamış olduğu bu yazanağa (rapora) dayandırıyor ve bu yazanakta şu söyleniyordu: “GB’ye sokulmuş bir Türkiye ile Kıbrıs Sorunu daha kolay çözülür”.3
Avrupa Parlamentosu, 19 Eylül 1996 tarihinde Kıbrıs’la ilgili bir karar daha aldı. “Avrupa Parlamentosu, Türk hükümetinden özellikle işgalci askeri güçlerini geri çekmesini ve Kıbrıs sorununa adil ve uygulanabilir bir çözüm çağrısında bulunan Birleşmiş Milletler kararlarını kabul etmesini ve uygulamasını ister”.4
AP’nun 17 Eylül 1998 tarihinde aldığı karar, yine Türk Ordusu’nun Kıbrıs’tan çekilmesini istiyordu. Karar şöyleydi: “Avrupa Parlamentosu Türkiye’ye Ada’nın askersizleştirilmesini sağlamak amacıyla, Kıbrıs’tan askeri güçlerini çekmesi için somut adımlar atma çağrısında bulunur”.5
AB, Türkiye’den “Ada’nın askersizleştirilmesini” isterken, Kıbrıs Rum kesimi sürekli silahlanıyor, Yunanistan adalara yasa dışı üsler kuruyordu.

Helsinki Doruğu ve Sonrası

Kıbrıs’ın Türkiye karşıtı uluslararası bir sorun durumuna getirilmesinin dönüm noktası, 1999’daki Helsinki Doruğu kararlarıdır. Türk hükümetinin, bu Doruk’da Kıbrıs konusunun AB gündemine taşınmasını kabul etmesi, Kıbrıs konusunun Ada’daki Türk halkı ve Türkiye’nin çıkarlarına uygun düşmeyen bir yola girmesine neden olmuştur.
Türkiye’nin AB’ye özellikle 1980’lerden sonra gösterdiği “aşırı bağlanma isteği” doğal ve kaçınılmaz olarak, Avrupalılara, Kıbrıs konusunu istedikleri yönde “çözme” olanağını vermişti. 1974’den sonra Türkiye’ye karşı uygulanan engelleyimler (ambargolar), 1980 öncesinde iç savaş durumuna gelen dış kaynaklı politik terör ve ekonomik–mali yetmezlikler, Asala Terörü, PKK’nın kurulması; hep 1974 yılından sonra yoğunlaşmıştır. 1980’den sonra Turgut Özal’ın tam üyelik başvurusu ile Türkiye’nin AB üyeliği için her türlü ödünü verebilecek yöneticilere sahip olduğunun ortaya çıkması üzerine Kıbrıs, AB belgelerinde daha çok dile getirilmeye başlanmıştır.
Helsinki’de Kıbrıs’ı ele alan 9.başlam (madde) şöyleydi: “AB Konseyi, politik bir çözümün Kıbrıs’ın (AB’nin Kıbrıs ’tan anladığı yalnızca Rum kesimidir) AB’ye katılımını kolaylaştıracağının altını çizer. Üyelik müzakerelerinin tamamlanmasına kadar kapsamlı bir çözüme ulaşılamamış olursa Konsey, üyelik konusundaki kararını, yukarıda belirtilen husus çerçevesinde bir ön şart olmaksızın verecektir”.6
Söylenenlerin açık anlamı şuydu: Biz Kıbrıs Cumhuriyeti’nin meşru temsilcisi olarak kabul ettiğimiz Kıbrıs Rum kesimini AB’ye tam üye yapacağız. Türkiye olarak işgal ettiğiniz Kıbrıs topraklarından çekilirseniz istediğimiz bu katılım kolaylaşacaktır. Kıbrıs’tan çekilin...

“Kıbrıs’ı Rumlar Temsil Eder”

Avrupa Parlamentosu, 5 Ekim 2000 tarihinde Kıbrıs konusunda bir başka karar daha aldı. Türkiye’nin AB’ye tam üye olabilmesi için Kıbrıs sorununu bir an önce çözmesini isteyen ve Türk Ordusu’nun işgal gücü olduğunu ileri süren bu kararda şunlar söyleniyordu: “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin (Rum kesimi) Ada’yı bir bütün olarak temsil etme hakkına sahip tek devlet olduğu kabul edilmiştir. Kıbrıs’ın en önemli toprakları 26 yıldır Türkiye tarafından işgal edilmiştir. Kıbrıs (Rum kesimi) Kopenhag Kriterlerini tam olarak yerine getirdiği için AB üyeliğine alınacaktır. Bu konuda Türkiye’nin yapacağı her türlü itiraz, politik ve manevi açıdan geçersizdir”.7
Bu karar, AB’nin Türkiye’ye yönelttiği açık bir gözkorkutmaydı (tehditti). “Anlamı” şuydu: AB, Kıbrıs’ı Rum adası olarak görmektedir. Ve bu adayı AB’ye katacaktır. Türk Ordusu işgal ettiği topraklardan çekilip Türkiye’ye dönmelidir. Dönmezse, yakında AB üyesi olacak olan Kıbrıs’ı değil, AB’yi işgal etmiş duruma gelecektir. Sonrasını siz düşünün...

Silahla Korkutma

Türkiye’yi Ulusal Güvenlik Stratejisi’ne birincil tehlike olarak koyan Yunanistan’da, 10 Ekim 2001 tarihinde Savunma Bakanı aracılığıyla, “stratejisine” uygun düşen bir açıklama yapıldı. Yunanistan Savunma Bakanı Yannus Papandoniu, Ta Nea Gazetesi’ne verdiği demeçte şunları söyledi: “Kıbrıs’ın AB’ye giriş saati geldiğinde Türkiye’nin tehditleri karşısında Yunan Silahlı Kuvvetleri hazır olacaktır. Kıbrıs’la Yunanistan arasındaki Birleşik Savunma Doktrini çerçevesinde Kıbrıs’ın bağımsızlığı dahil, ulusal çıkarlarımızın korunması için Yunan Silahlı Kuvvetleri gereğini yapacaktır”.8
Yunan Silahlı Kuvvetlerinin Türkiye’ye karşı hazır olduğunu ve günü geldiğinde gereğini yapacağını söyleyen Yannos Papandoniu, 17 Nisan 2002’de “Türkiye’nin Yunanistan için bir numaralı tehdit olduğunu” ileri sürdü. Papandoniu, Amerikan Savunma çevrelerinin dergisi olarak bilinen Defense New’a verdiği demeçte de şunları söyledi: “Yeni savunma stratejimiz, oluşan yeni ortamdaki tehditlere yanıt verecek niteliktedir. Yunanistan için tehditler açık. İlk sırada Türk tehdidi geliyor. Ulusal topraklarımız üzerinde spesifik iddiaları vardır”.9
Kıbrıs’ı temel alarak Türkiye’yi tehdit edenler yalnızca Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan değildi. Brüksel’de ya da Avrupa başkentlerinde alınan kararlar, hazırlıklar ve açıklamaların birleştikleri ortak nokta; Türkiye’nin Kıbrıs’ı terk etmesi ve Kıbrıs’ın AB ile bütünleşmiş olan Yunanistan’a ya da bir başka deyişle, Yunanistan’ı içine alan AB’ye verilmesiydi.
Bu yöndeki açıklamalar artık gözkorkutma aşamasına getirilmişti; bunu en açık bir biçimde dile getirenlerden biri de AB-Türkiye Karma Parlamento Komisyonu Başkanı Daniel Cohn Bendit’di. Bendit TÜSİAD’ın 26 Kasım 2001 tarihinde kendisine verdiği öğle yemeğinde şunları söylüyordu: “Kıbrıs’ın üyeliği AB genişlemesinin önceliklerinden biridir. Kıbrıs bir bütün halinde AB’ye üye olmalıdır. Türkiye, Kıbrıs’ı ilhak etmesi durumunda Avrupa toprağının bir parçasını ilhak etmiş olacaktır”.10 Avrupa Parlamentosu üyesi Fransız Parlamenter Jean Charles daha açık konuştu ve “Türkiye’nin Kıbrıs’ı ilhakı savaş nedenidir”.11
Daniel Cohn Bendit ve Jean Charles’in Kıbrıs üzerinden Türkiye’ye yönelttikleri gözkorkutmanın kapsamı, içerik ve sonuç olarak silahlı çatışmayı da içeren bir niteliğe sahipti ve bu gözkorkutma İstanbul’da “Türk” işadamlarının önünde yapılıyordu.

Milliyetçi Yunanistan, Avrupacı Türkiye

Yunanistan Başbakanı Kostas Simitis kendi deyimiyle, “Ülke için büyük önem taşıyan milli konuların çözümü için” 24 Mayıs 2002’de Yunan halkına milli birlik çağrısında bulundu. Aynı gün tüm parti başkanlarıyla bir araya gelerek Kıbrıs konularında “ulusal bütünlüğü” sağlayacak görüşmeler yaptı. Görüşmelerden sonra yaptığı açıklamada, Kıbrıs sorununun çözümü, Kıbrıs Rum kesiminin Avrupa üyeliği ve AB-NATO ilişkilerinin düzenlenmesi konularında “gerçek saatin” geldiğini söyledi ve şu açıklamayı yaptı: “Bu noktada, seferberlik, konsantre olma, mücadele ruhu ve her şeyin üzerinde milli birliğe gereksinim var. Buradan güçlü bir Yunanistan isteyen tüm Yunanlılara sesleniyorum. Güvenli, barış ve refah içinde bir Yunanistan için bu üç büyük konunun ülkemiz yararına çözülebilmesi çabalarında dayanışma içinde olunması gerekiyor”.12
Kostas Simitis Yunan halkını “Güçlü Yunanistan” için “milli birliğe” çağırırken aynı gün yani 24 Mayıs’ta Türkiye Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer de bir “milli” çağrı yapıyor, ancak bu çağrıda, “AB’nin Partiler üstü ulusal bir konu olarak ele alınması”13 gerektiğini belirterek “Avrupa treninin kaçmaması için”14 parti liderleriyle bir zirve yapacağını açıklıyordu. Sezer şunları söylüyordu: “Avrupa Birliği tam üyelik yönelimimiz, toplumumuzun geniş bir kesimince desteklenen bir çağdaşlaşma tasarımıdır. Ulusal nitelikteki bu konuya partilerüstü bir anlayışla yaklaşmak ve 2002 yılının kritik niteliğine uygun adımları atmamızı sağlayacak bir ortak görüş oluşturmakta zorunluluk vardır”.15

Girit'in Yoluna Giren Kıbrıs

Türkiye’nin Yunanistan’ın bağımsızlığını ilan ettiği 1829’dan beri, görüşmeyle sorun çözme ilişkisinde, kazanç elde ettiği tek bir örnek yoktur.

DEVAMI ICIN ...

Kuramsal Aktarım ve Metin Aydoğan

Hiç yorum yok: