1923 yılında; Cumhuriyetin tarihsel evrimini, evrensel boyutunu ve gerçek niteliğini kavramış, aydın zümre yok gibidir. O güne dek, Türkiye’de, cumhuriyetçilikadına, bir düşünce akımı gelişmemiş, herhangi bir örgütlü eylem gerçekleştirilmemişti. Cumhuriyet sözcüğü, aynı şapka gibi, 19.yüzyıldan beri sövgü ve aşağılama tanımı olarak kullanılıyordu; tutuculuk dilinde karşılığı gavurluktu.Mustafa Kemal, Cumhuriyeti ilan ederken yenileşmenin örgütlü gücü haline getirdiği orduya güveniyordu. Ancak, çok güvendiği ordu bile kendisini bıraksa, “komutan ve subaylarına tümüyle bel bağladığı muhafız alayına” dayanarak halka gidecek, “ülkeyi yeniden çevresine toplayacaktır.” Bu kararlılık ve istenç gücüyle, “Meclis koridorlarının kulaktan kulağa dolaşan fısıltıları, küçük oyun ve taktikler” kuşkusuz onunla boy ölçüşemeyecekti.
Doğru Zaman
Mustafa Kemal Atatürk, zaferden sonraki bir yıllık yoğun çalışmasıyla, Türkiye’yi, düşündüğü yenileşme yoluna sokmuştu. 11 ay içinde; saltanat kaldırılmış, hilafet varlığına “izin verilen” edilgen bir duruma getirilmiş, Lozan imzalanmıştı. Artık elinde, Müdafaa-i Hukuk örgütlerine dayanan Halk Fırkası, yenilenmiş bir Meclis, önerilerini yapmaya hazır bir halk, güvenilir bir ordu ve dar ancak inanmış bir kadro vardı. Çok önceden karar verdiği ve “vicdanında ulusal bir sır gibi” sakladığı düşüncesini uygulayacak, Devlet’in yönetim biçimini belirleyecekti; Cumhuriyet’i ilan etmenin zamanı gelmişti.
Tüm uğraşılara ve gerçekleştirilen yenileşmelere karşın, bu iş yine de kolay değildi. Halk egemenliğine dayanan yönetim biçimi, 23 Nisan 1920’den beri eylemsel olarak gerçekleştirilmişti. Cumhuriyetin ilanı, gerçek durumun ilanından başka bir şey değilmiş1 gibi görünse de; geçmişten gelen tutucu alışkanlıklar ve eğitimsizlik, bu girişimini, hala çekince (risk) içeren bir eylem durumuna getiriyordu. Ünlü Hafız İzmirliİsmail Hakkı Efendi, o günlerde, Ayasofya’da, “İslam hükümdarsız olmaz, cumhuriyet olamaz” diyen vaazlar veriyordu.2
Batıdaki Cumhuriyet
Batıda cumhuriyet, Avrupa aydınlanmasıyla bütünleşen uzun ve güçlüklerle dolu bir savaşımın birikimi üzerinde gelişmişti. Fransız Devrimi’ne temel oluşturan bu birikim, cezaevleri ve giyotinlerden geçerek toplum yaşamına girmişti.
Avrupa’da, J.J.Rousseau’yla başlayan Devrim’le somutlaşan cumhuriyetçilik düşüncesi, sert savaşımlar ve 250 yıllık bir evrimden geçerek bugüne gelmişti. Fransa’da beşincisi yaşanıyordu. Soylulara yakınlığıyla tanınan ünlü kimyacıLavoisier, 1794’de, Devrim Mahkemesi tarafından yargılanırken, yarım kalan deneylerini tamamlamak için süre istediğinde, “Cumhuriyetin bilginlere gereksinimi yok”yanıtını almış ve giyotinle idam edilmişti.3
Kararlılık ve İstenç
Batıda yoğun savaşımlarla birkaç yüzyılda getirilebilen yönetim biçimi, Türkiye’de birkaç hafta içinde gerçekleştirildi. Bu güç işi başarmak için eskiden gelen bir savaşım birikimi yoktu, ancak toplumsal dayanağı kuşkusuz vardı.
Yaşam süresini dolduran kişi egemenliği, çürümüşlüğüyle yönetim işleyişini bozmuş, Türk halkına büyük zarar vermişti. Halk, eskiden kurtulmak, gelişip gönencini arttırmak istiyor, isteğinin eski düzenle gerçekleşemeyeceğini duyumsuyordu. Durumunun düzelmesi için bir şeyler yapılması gerektiğini anlıyor, ancak bu eğilime bir ad koyamıyordu.
Toplumcu Anlayış
1923 başlarında çıktığı yurt gezilerinde, yönetim biçimi sorununu, cumhuriyetsözcüğünü kullanmadan ancak onu anlatarak dile getirdi. Herkesin anlayacağı dilden konuşuyor, halk egemenliğine dayanan yönetim biçimi konusunda; tarihsel, toplumsal ve dinsel açıklamalarla halkı aydınlatıyordu.
Eskişehir’de; “bugünkü gücümüzün kaynağı, milletin ruhuna vicdanına, eğilimlerine dayanmamızdır... İzlenmesi akla uygun siyaset, milletin doğal yeteneklerine ve ihtiyaçlarına uyumlu olandır... Milletler, kendi vicdanlarının eğilimini yerine getirmek ve uygulamak isterlerse, egemenliği elinde tutmak zorundadırlar... Egemenlik artık kayıtsız şartsız milletindir ve milletin kalacaktır. Yönetim biçimi, halkın kendisini bilfiil yönetmesi esasına dayanacaktır”dedi.4
Cumhuriyet ve İslamiyet
Yönetim sorununu irdelemeyi, İslam hukukuna dek genişletti, Hz.Muhammet’in sözlerinden aktarmalar yaparak İslamiyet’in konuyu nasıl ele aldığını anlattı. “Yüce Peygamber devletlere gönderdiği peygamber bildirimlerinde, ‘Allah birdir, hak din, İslam dinidir, onu kabul ediniz’ buyurmuşlar ve fakat hemen eklemişlerdir; ‘ben size hak dinini kabul ettirmekle sanmayınız ki, sizin milletinize, sizin yönetiminize el koyacağım. Siz hangi yönetim biçimini koyuyorsanız, o hakkınız saklıdır.’... Şimdi şunu açıklamalıyım ki, din esasında yönetimin şu ya da bu biçimde olacağına dair, hiçbir ifade kesin olarak yoktur. Yalnız hükümetin hangi esaslara dayanması gerektiği bellidir, bu açık ve kesindir. Bu esaslardan biri şûrâdır (danışma organı). Danışma en kuvvetli esastır. Bu esas, Yaradan tarafından doğrudan doğruya Muhammet Mustafa’ya da emrolunmuştur. Peygamber olan yüce kişi bile, kendiliğinden iş yapamayacaktır. Danışarak (müşavere) yapacaktır... Diğer bir esas adalet esasıdır. Şûrâ, insanlara ait işleri yerine getirirken adil davranacaktır. Çünkü adaletsiz şûrâ, Allahın emrettiği şûrâ olamaz; adalet dağıtmaya yetkili olabilmesi için de uzman olması, bilgili (vâkıf) olması gerekir. Bilgili olan, uzman kişilerden oluşan bir yönetim, ancak değerli ve saygın olur. Adalet dağıtımında, ancak böyle bir şûrâya inanılır ve güvenilir”.5
İnceleme, Araştırma
Yurt gezilerinden her dönüşünde, çalışma odasına çekilip araştırmalarını sürdürüyor, Türkiye’ye uygulanacak cumhuriyet düşüncesini, kuramsal ve eylemsel boyutuyla olgunlaştırıyor, uygulama hazırlıkları yapıyordu. Önce, kimseye açılmamıştı. Tasarımını bitirip, davranış biçimini belirlediğinde, güvendiği kişilere açılmaya, görüşüp konuyu birlikte irdelemeye başladı.
Oluşumu ve doğurduğu sonuçlarıyla birlikte Fransız Devrimi’ni (bir kez daha) inceledi. J.J. Rousseau’yu okudu. Çankaya’da akşam yemeklerinde, ‘seçilmiş’konuklarıyla tartıştı, katılımcı yönetim biçiminin adının Türkiye ve Türkçe’deki karşılığının ne olabileceğini araştırdı. Fransızca’da kamusal varlık, toplum (la chose publique) anlamına gelen republique sözcüğünün, Türkçedeki karşılığının cumhuriyetolabileceğini düşünüyordu.6
Eyleme geçeceği günlerin yakın olduğunu çevresindekiler anlamıştı. Uygun zaman ve girişim gücünü arttıracak somut bir olay, bir gerekçe bekliyordu. Neve Freie Presse yaptığı açıklamadan yaklaşık bir ay sonra böyle bir olay ortaya çıktı. Meclis İkinci Başkanlığı ve Dahiliye vekilliği seçimiyle başlayıp, hükümet bunalımına dönüşen siyasi gelişmeler, ona bu fırsatı verdi. Nutuk’ta, “uygulamaya geçmek için uygun zamanın geldiğine karar verdim”7 dediği bu gelişmelere dayanarak harekete geçti.
Hükümet Bunalımı
Halk Fırkası, 25 Ekim’de Meclis İkinci Başkanlığı için Rauf Bey’i, Dahiliye Vekili için de Sabit Bey’i aday göstermişti. O ise bu seçimi uygun bulmuyordu. 26 Ekim’de, Bakanlar Kurulu’nu Çankaya’da toplantıya çağırdı ve “istifa etmeleri zamanının geldiğini, bunun gerekli olduğunu”8 belirten bir öneri yaptı. Meclis yeni Bakanlar Kurulunu seçmeli, ancak çekilen bakanlar yeniden seçilirse, bunu kabul etmemeliydiler. Önerisi kabul gördü ve Genel Kurmay Başkanı Fevzi Paşa dışında tüm Bakanlar Kurulu üyeleri hükümetten çekildi.
Bunalımdan Yengi Çıkarmak
Siyasi tıkanma, 28 Ekim’e dek aşılamadı. “Kargaşa yayılarak sürüyor, içinden çıkılmaz tartışmalarla”9 hükümet kurma çalışmaları, sonuçsuz kalarak tümüyle tıkanıyordu.Halk Fırkası Yönetim Kurulu’nun çağrısı üzerine, önce onlarla toplandı. Yönetim Kuruluda tek başına liste oluşturamıyordu. Çalışmaların sürdürülmesini önererek Çankaya’yaçıktı. Orada kendisini bekleyen arkadaşlarına kararını açıkladı ve “yarın cumhuriyeti ilan ediyoruz” dedi.10
Arkadaşları gittikten sonra, İsmet Paşa’yla birlikte, Cumhuriyet’in ilanı için 1921 Anayasası’nda yapılması gereken değişiklikleri saptadı. Birinci başlamda (maddede),“Türkiye Devleti’nin yönetim biçimi cumhuriyettir”11 sözcüğünü eklediler ve değişiklik yaptıkları başka üç başlamda; kişisel yönetimin tümüyle kalktığı, cumhuriyetin doğal sonucu olarak Meclis’in cumhurbaşkanını seçeceği, cumhurbaşkanının ise başbakanı atayacağını belirttiler.12
Halk Fırkası Meclis Kümesi (Gurubu), 29 Ekim sabah 10’da toplandı. Uzun tartışmalardan sonra, “durumun çıkmaza girdiğini ve hükümet işlerinin yüzüstü kaldığını gören birçok milletvekili”, Genel Başkan olarak onun, “soruna çözüm bulmak için”çağrılmasına karar verdi.13 Toplantıya geldi ve çözüm önerisini sunması için bir saat izin istedi. Uygun gördüğü ve kendi deyimiyle, “gereken kişileri”14, Meclis’teki odasına çağırdı. Onlara, önceki gece İsmet Paşa’yla birlikte yaptığı Anayasa değişiklik önerisini göstererek, biraz sonra Genel Kurul’da yapacağı konuşma konusunda bilgilendirdi.
“Bir saat sonra” kürsüye çıktı ve önerisini; “çözülmesinde güçlüğe uğradığımız sorun, uygulamakta olduğumuz yöntem eksikliğindendir. Yürürlükteki Anayasamız gereğince, bakanları ayrı ayrı seçmek zorunda kalıyoruz. Bu güçlüğün giderilmesinin zamanı artık gelmiştir. Yüce kurulunuz bu sorunun çözülmesi için beni görevlendirdi. Bilginize sunduğum görüşlerden esinlenerek, çözüm olacağını düşündüğüm bir biçim saptadım. Onu önereceğim. Önerim kabul edilirse, güçlü ve dayanışma içinde olan bir hükümet kurabiliriz” sözleriyle dile getirdi. Hemen ardından hazırladığı dört başlamlık Anayasa değişikliğini okudu.15
Çözüm
Meclis Anayasa Komisyonu tasarıyı ivedi olarak ele aldı ve “Meclis’te hemen görüşülmesini” önerdi. Görüşmeler, saat 20.30’da, “yaşasın cumhuriyet” alkışlarıyla kabul edildi. On beş dakika sonra, 20.45’te Cumhurbaşkanlığı seçimi yapıldı ve milletin ruhunda “zaten çoktan seçilmiş”16 olan Mustafa Kemal, oturuma katılan 158 milletvekilinin oybirliğiyle, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı oldu. 100 milletvekili oylamaya katılmadı.17
Seçim üzerine, teşekkür konuşması yapmak için kürsüye çıktı ve şunları söyledi: “Türkiye Cumhuriyeti dünyadaki yerine yaraşır olduğunu, başaracağı işlerle kanıtlayacaktır. Her zaman milletin güvenine dayanarak, hep birlikte ileriye gideceğiz. Türkiye Cumhuriyeti mutlu, muvaffak ve muzaffer olacaktır”.18
Halkın Coşkusu
Türk halkı, Cumhuriyet’i ve ilk Cumhurbaşkanını coşkuyla karşıladı. “Duyulan sevinç her yerde, parlak gösterilerle açığa vuruldu”19 ve Cumhuriyet’in kabul edilmesi, 29 Ekim gecesi ülkenin her yerinde, yüzbir top atışıyla kutlandı. Halk sokaklara dökülmüş sevinç gösterileri yapıyor, Meclis’e ve Cumhurbaşkanı’na telgraflar çekiyordu. 29 Ekim, daha o gece halk tarafından “milli bayram durumuna getirilmişti”.20
Devami... http://kuramsalaktarim.blogspot.com.tr/2015/10/cumhuriyetin-ilani.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder