10 Ocak 2016 Pazar

TÜRKIYE NASIL KURTULUR? - MUSTAFA GENCOGLU







DERLEME





  TÜRKIYE NASIL KURTULUR?
 
TÜRKIYE´NIN EMPERYALIST ISGALDEN KURTULUS YOLLARI

OSMANLI´NIN CÖKÜSÜ
1854 Osmanli - Rus Kirim savasinda, Osmanli, Ingiliz ve Fransiz donanmasi müttefik olarak Kirim´a asker cikardilar. 1855´te Sivastopol zapt edildi. Paris Antlasmasiyla savasa son verildi ve savas sonunda Fransa ile Ingilitere bir tasla birkac kus vurmuslardi. Öncelikle Rus donanmasi ve tersaneleri yok edilmisti. Rusya´nin Avrupa´daki ilerlemesi bir süre durdurulmustu. Ruslarla Osmanli´larin düsmanligi eskisinden daha fazla artarak devam edecekti. Bunlardan daha önemlisi, Osmanli Devleti, Ingiltere ve Fransa´nin para tuzagina düsmüs, yüz yil sürecek bir borc ödeme planina girmisti.
Ingiltere´nin Avrupa´daki imparatorluklari yok etme stratejisinin ilk kurbani secilen Türkler kendi sonlarini kendileri hazirlamislardi. Avrupa´nin emperyalist oyunlari ögrenememelerinin cezasini agir ödeyeceklerdi. Türk aydinlari develet icinde tutunacak bir dal bulmada cok gec kalmislardi. Kirim savasi, Osmanlinin cöküsünü hazirlayan 2. Viyana kusatmasindan sonraki hatalarin en büyügü idi.
Kirim savasi sonrasi Türkler´e "borc prangasi" takilmistir. Avrupa ile bu borc süreci Duyun-u Umumiye adiyla 1854´ten 1954´e kadar sürmüstür.Ancak Avrupa´nin yerini 1946 yilinda ABD almis, Düyun-u Umumiye kosullari hemen hemen ayni kalmakla beraber borc yönetiminin adi IMF (Uluslararasi Para Fonu) olarak degismis ve devam etmektedir.
Askeri, ekonomik, mali ve de hukuki her türlü oyunlar oynanarak borc prangasi ayagimiza takili olarak Türkiye yüzellisekiz senedir yasamina devam etmektedir. 1854 Kirim savasinin Osmanli yönetimine bazi katkilari olmustur. Bu savas dolayisiyla Batili asker, politika, tip, teknink uzmanlarla temaslar yapildi. Ruslar´a karsi yüzyillik sürecten sonra kazanilan savas, Osmanli´nin onuruna cok sey katmistir. Ancak buna karsin, borclanmaya baslamayi kabullenmek yaninda, Osmanli´nin sosyal yasamindaki eksikleri ortaya cikmistir. 1856 2. Tanzimat Fermani ile islahat hareketleri basladi. Kirim zaferinin getirdigi moral ve kolay borclanma Padisah ve cevresinin Dolmabahce Sarayi´ni ve diger idari birimler icin de Ciragan Sarayi´nin yaptirilmasi, Lale Devri´nde halki isyan ettiren Sadabad Kösklerini fazlasiyla asmisti.

Islahat-i Maliye Komisyonu
Kirim Savasi, bir taraftan borclarin devamli artmasina neden olmaktaydi. Aydinlar ve halktan ses seda cikmiyordu. Ayaga takilan borc prangasinin kurallari calistirilmaya baslanmisti. Düyun-u Umumiye Idaresi 1881´de kurulmus olmasina ragmen, onun ilk nüvesi 22 sene önce kurulmustu. Maliye bakanligi bünyesinde dördü Türk, ücü yabanci olmak üzere yedi üyeli "Islahat-i Maliye Komisyonu" 1859 yilinda, ilk borclarin en hizli verildigi dönemde kurulmustu. Bu komisyonun görevi, memleket maliyesini tetkik, vergilerin miktarini tespit, kamu masraflarini sinirlamakti. Böylece IMF´nin bugünkü Türkiye Masasi kurulmus oluyordu.
Osmanli tarihinde görülmemis bir harcama basladi. Önce 400 yillik Topkapi Sarayi´nin, Imparatorlugun yönetimine yetmedigi, ilave yapilarlarla kullanim olanaginin zorlastigi, gelen yabanci konuklarin, krallarinin yasadigi saraylarla karsilastirilinca bir anda Topkapi Sarayi´ni gözden düsürüyordu. Topkapi Sarayi, 1853 yilina kadar imparatorlugun yönetim ve yasam merkezi olarak kaldi. Yerini Dolmabahce´ye devretmesi Abdülmecit´in Bati özentisinden baska bir sey degildi.Sultan Abdülmecit Bogaz´i cok sevmisti. Dolmabahce Sarayi´ndan sonra Beylerbeyi´nde de bir sarayin insasini baslatti, ancak ömrü bu sarayi görmeye yetmedi. Ileriki tarihlerde Abdülmecit´in yerine gecen kardesi Abdülaziz, Dolmabahce Sarayi´nin kaca mal oldugunu dönemin Maliye bakanina sordugunda ona verilen cevap 3500 kurus olmustur. Bu miktar, 3.5 milyon kurusun kagit ve mürekkep parasidir.
Osmanli Imparatorluguna borc verme yarisina giren Ingiltere ve Fransa, verilen borclarin sadece savas harcamalarinda kullanilmasinin yerine getirilmesi icin 1855 borc sözlemesine Ingiliz ve Fransiz hükümet temsilcilerinden kurulu bu komisyonun kurulmasini ilave etmislerdi. Verilen borclarin, Osmanli devletinin modernlesme hareketlerinde kullanilmasina engel olunmustu.

Ilk Mali Kontrol
Böylece, yabancilarin imparatorlukta ilk mali kontrolü böylece baslamis oluyordu. 1881 Muharrem Kararnamesi ile kurulan Düyun-u Umumiye´den oldukca farkli özellikler tasiyan bu denetim kurulu IMF ile daha göreli benzerlikler tasimaktadir. Abdülmecit´in babasi 2. Mahmut döneminde, askeri, idari, mali ve sosyal reformlar baslatilmis ve bu reformlarin hizlandirilmasi icin Ingiltere´den borc talep edilmis, ancak bu girisimde önemli bir sonuc alinamamisti. 1838 Ticaret Antlasmasi´nda Osmanli´nin ekonomik bagimsizligini ele geciren Ingilizler´de borc vermeye karsi iyimser görüsler belirmistir.
Bu görüsler 1854 yilinda baslayan Kirim Harbi ile hizlanarak gerceklesmistir. Borc ile, savasa gereksiz nedenlerle sokulan Osmanli´nin yikilma süreci baslamis oldu. Borc alma fikri, padisahin cevresini saran Galata bankerleri ile onlarin ortagi devsirme bürokrasiden (kapikulu) gelmektedir. Ingiltere ve Fransa, Misir´in vergilerinin bir kismina el konularak 2 milyonu ileride kullanilmak üzere 3 milyon sterlinlik borc verilmistir. Bu 3 milyonluk borctan Osmanli´nin eline kesintilerden sonra 2 milyon 18 bin sterlin gecmistir. Öncelikle verilen borcun denetlenmesi sarti getirilmisti. Bu, Osmanli bürokratinin isine hic gelmiyordu. Alinan borcun harcanmasindaki hirsizliklari Bati biliyor ve engellemek istiyorlardi. Kapikulu devsirme bürokratlarin foyasi meydana cikmisti. Ingiltere ve Fransa´nin direk kefil olmasinda baslayan sorumluluk ile o güne degin Bati´ya calisan farelerin deligine yillarca hesaplarina calistiklari devletlerce zehir konuluyordu.
Osmanli padisahi ve bürokrasisi bu denetimle ilk defa karsiliyor ve onur kirici buluyordu. Ancak kural konulmustu ve komisyon üstelik iki kere kurulmustu. Birincisinde bes üyelikten üc tanesi Osmanli´ya, biri Ingiliz digeri Fransa´ya veriliyordu. Komisyon baskanligi da Osmanli´ya birakilmisti. Ikinci komisyon 1855 yilinda borcun bakiyesinin kullaniminda yeniden kuruldu.

Maliye Teftis Kurulu
Üye sayisi üce indi. Baskanlik Osmanli´dan alindi. Taraflarin üyeligi esit paylasilmisti. Ingiltere bu denetimde israrli oluncaikinci komisyonda Batililar agirliklarini ve yetkilerini arttirdilar. Harcamalarin sadece Kirim Harbi harcamalarinda kullanilacagina dair taahhütname aldilar. Ayrica günümüz IMF´nin niyet mektubu da böylece baslamis oluyordu. Ingiltere, resmi olarak Osmanli devletinden mülkiye ve maliyede yeniden yapilanma calismalarina baslanmasi, verilen borclarinin aylik ve yillik bazda dökülemlenerek acil olarak Londra ve paris´e gönderilme taleplerinin yazili olarak istiyor ve aliyordu
Bu konuyu irdelememizin nedeni IMF calismalarinin benzerliginden ziyade Osmanli´nin cökmesinin en önemli nedenlerinden birinin bürokratlarin oldugunu vurgulamaktir. Türkiye Cumhuriyeti; secilenlerin, secenlerin, atayanlarin, atanmislarin denetlendigi bir düzende kurulmasinin nedenleri Osmanli bozuk düzeninin Mustafa Kemal Atatürk´te yarattigi birikimlerden dogmasidir diyebiliriz. Nitekim Cumhuriyet kuruldugunda Maliye Bakanligi idari kadrolari ile örnegin defterdarlik, mal müdürlügü ve teftis kurullari aynen korunmustur. Gazi´nin bu davranisi Maliye teskilatinin bir nev´i aklanmasidir.
Atatürk´ün Osmanli Devleti´nden aynen devraldigi ve devam ettirdigi Maliye teskilatinin denetim birimi olan Maliye Teftis Kurulu, 2. Abdülhamit´in tahta yeni ciktigi dönemlerde kurulmustu. Abdülhamit, Batili devletlerle daha kuskulu ve dengeli iliskiler yürütüyordu. Bürokraside oldukca etkin bir reorganizasyon yapmisti. Bu kadrolari yetistirecek egitim kurumlarinda devsirmelerin yerine o zamanki tabirle Osmanli genclerine yer acilmasi icin calismalar yapildi. Örnegin Mülkiyeyi Sahaneyi (Siyasal Bilgiler Okulu) modernize ederek ögrenci sayisi oniki kat arttirildi.

Devsirme Bürokratlar
Ekonomi ve ticaretin azinliklarin elinden Türk´lerin eline gecmesini ve ayrica devlet kurumlarinda ekonomi ve maliye egitimi almis Türk genclerinden yararlanmak amaciyla 1883 yilinda Hamidiye Ticaret Mekteb-i Ali´sini (Yüksek Ticaret ve Ekonomi Okulunu) kurmustur. Maliye Teftis Kurulu da 1879 yilinda baslatilan umumu maliyenin tanzim ve islahi calismalari kapsaminda 21 Haziran 1879 yilinda devlete ait tüm mali islerin denetimini dogrudan Maliye Bakanina bagli olarak yapacak yetkili bir kurul olarak kuruldu.
2. Abdülhamit tahta ciktiginda öncelikle Osmanli´nin Bati´ya borcu ödenemeyecek düzeye ulasmisti. Diger bir neden de 1854 ve 1855 yillarinda kurulan özel denetim komisyonu devsirme bürokratlarin engellemeleriyle sonunda kalkmisti. Su bilinen gercegi Abdülhamit sehzade iken yasamisti :Devletinizi siz kendiniz denetlemezseniz, yabancilar denetler. Bu onur kirici duruma borc batagina saplanmis bir devlet karsi koyamazdi.
Alinan borclar; örnegin Rumeli demiryolu yapimi gibi cok büyük ihalelerle yabancilara verilip, paylar cikarci bürokratlar ve Galata bankerlerinin hirsizligi devam ediyordu. Bunun mali denetiminin yapilmasini 2. Abdülhamit israrla istemesine ve teftis kurulunun kurulmasina karsi da ayni bürokrasi engellerini ortaya koyuyordu. 1881 yilinda kurulan Düyun-u Umumiye sekiz bin kisilik kadrosuyla Osmanli´nin vergi kaynaklarinin yüzde 70 ini tahsil ediyordu. Bu rakamin dogrulugunu kim kontrol edecekti? Imparatorlukta böyle bir idari birim yoktu. 1879 yilinda Düyun-u Umumiyenin calisma esaslari karsilikli tartisiliyordu.
Bürokratlar; 2. Abdülhamitín düsürülmesi icin her türlü oyunlari oynuyordu. Teftis kurulunun kadrolari dar tutuluyordu. Kurulun yetkileri kullandirilmiyordu. Teftisler, merkezde kurulan Suray-i  Maliye ve Muhasebe-i Merkeziye gibi istenilenlere göre calisacak bir sisteme kaydiriliyordu.
Burada iki önemli olayi irdelememiz gerekmektedir. Birincisi, 1876 yilinda tahta cikan 2. Abdülhamit´in 3 yil sonra Maliye Bakanligi bünyesinde bakana bagli bir teftis biriminin kurulmasini istemesi, ikincisi ise, Atatürk´ün 2. Abdülhamit döneminde kurulmus bir müesseseyi devlet icinde muhafaza ederek devam ettirmesidir.

Borc Batagi
2. Abdülhamit´in o güne degin borc batagina saplanmis, Osmanli´yi cökertme derecesindeki devletin yönetiminin yozlasmasina bürokratlarin seyirci kalmasi, hicbir etkinlik yapilmamasi karsisinda tek basina mücadele etmesi ne kadar dikkate deger ise, Atatürk´ün de hic bir sekilde önyargili olmadigini bize göstermis olmasi ve kurulun kadrosunu daha da genisleterek teftis kadrosuna yeni eleman aliminin ilk sinavini 1923 yilinda actirmasi da dikkat cekicidir.
Atatürk, ilk önce Duyun-u Umumiye´nin görevine son verdi. Osmanli Bankasi´nin merkez bankasi islevini yeni kurulan TC Merkez Bankasi´na devrettirdi. Bir devlet ekonomik özgürlügüne kavustugunda o devlet bagimsiz olacaktir kosulu Atatürk´ün koydugu birinci temel kuraldi. (1)Hüseyin Perviz PUR - Yeminli mali müsavir. DÜNYA 15.10.2004

ATATÜRKCÜLÜKTE SISTEM VE STRATEJI

Atatürk, Türkiye Cumhuriyetini kurarken, bir sistem ve stratejiye dayanarak amacini belirlemistir. Sistem, modern bir Türk Cumhuriyeti kurulmasini amacliyordu. Atatürk, bu amaci gerceklestirmenin zor oldugunu biliyordu. Cünkü, Osmanli Dveleti cagdas teknolojik gelismelere ayak uyduramamisti. Bu nedenle, Bati toplumlariyla Türkler arasinda büyük bir gelismislik farki ortaya cikmisti. Atatürk, cok zor da olsa bu farki ortadan kaldirip, Türkler´i modern bir toplum haline getirmek gerektigine inaniyordu. Önce bir bagimsizlik savasi, sonra da bir devrim yapmak gerekiyordu. Bu modern sisteme bir an önce kavusabilmek icin, bir strateji olusturdu. Bu stratejinin sartlari, Türk milletinin özellikleri dikkate alinarak belirlenmisti. Atatürk´ün olusturdugu strateji, Atatürkcülük ve Atatürk ilkeleri olarak gerceklesmis oldu.
Atatürkcülük, Türk Milleti´inin her zaman ihtiyac duyacagi bir düsünce sistemi olarak sonsuza dek önemini koruyacaktir. 20. yüzyil icinde, pek cok toplumda, degisik düsünce bicimleri, ideolojiler ve doktrinler ortaya cikmistir. Almanya´da Nazizm, Italya´da Fasizm, Rusya´da Komünizm ve daha bir cok ideoloji son yüzyilda pek cok toplumda etkili olmus ve uygulamaya konulmustur. Ama bunlarin hic birisi Atatürkcülük gibi kalici olamamistir. Atatürkcülük´ü bunlardan ayiran ve kalici kilan en temel özelligi, bu düsünce biciminin Türk Milleti ´nin gerceklerinden cikmis olmasi ve uygarligin ortaya koydugu cagdas degerlerle kucaklasmis olmasindan kaynaklanmaktadir. Atatürkcülük´te cagin cagdas degerlerinin tersine bir yönelis yoktur; aksine, cagin ihtiyaclarina karsilik veremeyen Türk Insan´ini, bulundugu geri kalmisliktan kurtararak, ona yepyeni bir yasam tarzi ve düsünce bicimi getirmistir. Elbette bu, degindigimiz tarihsel anlami yönüyle yepyeni bir sistemdir.
Her sistemin ana hedefi vardir. Ana hedefe ulasmak icin, her sistem, kendine özgü stratejiler olusturur. Bu stratejiler, toplumun icinde bulundugu tarihsel, toplumsal, siyasal, ekonomik ve kültürel sartlara göre sekillenir. Ana hedef, süreklilik tasiyan bir amac olarak, her zaman toplumun önünde durur. Kati, dogmatik kaliplara sahip olan ideoloji ve doktrinlerde, sartlar degisse de, bu genel amac hic degismez. Hatta kimi zaman, bu tür ideoloji ve doktrinlerin bir kisminda, ideolojinin yaraticisinin öngörüsü dogrultusunda, ilk basta olusturulan stratejiler degismeden kaliciligini korur. Aslinda, bu tür kati ideolojileri yok olmaya mahkum eden ana neden de, bu katilik ve degismezliktir.
Iste Atatürkcülügü bir sistem olarak, bu tür kati ve dogmatik ideoloji ve doktrinlerden ayiran en önemli yani da budur. Elbette Atatürkcülük bir sistem olarak, genel bir amaca ve bu amaca ulasmak icin stratejilere sahiptir. Atatürkcülügün degismez amaci, Türkiye Cumhuriyeti´ni en mamur, müreffeh ve mesud etmek, milli kültürü cagdas uygarlik düzeyine ulastirmaktir. Atatürk´ün bu amaca yönelik sayisiz sözleri, davranislari ve girisimleri vardir. Cumhuriyetin onuncu yili nedeniyle yaptigi ünlü konusmada; "Yurdumuzu dünyanin en mamur ve en medeni memleketleri seviyesine cikaracagiz. Milletimizi en genis refah, vasita ve kaynaklarina sahip kilacagiz. Milli kültürümüzü muassir medeniyet seviyesinin üstüne cikaracagiz" sözleri bu gercegi anlatir.
Atatürk, her büyük atilimin, daha büyük bir atilimi gerekli kildigina inanir. Bu nedenle, bu genel amac degismese de, tarihin belli bir döneminde ortaya konulan bir amaca ulasildiginda, aslinda yeni ve daha kapsamli bir amaca Türk Milleti´ni yöneltmistir. "Doktrin istemem, donar kaliriz. Biz bir yürüyüs halindeyiz" derken, aslinda milletlere doktrinlerin degil; aklin ve bilimin gercek anlamda  yol gösterecegini vurgulamis ve stratejisinin ana özelliklerini de ortaya koymustur. 19 Mayis 1919´da Samsun´da Anadolu topraklarina ilk adimini attiginda, ana amacini, ulusal egemenlige dayali, tam bagimsiz yeni bir Türk Devleti kurmak olarak belirlemistir. Bunun stratejisini de, Büyük Nutuk´ta bu amacini belirttikten sonra aciklamistir:"Ben milletin vicdaninda ve geleceginde hissettigim büyük gelisme kabiliyetini, bir milli sir gibi vicdanimda tasiyarak yavas yavas bütün millete uygulatmak mecburiyetinde idim" sözleri, onun Kurtulus Savasi´ndaki stratejisini ortaya koyar.
Nitekim, Kurtulus Savasi´nda Atatürk´ün amaci, cagin gereklerine uygun sartlari olan, ulusal egemenlige sahip yeni ve midern bir Türk Devleti kurmaktir.  Bu amac, Türk Milleti´nin sultan ve halifeye ve Batili sömürgeci güclere karsi verdigi ulusal egemenli ve tam bagimsizlik savaslariyla basariya ulasmistir. Ama Atatürk, bu basarilar elde edildikten sonra yeni amaclari da ortaya koymustur; bunlar, ülkenin ekonomik, siyasal, kültürel ve toplumsal yönden kalkindirilmasi, cumhuriyet rejiminin demokratik bir icerige kavusturulmasidir.
Bu özellikleriyle Atatürkcülük, bir sistem olarak, yalnizca Türk Milleti´ne degil, bütün ezilen mazlum milletlere bir özgürlük, bagimsizlik ve kalkinma projesini ortaya koymaktadir. Bu durum, konu üzerine egilen Batili bilim adamlarinin gözünden de kacmamistir. Bu yönüyle Türk Devrimi´nin, diger büyük devrim hareketlerinden ayrildigi batili bilim adamlarinca da belirtilmistir. Örnegin, George Duhamel´ín belirttigi gibi, diger devrimlerin hic birisi dil ve yazi gibi konulara el atmamis, uluslararasi bilim felsefesini vedüsünce yöntemlerini degistirmemistir; ama Türk Devrimi, Türk Milleti´nin alin yazisini degistirme yükünü üzerine almistir. Onun stratejisinin en önemli yanini ise, ünlü sosyal bilimci Moris Duverger belirtir. Ona göre Türk Devrimi, Türk tarihinin yalnizca bir kesiti degildir; o ayni zamanda politik bir sistem haline gelmistir. Bu politik sistem, henüz kati olarak tarif edilmemekle birlikte, ücüncü dünya icin önemli bir anlam tasimaktadir. Atatürk´ün kendi denetiminde yazilmis olan dört ciltlik TARIH kitabinda ise, Kurtulus Savasi´nin amaci söyle aciklanir:"Özetle Bagimsizlik Savasi, dogunun dinsel, siyasal ve toplumsal baskisi ile bati devletlerinin siyasi ve ekonomik baskisindan korunan, yeni ve bagimsiz bir Türk Devleti kurmak icin girisilen cok cepheli, ulusal savasin, ikinci bir söyleyis ile, Kurtulus Hareketi´nin toplamidir".
Strateji, bireysel ya da milli olan ve önceden belli olan ana amac dogrultusunda uygun düsecek kendine ait öz amaclari karara baglama ve daha sonra da bireyi ya da toplumu bu amaclara mutlaka ulastiracak degerde görünen yapicilik ile yaraticilik kudretini kullanabilme sanati demektir.
Sistem, izlenecek yol ve yöntemlerin tamamini dikkatle ortaya koymaktir. Strateji ise, önceden belirlenen bir amaca ulasmak icin tutulan yol olarak tanimlanmaktadir.
Atatürkcülük de bir sistem olarak, bir hedef ve bu hedef ulasmak icin kendine özgü bir stratejiye sahiptir. Atatürkcü Düsünce Sistemi´nin hedefi, Türk Milleti´ni cagdas uygarlik seviyesine ulastirmaktir. Bu hedefe ulasmak icin izledigi strateji ise, ne bati dünyasinin vahsi kapitalist sistemiyle ne de dogu dünyasinin insan hak ve özgürlüklerini ortadan kaldirip yeni bir kölelik düzeni getiren kollektivist sistemle uyusur. Cünkü bu iki sistemde de insanin dogasina uymayan asiriliklar vardir. Birincisi, insan bencilliginin en had safhaya ulasmasidir, ikincisi de insani kölelestirmek pahasina devlet egosunun en had safhaya ulasmasidir. Dolayisiyla, Atatürkcü Düsünce Sistemi, bu ikisinin de disinda, apayri bir sistem ve strateji özelligi tasir.
Cumhuriyetcilik, Türk Devrimi icinde vazgecilemez mutlak bir deger olarak ortaya cikar. Ama tek basina yeterli degildir. Onu besleyen diger ara hedeflerden söz etmek gerekir. Bu ise, yine Türk Milleti´nin öz vasiflarindan yararlanarak cikarilmistir. Bunlar, alti OK olarak özetlenmistir. Alti ok, Atatürk´ün 1931 yilinda yaptigi aciklamada söyle bir siraya konulmustur. Cumhuriyetcilik, milliyetcilik, halkcilik, devletcilik, laiklik, inkilapcilik. Sistemde Atatürk´ün asil hedefini su cümlesi özlü bir sekilde anlatir: "Cumhuriyet ahlaki, fazilete dayanan bir idaredir. Cumhuriyet fazilettir." Bir baska sözü :"Eger bir millet büyükse, kendini tanimakla daha büyük olur". Burada kisinin ve toplumun kendini tanima zorunlulugu vardir. Kendi benligini yitiren toplumlarin, baska toplumlarin avi olacagi, ayni zamanda bilimin de kabul ettigi bir gercektir.Burada, Atatürk´ün Türk tarihini ve Anadolu uygarliklarini arastirma yolunda gerceklestirdigi dil, tarih ve cografya arastirmalari ve bunu gerceklestirmek üzere Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu ve Dil ve Tarih - Cografya Fakültesi´ni kurmasinin nedenleri daha iyi anlasilmaktadir. Bütün bu cabalar, Türk Milleti´nin tarihiyle, diliyle üzerinde yasadigi ve degisik tarih dönemlerinde iliski icinde oldugu cografyayla taninmasina dönük girisimlerdir.
Atatürk, dogrudan sistem kelimesini telaffuz etmese de, devlet kavramini tanimlarken bunu ifade etmeye calismistir. 1931 yilinda yazilip basilan ve o dönemden itibaren orta dereceli okullarda okutulan, Medeni Bilgiler adli kitabin ilk bölümünü Atatürk kendisi yazmis ve burada basta devlet, millet, demokrasi, hürriyetler ve hürriyet sekilleri olmak üzere pek cok kavrami tanimlamistir. Devlet kavramini tanimlarken Atatürk su cümleleri kullaniyor: "Devletin haiz oldugu kuvveti ifade ederken, bu kuvveti kendine has diye tavzif ediyoruz. Filhakika devleti teskil eden milletin sinesinde nüfuz icra eden kuvvet, ferden hic kimse tarafindan verilmis degildir. O bir siyasi nüfuzdur ki, devlet mevhumunda bizatihi mevcuttur  ve devlet, bunu halk üzerinde tatbik etmek ve milleti haricen diger milletlere karsi müdafaa  eylemek salahiyetine maliktir".
Bu cümleyle Atatürk´ün kastettigi, hakimiyet (egemenlik) kavramidir. Egemenligin türü ve niteliginin, bir devletin yönetim bicimi ya da sistemini olusturdugu Anayasa Hukuku´nun temel konulari arasinda yer alir. O sistemin iyi isleyip islemedigi ise, milletin egitim durumuna, kültür düzeyine, yöneticilerinin karakterine ve tarihi zenginligine baglidir. Bu konularda eksiklikler oldugu zaman, sistemin adi ne olursa olsun, iyi islemeyecegi asikardir. Kabul etmek gerekir ki, cumhuriyet ve demokrasi sistemleri, insan aklinin yaratabildigi en gelismis sistemdir. "Cumhuriyet erdemdir" derken Atatürk, insanliga refahi, mutlulugu ve esenligi getirecek bu rejimin, ancak yüreginde vatan ve millet sevgisi tasiyan bilgili ve bilincli yurttaslar tarafindan ayakta tutulabilecegini ifade etmek istemistir. Demokrasi kavraminin yalnizca Türk toplumu icin degil, bütün toplumlar icin önemli oldugunu "Demokrasi daima yükselen bir denizi andiriyor" cümlesiyle vurgular. Kisacasi, onun öngördügü sistem, laik, demokratik cumhuriyettir. Bu niteliklere sahip cumhuriyet, Türk Milleti´nin ve Türk gencliginin sonsuza dek yasatmasi icin caba harcamasi gereken bir kavramdir. Atatürk´e göre cumhuriyet ilelebet payidar kalacaktir. Bunun icin ise, cok calismak, ülkeye yararli olmak, sistemi iyi isletmek icin caba harcamak gerekir. Demokrasi kavrami, Cumhuriyeti en iyi isletebilecegimiz yöntemdir. Atatürk, Türk Milleti´nin tek parti yönetimiyle degil, cok partili sistemle yönetilmesi gerektigine inaniyordu.
Demokrasi, Türk Milleti´ne yabanci bir kavram degildir. Atatürk, "Dünyada demokrat ruhlu dogan insan Türk´tür demektedir. O, Türk Milleti´nin esasen demokrat oldugunu; kültürünün, geleneklerinin en derin maziye ait safahatinin bunu dogruladigini söyler. Atatürk´e göre bu durum, fikri bir karakterdir. Ne yazik ki, Türk Milleti´nin bu karakterini men etmek isteyen menfi kisiler ve gücler olmustur. Bu nedenle Atatürk, bizim yapabilecegimiz bir sey varsa, milletin bu karakterini kullanmasindan suni olarak men etmek isteyenleri ortadan kaldirmak icin mücadele etmek oldugunu belirtir.
Atatürk´ün temellerini attigi ve Türk Milleti´ne cagdas bir yönetim mekanizmasi olarak armagan ettigi laik, demokratik cumhuriyet; Atatürk´ün deyisiyle, atinin nurlu ufkuna Türk Milleti´ni tasiyacak en önemli aractir. Sistemin, tipki isleyen bir makine gibi, fonksiyonlarini eksiksiz bicimde yerine getirecek organlari vardir. Bu organlarin en önemlisi ise, millet iradesinin tecelli ettigi yer olan TBMM´dir. Oysa, gerek yurttaslar, gerekse devleti yönetenler, sistemin gerektirdigi seyleri yerine getirmediginde, sistemde bir takim sikintilarin ortaya cikmasi kacinilmazdir. Bu, hatanin sistemde oldugunu degil, aksine, tipki makinayi iyi kullanamayan operatör gibi, sistemle uyumlu calismadigini gösterir. Zaman süreci icinde, sistemin yenilenmesi, ihtiyac duyulan reformlarin yapilmasi elbet gerekir. Inkilapcilik ilkesi bunu öngördügü gibi, bir görev olarak da Türk Milleti´ne verir. Yapilmasi gereken sey eskimis, cagin ihtiyaclarina cevap veremeyeck kurumlari yikmak, yerine Türk toplumunun ihtiyaclarina cevap verecek, onu gelecege daha emin ve saglam bicimde götürmeyi saglayacak kurumlari yerlestirmektir. Bu, Atatürkcü Düsünce Sistemi´ne göre hem hak, hem de görevdir.
Yükümlülükler yerine getirilmediginde sistem elbette iyi islemeyecektir; bu durumda kisilerin ve yöneticilerin sistemden yakinmaya haklari yoktur. Yapilmasi gereken sey, bir an önce eksikleri tamamlayip, sistemi daha iyi isler bir hale getirmektir. Bununla beraber, sistemi daha da gelistirmek hic degismeyen ve degismeyecek görev olarak algilanmalidir.
Sistemin iki önemli unsuru iktidar ve muhalefettir. Birincisi yürütme islemini, ikincisi de denetleme ve muhalefet etme görevini eksiksiz bicimde yapmak zorundadir. Burada arzulanan, yürütme erkinin kullanilmasinda sorunlari tartismak, dogruyu aramak ve alternatif cözüm yollari bulmayi amaclamaktadir. Anlasmazliklar ve zitlasmalar yoluyla gercek muhalefet yapilamaz, iktidar ve muhalefet, bu yolun sonunda en agir yarayi kendilerinin alacagini bilmek durumundadir. Bu durumdan hem milletin hem de sistemin zarar görecegi aciktir.
Burada Türk aydininin sorumlulugu ortaya cikmaktadir. Türk aydini, Türkiye´nin sorunlari üzerine düsünürken ve cözüm yollari önerirken Türk Milleti´nin icinde bulundugu kosullari iyi analiz etmeli ve ihtiyaclari buna göre saptamalidir. Bu nedenle Atatürk, her vesile ile, aydin kesimin telkin edecegi ülkülerin, halkin ruh ve vicdanindan alinmasi gerektigini söyler. Halkin ruhuna ve vicdanina uygun düsmeyen arayislarin, uzun süre kalici olmayacagi aciktir. Halkin gerceklerine uymayan dayatmalarin, Türk Milleti´nin hedefine ulasmasini engelleyen bir etken olacagi da aciktir. Nitekim Atatürk; "Milletin emellerine uymayanlarin hali izmihlaldir, hüsrandir" demistir.
Gercekten de Türk Milleti´nin mazide, halde ve istikbalde demokrat olduguna ve olacagina asla kusku yoktur. Bugün demokratik sistemin bazi sorunlari varsa bunun üzerinde durulmasi gerekir. Aslinda bu sorunun yaniti, yakin tarihimizin sayfalari icinde acik bicimde ortada durmaktadir. Cünkü zaman zaman siyaset ve yöntemler Atatürkcü Düsünce Sistemi icersinde  ve onun mantigina bagli kalarak olusturulmamis, onun özüne uygun düsünülmemistir. (2)Internet ortaminda, acik kaynaklardan Iste Atatürk sitesindeki ilgili makaleden kismen alintilanmistir.

CUMHURIYETIN GETIRDIKLERI

1 Mart 1924´te yürürlüge giren ilk Cumhuriyet bütcesi yalnizca 118.254.222 liraydi. Hazinenin elinde hic altin ve döviz stoku yoktu. Ülkeden para cikarmak herhangi bir kosula bagli degildi. Ithalatta herhangi bir denetim ve kisitlama yoktu. Duyun- Umumiye borclarinin bir bölümü kabul edilmisti ve ödenmesi gerekiyordu. Yabancilar ve mali aracilar kredi piyasasina tam olarak hakimdi ve bunlar, azinliklarla yabanci uyruklulara hizmet veriyordu. Türk halkinin tasarruf gücü hemen hemen sifira düsmüstü. Milli nitelikte banka yoktu. Ihracat cok düsük, devlet gelirleri cok azdi.
Ulusal bagimsizligi ilke edinen, bu yüzden yüksek bir prestije sahip Cumhuriyet hükümeti, resmi döviz alimlarini durdurdu, dis borclarin ödenmesini bir moratoryum ile erteledi. Maliye Bakanligi tarafindan bir kambiyo denklestirme fonu kuruldu ve milli kambiyo isleyisine gecildi. Yurt disina para cikisi serbestligine son verildi. Ithalat, lisansa ve kotalara baglandi, gümrük vergileri arttirildi. Azinliklarin elinde olan mali ve ticari piyasalara, ulusal cikarlari gözeten yeni vergi ve kisitlamalar getirildi. Türk parasi "serbest döviz" olmaktan cikarildi ve paranin istikrarini saglayacak her türlü önlemi almak yetkisiyle donatilan Merkez Bankasi kuruldu. 1924´te Is Bankasi, daha sonra aralarinda Emlak ve Etyam (Emlak Bankasi), Sanayii Maadin, Sümerbank ve Etibank´in da bulundugu 40 milli banka kuruldu. Ziraat Bankasina her türlü bankacilik yapabilme yetkisi verildi ve Ziraat Bankasi denetimi altinda calistirdigi Emekli Sandigiyla birlikte mevduatini 1931 yilinda 72.5 milyon liraya cikardi.
Cok sinirli olanaklarla girisilen uluscu uygulamalar, sonuclarini kisa sürede gösterdi. 1925-27 yillari arasinda enflasyon yüzde 1 oldu. Fiyat artislari olmadigi gibi bazi ürünlerde ucuzlama görüldü. Türk parasi yabanci paralar karsisinda deger yitirmedi, aksine, bazilarina karsi deger kazandi. 1924 yilinda 9.5 kurus olan Fransiz Frangi 7.7 kurusa, 187 kurus olan ABD Dolari 127 kurusa düstü.
1923 yilinda 3700 ton olan pamuklu dokuma 1927 ´de 9055 tona, 597 bin ton olan maden kömürü 1 milyon 593 bin tona cikarildi. 1923´e kadar hic üretilmeyen seker 27.5 ton üretildi. 1927-1932 arasinda cimento 24 bin tondan 129 bin tona, kösele 1974 tondan 4105 tona, yünlü mensucat 400 tondan 1695 tona cikarildi. Ithal kalemlerinde ortalama yüzde 90 civarinda gerileme görüldü. 1923 yilinda 36 milyon dolar olan dis ticaret acigi, 1931 yilinda 0,3 milyon dolara düsürüldü. 1936 yilinda ise, 20,1 milyon dolar dis ticaret fazlasi verildi. 1937 yilinda Hazinede 26,107 ton altin, 1938 yilinda ise 28,3 milyon dolar döviz stogu birikmisti.
HARCANAN MIRAS
Atatürk döneminde yaratilan ulusal birikim,  1945 yilina dek önemli sayilacak bir zarara ugramamisti. Savas süresince alinan borclar nedeniyle 1945 yilinda Türkiye´nin 356 milyon dolarlik dis borcu vardi ama Hazinede bu borcu karsilayacak kadar altin ve döviz stoku bulunuyordu, dis borclar düzenli ödeniyordu. Bütce önemli bir acik vermiyor, ic borca fazla basvurulmuyordu. Ic borclanma "ABD ve Avrupa ekonomileriyle daha yakin iliskilere gecilmesiyle" yani 1946´dan sonra yapilmaya baslandi. Ancak bu borcun geri ödeme süresi 20 yildi. Hazinenin elinde, 245 milyon dolarlik, yani dis borcun neredeyse tamamini karsilayacak kadar altin ve döviz stoku vardi. 1945 yilinda 168,3 milyon dolarlik ihracata karsilik, 97 milyon dolarlik ithalat yapilmis ve 71,3 milyon dolarlik dis ticaret fazlasi gerceklestirilmisti.
Türkiye´nin ABD basta olmak üzere 1945 ´ten sonra batiya yönelmesiyle ekonomik dengeler hizla bozulmaya basladi. 1946 yilinda ABD´den 10 milyon, 1947 yilinda IMF´den 5 milyon dolar borc alindi ve sartli borclanma dönemi basladi. 1946 yilinda Türk lirasi yüzde 119 oraninda devalüe edildi ve 1 dolar 128 kurustan 280 kurusa cikarildi. 1950´ye gelindiginde, Türkiye´nin dis borcu 775 milyon dolara yükselmis, ithalat ihracati gecmisti. 263,4 milyon dolarlik ihracata karsilik, 285,7 milyon dolarlik ithalat yapilarak 22,3 milyon dolar dis ticaret ecigi verilmisti. Ancak acik fazla degildi, ihracatin ithalati karsilama orani yüzde 92,2 idi.
Avrupa Birligiyle (o zamanki adi AET) imzalanan Ankara Antlasmasi´ndan, Gümrük Birligi Protokolü´nin kabul edildigi 1995 yilina dek 32 yilda ekonomideki, bagli olarak da dis ticaret dengelerindeki bozulma ileri bir düzeye cikti. 24 Ocak 1980 kararlari ve Cumhuriyetin temel niteliklerini islemez hale getiren uygulamalar, dis ticaret aciklarinin asiri büyümesine yol acti. Turgut Özal Dönemi olarak anilan, Gümrük Birligi ile sonuclana 15 yillik dönemde aciklar büyümüs, borclanma artmis, Gümrük Birligi uygulamalarindan sonra da denetlenemez hale gelmisti.
1960 yilinda 146,8 milyon, 1970´te 359,1 milyon dolar olan dis ticaret acigi; 1983-95 yillari arasindaki 13 yilda yillik ortalama 6403,4 milyon dolara cikmisti. 1990-95 yillarini kapsayan dönemde yilda ortalama 25,8 milyar dolarlik ithalat yapilirken; bu ithalat Gümrük Birligi uygulamalarindan sonra %78,6 lik bir artisla 46,8 milyar dolar olmustu.(3) Metin Aydogan-Ekonomik Bunalimdan Ulusal Bunalima kitabindan alintidir..

CUMHURIYET EKONOMISINDE TARIM DEVRIMINE BAKIS
 Mustafa Kemal, 1 Mart 1922 de yaptigi ünlü konusmasinda tarim ve köylülük konusunda sunlari söylemisti: "Türkiye´nin sahibi ve efendisi üretici olan köylüdür. Herkesten daha cok refah, saadet ve servete hak kazanan ve layik olan da odur. Bu nedenle, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti´nin izleyecegi yol, bu temel amacin saglanmasi yönünde olmalidir. Köylünün calismasi sonunda elde edecegi emek karsiligini onun kendi yararina yükseltmek ekonomi politikamizin esas ruhudur. "
17 Subat 1935´te Ösür vergisi kaldirildi. Bu, devlet gelirlerinden büyük bir özveri anlamina geliyordu. 118,3 milyonluk 1924 yili bütcesinin 40 milyonluk gelir kalemi bir anda silinmis, buna karsilik 3 yilda 4 milyonluk özel ödenek ile köylüyü güclendirmek ve gereksinimleri karsilamak üzere bir miktar tahsis edilmisti. 1641 sayili yasayla tohumluk ithalatindaki gümrük vergisi kaldirildi ve uzun süreli, faizsiz kredilerle yoksul köylü güclü bir sekilde desteklendi.
Eldeki tüm olanaklar kullanilarak köylülügün kalkindirilmasina calisildi. Köy aydinlanmasini saglayacak ve toprak devrimini gerceklestirecek kadrolari yetistirmek icin, köy enstitülerinden önce, ivedi oalarak bir cok somut adim atildi. Tarimda yetismis uzman yoklugu nedeniyle, bu kadrolarin hizli bir bicimde yetistirilmesine gidildi. 1924 yilinda, tüm ülkede, Batili anlamda egitim görmüs tarim uzmani sayisi yirmi idi.Halkali´da bir Tarim Yüksekokulu, Bursa´da da ortaokulu mevcuttu.1927 yilinda cikarilan bir kanunla, Ankara´da Yüksek Ziraat Mektebi ve Yüksek Veterinerlik Enstitüsü acildi. Yurt disina, tarim egitimi görmek icin cok sayida ögrenci ve 74 ögretmen gönderildi. Bursa´da Ipekböcekciligi Enstitüsü, Antalya Diyarbakir, Edirne ve Erzincan´da Ipekböcegi okullari, Izmir, Erzincan, Kastamonu, Konya, Corum, Sivas, Erzurum, Edirne ve Kepsut´ta cok yönlü ziraat okullari acildi.
Mustafa Kemal, hayvanciligin gelistirilmesine vedigi önemi, Kurtulus Savasi´nin bitiminden 4 ay sonra Eskisehir´de yaptigi konusmasiyla ortaya koydu. "En önemli üretim unsurlarimizdan olan hayvanciligin iyilestirilmesi ve hayvan türlerinin cogaltilmasi yönünde, veterinerlerimiz sürekli calismali ve yalniz hastaliklarin giderilmesi icin degil; hastalik ortaya cikmadan önlem almalidirlar". Bunun üzerine Türk veterinerler, dört elle ise sarilip yabancilarin bile beklemedikleri basarilar elde ettiler. Öncelikle sigir vebasina, dayanikli asi ürettiler ve cogalttilar. Hemen ardindan sarbon asisini üretip cogalttilar. Kisa sürede Haralar (at yetistirme ciftlikleri) ve ciftlikler kuruldu.
Köylünün ürün öncesi nakit sikintisini gidermek icin Ziraat Bankasi devreye sokuldu ve birbirine kefil olma modeli benimsenerek ciftcilere kredi kolayliklari saglandi. Ciftci kredi faizleri düsürüldü, vergiden muaf tutuldu. 1470 sayili Zirai Kredi Kooperatifleri yasasi kabul edildi. Köy ekonomisinde, gercek ve derin bir devrim hareketi olan krediyi ciftcinin ayagina götürme uygulamasiyla büyük basari elde edildi. Fiyatlarin düsük oldugu bölgelerde, devlet tarafindan destekleme alimlari yapildi. Devlet bütcesine yük olmadan ayakta kalacak ve modern tarimciligi uygulayacak örnek devlet ciftlikleri kuruldu. Zirai hastaliklara karsi mücadele baslatildi. 101 ayri bölgede Meteoroloji istasyonlari kuruldu. 24 Haziran 1938 ´de Toprak Mahsulleri Ofisi kuruldu.
Atatürk, ölümünden bir yil önce 1 Kasim 1937´de Meclis´te yaptigi konusmada vasiyet niteligindeki sözlerini söylemistir:"Endüstrilesmenin önemi büyük olmakla beraber, Türk ekonomisinin dayanagi yine tarimdir. Politik bilgilerin ve programli calismalarin köylere götürülmesi, istenilen hedeftir. Her köylünün kavrayacagi kolay bir tarim sistemi uygulamali, ülkede topraksiz köylü birakilmamali, ciftci ailesini gecindiren topragin, herhangi bir nedenle bölünmemesi saglanmalidir. Büyük ciftlik sahiplerinin isletebilecekleri toprak miktari, bölge nüfusunun yogunluguna ve verim derecesine göre sinirlandirilmalidir. Tarim isletmelerini koruyucu tedbirler vakit gecirilmeden alinmali, ülke, iklim, toprak ve su verimi bakimindan tarim bölgelerine ayrilmali ve bu bölgelerin her birinde, köylülerin gözleriyla görebilecekleri, calismalarina örnek alabilecekleri modern ve uygulamali tarim merkezleri kurulmalidir. Devlet Üretme Ciftlikleri, kuracaklari deneme istasyonlari ve atölyeleriyle devlet bütcesine yük olmaksizin, kendi gelirleriyle gecinen bir organizasyon halinde birlestirilmelidir".
Kemalist Devrim, tarimsal gelismeler konusunda cok önemli ilerlemeler sagladi, ama cözümü icin zamana gereksinim duyulan sorunu, dogal olarak cözemedi. Toprak devriminin sürdürülmesinde görev alacak kadrolari yetistirmek icin kurulan Köy Enstitüleri, özgün uygulamalariyla büyük basari sagladi, bircok yabanci ülke tarafindan örnek alinip uygulandi. Kemalist iktidar, 15 yillik iktidar döneminde köylülere güven verdi ve onlari gelecege umutla bakan, okuma ve ögrenmeye istekli, üretken bir kitle haline getirdi. Ancak, 1945´ten sonra baslayan bir sürecle, özellikle ABD´li uzmanlarin görüs ve istekleri yönünde hareket edilerek Atatürk´ün bagimsizlik politikasi tarim alaninda da yürürlükten kaldirildi. Modern makinali tarimin örnek kuruluslarindan olan ve yoksul köylü cocuklarini tarim teknisyenleri olarak yetistiren Devlet Üretme Ciftlikleri kapatildi. Damizlik Hayvan Haralari satildi. Toprak Mahsulleri Ofisi, Dünya Bankasi´nin istekleri yönünde yönetilen ve sorun cözen degil, sorun yaratan merkez haline getirildi. Pek cok tarim KIT´i kapatildi. Türk tarimi yalnizca kendi kaderine terk edilmedi, yasalarla desteklenen her türlü yikici girimle karsi karsiya kaldi.


CUMHURIYET EKONOMISINDE SANAYILESME VE ULUSAL ÜRETIM

Mustafa Kemal, ekonomik büyümeyi toplumsal gönenci saglamanin tek yolu olarak görüyordu. Bu nedenle üretime, özellikle de sanayi üretimine önem verdi ve ülke gerceklerine uygun, tutarli bir sanayilesme programi hazirlatti. Planli kalkinma ve sanayilesmeye verdigi önemi gösteren pek cok aciklamasi vardir. 1 Kasim 1937´de Meclis´te yaptigi konusma, sanayilesme anlayisini en iyi özetleyen konusmadir. "Sanayilesme en büyük ulusal davalarimizdan biridir. Sanayilesme, "UNSURLARI ÜLKE ICINDE OLAN" , yani hammadesi, iscisi, mühendisi ve yöneticisi Türk olan fabrikalar kurulmalidir. Büyük ve kücük her türlü sanayi tesisine ülkemizde ihtiyac vardir. Ileri ve müreffeh Türkiye idealine erismek icin sanayilesmek bir zorunluluktur. Bu yolda Devlet öncüdür. Birinci bes yillik planin öngördügü fabrikalari tamamlamak ve ikinci bes yillik plani hazirlamak gereklidir".
1923 - 1938 arasindaki sanayilesme atilimi, bu anlayisa uygun olarak gerceklestirildi. Sanayilesmede "devlet öncü olacak" özel girisimcilik desteklenip gelistirilecek, ama her ikisi de kesinlikle milli nitelikte olacakti. Bagimlilik doguracak uluslararasi iliskilere izin verilmeyecek, ulusal bagimsizlik her alanda korunacaktir. Yabanci sermayeye yatirim izni verilecek, ancak yatirim kosullari Türk Devleti tarafindan belirlenecektir. Mali bagimliliga yol acan dis borc ve "yardim" kabul edilmeyecektir. Dis ticaret, bankacilik, madenler, demiryollari millilestirilecektir. Ulusal Pazar, yüksek gümrük tarifeleriyle koruma altina alinacaktir. Yerli üretim ve tüketime agirlik verilecektir. Yer alti zenginlikleri, devlet agirlikli olmak üzere, ulusal güclerce isletilecektir.  Faaliyet halindeki borsalar millilestirilecek ve yeni menkul degerler borsalari faaliyete gecirilecektir. Tekelcilige izin verilmeyecek, kömür üretimi dis rekabetten korunacak,  teknik orman isletmeciligine gecilecek, ticaret ataselikleri kurulacak, ekonomi ögrenimi yapan okullar acilacak, haberlesme hizmetleri modernlestirilerek yayginlastirilacaktir.
17 Subat 1923 ´te ciftci, tüccar, sanayici ve isci temsilcilerinden olusturdugu 1135 delege ile Izmir Iktisat Kongresi toplandi. Kongrede, bu dört kesim isteklerini dile getirdiler ve degisik konularda kararlar alindi. Mustafa Kemal yaptigi konusmada: "Sanayinin gelismesini ihmal etmemeliyiz. Ticaretimizi yabancilarin eline birakamayiz.  Birakirsak, yurt kaynaklarini degerlendirme firsatimizi kaybederiz. Ancak bunlarin gerceklestirilmesi o kadar kolay degildir. Basarmak icin, ülke ihtiyacina uygun, temel bir program üzerinde, bütün milletin birlesmesi ve uyumlu olarak calismasi gereklidir" diyordu.
Kongreye katilan sanayiciler, korumaci gümrük vergileri konulmasini, endüstrinin desteklenmesini, yatirimcilara kredi acilmasini, ulastirma örgütünün gelistirilmesini ve sanayi odalari kurulmasini istediler. Tüccar grubu, bir ticaret bankasinin kurulmasini, yeni menkul degerler borsasinin acilmasini, faaliyet halindeki borsalarin devletlestirilmesini, cuma tatilinin herkes icin zorunlu olmasini, tekelcilikle savasilmasini ve haberlesme hizmetlerinin yayginlastirilmasini istediler. Ayrica, kambiyo dalgalanmalarina müdahale edilmesini, maden arastirmalarinin baslatilmasini, kömür üretiminin dis rekabetten korunmasini, tasinmaz mallara ipotek kredisi acilmasini ve ticari istihbarata önem verilmesini öneriyorlardi. Bu istekleriyle o dönemin sanayicileri bugünkülerden cok farkli bir konumdaydilar, millidiler.
Izmir Iktisat Kongresi´nde, emegi ve sermayeyi temsil edenlerin esit konumda temsil edilmeleri, bagimsizlik temelinde ulusal birligin saglanmasi anlayisinin bir sonucuydu. Isci temsilcileri; temettü vergisinin isci sagligi icin kullanilmasini, belediye secimlerinde mesleki temsil biciminin kabul edilmesini, sendika kurma hakkinin taninmasini, calisma süresinin günde 8 saate indirilmesini istediler. Gece calismasina cift ücret ödenmesi, kücük yasta isci calistirilmamasi, asgari ücret tespiti yapilmasi, hastalik halinde ücretlerin kesilmemesi, kadin iscilere dogum öncesi ve sonrasi ücretli izin iel ayda üc gün "ay hali" izni verilmesini, isyerinde "emzikhaneler" acilmasini ve isci cocuklarinin yatili okullarda ücretsiz okutulmasi, isci temsilcilerinin istedikleri diger sosyal - ekonomik haklardi. Bu istekleri, o günün Avrupa´sinda, ancak sosyalist sendika ve partiler önerebiliyorlardi.
Isteklerin bir bölümü uygulandi. Zamana ve ekonomik gelismeye gereksinim gösteren bir bölümü ise, hazirliklari yapilip sürece birakildi. Ancak, Musul sorunu, Seyh Sait isyani ve Cumhuriyete karsi olusan gerici muhalefet nedeniyle hükümet, varligini korumak icin bir takim önlemler almak zorunda kaldi. Takrir-i Sukün Kanunu cikarildi, secimler cift dereceli yapildi, muhalefet örgütlenmelerine izin verilmedi, kurulmus olan sendikalar kapatildi. Ancak, bu gelismelere karsin, iscilerin bir bölüm ekonomik ve sosyal istemleri yasallastirarak uygulandi.
28 Mart 1927´de, Sanayi Tesvik Kanunu, 8 Haziran 1929´da da Milli Sanayii Tesvik Kanunu cikarildi. Yerli sanayi ve ticareti koruyan yeni gümrük tarifeleri 1 Ekim 1929´da uygulamaya sokuldu. Disalim vergisi %26´ya cikarildi, bu oran 1938´de %59´a yükseltildi. Tüketim mallarinin disalim payi düsürülürken, sanayi ve tarim makinalarinin orani arttirildi. Korumaci önlemlerin olumlu etkisi, sonuc vermekte gecikmedi. Ulusal sermayeye dayanan yeni isyerleri, fabrikalar acildi, isci, usta ve mühendis sayilari artti.
3 Haziran 1933´de Sanayi ve Maadin Bankasi ile Devlet Sanayi Ofisinin yerine Sümerbank kuruldu. 1925 yilinda kurulmus olan Sanayi ve Maadin Bankasi, yedi yil icinde, Hereke, Fes-Hane, Bakirköy Mensucat, Beykoz Deri ve Kundura, Usak Seker ve Tosya Celtik fabrikalarini kurmus veya kontrolü altina almisti. Ayrica Bünyan ve Isparta Iplik, Maras Celtik, Malatya ve Aksaray Elektrik ve Kütahya Cini fabrikalarina ortak olmustu. Bu fabrikalar 1933´te Sümerbank´a devredildi. Sümerbank 1939´a dek 17 yeni fabrika kurdu, bircok bankaya ortak oldu, bazi isletmelere sermaye yatirdi. 1935 yilinda kurulan Etibank, madencilik alaninda yatirimlar yapti, modern maden isletmeleri kurdu. Emlak ve Etyam Bankasi 1926´da kuruldu. Ciddi düzeyde konut kredisi dagitti, konut yatirimlarina destek verdi.
1929 Dünya Ekonomik Bunalimindan en az zararla kurtulabilmek icin sanayide devletcilik politikasi yogunlastirildi. Birinci bes yillik planda madencilik, elektrik santralleri, ev yakitlari sanayi, toprak sanayi, gida maddeleri sanayi, kimya sanayi, makina sanayi ve madencilik kollarinda yatirimlar planlandi ve plan büyük oranda gerceklestirildi.
Ekonomide, baslangic kosullari gözönüne alindiginda, büyük boyutlu bir gelisme saglanmisti. Hersey, yoktan varedilmisti. 1938´de Türkiye henüz bir sanayi ülkesi degildi ama, bu hedef icin gecerli ve tutarliligi olan bir kalkinma stratejisi olusturulmus, bu stratejiye uygun temel yatirimlar yapilarak hizli bir gelisme saglanmisti. Gelismedeki gercek basari, sayisal artislarin ötesinde, ülke gerceklerine uygun, bilimsel derinligi olan, özgün nitelikleriyle uzun erimli bir sanayilesme programinin ortaya konulmus olmasiydi. Bu programda, Türkiye yatirim haritasi, büyük bir ileri görüslülükle hazirlanmis ve bugün Türkiye´nin en önemli sorunlarindan olan bölgelerarasi gelismislik düzeyini, ekonomik farkliliklarini ve farkliliklarin ileride doguracagi "ic göc" hareketleri önlenmeye calisilmisti. Bu anlayisla, cok sinirli olanaklara karsin, Igdir, Nazilli, Malatya, Edirne, Isparta, Konya Eregli, Izmit, Kayseri, Kastamonu, Keciborlu, Kirikkale, Usak, Tosya, Maras, Gemlik, Aksaray, Susurluk, Bünyan ve Kütahya gibi ülkenin degisik yörelerine sanayi tesisleri kuruldu. Batililarin, "Sermayeden yoksunlugu nedeniyle", bagimsizligini koruyamayacagini söyledikleri Türkiye, onlarin hayret dolu bakislari altinda, sivil havacilik alaninda beklenmedik basarilar elde ediyor ve ucak yapiyordu. Üstelik bu ucaklardan 8 kisilik yolcu ucaklarini, Avrupa´nin göbegindeki Danimarka´ya satmisti. Ancak ABD´nin Türkiye´de etkinligini arttirdigi Demokrat parti döneminde, MKE´nin gerceklestirdigi ucak üretimine 4´ünün hediye olarak Ürdün´e verildigi 56 ucaklik son parti üretiminden sonra son veriliyordu.

ABD TÜRKIYE´YE YERLESIYOR

ABD, Ikinci Düya Savasi´ndan Bati dünyasinin yeni lideri olarak cikti. Savasin gercek galibi, "gelismenin, barisin ve demokrasinin temsilcisi olarak" göz kamastiran bir varsilliga sahipti. Onunla iyi iliskiler kurmak, dost olmak ve "yardimina hak kazanmak", "hür dünyaya" katilarak, "özgür ve uygar" olmanin, kacirilmamasi gereken firsatiydi. ABD ve Amerikan yasam tarzi tüm dünyayi saran bir modaydi.
Oysa, bu modanin arkasindaki gercek, yoksul ve gücsüze yasam sansi vermeyen genel, yaygin, örgütlü ve zora dayanan yeni bir dünya sistemiydi. Bu sistemin ekonomik ve politik amaclari icinde, azgelismis ülkelerin kendi geleceklerini belirleme, ulus cikarlarina sahip cikma ve bagimsizliklarini koruma gibi kavramlara yer yoktu. Yeni düzen, bunlari yok etmek üzere gelistirilmisti.
Türkiye, Yeni Dünya Düzeni´ne katilmada, dünyadaki azgelismis ülkeler icinde "en istekli" ülke oldu. Daha 20 yil önce, emperyalizme karsi, dünyadaki ilk baskaldiri hareketini basarmis olan bir ülkenin bu  durumu, gercek anlamda bir "ulusal dram"di. Kemalist mirasin acikca reddedilmesiydi.
1939 Üclü Ittifak Anlasmasi ile baslayan Bati´ya baglanma süreci, savasin bitmesiyle olaganüstü hiz kazandi. Türkiye, toplumsal düzeni, siyasi isleyisi ve ekonomik gereksinimlerine uygun düsmemesine karsin,  ABD´nin istegi üzerine cok particiligi kabul etti ve 24 Ekim 1945´te kurulan Birlesmis Milletler´e girdi. BM´den sonra kurulan hemen tüm örgütlere, inceleme yapmadan, arastirmadan, bilgi sahibi olmadan üye oldu. Sirayla ve süratle Dünya Bankasi, IMF, Truman Doktrini, Marshall Plani, NATO ve OECD´ye katildi. Sayisini ve niteligini tam olarak bilmedigi, cok sayida ikili anlasmaya imza atti. Gümrük Birligi Protokolü ile kapilarini AB´ye acti. IMF ve Dünya Bankasi ile bütünlesti. Türkiye´nin katildigi tüm uluslarasi anlasmalarin özelligi, Bati´ya bagimliligin arttirilmasi ve egemenlik haklarinin törpülenmesiydi.
ABD ile yapilan ilk ikili anlasma, 23 Subat 1945´te imzalanan anlasmadir. Borc verme ve kiralamalarla ilgili olan bu anlasma, TBMM´de 4780 sayiyla yasalasmistir. Anlasmanin temel özelligi, adinin, "Karsilikli Yardim Anlasmasi" olmasina karsin, ABD isteklerinin Türkiye tarafindan kabul edilmesi ve Türkiye´yi agir yükümlülükler altina sokmasidir. Anlasmada, koruyucu hükümler olarak yer alan maddelerle, Türkiye´nin degil, hoc bir yükümlülük altina girmeyen ABD´nin cikarlari korunmaktadir. Anlasmanin 2. maddesi söyledir: "T.C. Hükümeti, saglamakla görevli oldugu hizmetleri, kolayliklari ya da bilgileri ABD´ne temin edecektir." Böyle bir maddenin, bagimsiz iki ülke arasinda yapilan bir anlasmada yer almasi elbette mümkün degildir. T.C. Hükümeti, ABD´ne hizmet sunmakla  görevli olacak ve bu görevin siniri da belli olmayacakti.
Ikinci anlasma, 27 Subat 1946 tarih ve 4882 sayili yasayla kabul edilen bir kredi anlasmasidir. Bu anlasmanin özü, dünyanin degisik yerlerinde ABD´ nin elinde kalan ve geri götürülmesi pahali olan, eskimis, savas artigi malzemeyi satin almasi kosuluyla Türkiye´ye 10 milyon dolar borc verilmesidir. Bu anlasma, Türkiye´yi her yönden bagimli hale getirecek anlasmalar dizisinin öncülerindendi ve ulusal güvenlige zarar veren agir kosullar iceriyordu.
Anlasmanin birinci bölümünde, T.C. Hükümeti, ABD Dis Tasfiye Komisyonu´nun Türkiye disinda satisa cikardigi, kullanim fazlasi malzeme ve donatimlardan, ihtiyaclarina denk düsenleri satin almak istediginde, bu alimin 10 milyon dolarlik bölümü icin, iki hükümet asagidaki maddeleri kabul etmislerdir" deniliyor ve kosullar siralaniyordu."Birlesik Devletler, faiz dahil taksitlerin resmi rayic üzerinden Türk Lirasi olarak da ödenmesini isteyebilecektir. Türk Lirasi ödemeler, T.C.Merkez Bankasinda özel bir hesaba yatirilacak ve Birlesik Devletlerin arzusuna göre, kültürel, egitimsel ve insani amaclara, ya da Birlesi Devletler tarafindan Türkiye´de kullanilan memurlarin harcamalarina tahsis edilecektir."
ABD, bu anlasma ile cok yönlü kazanclar elde etmektedir. Elindeki savas artigi malzemeyi satmakta, Türkiye´yi bu malzemelere yedek parca bagimlisi hale getirmekte ve Türkiye´de faaliyet gösterecek personelinin giderlerini Türkiye´ye karsilatmaktadir. Bu isler icin hic bir masraf yapmamaktadir. Kültürel, egitimsel ve insani faaliyetlerin ne anlama geldigi, bugün daha iyi görülebilmektedir. Kimlere ya da hangi örgütlere ne miktarda ve ne amacla yapildigini yalnizca Amerikalilarin bildigi yardimlarla, ABD Türkiye´deki gücünü hizla arttirmis, toplumun her kesiminden kendisine bagimli insanlar yetistirmistir.
Ikinci bölümün birinci maddesi de söyledir: "ABD Dis Tasfiye Komisyonu, Türk Hükümetine satacagi malzemelerin fiyatlarinin envanterini ve listelerini verecektir. Satis fiyati, ilgili mümessiller arasinda görüsülecektir. Türk Hükümeti malzemeyi bulundugu yerden ve bulundugu gibi alacaktir. Alinan malzemenin mülkiyeti Türkiye´ye gecmeyecek, ABD Hükümeti alinan malzeme icin herhangi bir teminat vermeyecektir."
Anlasmaya göre Türkiye, satin almak istedigi malzemeyi yerinde nasilsa, kirik, dökük, bozuk, islemez ya da tamire muhtac olsa da alacak, ABD bozukluklar icin herhangi bir yükümlülüge girmeyecektir. Ayrica, satin alinan malzemenin mülkiyet hakki Amerikalilarda kalacaktir. Cünkü, 23 Subat 1945 tarihli ilk anlasmanin 5. maddesine göre Türkiye, ABD Baskani gerek görürse, bu malzemeleri, parasi ödenmis olsa da geri vermeyi kabul etmistir.
Anlasmanin imzalandigi 1947 yilinda, Atatürk´ün "en yakin calisma arkadasi" Ismet Inönü cumhurbaskanidir. O günlerde devlet hazinesinde 245 milyon dolarlik altin ve döviz stogu vardir. Kurtulus savasinin kazanilmasinin ardindan 25, Atatürk´ün ölümünden ise sadece 9 yil gecmistir.
12 Temmuz 1947 ´de imzalanan Askeri Yardim Anlasmasi "Karsilikli Yardim Anlasmasi" nin dogal uzantisiydi ve 1952´de imzalanacak olan NATO ile ilgili ikili ve cok tarafli anlasmalarin ön hazirligi niteligindeydi. Anlasmanin 2. maddesi söyleydi: "Türkiye Hükümeti, yapilacak yardimi, tahsis edilmis olan amac dogrultusunda kullanabilecektir. ABD Baskani tarafindan atanan  misyon sefi ve temsilcilerinin, görevlerini serbestce yapabilmesi icin, Türkiye Hükümeti her türlü tedbiri alacak, yardimin kullanilisi ve isleyisi hakkinda istenecek olan her türlü bilgi ve gözlemi, her türlü kolaylik ve yardimi saglayacaktir."
Bu anlasmanin ne anlama geldigini Türkiye, 17 yil sonra karsisina cikan somut ve aci bir gercekle ögrenecektir. Kibris bunaliminda, Kibrisli Türkleri korumak icin, son care olarak yapilmasi düsünülen askeri harekat, ABD tarafindan, bu anlasmanin 2. ve 4. maddeleri gerekce gösterilerek engellenmistir. ABD baskani Johnson, o zaman basbakan olan Ismet Inönü´ye ünlü mektubunu göndermis ve su satirlari yazmisti: "Bay Baskan, askeri yardim alaninda Türkiye ve Birlesik Devletler arasinda yürürlükte olan iki tarafli anlasmaya dikkatinizi cekmek isterim. Türkiye ile aramizda var olan, askeri yardimin verilis hedeflerinden baska amaclarla kullanilmasi icin, Hükümetinizin Birlesik Devletler´in iznini almasi gerekmektedir. Hükümetiniz, bu kosulu tamamen onlamis oldugunu, cesitli kereler, Birlesik Devletler´e bildirmistir. Var olan kosullar altinda, Türkiye´nin Kibris´a yapacagi bir müdahalede, ABD tarafindan verilmis olan askeri malzemenin kullanilmasina, ABD´nin izin vermeyecegini, size bütün samimiyetimle ifade etmek isterim." (4) Metin Aydogan- Türkiye Üzerine Notlar 1923 - 2005 kitabindan alintidir)


ATATÜRK SONRASINDA NELER OLDU?

Genclige Hitabe´deki Öngörü
Atatürk, Kurtulus Savasini ve sonrasindaki devrimler sürecini anlattigi ve 1927´de Meclis Kürsüsünden okudugu NUTUK adli ölümsüz eserini genclere seslenerek bitiriyordu.
"Ey Türk Gencligi! Birinci vazifen Türk istiklalini ve Türk cumhuriyetini muhafaza ve müdafaa etmektir." diye baslayan Genclige Hitabe´de, Atatürk´ün gelecegin Türkiye´sine dair kehanet derecesindeki öngörüleri cok dikkat cekicidir.
"Istikbalde dahi seni bu hazineden (Istiklal ve Cumhuriyet) mahrum etmek isteyecek dahili ve harici bedhahtlarin olacaktir." diyen Atatürk, özellikle "ic düsmanlarin" altini kalin cizgilerle belirginlestirmistir. "Memleketin dahilinde iktidara sahip olanlar, gaflet, delalet ve hatta hiyanet icinde bulunabilir" diyerek bu ic düsmanlara dikkatimizi cekmek istemistir.
Icinde yasadigi toplumu cok iyi taniyan Atatürk, 1920´li ve 30´lu yillarin ic ve dis siyasi ve toplumsal durumunu tarihsel gelismeleri de dikkate alarak degerlendirmis ve gelecegin Türkiye´sine yönelik cok carpici ve gercekci bir degerlendirme yapmis; gelecekte Türkiye´de iktidara sahip olacaklarin gaflet, delalet ve hatta hiyanet icinde bulunabileceklerini 80 yil önce ifade etmistir.
Atatürk, "gaflet, delalet ve hiyanet icinde bulunan bu iktidar sahiplerinin sahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhid edebileceklerini" "fakru zaruret icinde harap ve bitap düsmüs olabilecegini" belirterek bu sürecte milletini ileri sürmüstür.
Karsi Devrimin Ayak Sesleri
Peki ama bu "gaflet, delalet ve hatta hiyanet" süreci ne zaman baslamistir? Ve Türkiye´nin bugünkü tehlikeli noktaya gelmesinde bu sürecin nasil bir rolü vardir? Bu sorulara verilecek yanitlar, Türkiye´nin bugün icinde bulundugu durumu dogru tahlil etmek icin son derece önemlidir.
Hersey 10 Kasim 1938´de Atatürk´ün ölümüyle baslamistir. Cemal Kutay´in belirttigi gibi, "10 Kasim 1938´de saat 9.05´te Atatürk dönemi ve devrimi sona ermistir".
Kurtulus savasinin ikinci adami, Atatürk´ün en yakinindaki insanlardan biri, Türkiye Cumhuriyeti´nin ilk Hükümet Baskani Ismat Inönü, daha Atatürk´ün topragi sogumadan "ilk geri dönüs" olarak adlandirilabilecek hareketi baslatmistir. Inönü´nün Atatürk´ün ölümünden hemen sonra "Milli Sef" olarak imza attigi icraatlar, Atatürk aydinlanmasindan ve hatta Atatürk´ten vazgecmek anlamina gelmektedir. Gerci, Inönü´nün Köy Enstitüleri´nin kurulmasi gibi Atatürk devrimini devam ettiren bazi önemli calismalari olsa da, paralardan Atatürk resminin kaldirilmasi, yerine kendi resminin konmasi, devlet dairelerinden Atatürk fotograflarinin indirilmesi, hatta degisik bahanelerle  bazi Atatürk heykellerini depolara kaldirtmasi, Atatürk´ün önem verdigi bazi devlet adamlarini tasfiye etmesi gibi uygulamalarla acikca Atatürk´e karsi cephe aldigini göstermistir. Daha sonra harekete gececek karsi devrimciler icin bu ilk cesaretlendirici adimdir.

Ismet INÖNÜ
Inönü´nün Atatürk aydinlanmasindan ilk geri dönüsü baslatan ilk uygulamalarini söyle özetlemek mümkündür:
Atatürk´ün cok büyük önem verdigi tarih ve dil calismalarinin ihmal edilmesi, sulandirilmasi ve zamanla tamamen ortadan kaldirilmasi, tarih ve dil tezlerinden vazgecilmesi.
Atatürk´ün, ugruna herseyi göze aldigi Türk ulusunun fazlaca ihmal edilmesi, asiri korumaci politikalarla halkin ekonomik olarak ezilmesi ve sosyal alandaki baskici politikalar sonunda halkin yeni rejime küsmesi.
Türk solunun bitirilmesi: Tan olayi, Ankara DTC´deki tasfiyeler ve Nazim Hikmet gibi aydinlarin yasadigi sikintilar muhalefetsiz bir sagin ortaya cikmasina neden olmustur.
Atatürk´ün ekonomik bagimsizlik ilkesi unutularak ilk büyük dis borclarin alinmaya baslamasi, Amerikan yardimi getiren ucaklari Ismet Pasa esi Mevhibe Hanimla birlikte evinin balkonundan selamlarken, bu yardimlarin gelecegin Türkiye´sini nasil etkileyebilecegini düsünememistir.
1945´lerde Imam Hatip Okullarina ve Kuran kurslarina yesil isik yakilarak karsi devrimcilere cesaret verilmistir. Bu sayede gittikce CHP´den uzaklasan halk kitlelerinin oyu ve gönlü alinmak istenmistir.
Ikinci Adam Ismet Inönü´nün tüm bu politikalari, üzülerek ifade etmek gerekir ki, Türkiye´nin Atatürk cizgisinden uzaklasmaya baslamasina neden olmustur.
10 Kasim 1938´de Atatürk´ün ölümüyle baslayan "gaflet ve delalet süreci", 1960´lara kadar devam etmis, 1980´lerden sonra buna bir de "hiyanet süreci" eklenmistir.

Gaflet ve Delalet süreci
1938´de Atatürk´ün ölümüyle baslayan "gaflet ve delalet süreci" nin belirgin özelliklerini söyle siralamak mümkündür:
Atatürk Devrimi´nden verilen akil almaz tavizler sonucunda "karsi devrim" yolu acilmistir. Atatürk sonrasi iktidarlar, oy ugruna, devrimi asindiran hamasi söylemlerle, gizli acik din propagandasiyla "devrim atesini" söndürmüslerdir.
Atatürk´ün büyük önem verdigi "ulusal kültür politikalarini" etkisizlestirmislerdir. Atatürk´ün özellikle tarih ve dil konusundaki calismalarla bicimlendirdigi "ulusal kültür politikalari" ortadan kaldirilarak, yerine önce Greko - Latin, daha sonra da Türk - Islamci kültür politikalari benimsenmistir. Greko-Latin kültür politikasi Inönü´nün CHP´since, Türk - Islam Sentezi kültür politikasi da Adnan Menderes´in DP´since topluma enjekte edilmistir. Greko - Latinciler Yunan uygarligini yüceltirken, Türk Islamcilar Arap uygarligini yüceltmislerdir. Bu sirada hep ihmal edilen Türk uygarligi olmustur. Greko - Latinciler ve Türk- Islamcilarin israrla Atatürk´ün dil ve tarih tezlerini yok etmeye calismalari dikkat cekicidir. Atatürk´ün tarih ve dil tezlerine yönelik saldirilar Atatürk devrimine yönelik en ciddi saldirilardan biridir.
Atatürk´ün "Misak-i Iktisadi" diye tanimladigi "öz kaynaklarla kalkinma" projesi rafa kaldirilmistir. Atatürk döneminde, savastan yeni cikmis bir ülke, kendi öz kaynaklariyla kalkinmaya calisirken, fabrikalarini yaparken, ülkenin dört bir yanini demiryolu agiyla donatirken, tarimsal kalkinma hamlesini baslatirken, özellikle 1950´den sonra Menderes´in DP´since alinan ve yanlis kullanilan (demiryolu yerine karayolu yapimi gibi) ölcüsüz dis borclarla Türkiye, tipki Osmanli Imparatorlugu dönemindeki gibi "bagimli" bir ülke haline getirilmistir.
Atatürk´ün Kurtulus Savasi´yla bagimsizlastirip, dis politikada "etkin" hale getirdigi Türkiye, Atatürk sonrasinda, büyük güclerin dümen suyundan cikamayan "edilgen" bir ülke haline getirilmistir. Bu cercevede, Atatürk´ün "ulusal cikarlar esastir" anlayisi bir kenara birakilmis, örnegin 1950´lerde Türk ordusu, ulusal cikarlarla uzaktan yakindan ilgisi olmayan Kore Savasi´na sürüklenmis, böylece Türkiye´nin NATO´ya girmesi saglanmistir. Yani, Avrupa´da söz sahibi olmanin yolu olarak ABD´ye yaranmak görülmüstür. Atatürk´ün, doguyu ve batiyi kucaklayan "cok yönlü" dis politika anlayisi, Atatürk sonrasinda, (özellikle 1950´den sonra) ABD eksenli "tek yönlü" dis politika anlayisina dönüstürülmüstür. Atatürk Türkiye´sinin, Batinin israrli cagrilari sonunda 1932´de Milletler Cemiyet´ne üye oldugu hatirlanacak olursa ve bugün AB sürecindeki Türkiye´nin maruz kaldigi muamele dikkate alinacak olursa her sey daha iyi anlasilacaktir.
Atatürk Devrimi´nde 1938 yilinda meydana gelen kirilma, 1950´lerde büyük bir catlaga dönüsmüs, bu catlak zamanla genislemis ve 1980 ´de derin bir yarik halini alarak, bugün cagdas cumhuriyeti yutma durumuna gelmistir.

 Sag-Sol Catismasi ve Türk Gencliginin Bunalimi
1950´den sonra, Atatürk´ün "uluslasma", "laiklesme" ve "cagdaslasma" politikalarindan vazgecilince, "devrim cocuklari" adeta ne yapacaklarini sasirmislardir. 1950 sonrasindaki "dönüsüm"( karsi devrim), Türk Gencligi´ni büyük bir bosluga sürüklemistir. Genclik, bir taraftan Atatürk aydinlanmasinin kendisine kazandirdigi cagdas ve ulusal degerleri benimsemeye calisirken, diger taraftan, Atatürk aydinlanmasina son vermeyi amaclayan karsidevrimin "gerici", "fasist" ve "dinci" uygulamalariyla karsilasmistir. Iste tam da bu noktada Türk gencligi büyük bir "kültür soku" yasamistir. Kemalist Devrim ile Karsi Devrim arasinda kalan Türk gencligi, asiri uclara savrulmaktan kurtulamamistir. 1950 sonrasinda genclerimiz, ya dinci - fasist sag uca, ya da Marksist - komunist sol uca kaymistir. Türk - Islam Sentezi diye tanimlanan dinci - fasist sag ucla, Marksist - Leninist diye tanimlanan radikal sol uc arasindaki catisma Türkiye´yi büyük bir bunalima sürüklemistir. Her iki akimin da dis kaynakli oldugu bir türlü anlasilamamis, anlasilmak istenmemistir.
Ve 1950 ´lerden sonra bu iki ucun merkezde yer aldigi, önü alinamaz bir kardes kavgasi dönemi baslamistir. Önce üniversiteler, sonra sokaklar kan gölüne dönmüstür. Birileri, Türkiye´yi ic savasa sürüklemek istemis ve basarili olmustur. Bu sirada iktidara gelenler (getirilenler) ise, "gaflet, delalet ve hatta hiyanet" icinde kardes kaninin akmasini engelleyememisler ve Türkiye´nin yillarca yerinde saymasina neden olmuslardir.

Darbeleri Anlamak
Kardes kavgasi, ölcüsüz dis borclanma, ic ve dis politikadaki basiretsizlikler, bagimliliklar ve akil almaz ödünler, üstüne üstlük bir de Atatürk aydinlanmasinin yok edilmesi, fakirlik gibi nedenler Türkiye´deki darbeleri tetiklemistir. 27 Mayis 1960, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980´de Türk Silahli Kuvvetleri´nce yapilan darbelerkardes kani dökülmesini önlemis fakat daha emekleme dönemindeki Türk demokrasisine büyük zararlar vermistir. Hepsinden de önemlisi,  darbeler Türk toplumunun "pozitif enerjisini" yok etmis, "toplumsal dinamizmini" kirmistir. Kisacasi askeri müdahaleler, hastayi iyilestirmekten cok, hastanin durumunu daha da agirlastirmistir.

Kenan EVREN
Türkiye´de darbeler, kendi ic mantigi dogrultusunda, kendi anayasalarini hazirlamistir. Darbelerin kendi anayasasini hazirlamasi, her seferinde topluma yeniden sekil verilmesi anlamina gelmektedir. 1961 Anayasasi, laik, demokratik ve özgürlükcü bir toplum yaratmayi amaclarken, 1982 Anayasasi, otoriteye boyun egen, özgürlükleri kisitlayan yapisiyla icine kapali "sessiz" bir toplum yaratmayi amaclamistir. Bu anayasayla sekillendirilmeye calisilan Türk toplumunun icine düstügü "durum" tüm acikligiyla görülmektedir.
12 Eylül 1980 darbesinin ölcüsüz ve hatta sinirsiz baskisi altinda neye ugradigini sasiran Türk gencligi, adeta kaplumbaga gibi kabuguna cekilmistir. Darbeci zihniyet, "kas yapayim derken göz cikarmis", Atatürk devrimine sahip cikmak icin darbe yaptigini söyleyenler, "asiri uclari bitirecegiz" diye bir "kültürel kiyim hareketi" baslatmislardir. Sagin ve özellikle solun beslendigi tüm kaynaklar yok edilerek, sözümona asiri uclar törpülenmistir.

Kitapsizlastirilan Toplum ve Dinci Yapilanma
1980 sonrasinda "kitaba" adeta savas acilmistir. Ortacag Avrupa´sinda bilime cephe alan Katolik Kilisesi ve Papa´nin kitap yakmasini animsatan sahneler, 20. yüzyilin sonlarinda Atatürk Türkiye´sinde yasanmistir. 80 sonrasinda Türkiye´nin "kitapsizlastirilan bir ülke" durumuna getirildigini söylemek fazla abartili bir degerlendirme olmayacaktir.
12 Eylül´de evinde "yasakli kitap" bulunan ailelerin yasadiklari iskenceler, baskilar, kiyimlar, sonraki dönemde ailelerin cocuklarini kitaptan uzak tutmalarina yol acmistir. Bu nedenle genc nesiller, sadece okulda ögrendikleriyle yetinmek zorunda kalmistir. Ders kitabi disinda  kitap okumayan bir gencligin, ne kadar kültürel birikime sahip oldugu ortadadir. Böyle bir gencligin, Atatürk´ün emanet ettigi cumhuriyeti nasil koruyacagi yanitlanmasi gereken bir sorudur.
Kitapla bagi koparilan Türk gencligi, 80 sonrasi apolitiklesmistir. Kültür ve bilimle ilgilenmeyen gencligin tarikat, ticaret ve mafya ücgenine kaymasi hic de zor olmamistir.
"Kitapsizligin" karanligindaki Türkiye, izbe mahallelerdeki Kuran kurslarina, gizli - acik tarikat toplantilarina, kisa yoldan köseyi dönmeye calisan "isini bilenler tayfasina", köyden kente göc edenlerin lahmacun kokan arabesk kültürüne teslim olmus ve ülke, Türk - Islam senteziyle beyinleri yikanmis fasist mafyaya kalmistir.

Özal Bunalimi ve Büyük Yozlasma
1983´te Turgut Özal´in Anavatan Partisi´yle Türkiye´de yeni bir dönem baslamistir. Bu sürecte, bir taraftan mafya, tarikat, ticaret örgütlenmesi tüm hiziyla devam ederken, diger taraftan rüsvet ve adam kayirma zirve yapmistir. Bu sirada, 80 darbesinin kabuguna cekilmek zorunda biraktigi genclik, Özal´in "piyasa ekonomisi" ve "sivillesme" politikalariyla kabugundan cikmistir. Fakat, bir siddet ve baski döneminden sonra gelen bu "asiri özgürlük", Türk gencliginin yeni kabusu olmustur. Özal gencligi, "yasaklar", "günahlar" ve "asiri özgürlükler" arasinda bocalayip durmustur.
1985 sonrasinda, apolitizasyon, egitimin gereksizligine inanma, kisa yoldan köse dönme, Türk gencliginin yükselen degerleriydi.
Özal gencligi, pop ve arabeskten hoslanan, futbolla desarj olan ve varoslardaki gecekondu kültürüne teslim olan, hatta tespihiyle, sac modeliyle, yesil kumas pantolonuyla ve "selamünaleykümüyle" o kültürü idealize eden bir kusakti. Bu kusak, bir taraftan televizyonun da etkisiyle, Batiya acik, Batiliya benzemeye calisan, onun gibi yasamaya özenen, diger taraftan da dinci yönlendirmenin ve Türk - Islam Sentezci egitimin kiskacinda "dindarlasmaya" calisan "karisik kimlikli" bir nesildi. Ne Batililasabiliyor, ne de gercek anlamda "dindarlasabiliyordu. Arada bocaliyordu.
Iste bu yillarda, Türk siyaseti de deyim yerindeyse, "buz üstünde yürümeye calisan bir secmen kitlesi" nin oylariyla sekillenmistir. Popülist söylemlerin tavan yaptigi, 1983 - 1993 arasindaki secmen kitlesi kendisine dinle soslanan, ici bos hayal vaadeden (iki anahtar gibi),  partilerin pesine takilmistir. Iste 80 sonrasinda, böyle bir secmen kitlesinin belirledigi iktidarlar, Türkiye´yi bugünkü durumuna getirmistir.
Iste Recep Tayyip Erdogan ve AKP´yi hazirlayan kosullar, bu tarihsel sürecin bir sonucudur.

AKP´yi Hazirlayan Kosullar ve Yüzde Kirkyedi´nin Sirri
Türk-Islam Sentezi, 1985´lerde Milli Görüs adinda bir yavru dünyaya getirmistir. Milli Görüs, Türk - Islam Sentezi´ndeki Türk´ü devreden cikararak sadece Islam´i ön plana cikariyordu. Hareketin tabaninda "Seriat Devleti" özlemi tasiyanlarin sayisi cok fazlaydi. Kökleri 1950´lerde Menderes´in DP´sine ve 1970´lerde Erbakan´in MSP´sine dayanan bu hareket, Özall´i yillarda siyasal ve toplumsal örgütlenmesini tamamlamis, tarikat, ticaret ekseninde cok önemli bir güc haline gelmistir.
Kendisi de Naksibendi olan Özal´in korumasindaki Nurculuk Hareketi (Fethullah Gülen), Türkiye´yi örümcek agi gibi sarmistir. Bu sirada bir cok tarikat, yurt icinde ve yurt disinda örgütlenmesini büyük bir hizla sürdürmüstür. Türkiye´deki tarikat örgütlenmesini güclü kilan, tarikatlarin ayni zamanda ekonomik olarak da örgütlenmesiydi. Planli ve proglamli bir sekilde yapilan tarikat toplantilarinda toplanan bagislar ve Arap ülkelerinden gelen yardimlarla, 90´larin basinda finans kurumlari ve bankalariyla tarikatlar artik ekonomik bir güc haline gelmistir.

Fethullah GÜLEN
80 sonrasinda özellikle egitime el atan tarikatlar, kitap okumayan, sig kültürlü, apolitik gencligi, kolayca aglarina düsürmeyi basarmisti. Okullar, dershaneler ve Kuran kurslari, camiler ve kahvelerde sürekli "menfi din propagandasina" (birilerine menfaat saglamak icin dini kullanma) maruz kalan 80 kusagi, yasadigi kisa süreli bunalimdan sonra, "Islamilesmeye" baslamistir. 90´larin basindan itibaren, tasradan kente gelen gencler, tarikat evlerinde, tarikat okullarinda ve tarikat yurtlarinda ücretsiz agirlandilar. Gerektiginde ekonomik olarak desteklendiler ve bu sirada sürekli "seriat propagandasina maruz kalarak", "rejim düsmani" olarak yetistirildiler. Beyni yikanan bu genc kusak, 90´larda secmen niteligi kazaninca, kendisini besleyen, büyüten tarikat ehlini utandirmayacak, önce Erbakan´in Refah ve Fazilet Parti´lerine, daha sonra da Erbakan ekolünden gelen Tayyip Erdogan´in AKP´sine oy vererek bir anlamda borcunu ödeyecekti. Dolayisiyla, 22 Temmuz 2007 secimlerinde, AKP´nin nasil yüzde 47 oy aldigini anlamaya calisirken, herseyden önce 1938´den sonraki tarihsel süreci dogru tahlil etmek gerekir.

Tayyip ERDOGAN
Prof. Emre Kongar,  Atatürk sonrasindaki "gaflet, dalalet ve hiyanet süreci" nin en belirgin özelliginin "cok partili düzen" adi altinda olusturulan  "dinci oligarsi" oldugunu ileri sürmekte ve 1938´den günümüze yasanan degisimi söyle özetlemektedir:
"Türkiye´de cok partili rejimin dinci oligarsiye dönüsme süreci kimi zaman birbirini izleyen, kimi zaman da birbirinin icine gecen su asamalardan olusuyor:
-Cogunluk diktatörlügü
-Yagma düzeni
-Liderler oligarsisi
-Disa bagimlilik
-Dinci iktidar
-Dinci oligarsinin olusmasi

Bu asamalar 3 dönemde gerceklesti
Birinci dönemde cok partili rejim Demokrat Parti´nin iktidarinda demokrasiye dogru evrimlesecegine cogunluk diktatörlügüne dönüstü.
Böylece birinci asama da ortaya cikti.
Tabi ayni anda yagmaciligin, liderler oligarsisinin ve disa bagimliligin da tohumlari atiliyordu.
Ikinci dönemde, 1965´ten sonra gelen iktidarlar zamaninda, rejim hem yagmacilik hem de lider sultasi cizgisinde evrimlesti.
Cok partili rejim artik, yagmaci bir iliskiler yumagina ve liderler oligarsisi düzenine dönüsmüstü.
Bu sirada disa bagimlilik iyice gelisti. Ayni sürec icinde dinci oligarsinin tohumlari da yesermeye baslamisti.
Böylece ikinci, ücüncü ve dördüncü asamalar eszamanli olarak gelisti.
Ücüncü dönem 1980 darbesiyle yasandi. Bu darbe sonucunda iktidara gelen Evren - Özal ikilisi, yagmaci düzeni, liderler oligarsisini ve disa bagimliligi iyice kurumlastirdi. Dinci oligarsinin filizlenen tohumlarini daha da büyüttü.
Dördüncü dönem 2002 secimleriyle basladi.
Bu dönemde, besinci asama olan "dinci oligarsinin iktidari" vücut buldu.

Prof. Dr. Emre KONGAR

Simdi 22 Temmuz 2007 secimleri ve 28 Agustos Cumhurbaskanligi secimi ile iktidardaki dinci oligarsinin kurumlasmasi basladi.
Bundan sonra cok daha hizli ve acik bir bicimde bu oligarsinin kurumlasma cabalarina tanik olacagiz. Basta anayasa olmak üzere tüm yasalar, yönetmelikler dinci oligarsinin önünü acacak bicimde degistirilecek. Tüm hükümet, devlet ve yerel yönetim kadrolari dinci cemaat mensuplari tarafindan doldurulacak. Tabii bu arada yargi ve üniversiteler de ihmal edilmeyecek. Medya buna göre yeniden yapilandirilacak.
Sermaye el degistirecek, ic ve dis kaynakli dinci sermaye piyasalara egemen olacak.
Toplumsal yasam da mahalle baskisi ile denetim altina alinacak. Tesettür, haremlik - selamlik ve benzeri uygulamalar yayginlasacak. Tabi zaman icinde bu dinci oligarsi kurumlasmasinin diyalektik tepkileri olusacak.Onlari da hep birlikte izleyecegiz. (Emre Kongar, 28 Eylül 2007, Cumhuriyet)

Geldigimiz noktada Türkiye, 1938 ve özellikle 1950 sonrasindaki "karsi devrim sürecinin"  sancilarini yasamaktadir. Icte ve dista Türkiye´nin karsilastigi tüm problemler "gaflet, dalalet ve hiyanet icinde olanlarin yarattiklari bu sürecin meyveleridir.

Prof. Dr. Ergun Aybars,  bugün bu ülkeyi idare etmeye calisanlarin nasil gaflet, dalalet ve hiyanet icinde bulunduklarini söyle ifade etmistir:
2006 yilinda Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk´ün kurdugu Türkiye Cumhuriyeti´nden cok uzaktir. Dis politikada ABD ve B´ye ipoteklenmis, ekonomisi ve para politikalari IMF ve Dünya Bankasi´na birakilmis, distan büyük bir kusatma, icte seriatci ve bölücü tehdit ile karsi karsiya, rüsvet, yolsuzluk, partizanlik hastaligi icinde Cumhuriyet´in kazanimlari 56 senede adeta terkedilmis duruma geldi.
 Prof. Dr. Ergun AYBARS

AB´nin kapsaminda sürekli asagilanan dis politikamiz, Atatürk´ün onurlu, bagimsizlik idealinden coktan ayrilmistir. AB Hristiyan partileri, Müslüman Türkiye´yi almayacaklarini acikca söylerlerken, sosyal demokratlarin eski basbakan ve bakanlari Sevr´i reddetmekle Türkiye´nin hata yaptigini söyleyecek kadar ileri gidebilmektedir. Hicbir aday ülkeye uygulanmamis olan yöntemler, Gümrük Birligi anlasmasi yanisira, varligimizi tehdit edecek istekleri Türkiye´nin önüne getirtip baski yaparken buna karsi koyacak bir iktidar bulunamamasinin sikintisi görülmektedir.
AB, sözde Ermeni soykirimini Türkiye´nin kabul etmesini, Kibris´i terk etmesini, Ege´den vazgecmesini, Patrikhane´nin Ekümenligi´ni onaylamasini ve Güneydogu Anadolu´da acikca söylemeseler bile Kürdistan kurulmasina olanak saglanmasini, Dicle, Firat sularinin bile kullanimini ele gecirmek istemektedir.
Görülüyor ki AB, Istiklal Savasi´nda Türkiye´ye karsi kullandigi kozlari kullanmaktadir. Yunan karti, Ermeni karti, Kürt karti ve Islam Teali´nin yerini alan Islamci akimlar, isbirlikci mütareke basini, her isteklerini yerine getiren iktidar, AB´nin Türkiye´ye yönelik parcalama ve sonra hazmetme politikasinin araclari olarak görülüyor.
Bütün bu baskilari yapanlar ve Türkiye´yi köseye sikistirmaya calisanlar, basta ABD olmak üzere,  AB´nin hemen tüm ülkeleri NATO´da müttefikimiz. Ancak NATO´ya olurumuzla katilan Polonya bile hemen parlamentosundan soykirim karari cikarmistir.
9 Eylül 1922´de, Izmir´de denize dökülüp Lozan´i imzalattigimiz, intikam ortami yakaladiklari bir ortam bulmus gözüküyorlar. BOP´la güdülen bir Ilimli Islam yaratilmak istenirken ABD´nin resmi organlarina ait bir dergide yayinlanmis ve Türkiye´nin Dogu ve Güneydogu bölgelerinde kurulmus bir Kürdistan gösteren harita Cumhuriyet gazetesinin ön sayfasinda yer aliyor. Maalesef bütün bu acik uyarilara ragmen Türkiye´de "gaflet, dalalet ve hatta hiyanet" icinde bir vurdumduymazlik ortami yayginlasiyor.

Sinan MEYDAN
(5) Sinan Meydan´in Dünya 48 isimli internet sitesinde 24 Mayis 2010´da yayinlanmis makalesinden aynen alintidir.


KEMALIST CUMHURIYETCILER VE KAPITALIST ISLAMCILAR

Osmanli Imparatorlugu yikilirken, eski Osmanli ülkelerini terk eden Ermeni, Rum, ya da Yahudi asilli ailelerin bugünkü temsilcileri atalarinin yasadiklari topraklari görmek üzere Türkiye´ye cesitli yollardan gelirlerken ayni zamanda güncel siyasal turlara da agirlik vererek,  siyasal kapsamli organizasyonlarin bas müsterileri olmuslardir. Özellikle ABD vatandasi konumunda olan eski Osmanli gayrimüslimlerinin bugünkü kusaklari, yeni Osmanli vizyonu ve tartismalari dogrultusunda kendilerini yeniden bu topraklarda bulurken, gecmisten gelen baglanti cizgilerini yenileyerek tekrar bu bölgelere gelerek yasayabilmenin arayislari icersine girmektedirler. Bircok ABD turizm sirketi bu dogrultuda, ceyrek yüzyildir düzenledikleri  programlar ile Osmanli kökenli Amerikalilari atalarinin topraklarina tasimaktadirlar. Baskent Ankara´ya getirilen, ABD´li turistler icin yillarca "Modernized Islam" basligini tasiyan özel toplantilar yapilmis ve bu toplantilarda önde gelen Türk bilim adamlarinin, ABD´li turistlere Türkiye ve Orta Dogu´yu anlatmalari istenmistir. Nitekim bu gibi toplantilar sonrasinda ilimli Islam tartismalari baslatilarak, Yeni Osmanli vizyonu ABD ve Israil ikilisinin merkezi alana egemen olabilmeleri dogrultusunda baslatilmistir. Osmanli kökenli ailelerden gelen ABD´li turist gruplarinin Türkiye´nin ilimli Islam üzerinden yeni Osmanli vizyonuna yönlendirilmesinde önemli etkileri olmustur.
Amerikan turizm sirketleri, gecen yil icinde Türkiye´ye yönelik düzenledikleri turlar ya da tatil programlarinda "Ilimli Islam ve Anadolu Kaplanlari" gibi basliklari kullanmislardir. Bu dogrultuda, epeyce bir turisti Türkiye´ye getirerek, Islam dünyasi icin ABD´nin bir siyasal model olarak Türkiye üzerinden gelistirmeye calistigi ilimli Islam gercegini laboratuvar ülke konumundaki Türkiye´de görmelerini saglamislardir. Ermeni asilli ABD´liler dogu Anadolu´yu gezerken, Rum asilli Amerikalilar bati Anadolu´yu gezmisler, Yahudi asilli Amerikalilar ise, Istanbul, Izmir ve Antalya gibi liman ve ticaret kentlerine öncelik vermislerdir. Bati hegemonyasi Orta Dogu üzerinden doguya dogru acilirken, eski Osmanli topraklari üzerindeki Ermeni, Rum ve Yahudi mirasinin bugünkü sahipleri, ABD´li turizm sirketlerinin önde gelen müsterileri olmuslardir. Bu kisiler, siyasal amacli turlardan sonra sahibi olduklari sirketlerinin yatirimlarini ata topraklarina dogru yönlendirmisler ve ciddi bir gayrimüslim sermayenin eski Osmanli topraklarina kaymasina araci olmuslardir. Küresel sermayenin sahipleri, ya da kapitalist sistemin patronlari konumundaki bu zengin turistlerin, ekonomik güclerini siyasal turlardan sonra bati hegemonyasinda bir yeni merkezi bölge yaratilmasi dogrultusunda kullanmislar ve bunun sonucunda da bircok Türk sirketini ya da ekonomik tesislerini satin almislardir. Türkiye Cumhuriyeti´nin, yirminci yüzyil boyunca büyük özverilerle olusturdugu ekonomik potansiyeli, özellestirme görünümü altinda tasfiye edilerek, küresel sermayenin güdümünde bir Türkiye yaratilabilmesi icin emperyal baskilarla teslimiyetci politikalar uygulanmistir.
Soguk savas döneminde NATO üzerinden güvenlik merkezli bir baglanti ile Bati blokunun denetimi altina alina Türkiye Cumhuriyeti´nin küresellesme asamasinda disa acilma görünümünde ekonomik sömürgelestirme planlarina esir edildigi görülmüs, Ulusal Kurtulus Savasi sayesinde Türklerin elde ettikleri ekonomik potansiyel bütünüyle tasfiye edilerek, Batili sirketlerin önü acilmistir. Küresel yayilma pesinde kosan Batili sirketler, eski Osmanli kökenli gayrimüslimlerin öncülügünde Anadolu´ya girerek Atatürk´ün tam bagimsiz ülkesini Bati emperyalizminin yeni sömürgesi konumuna getirmeye calismislardir. Cumhuriyet döneminin yarattigi milli sermaye böylesine bir sürec icersinde cökertilirken, Türk özel sektörü giderek Islamci kesimlerin eline gecmistir. Iste bu asamada, Anadolu´dan ortaya cikan bu yeni sirketlere "Anadolu Kaplanlari" adi verilmis, Türkiye´nin kapitalistlesmesinde Anadolu´nun bagrindan cikan bu sirketler Anadolu Kaplanlari olarak adlandirilmislardir. ABD destekli ve ABD sirketlerinin yardimlari ve de öncülügü ile ortaya cikan Anadolu Kaplanlari olusumunda, Amerika´dan Türkiye´ye yönelik siyasal turlarin etkisi olmus, kisa zamanda büyüyen bu yeni sirketler ABD´li ortaklarinin öncülügünde dis dünyaya acilarak küresel kapitalizmin gelisiminde katkida bulunmuslardir. Iste bu yüzden gecen yil, Amerikali is cevreleri "Anadolu Kaplanlari ve Ilimli Islam" baslikli siyasal turlar ile bu gelismeleri  yerinde izlemek üzere eski Osmanli Imparatorlugunun merkezi ülkesi Türkiye´ye gelmislerdir.
ABD üzerinden Türkiye´ye yönelik olarak bu yil düzenlenen turlarin adi ise, gecen yildan farkli olarak "Kemalist Cumhuriyetciler ve Kapitalist Islamcilar" olarak tespit edilmistir. Ilimli Islam ile Anadolu Kaplanlarini ortak bir baslik altinda izlemeyi tercih edenlerin, bu yil "Kemalist Cumhuriyetciler ile Kapitalist Islamcilari" birlikte ele almalari üzerinde tartisilmasi gereken bir durum oldugunu göstermektedir. Anadolu Kaplanlari ile Kapitalist Islamcilar bir anlamda ayni kesimleri ifade etmesine ragmen, Ilimli Islam ile Kemalist Cumhuriyetcilik bugünün kosullarinda celiskili görünmektedir. Gecen yillarin Anadolu Kaplanlarini  gelecegin Kapitalist Islamcilari görenlerin, Ilimli Islam sonrasinda Kemalist Cumhuriyetciligi gündeme almalari ilginc bir durum yaratmakta ve bu kesimlerin Türkiye´ye bakis acilarinda ne gibi gelismeler ve degisiklikler oldugunu acikca ortaya koymaktadir. ABD´nin Türkiye´ye gizlice yerlestirmis oldugu istihbarat servisleri, Atatürk´ün ülkesindeki tüm gelismeleri aninda izleyerek Amerikan merkezlerine ulastirdigi icin, Türkiye´deki son durumdan Amerika´nin herkesten önce haberi olmakta ve tavirlarini son elde ettikleri bilgilere göre ayarlamaktadirlar. ABD´den Türkiye´ye baktiklarinda en cok göze carpan gelismenin Kemalist Cumhuriyetciler ile Kapitalist Islamcilar arasinda yasanmakta olan cekismeler oldugu belirlenmekte ve bu yüzden, Amerikali turistler icin bu yil düzenlenen Türkiye turlarinin adi "Kemalist Cumhuriyetciler ve Kapitalist Islamcilar" olarak belirlenmektedir. Türkiye´nin bugünkü asamada icinde bulundugu durumun, Orta Dogu ülkeleriyle Türkiye´nin iliskilerinin ele alinacagi bu siyasal turlarda Amerikalilar, yeni ABD politikalari dogrultusunda Amerikan cikarlarinin merkezi alanda en üst düzeyde nasil korunabilecegini arastiracaklari anlasilmaktadir. Artik ilimli Islam politikalarinin yaratmis oldugu Anadolu Kaplanlarinin kapitalistlesmeleri ana konu olarak ortaya cikarilmaktadir.
Amerika´nin yavrusu durumundaki Israil devletinin bir Yahudi örgütlenmesi olarak Islam dünyasi icindeki yeri ve güvenligi ABD acisindan önde gelen bir sorun olarak gündemde oldugu sürece, Türkiye´nin Islam dünyasindan ayri bir laik rejime yönelmesi yirminci yüzyilda batili merkezler tarafindan sürekli olarak desteklenmistir. Ne var ki, soguk savasin bitiminden sonra Türkiye´deki laik rejimi desteklemekten vazgecen ABD ve Israil ikilisi, yeni dönemde Islam cografyasini Batinin hegemonyasi altina alacak bir ilimli Islam politikalarina öncelik vermisler ve bölge ülkelerinde bu yeni politikaya uygun iktidarlarin isbasina gelmelerini saglayarak destek vermislerdir. Birinci Dünya Savasi sonrasinda merkezi cografyada cagdas uygarlik devrimi gerceklestiren Kemalist devrim sayesinde laiklik bir yasam bicimi olarak bölgeye girmis ama, soguk savas dönemi sonrasinda, Batili emperyal ve siyonist cevreler Türkiye´nin Israil icin olusturdugu güvenlik semsiyesinden vazgecerek daha genis bir yayilma alaninin pesinde olmuslardir. Iste bu dogrultuda Büyük Orta Dogu Projesi ilan edilmis, daha sonralari bununla yetinilmeyerek isin icine eski Osmanli Afrikasi da eklenerek Genisletilmis Kuzey Afrika ve Büyük Orta Dogu Projesi dogrultusunda Amerikan hegemonyasi bölgeye yayilmak istenmistir. Kücük Israil devleti ise, küresel sermayeyi kontrol eden kendine bagli siyonist lobiler üzerinden hem merkezi cografyanin patronu olmak, hem de dünya kapitalist sisteminin merkezi haline gelebilmek icin Amerikanin BOP projesini kendi amaclari dogrultusunda desteklemistir. Batililarin hedefi, kapitalist sistem ile kaynasacak ve merkezi bir konum kazanacak Türkiye yaratmak dogrultusunda ekonomiyi her zaman öne cikarmak olmustur. Ekonomi üzerinden de, Batili sirketlerin Türkiye´deki partnerleri olarak Anadolu Kaplanlari tarih sahnesine cikarilmislardir.
Bugün Türkiye´de Kemalist Cumhuriyetciler ile Kapitalist Islamcilar arasinda bir bölünme yasaniyorsa, bunun sorumlusu bütünüyke Bati emperyalizmidir. Osmanli Imparatorlugu´nu yikanlar,  Sovyet Imparatorlugu´nu dengelemek üzere, Kemalist Cumhuriyeti acikca desteklemislerdir. (Bu makalenin sahibi Prof. Dr. Anil Cecen´in bu ve benzeri kesin hükümlerini benimsemesem de yazinin ruhuna sadik kalmak adina aynen aktariyorum. Kendi görüsümü ayrica ileriki konularda aciklayacagim.) Sovyetler Birligi dagilinca da, bu kez Türkiye´nin Kemalist Cumhuriyet rejimi catisi altinda sahip oldugu laik devlet düzenini desteklemekten vazgecerek, bati emperyalizminin Islam cografyasi üzerinden merkezi alani ele gecirebilmesi hedefiyle ilimli Islama ve bu dogrultuda Anadolu Kaplanlari üzerinden bir kapitalist Islamcilik yaratilmasina da yön vermislerdir. Gecmisin birikimi olan Kemalist Cumhuriyetciler, bugün Türk toplumunun yarisini temsil ederlerken, diger yariyi da Anadolu Kaplanlari üzerinden Kapitalist Islamcilar temsil etmeye baslamis ve bu yeni durum da Türkiye´de giderek bölünmeye ve dagilmaya dogru yönelisi tirmandirmistir. Konya, Kayseri, Gaziantep. Corum, Urfa ve Samsun gibi yeni üretim merkezleri Anadolu cografyasindan cikarak dünya piyasalarina acilirken, Anadolu Kaplanlari Türkiye´yi temsil etmeye baslamislar ve böylece Kemalist Türkiye Cumhuriyeti´nin laik ve cagdas yüzü arkada birakilmistir. Türkiye´de küresellesmeyle baslayan  yeni Islamci yönelis, artik eskisi gibi sadece siyasal ya da toplumsal cizgide kalmamis ama devlet ve ülkenin bütün kaynaklari kullanilarak yepyeni bir ekonomik yapilanma, ekonomik alan üzerinden ortaya cikarilmistir. Bu yüzden, Kapitalist Islamcilar kavrami ortaya cikmis ve Anadolu Kaplanlarinin giderek ekonomik etkinliklerini arttirmasiyla, Türkiye bati merkezli dünya kapitalist sisteminin yeni üyesi konumuna gelmistir. Küresel sirketler ve tekelci kapitalizm acisindan Islami cemaatler, müslüman dünyanin kapitalist sisteme entegrasyonunda baslica ortaklar olarak öne cikmislardir. Yeni dönemde Anadolu cemaatleri giderek kaplanlasan sirketler olarak vahsi kapitalist düzenin icerisinde Türkiye´nin mücadeleci ekipleri olmuslardir.
Kapitalist Islamin giderek Türkiye´yi teslim almasi karsisinda, laik ve cagdas Türkiye Cumhuriyeti rejiminin tehlikeye girmesi Atatürk´ün ülkesinde ciddi bir yarilma yaratmistir. Bugün Türk siyasetinin ana sorunu olarak bu saflasma olgusu görünmektedir. Gecmisin birikimini temsil eden Kemalist Cumhuriyetciler ile bugünün ekonomik gücünü temsil eden Kapitalist Islamcilar, ayni ülkede ve ortak bir devletin vatandasi olarak yasadiklarini ve böylesine bir siyasal model ile her türlü güclügü yenerek yirmibirinci yüzyila geldiklerini, ülke ve devlet güvenligi acisindan her asamada hatirlamak durumundadirlar. Ulus devletin, üniter siyasal yapilanmanin, laik düzenin, cagdas cumhuriyetin ortadan kaldirilmak istendigi bir asamada, Atlantik emperyalizmi ile Israil Siyonizmínin yeni emperyal oyunlara yöneldigi bir zaman diliminde, Kemalist Cumhuriyetciler ile Kapitalist Islamcilarin cekismek ya da kavga etmek gibi bir lüksleri olamaz. Birinci Dünya Savasi ile Kurtulus Savasinin vermis oldugu siyasal ve tarihi dersler animsanirsa, böylesine bir cekismenin giderek kavgaya dönüsmesi ve bölünme icin elverisli bir ortam yaratmasi gibi riskli bir durum sözkonusudur.
Kemalist Cumhuriyetciler, gelinen bu asamada dünya ve Türkiye gerceklerini yeniden degerlendirebilmeli ve giderek güclenen ekonomik gücü ile siyaset sahnesinde etkinlik saglayan Islamci Kapitalistler ile Türkiye Cumhuriyeti,  Türk demokrasisi, ulusal ve üniter kamu düzeni catisi altinda baris icinde bir gelecek planlamasinin diyalogu icine girebilmelidir. Bu asamada Kapitalist Islamcilarin, cumhuriyetci olmasi ve laik devlet düzenine saygi göstermeleri gerekmekte, Kemalist Cumhuriyetcilerin de Kapitalist Islamcilari potansiyel bir seriat kaynagi görmek yerine, Türkiye´yi dünya piyasalarinda temsil eden ekonomik gücler olarak degerlendirmelerinde, yeni bir diyalog ortami olusturmak acisindan yararli sonuclar alinabilecektir. Böylesine bir yeni acilim eger karsilikli olarak gerceklestirilebilirse o zaman, Türkiye´de bir Kemalist Cumhuriyetci ve Kapitalist Islamci catismasi beklemeleri hayal olmaktan öteye gidemeyecektir. Böylesine bir orta yol bulma denemesine ya da girisimlerine her iki tarafin keskin uclari tarafindan cesitli tepkiler gelebilecektir. Ne var ki, Milli Mücadele döneminde her türlü emperyalizme karsi, Türk toplumunun her kesiminin milli bir dayanisma icerisine girerek, saldirilara ve isgale karsi bir ulusal direnisi gerceklestirmesi bugün icin yol gösteren tarihi bir derstir. Milli mücadelenin verdigi dersler dogrultusunda, toplumun her kesimi bir araya gelerek, dagilma ve bölünme süreclerinin önünü kesebilmelidir. Kapitalist Islamcilar bugün güclü görünmektedirler ama Kemalist Cumhuriyet sayesinde bugünlere geldiklerini unutmamalidirlar. Kemalist Cumhuriyet, Türk toplumunun her kesimine anayasal esitlik düzeni icerisinde her türlü olanagi saglamis ve disa acik ekonomi düzeni cercevesinde Türk sirketlerinin büyümeleri saglanmistir. Atatürk Milli mücadele ile Hristiyan dünyasinin Yeni Bizans projesini önleyerek bu ülkede Müslümanlarin önünü acmistir. Dün, Yeni Bizans projesine karsi isbirligi yaptiklari gibi, bugün de Büyük Orta Dogu ya da Büyük Israil projelerine karsi antiemperyalist bir dayanisma cizgisinde ortak hareket edebilmelidirler. Türkiye Cumhuriyeti bir antiemperyalist kurtulus savasi sonucu kurulmustur. Gene ayni sekilde verilecek bir antiemperyalist mücadele ile de Türk devleti yirmibirinci yüzyilda yoluna devam edebilecektir.
 Prof. Dr. Anil CECEN
(6) Kemalist Yaklasim isimli internet sitesinden kismen alintilanmistir.



ATATÜRK VE CUMHURIYET

Yurdumuzu ve ulusumuzu kurtarip bilimin ve teknolojinin son gereklerine göre cagdas bir devlet kurarak laik cumhuriyeti yönetim bicimi olarak getiren Atatürk´ün beden olarak aramizdan ayrilisinin yildönümündeyiz. Kendimizi elestirip sorgulayarak, tutumumuzu gözden gecirip yargilayarak gercek sonuclari tartismaliyiz. Neler yapmaliydik? Neler yapmamaliydik? Atatürk´e yarasir olusumlar gerceklestirdik mi? Onun önerilerini ve özlemlerini gerceklestirebildik mi? Varlik nedenimiz ilkelerini koruyup güclendirdik mi? Bunlara ve benzer sorulara doyurucu yanitlar verebilecegimiz kanisinda degilim. AB´ye girmek icin yaranma ödünleriyle ABD´ni arkamizda bulmak icin dayatmalarina katlanmak, aykiri ve sakincali önerileriyle isteklerine, öne sürdükleri kosullarina tepkisiz kalmak, siyasal iktidarin karakterine uysa da ulusalci bir anlayisla bagdasmasi olanaksizdir. Özellikle 1950´den sonraki olaylara egilirsek sorumlulugumuz, kusurumuz, suclulugumuz daha belirginlesir. Ezanin ve anayasa dilinin Arapcaya dönüstürülmesi, köy enstitüleriyle halkevlerinin kapatilmasi, basta basbakanlar siyaset adamlarinin köktendinci akimlara ödünle destek vermesi, ekonomik yönden disa bagimliligi getiren borclarin artmasi, partizanlik, asiret agaligiyla, tarikat seyhligini koruyan feodal yapinin sürmesi, bu cagdisiliklarin getirdigi sayisiz sakincalarin yasanmasina neden olmustur. Kötülükler giderek büyümüs, cumhuriyetin erdem oldugunu kavrayacak olgunluga erisemeyenlerle birlesen karsitlari Türk Devrimi´yle kaynagi Atatürk ilkelerini kötüleyerek, takiyyelerle, yükümlülüklerini yerine getiremeyen, beceriksiz, sözde devlet adamlarinin aymazliklariyla yönetimi ele gecirmislerdir. Varliklarini sürdürüp amaclarina ulasmak icin de Ulusal Kurtulus Savasi yenilgisiyle Lozan´in yitiklerini unutamayan batililarin elverisli araci olarak onlarin buyruklarini yerine getirmeyi görev bilmislerdir. Batililarin korumasina girerek hem onlarin dediklerini, hem de kendi özlemlerini gerceklestirmeye koyulmuslardir. Bu olumsuzluklari tepkisizlik, suskunluk ve donuklukla izleyenler de destekci durumuna düsmüslerdir.
Atatürk´ün basinda bulundugu 15 yili da kapsayan 27 yili kötüleyerek isbasina gelenler Atatürk´ü Koruma Yasasi cikarmak zorunda kalmislar, günümüz iktidari da Atatürk´ün fotograflarini istemeden Yeni Türk Lirasina koydurtmustur. Devrim yasalari uygulanmamakta, basta ögretim birligi olmak üzere laik cumhuriyeti cagdas uygarlik düzeyine cikaracak her atilimdan dönülmektedir. Devletin tekligi, ülkenin tümlügü, ulusun birligi tehlikededir. Cumhuriyeti yozlastirip niteliklerinden uzaklastirmak icin her tür girisime rastlanmakta, ulus-devlet yapisindan, ulusalliktan, ulus olusumundan, yurttasliktan vazgecilmesi, alt-üst kimlik karmasasiyla ulusun cogunlugu icindekiler azinlik yapilmaya, azinlikliklar da kiskirtilmaya calisilmaktadir. Evrensel ilkeleri ulusallastirarak dinci baskici kisisel yönetimin yerine halk yönetimini, esitlikci yurttaslar düzeni cumhuriyeti getiren, kendini sürekli yenileyen Türkiye´mize özgü düsün dizgesi olan Atatürkcülügün tam bagimsizlik, özgürlük, ulusal egemenlik, cagdaslasma, demokrasi, esitlik, dostluk, kardeslik, bilimsellik, akilcilik, bariscilik, ahlak, adalet, devrimcilik, yurtseverlik, insanlik, caliskanlik, devingenlik oldugu unutulup, yerine ilimli Islam adi altinda dinci bicimsel bir cumhuriyet, bir imam ya da seyh devleti önerilmektedir. Siyasallasan islamin, köktendinci terörün neden oldugu vahsetler belleklerdeki sicakligini korurken sonu kestirilemez kötülüklere adim atilmaktadir. 12 Eylül´de Atatürk´ün kurdurdugu Dil Kurumu ile Tarih Kurumu kimlik degisikligi yapilaraküyelerinin elinden alinmis, Rektörlerin sikmabaslilara selam verecegi söylenerek üniversitelere baslayan saldiri, yargiyi da icine alarak Silahli Kuvvetlere kadar uzanmistir. Liberallesme, globallesme, küresellesme ile güdülme, uyduluk, usaklik, bagimlilik, soygun, tutsaklik düzeyinde savunulmakta, demokrasi ve insan haklari adina AB ile ABD´nin dayatmalari sineye cekilmektedir. Özgürlükle hic ilgisi olmayan sikmabas, pece, carsaf giyimi, türbe ve tekke aliskanligi, demokrasi kötüye kullanilarak yayginlastirilmaktadir. Köktendinciligin, iktidarin kökü olan seriatciligin simgesi oldugundan savunulmakta ve direnilmektedir. Özetle, cumhuriyetcilik, milliyetcilik, halkcilik, devletcilik, laiklik, devrimcilik, Atatürk´ten ne kalmissa hepsi atilmaya, gecersiz ve degersiz kilinmaya bagli tutulmaktadir. Aydin gecinenlerle, aydin sanilanlarin kimi de bu olusumlara destek vermekte, kimileri de ilgisiz ve tepkisiz zavalli seyirci durumunda kücülmektedir.

Yönelis
Atatürkcü Düsünce Sistemi Atatürk ilkelerinin tümünü, önerilerini, buyruklarini, aciklama ve degerlendirmelerini kapsar. Bir yasam bicimi, bir dünya görüsü, uygarlik düzeyinin üstünü amaclayan Türkiye Aydinlanmasinin kaynagidir. Bundan korkanlar var. Atatürkcülügün degisik ad, anlatim, tanim ve tanitimina dayanip amacinin, ereginin, dogrultusunun ve anlaminin degistigini, artik birakilmasi ve uzaklasilmasi gerektigini söyleyip yazan bunaklarla avanaklar da var. Bugün, AB´ye girme sürecinde, O´nun kazandirdigi düzeyle karsilaniyoruz. Onun yaptiklariyla istemde bulunuyoruz. Türk Lirasinin degeri yükselmeden, alim gücü artmadan, kagit üstünde sifirlari silerek ic ve dis alisverisi yeni ölcü üzerinden yapmak, ne özde bir degisim. ne de ekonominin güclenmesidir. Bir grafikerlik islemidir.
Yepyeni anlayisla, yepyeni kurallar ve kurumlarla yepyeni bir toplum yaratma, kendi icinde özümseterek dünyaya benimsetme, sonsuza degin bagimsiz yasatma istenci ve gerekleriyle donatarak ulusal varligi kanitlama olan Atatürkcülük (Kemalizm) gelecegimizin güvencesidir. Bu gidisle Atatürk anitlarini yikabilir, büstlerini kirabilir, ikinci bir 31 Mart´a yeltenebilirler. Düsünce ve inanc özgürlügünün güvencesi laiklik sayesinde ezan dinleme, namaz kilma mutluluguna kavusan insanimizin Müslümanliga en büyük iyiligi dokunmus Atatürk´e saldiranlari, Atatürkcülügü tutuculuk sayanlarin iyi degerlendirmesi gerekir. Namusumuzu ve onurumuzu kurtaran bir büyüge yönelik cirkinlikler hic bir insanlik ve din anlayisiyla bagdasmaz.
11 yasinda turist kiz cocugunu kacirip saldirdiktan sonra öldürene, etnik ve köktendinci teröre basvuranlara, agir suclari isleyenlere bir sey söylenmeyip Atatürk´e ve Atatürkcülere olmadik sövgüler siralayanlarin düsüklügünü tanimlamak güctür. Ne yazik ki ulusumuzun alnina gören düsüren asagilik suclarin islendigi yörede kimileri Atatürk´ü kötülüyor, eserlerini karaliyor, kendisini yadsiyor, Atatürkcülere düsman gözüyle bakiyor, Atatürk´ü unutmak ve unutturmak cabalarina destek ve hiz veriyor.
Tam bagimsizlik, özgürlük, ulusal egemenlik, cumhuriyetin kazanimlari konusunda duyarlilik, özen, caba yok. Mezhepcilik, bölgecilik, cikarcilik, hukukdisilik, cagdisilik, yalancilik, dalkavukluk, ikiyüzlülük, ayricalik, kayirma, yalakalik, düzenbazlik, sahtecilik, magandacilik, mafyacilik, asirmacilik, kumar, uyusturucu, fuhus aliskanliklari, tembellik, pislik, sakincali iliskiler, kabadayilik, sahte oy kullanmak, gecersiz toplantilar düzenlemek, vakif- dernek oyunlari, sahte diploma ve belge, kacakcilik, yakma, yikma, öldürme daha sayilabilecek nice olumsuzluklar egemen olmaya basladi. Iftar yemekleri aldatmacasi da ayri. Orucu gercek anlaminda tutmayanlar gösteri yemekleriyle zaman yitiriyorlar. Kimler katilmiyor ki. Mevlit, mescit, cami, toplu namaz, Kuran kursu, Atatürk karsiti kuruluslara saglanan olanaklar da böyle. Atatürkcülere kurallari cigneyerek aciklanan tepki gösterenlere af, bagiss, koruma baska olanaklarla tirmandiriliyor. Bagimsizlik Marsi´nda ayaga kalkmayan ögrenciler, sirtini dönen sporcular olmadi mi? Simdilerde kimi toplantilar Kuran okunarak ya da dualarla acilmiyor mu? Rejimi degistirme cabalari sezilmiyor mu? Gericileri yüreklendiren, dogrudan olmasa da dolayli bicimde destekleyen, mevki, makam, yükselme karsiliginda susan, onlara yol gösterip akil verenler yok mu? Daginikligi, anlamsiz ayriliklari, gereksiz tartismalari ve sakincali kavgalariyla gericileri güclendiren, onlara koz veren, olanak hazirlayan ve sunan Atatürkcü olabilir mi? Arada sirada cikis yapmakla, törenlerde nutuk atip calim satmakla, defterlere ve gazetelere yazmakla, bilgiclik taslayip kendini Atatürkcü sanmakla Atatürkcü olunmaz. Karsidevrime tepkisiz kalan, ödünleri reform ve degisim diye, demokrasi acilimi diye abartilarla sunan, AB icin katlanilan durumlari devrim olarak niteleyenleri alkislayan Atatürkcü olamaz. Sevr ile Lozan´i tartismaya acip, addan baska  bir sey olmayan azinliklara yeni kesimler katilmasina gözyumanlar Atatürkcü degildir. Azinlik denilen yurttaslarimizin neyi bizimkilerden az, bizim neyimiz onlarinkinden coktur. Alevi yurttaslarimiz azinlik olmadiklarini aciklayip önerilere karsi cikarken, sünnilik ayrimi güdenler bölücü önerilere suskunluklariyla destek vermektedirler. Önerileri getirenlerin, yazanlarin, destekleyenlerin kimler oldugu, kökenleri, bagimliliklari, gecmisleri, iliskileri gözetilirse kimleri barindirdigimiz, kimlerle ve nasil kusatildigimiz daha iyi anlasilir. Kimse unutmasin, Atatürkcülügü, laik cumhuriyeti silmek olanaksizdir.

Ya Cumhuriyet?

Devletin dinler karsisinda özgürlügü ve bagimsizligi demek olan, laik anlayisin yönetimde gerceklesmesi, demokrasinin yasama gecmesi olarak tanimlanabilecek cumhuriyet, yönetilenlerin yöneticileri kendi aralarindan ve belli süreler icin sectikleri bir yönetim bicimidir. Gercek, esitlikci bir yurttaslar düzeni, tam bir halk demokrasisidir. Karanliktan aydinliga cikisin kurumudur. Türk kahramanligi ile Türk kültürüne dayali bir erdem anitidir. Atatürk, "Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkina Türk Ulusu denir" sözüyle birlesmeyi, kaynasmayi, ulusalligi aciklamis, din ve soy bagi ayrimlarini dislayarak yapiyi ictenlikle sunmustur. Nresi zararlidir ki, yararimizi istemeyenlerce önerilen yikim nedenlerine yakin durulmaktadir? Atatürk ilkeleri tam uygulanmis, bu nedenle kötülüklerle karsilasilmis gibi tersine önerilere sicak bakmanin hicbir anlami yoktur. Cumhuriyeti "özelikle kimsesizlerin kimsesi" olarak tanimlayan Atatürk´e, onun basta cumhuriyet tüm eserlerine ihanet eden ilgililer sorumludur. Cumhuriyetin hic bir kusuru yoktur, kusur yönetemeyen, basarisiz yöneticilerdedir. Bunlar, karsitlarinin yönetimi ele gecirmelerine, sayilarinin artmasina, güclenmelerine neden olmuslardir. 1930´larin az sayidaki cumhuriyetinin basinda gelen Türkiye Cumhuriyeti´nin niteliklerini budamaya calisanlar isbasindadir. Laik cumhuriyetin gelecegi tehdit altindadir, tehlikededir. En büyük tehlike de disaridan gelen dayatmalarla icimizdeki isbirlikcileri ve gericiliktir. Fetva, ferman dönemine dönülerek seriat düzeni gerceklestirilmek istemi atamalarla, görevden almalar, emekli edilmelerle, haremlik-selamlik uygulamalariyla, iktidar diktasi, lider saltanatiyla, ilericilere karsitliklarla acikca ortadadir.
Avrupaya, ABD´ye muhtac, buyruk almaya hazir iktidari elverisli bulan Batililar AB icin baskilarini, dayatmalarini arttirmislardir. Esit, onurlu, hakca üyelik olmazsa hayir demiyecegini belli eden iktidarin cumhuriyetle gelinen süreci gözardi etmesi acidir. Ekonomide, tarimda, hayvancilikta, hukuk alaninda AB´nin kendi uygulamalariyla Türkiye´ye dayattiklarindan ilgililer yakiniyor. Ipotege dönüsen bagimlilik, 1989´da Türkiye´nin tam üyelik basvurusunu geri ceviren o zamanki adiyla AT (Avrupa Toplulugu, simdiki AB), 6 Mart 1995´te Gümrük Birligi yoluyla Türkiye´yi avucunun icine aldi. Madyanin yaniltici, aldatici, unutturucu, gercekleri dislayici tutumu yüzünden cok kimse durumun bilincinde degil.(7) Atatürk ve Cumhuriyet - Yekta Güngör ÖZDEN  - 10 Kasim 2010 tarihli yazisindan kismen alintilanmistir.



KEMALIST EKONOMIK MODEL

Öncelikle Kemalist ekonomik kalkinma modelini tanimlayip, günümüze uyarlanmasi icin ne gibi calismalar yapilmasi gerektigini arastiralim. Teoride Türkiye´nin ve belki de dünyanin kurtulus recetesi olabilecek bir kalkinma modelinin pratikte uygulanmasinin ne derece mümkün oldugunu irdeliyecegiz.

Kemalist Ekonomik Model, bir KARMA EKONOMI MODELI olup; halkci, devletci, tam bagimsizlikci, yurttaslarinin refah ve mutlulugunu hedefleyen cözüm önerileri sunmaktadir.
Kemalist Ekonomik Model antiemperyalisttir, dolayisiyla Atatürk´ün ölümünden sonra uygulanan teslimiyetci politikalar sonucu girilen uluslararasi kurulusladan cikilmalidir. Bunlari NATO, IMF, Dünya Bankasi olarak özetleyebiliriz. AB´ye üyelik basvurusu derhal geri cekilmeli, Gümrük Birligi anlasmasindan cikmali ve Türkiye Cumhuriyeti´nin bölünme ve parcalanmasina neden olacak tüm anlasmalar askiya alinmalidir. Bugüne kadar tecrübeyle sabittir ki, emperyal ülkelerin  bize yaklasimlari karsilikli menfaat ve isbirligi amaciyla degil; bizi sömürge yapma ve Kemalist cumhuriyeti yok etme amacini gtmektedir. NATO´ya girisimizle birlikte, Kontrgerilla ve Gladyo´nun da ülke topraklarinda Bati´nin emperyal amaclari dogrultusunda eylemler ve provokasyonlarin da yolu acilmistir.  IMF ve Dünya Bankasi´nin bizlere sundugu recetelerin Kemalist Ekonominin tam tersi uygulamalar oldugu unutulmamali, issizlik, fakirlik ve caresizlikten baska bir sonucu olmadigi artik görülmelidir. ABD ile 39´dan beri yapilagelen ve AKP´nin son olarak 9 maddelik gizli anlasmayla tüy diktigi tüm anlasmalar fesh edilmelidir. Türkiye Cumhuriyetini hala resmen tanimamis ve dost görünerek gözümüzü oymaya devam eden bir "dost ve müttefik" olmadan da yasayabilmeliyiz.
Kemalist Ekonomik Model tam bagimsizlikcidir, dolayisiyla tam bagimsiz olabilmek icin hem siyasi hem de ekonomik bagimsizlik ve egemenlik sarttir. Ekonomik bagimsizligin temel sarti ise, disa borclanmadan ve ödünler vermeden kendi yagi ile kavrulan bir ekonomi anlasilmalidir. Kalkinmanin finansmani tamamiyle ic kaynaklardan saglanir. Bunu kisa vadede gerceklestirmek icin alinabilecek ivedi önlemler söyle siralanabilir:
-Serbest kambiyo sistemine son verilir, ülkeye döviz giris-cikisi kontrol altina alinir
-Borsa yeniden yapilandirilir, ülke kaynaklarinin yurt disina cikarilmasi önlenir,
-Yurt icinde TL. disinda para kullanilmasi yasaklanir,
-Yurt icine sermaye ihraci yasaklanir. Özellestirme dahil, hic bir isletme ve kurumun yabancilara satisina izin verilmeyerek, yabancilarin deniz, hava, kara tasimaciligi yapmalari, iletisim, haberlesme sektörü faaliyetlerinde bulunmalari engellenerek, maden arama ve cikarmalarina izin verilmeyerek, yozlastirmayi ve azinlik etkinligini arttirmaya yönelik okul acmalari yasaklanarak, misyonerlik faaliyetlerine yönelik tüm calismalar yasaklanarak vs.
-KIT´lerin finansmanina kaynak ayrilarak verimli kilinmalidir,
-Devlet yabanci sermaye yerine, öz kaynaklari kullanarak KOBI´lere dis rekabet karsisinda destek olmali, zarar eden ve kapanma üzere olan fabrka ve isletmelerle birlikte ulusal sanayiimiz desteklenmelidir.
-Devlet öz kaynaklari kullanarak emek-yogun yatirimlar yapmali ve herkese is imkani saglayacak önlemleri saglamalidir.
-Devlet, yabanci ilac tekellerinin insan sagligini tehdit eden politikalarina karsi önlem almalidir. Ulusal ilac sanayimiz, özkaynaklarimiz ile korunmali ve desteklenmelidir.
Kemalist Ekonomik Model Halkc/devletcidir, dolayisiyla halkcilik, devletin tüm kurumlariyla halkin medeniyeti en üst düzeyde yasamasini saglamla sorumlu olmasidir. Devletcilik, halkin elbirligi ile devleti kalkindirmak konusunda teker teker tam sorumlu olmasidir. Kemalist ekonomide halk devleti, devlet de halki tamamlamakla mükelleftir.
Kemalist Ekonomide dogal kaynaklar millidir, dolayisiyla özellestirmelere son verilmeli, stratejik kurumlarimizdan baslayarak, özellestirilenler kamulastirilmalidir. Yabancilarin elinde bulunan dogal kaynaklar ve isletmeler kamulastirilarak, soyguncularin halktan ve devletten caldiklari kaynaklar kamuya yeniden kazandirilmalidir. Vatan soyguncularinin ve vatan hainlerinin sahipligini belgelendiremedikleri varliklarina el konulmalidir. (Nereden buldun yasasi). Böylece geri alinan ve mevcut bulunan tüm kamusal varliklar halka mal edilmelidir.
Kooperatifcilik yeniden canlandirilmali, araci kurumlar aradan cekilmelidir. Sembolik bir örnek olmasi icin sadece bir kooperatifin tanitim linkini burada paylasiyor ve tebrik ediyorum.
http://www.youtube.com/watch?v=OVgHaK6KhcY
Ulusal kaynaklarimizin emperyalistler tarafindan talan edilmesi önlenmelidir.
Kemalist Ekonomik Model modern teknoloji kullanir.
Kurlus döneminde Türkiye kademe kademe sürdürdügü yogunlasmalarla teknolojisini gelistirerek ucak imal edip satabilir bir duruma getirilmis bir ülke iken, bugün tarimi ve yeralti zenginlikleri bile sömürülen bir ülke haline getirilmistir. Bu duruma tabii ki, Kurulus asamasindan sonraki liberal politikalar ve basiretsiz, isbirlikci yönetimlerin katkisi olmustur.
Yabanci sermayeye, cok siki önlemler altinda ve emperyalist amaclar olmamasi kesin kaydiyla üretim amacli izin verilebilir.
Halkin ve devletin kaynaklari birlestirilerek acil ihtiyaclar icin gerekli yatirimlarda kullanilmalidir.
Ic borclarin anapara ve faiz ödemeleri ertelenmeli, 10 yil vadeli ödeme plani yapilmalidir ve tefecilere aktarilan bu kaynaklar acil ihtiyaclar icin gerekli yatirimlarda kullanilmalidir.
Hortumcularin caldiklarina cikarilacak bir nereden buldun yasasi ile el konulmali, yatirimlara ve istihdama kanalize edilmelidir.
Dis borclar ivedilikle ödeme planina baglanip ödenmeli ve bir daha asla dis borclanma yoluna gidilmemelidir. Denk bütce uygulamasina gecilmelidir.
Kemalist Ekonomik Modelde her kademedeki ihtiyac kalemleri bellidir. Dolayisiyla bu belirlenmis ihtiyac kalemlerine yönelik ürünler üretilerek (ithal etmeden), en uygun ve adilane bir sekilde herkesin yararlanabilecegi bir sekilde arzedildiginde, onlari elde eden insanlarin tatmin olacagi, sirayla bir üst kademedeki ihtiyaclarini tatmine yönelecegine inanilir. Tatminsizlik sözkonusu olmayacaktir, cünkü üretilen her seye yönlendirilecek ihtiyaclar belirlidir.
Üretimde, genel ilke olarak ihtiyaclarin bir kademesinde yogunlasilir. O kademeyle ilgili her seyi tamamlamis olarak ikinci kademeye gecilir ve orada yagunlasilir. Ama bu arada ekonominin geneliyle de ilgilenilir. Yani halkin karnini ucuz, kaliteli, kolay ulasilabilir ürünleri üreterek doyurmak icin her türlü yatirimi yapip, bu konuda hicbir noksanlik birakmayacak bicimde yogunlasmisken, öbür tarafta, kültürel ihtiyaclari da ihmal etmeyecektir. Öncelikli ihtiyaclar üst düzeyde tatmin edilir kilinip, sira kültür ihtiyaclarina yogunlasmaya gelince de, ihmal edilmeden sürdürülegelen ilgi, bu defa yogunluklu bir ilgiye dönüstürülerek tamamlanacaktir. Ülkede sanat etkinlikleri her kösede yayginlasacak, sanatcilara bugün esirgenen ilgi ve saygi layikiyla gösterilecek, kitap okuma oranlari yüzde yüzlere cikarilacak, gazete tirajlari onmilyonlarla ifade edilecek ve halkin sadece gercekleri ve dogulari ögrenmesi icin basin ve medya özgürlesecek.
Kurulus döneminde Türkiye, tam bagimsizlik ilkesiyle hareket ederek, öncelikle, tarimsal üretimde yogunlasmis ve halkin vazgecilmez ihtiyaclarina yönelik üretime girismistir. Seker bile üretemezken pancar üretimiyle ülke seker fabrikalarina kavusturulmus, elbise kumasi bile üretemezken pamuk üretimi ve yün hayvanciligi üretimiyle ülke Sümerbank tesislerine kavusturulmus ve bunlar gibi onlarca örnek hayata gecirilmistir. Sonra, madenler gibi yeralti zenginliklerine yogunlasarak, bunlari da yurtdisina satabilir konuma getirilmis, daha sonra ise ic üretim birimleri gelistirilerek tarim ürünleri ve madenler hammadde olarak satilmak yerine, islenerek satilma üzerine yogunlastirilmistir. (Etibank) Bugün, bu ülkenin hammadde olarak en az 3-4 katrilyon dolarlik yeralti serveti vardir. Bunlar islendiginde ise en az 30-40 katrilyon dolar edecektir. Kemalist politikanin hedefi, bunlari ülke ekonomisine katmak ve vatandasinin refah seviyesini yükseltmek olacaktir.
Kemalist Ekonomi Modelinde Kaynak Temini
Kalkinmanin ic ve dis finansmanini borclanarak saglamanin en önemli sebepleri bütce ve dis ticaret aciklari olagelmistir. Bütce aciklarini kapatabilmek icin sagliksiz ic borclanmaya, dis ticaret acigini kapatabilmek icin de ayni sekilde sagliksiz bir dis borclanmaya saplanilmis, bir daha da icinden cikilamamistir. Haliyle ekonomik egemenlik diye bir sey de kalmamistir.O halde yapilmasi gereken, bu iki aciktan kurtulmak olmalidir.
Kemalist Ekonomi Modelinde, tarimda, sanayide, hukukta, güvenlikte, egitimdeve saglikta kalkinmayi saglayacak, bütce aciklarinin ve dis ticaret aciklarinin önünü kesen ic/dis finansman ihtiyaci öz kaynaklardan karsilanir.Kullanilabilecek kaynaklar sunlardir:Vergi gelirleri, ihracat gelirleri, Merkez Bankasi para arzi...
a) Vergi gelirleri
Vergi gelirlerinin akilci kullanilmasi sarttir. Devletin sosyal projelerinden en önemlisi, dolaysiz vergilerden gelir vergisinin üretken kesimlerin üzerinden kaldirilmasidir. Basta kazanc vergisi olmak üzere, bina vergisi, arazi vergisi, maktu zam vergisi, belediyelere ait bütün ruhsat resimlerinden ve özel idarelere ve belediyelere ait küsuratlardan muafiyet saglanir. Böylece üretken kesimlerin tamami vergiden muaf tutulur.
Tarimsal sanayi isletmelerinden (üretici birlikleri, koopratifler), Türk sanayii kesimindeki diger isletmelerden alinan vergiler ise düzenlenecek "Sanayii Tesvik Yasasi" ile yönetilir ve bes yillik kalkinma planlari dogrultusunda Türkiye´nin ihtiyac duydugu alt yapiyi ve makinelesmeyi saglamak (teknolojiyi gelistirmek) sartiyla kullanilirlar.
Dolayli vergilerden Katma Deger Vergisi de Türk milletinin yogun olarak kullandigi mallarda cok cüzi bir orana indirilir ve bu gelirler  Yargi, Güvenlik, Egitim ve Saglik erklerinin kullanimina (ar-ge harcamalari, yapilanma harcamalari, teknoloji alimlari vs.) devredilir, baska hic bir sey icin kullanilamaz. Halkin bu hizmetlere karsi harcanacak KDV ile ilgili fis/fatura almasi tesvik edilir. Dolayisiyla bu vergilerin, düzenlenecek bir yasa ile Türkiye genelindeki egitim, saglik, güvenlik ve yargi hizmetlerinin görülmesinde kullanilmasi saglanir. Türk halki bilecektir ki, dolayli vergilerde herhangi bir kacaga gözyumdugu takdirde, bu dört hizmetin kendisine ulasmasinda bir aksakliga sebep olacaktir. Düzenlecek yasada bu kacaklar üzerine agir parasal müeyyideler ile gidilmesine de yer verilir.
Dolayli vergilerden gümrük vergileri de ic üretimi koruma ve kollama amacli olarak titizlikle uygulanir.
b) Dis satim gelirleri
Ekonominin ihtiyac duydugu dis kaynak, malimizi alanin malini alma ilkesi ile saglanir. Bunun yanisira sermaye hareketlerinde, borc mu yaratiyor, alacak mi yaratiyor anlayisi hakim kilinir. Böylece, borc yaratan döviz giris ve cikislarina olanak taninmaz.
Borc yaratan sermaye akimlarinin kesilmesi ve malimizi alanin malini alma ilkesinin, ikili ticari anlasmalar yapilarak güclendirilmesiyle tarim kesiminin ürünlerine pazar acilacak, elde edilen gelirle de Türkiye´yi sanayilestiren fabrikalar kurulmasi saglanacaktir.
Ithalati ortadan kaldiracak alanlarda gerceklestirilecek sanayilesme, tarim ve madencilik kesiminin ciktilarini girdi olarak alip üretim yapmaya baslayacaktir. Üretilen ve ihrac edilen tüm mallara standartlar getirilecek , ihracat ofisleri acilacak ve Türk sanayiinin bilgi birikimini ve rekabet gücünü arttirmak üzere fuarlara etkin katilim saglanacak ve Izmir Fuari basta olmak üzere tüm fuarlar desteklenecek.
Türk sanayiinin geri baglantisi yurt icinde kurulmus olacagindan, tarimsal ürünlerin ve madenlerin hammadde olarak ihracatinin önü kesilerek, yurt icinde sanayi kesimi tarafindan islenecek ve ülke baska ülkelerin hammadde ihracatcisi olmaktan kurtarilacak ve artan islenmis ürünler disariya ihrac edilecektir.
Artan ihracat ve azaltilan ithalat sonucu dis ticaret fazlasi yaratilacaktir ve Türkiye bu politikadan taviz vermeden sanayilestikce, dis ticaret fazlasi saglayan bir ülke haline gelecektir.
Disaridan yapilan sermaye transferleriyle Türk Lirasinin önder para olarak kabul edildigi ve diger ülkelere cipa parasi olacak konuma geldigi görülecektir.
Döviz kuru kayiplarina da firsat verilmediginden, artan üretimle paralel olarak artan ihrac mallari miktari ülkeye daha fazla döviz kazandiracaktir.Merkez Bankasinin kasalari emisyon hacmini arttirarak degil, ihracattan kazanilan döviz, altin ve yabanci tahvil ile dlmaya baslayacaktir.
c) Merkez Bankasi Para Arzi
Kemalist Ekonomi modelinde, Gayrisafi Yurtici Hasila (GSYIH) büyüklügüne es degerde para basilarak Merkez Bankasinda stok edilir. Bu paranin piyasaya sürülecek miktari ise piyasalarda kurulacak denge ile baglantili olaral tespit olunur. (Piyasalarda bulunmasi gereken para hacmi matematiksel olarak tarif edilebilir.)
Türk Lirasi, altin ve/veya döviz karsiligi olmadan, üretim karsiligi olarak bastirilan bir para haline getirildiginden, para, Merkez Bankasindan maliyetsiz olarak temin edilip, bankalar sistemi icinde de maliyetsiz dolastirilir. Ve neticede, onu kullanacak üretim faktörlerine de maliyetsiz ulasmasi saglanir.
Para arzi, ticari senetler karsiligi yaratilir. Ticari senetler Merkez Bankasinda paraya dönüstürülür. Bu para ile üretim yapilir. Milli gelir yaratilir. Üretim faaliyetini gerceklestirdikten sonra ise para Merkez Bankasina, ticari senet ise sahibine geri döner.
Bankacilik sisteminde proje sahiplerinin projelerinin finansmanini saglamalari cok kolaylastirildigindan (hatta destek gördüklerinden) bireysel basarilarin da önü acilmaktadir. Türk insaninin en büyük özelligi, diger milletlere göre üstün  olan zekasini yeni buluslar icat etmekte kullanma becerisidir. Desteklenen bu becerinin harikalar yaratacagi kesindir.
Burada titizlik gösterilecek politika, para arzinin ve üretimin es zamanli olarak ortaya cikarilmasidir.  Bunun icin de, ekonomide ic finansman kaynagi Türk bankacilik sistemi olacaktir. Devletin bütce aciklari ve dis ticaret aciklari vererek, dis ve ic borclanmaya gitmek yerine kamu yatirimlari icin ic kaynak saglamak üzere sektör kalkinma bankalari kurulmaktadir. Para arzi ile paranin dönüsü arasindaki iliski kalkinma bankalarinin takibine birakilir. Kalkinma bankalari, Iktisadi Devlet Tesekküllerini (IDT) kurarak, ciddi bir tüccar gibi bu tesekküllere TC Merkez Bankasindan kaynak saglarlar. Bu bankalar, nominal sermayelerinin kücük bir oraniyla kurularak IDT´ne verdikleri kredilerle de nominal sermayelerini tamamlayabilmektedirler.
Ziraat Bankasi da sermaye yapisi güclendirilerek, tarim kooperatiflerinin ve benzeri kurumlarin tarimsal kalkinma politikalarinin finansmanini saglar.
Herkesin kendi üretim birimlerine sahip olma kolayliginin yani sira, yine herkes, baska üretim birimlerine de kolayca ortak olabilmektedir. Gelir dagiliminda dengeyi kurmus bulunan istikrarli Kemalist ekonomide tasarruflar yatirima yönlendirilir. Bu, su demektir: IDT´leri kurulmalarini müteakiben tasarruf sahibi halka devredilirler.

Kemalist Ekonomide Tarim Politikalari

Kemalist Ekonomi Modelinde 1, 5, 10 ve 20 yillik hedefleri iceren bir ulusal tarim planlamasi ile ulusal tarim ve hayvancilik desteklenerek, tarimsal sanayi güclendirilir. Bunun icin yapilacak öncelikli isler sunlardir:
1- "Bir defa, herseyden önce memlekette topraksiz ciftci birakilmamalidir."  K. ATATÜRK
Ilk uygulama olarak TOPRAK REFORMU YASASI cikartilir.Tarim politikasinin en önemli ayagini Toprak Reformu olusturur. Bunun icin, ilk asamada, Türkiye´nin kadastro calismalari hizla tamamlanir. Tavizsiz uygulamalar ve yaptirimlarla asiret sistemi icindeki büyük toprak sahiplerinin ellerindeki haksiz, atil ve fazla tarim ve orman arazileri kamulastirilarak ve asiret düzeni, toprak agaligi, köy agaligi gibi yapilanmalar orta cag karanligina gömülerek feodal yapi icindeki insanlar özgürlestirilir. Ikinci asamada, kadastro calismalariyla belirlenen devlet arazileri ve kamulastirma ile NEREDEN BULDUN yasasi gibi yasa uygulamalariyla feodal yapidan elde edilen diger tüm topraklar tarim kooperatifleri kanaliyla ciftciye maledilir.
2- GIDA SANAYII REFORMU YASASI cikartilir. Bu yasayla, devletin elindeki tüm gida sanayiinin tarim kooperatiflerine devredilmesi, vazgecilmez ihtiyaclarin ilk sirasinda yer alan GIDA ile ilgili üretimlerin, tarim sektöründe istihdam eden köylü ve ciftci halkin sahibi oldugu Tarim Kooperatifleri tarafindan yapilmasi icin cesitli düzenlemeler getirilir.
3- Tarim kooperatifleri yasasi sil bastan cikartilarak, üretimden pazarlamaya ve ihracata kadar uzanan zinciri olusturacak düzenlemeler getirilir ve her ilin tarim kredi, tarim satis, tarim ihracat konulari ayni kooperatif catisi altinda teskilatlandirilir.
Araziler, eldeki eski mevcutlarla birlikte kamuya ait kilinan tüm tarim ve orman arazisi, bulunduklari ilin Tarim Kooperatifine devredilir. Kooperatiflere devredilen arazilerin kira tutarlari veya satis taksitleri en alt düzeyde tutulur. Tarim kooperatifleri de, devir aldiklari tarim ve orman arazilerini tarimsal üretim yapacak üyelerine uzun vadelerle kiralayarak, kücük aile tarimi yapilanmasini, gida egemenligini, gida güvencesini garanti eden, güclendiren ve koruyan bir islev üstlenir. Bunlarin yanisira, kendi topraklarinda ciftcilik yapanlar da, bu kooperatiflere istirak etmeleri icin özendirilecektir.
Isletmeler; devlete ait gida sanayi isletmeleri hangi ildeyse, o ilin kooperatifine devredilir. Kooperatiflere devredilen isletmelerin bedelleri, kooperatifin o isletmeden olan net karinin 1/3´ünü gecmeyecek sekilde uzun vadeli taksitlendirilir.
Yasam bicimi olarak kooperatif bünyesinde tarimla ugrasmayi ve kooperatiflere bagli gida sanayiinde calismayi ve köylerde yasamayi secmis ciftci, köylü insanlar ve tüm aile bireyleri Tarim Kooperatiflerinin üyeleridirler. Tarim Kooperatiflerine üye olan herkes eksiksiz sosyal güvenceyle donatilacaktir. Özellikle köylü kadinlarinin, genc kizlarinin egitim ve her türlü evrensel haklara erismeleri önündeki tüm engel ve mevzuatlar imha edilecektir.
Ziraat Bankasi özellikle kadinlara öncelik taniyarak kooperatiflerde teskilatlanan köylü ve ciftcilere zincirleme kefaletlerle kolay krediler saglayarak ev üreticiligini tesvik edecektir.
Hayvancilik tesvik edilerek, damizlik hayvan üretimi, et hayvanciligi tesvik edilir.
Et ve süt üretimi tesvik edilir. Et ve süt üreticiliginde kooperatif alim yaparak et ve süt mamülleri üretimi ile ilgili kendi isletmelerinde degerlendirir. Ayrica, Belediyeler ve Milli Egitim isbirligi icinde kooperatiften dogal süt, süt tozu ya da pastörize süt satin alarak okullarda ögrencilere dagitimini yapar.
Üretilen süt ve et mamullerinin ihracati, dogrudan kooperatiflerin kendisi ya da kooperatifler birligi ile tesekkül ettirilecek ihracatci kurulus kanaliyla yapilmasi saglanir.
Yönetim; Tarim Kooperatiflerinde ciftcilerin ve köylülerin yönetimlerini demokratik olarak belirleyebilmenin yollari acik tutulacaktir. Yönetim kademelerinde menfaat ve saltanat gruplarinin cöreklenmeleri, yasal düzenlemelerle (örnegin, bir kisinin iki/dört yildan fazla süreyle secilmesi önlenerek) ve köylülerin/ciftcilerin kendi bagimsiz örgütlenmeleri (üretici sendikalari gibi) tesvik edilerek bertaraf edilecektir.
Kooperatif yönetimleri acisindan en önemli risk, isbasina gelen siyasetcilerin art niyetli olarak, bu kooperatifleri özel sektör isletmelere hammadde üreticisi haline sokmalaridir. Bunu genellikle yasalar cikararak yaparlar. Gelecekte ortaya cikabilecek bu riskin önünü simdiden kesecek yasal önlemleri alarak kooperatiflerin mamul ürün üretimleri daimi olmalidir.
Bu kooperatiflerin, bulunduklari illlerdeki özel sektöre ait gida sanayii isletmelerini (ya da hisse senetlerini) satin almalarini kolaylastiracak, benzer isletmeleri kurmalari icin tüm olanaklar saglanarak tarim ve sanayii arasinda kurulan bag ile tarim ve sanayi sektörlerinin es anli olarak büyümeleri hedeflenecektir.
Devlet, yabanci sektör elinde bulunan arazi, tarimsal üretim ve pazarlama, satis kuruluslarini kamulastirarak bu kooperatiflere devredecektir. Hammaddesi tarimdan elde edilen sanayi destekleyerek, ihracat tarimsal hammaddeden cok islenmis mamul üretime yönlendirilmeye calisilir. Tarimsal hammadde ithalati ve/veya islenmis mamul ithalati yüksek gümrük vergileri ve yasalarla önlenir.
Tarimsal ürünlerin fiyati, maliyetleri üzerinden belirlenecektir. Tarim kooperatiflerinin net karindan 1/3 oranindaki kisim, "Insanca Yasam Payi" olarak, Tarim Kooperatifinin üyeleri arasinda adilce dagitilacaktir. Bu karin 1/3´ü toprak ya da isletme devirlerinden dolayi alacakli ise Hazineye ya da özel sektöre ödenir. Kalan 1/3 lük kismi da Yatirima (Tarim Egitimi, Ar-Ge, Teknoloji gelistirme veya satin alma, zirai mücadele calismalari, silo yapimi, hayvanciligi islah calismalari, batakliklarin kurutulmasi, nehirlerin islahi, su ve sulama islerinin yapilmasi, köylüye tarim aletleri, tohumluk üretimi ve temini, ürün islahi, yeni isletme kurulmasi ve yeni toprak/arazi alimlari, sosyal alan yatirimlari, sportif yatirimlar vs.) ayrilacaktir.
Kooperatife devredilen arazi ya da isletmelerin bedel ödemeleri icin ayrilan 1/3´lük taksit, ödemeler tamamlandiktan sonra kaldirilacak ve bu pay ortaklar ile yatirim kalemlerine paylastirilarak, net karin % 50´si kooperatif ortaklarina, diger %50´si de yatirimlara ayrilir.
Devlet tarimdaki üreticiden (isci, köylü, ciftci gibi) hic bir ad altinda vergi almayacak, buna karsilik ürünün maliyeti icinde görünecek sekilde Tarim Kooperatifinin brüt karindan %10 kazanc vergisi alacaktir.
Devlet, tarim ve gida sektöründen aldigi vergiyle gene o sektörleri destekleyecektir. Bu vergi gelirleriyle özellikle:
1-Sulanabilir tüm arazilerin sulamasinda teknik altyapinin saglanmasi icin detayli yatirim programlarina, egitim ve ekonomik destege yer verilecek ve sonuclandirilacaktir. Yasalarla ve bes, on, yirmi yillik kalkinma planlariyla dogru, adil ve ekonomik bir su politikasi saglanacaktir.
2-Tarimda destekler, en az gelismis ülkelerin destek seviyesinde olacaktir. Maliyetleri arttirici tüm girdilerde destek uygulanacaktir ve buradaki ÖTV gibi vergiler kaldirilacaktir.
3- Tarim Kooperatiflerinin, üyesi köylü/ciftci halkin sosyal faaliyetler, sportif etkinlikler vs. ile egitilmeleri ve kültürel altyapilarini gelistirmeleri icin yapacaklari faaliyelere destek saglanacak.
4-Tarim sektöründe yasayan insanlarin cocuklarina ilk ve orta ögrenimleri eski Köy Enstitülerine benzer bir yöntemle becerilerini gelistirmeye yönelik olarak yaptirilacaktir. Bu amacla Tarimsal Meslek Okullari uygulamalari baslatilacak ve yayginlastirilacaktir. Bu okullardan mezun olan ciftci/köylü cocuklarinin Ziraat fakültelerine, Veteriner fakültelerine, Gida Mühendisligi fakültelerine vb. yüksek ögretim kurumlarina sinavsiz girmeleri ve egitilmeleri saglanacaktir. Bölgelerindeki okullarda ögretmen olarak calismak kaydiyla Egitim fakültelerinde, bölgelerindeki Saglik Ocaklarinda calismalari kaydiyla Tip fakültelerinde ve bunun gibi bölgelerinde hizmet görecekleri tüm fakültelerde okumalari icin kendilerine karsiliksiz burs saglanacaktir. Bu genclerin yurtdisi egitimlerinin ve calismalarinin onü acik tutularak, tarimsal Ar-Ge´ye ve teknolojiye katkilari saglanacaktir.
TOHUMCULUK YASASI; sil bastan düzenlenerek Tarim Kooperatiflerinin (ciftcilerin/köylülerin, Ar-Ge, egitim kuruluslarinin vs.) tohum üretiminin ve satisinin önü acilacaktir. Ciftcinin kendi tohumunu üretebilmesi icin önünde hic bir yasal engel olmayacak ve hatta bu ciftcilere tesvik amaciyla teknik bilgi ve ekonomik destek yapilacaktir. Yerel tohumlarin korunmasi ve gelistirilmesi icin önlemler alinacak, bu konuda planli calismalar yürütülecektir. Bu arada tohum cesitlerinin korunmasi da saglanacaktir. Tohum ve gen bankalarinin özel ya da yabanci sektör eline gecmesi önlenecek, kamu kooperatif ortakliklari elinde bulundurulacaktir.
TARIM SIGORTALARI yasasi sil bastan düzenlenerek, doga kosullari karsisinda ciftcileri caresizlikten kurtaracak sekilde örgütlendirilecek ve finanse edilecektir. Halkin cikarlarini ve ekolojik dengenin gözeten bir BIYOGÜVENLIK YASASI düzenlenecektir. Topragi, suyu kirleten, insan sagligini tehdit eden ve küresel isinmada etkili olan kimyasal ilaclara, kimyasal gübreye dayali tarim tarzi yerine bilgelige, islaha dayali, dogayla dost, sürdürülebilir tarim tarzina yani endüstriyel olmayan organik tarima dönmek icin devlet politikalari üretilecek ve uygulanacaktir.
Tarim, IMF, Dünya Bankasi, Dünya Ticaret Örgütü ve AB-Ortak Tarim Politikalari güdümünde olmayacaktir. Ciftcilerin, köylülerin ve tarim örgütlerinin katilimiyla bagimsiz, demokratik ve sosyal bir tarim programi olusturulacaktir. Türkiye´de üretilebilen hic bir ürünün ithaline izin verilmeyecektir. Gümrük duvarlari yükseltilerek icte üretilebilen gida sanayii ürünlerinin rekabet gücü arttirilacaktir.
Ithalati serbest birakarak veya gümrük vergilerini hemen hasat zamani öncesi indirerek ürün fiyatlarini düsürme politikalari Türk Tarim Sektörünü baltalamaktan ibaret politikalardir. Bunlara taviz verilmeyecektir. Bunun yerine, ülkemize tarimsal ürün ve gida mamülü ihrac etmek isteyen ülkelerin maliyetlerini düsürücü politikalari incelenerek uygun bulunanlari daha olumlu sekilde tatbik edilerek ic üretim maliyetlerinin düsürülmesi saglanacak, ihracatta onlarla rekabet edilebilecek seviyeye gelinecektir.
Malimi alanin malini alma ilkesiyle islenmis tarimsal ürünlerin ihracatinin önü acilacaktir. Tarim, gida sanayii ve dis ticaret birbirlerini destekler sekilde gelisecek, Türkiye sürekli dis ticaret fazlasi verecektir. Türk köylüsü, yabanci unsurlarin hammadde üreticisi ve bitmis ürünlerin pazari olmaktan kurtarilacaktir. Nihai amac, tarim sektöründeki yillik reel kalkinma hizini %10´dan asagiya düsürmemektir.

Kemalist Ekonomide Sanayi Politikasi

Bes Yillik Kalkinma Planlari

Kemalist Ekonomi Modelinde, karma ekonomik kurallar kullanilarak ekonomi üretime dayandirilir. Bunun icin, kamu yatirimlarina emredici, özek sektöre de yol gösterici Kalkinma Planlari uygulanir. Kisa, orta ve uzun vadede hedeflenen kalkinma bu planlarla uygulanir. Türkiye hangi alanlarda marka yaratacaksa, ülkenin hangi alanlarda sikintisi varsa, neleri ithal edecekse, nerede büyüyeceksek bunlara karar vererek plan yapmalidir. Kalkinmadan taviz vermemek icin, demokratik ve katilimci "Bes Yillik Kalkinma Plani" uygulanir. Secilmis kritik sektörlerde devleti yönetenlerin, ara mallari, yatirim mallari, örnegin yesil enerji sektörü ve alt sektörlerinde, kamusal yatirimlara dayali ve teknoloji politikalarini iceren bu planlari, ithalati ortadan kaldiracak bicimiyle, taviz vermeden düzenlemeleri ve uygulamalari, Anayasal bir yükümlülük haline getirilir.
Ar-Ge
Ar-Ge, teknoloji üretmektir, bilim üretmektir. Geri dönüsü kesin olmamakla birlikte, bagimsiz kalkinmanin yolu da budur. Devlet, özel sektör gibi kisa vadeli karina bakmaz, ülkenin uzun vadeli cikarina göre hareket eder.
Yatirim
Kemalist Ekonomi Modelinde, Halkcilik - Devletcilik kurali geregi olarak yatirim yapilmasi ve yatirim yapanlarin tesvik edilmesi gereklidir. Devlet, yabanci sermayeye emperyalist amacli olmamak kaydiyla izin verir, ama aslolan KOBI´lere destek yoluyla ulusal sanayi desteklemektir. Maliyetleri asagi cekmekte atilacak ilk adim, kaynak ve para-kredi teminini kolaylastirarak yatirimlari yayginlastirmak ve bunlarin tekellerin elinde toplanmasini engellemektir. Maliyetleri asagiya cekmek icin ölcek ekonomisinde üretim yapilmali. Cünkü dünya, küresel ekonomi icinde en iyi eleman, en iyi makine kullanarak, cok uluslu sirketlerin elinden dev üretim yapiyor. KOBI´lerin bunlarla rekabet sansi olmaz. Ic talepler icin KOBI´ler tesvik edilmeli. Ithalati önleyecek KOBI yatirimlari Ekonomik Planlarla bir program sürecinde öncelikle gerceklestirilir. Ic tüketimde disa bagimlilik bertaraf edildikten sonra da, KOBI´lerin kendi aralarinda birleserek ölcek ekonomisine yönelmelerine (tekellesmeden) izin verilerek dissatimda önleri acilir.
Zarar eden ya da isverenler tarafindan kapatilmak istenen isletmeler derhal calisanlarina devredilerek kolektif mülkiyete dönüstürülür, kredi sistemiyle desteklenerek isletilir ve canlandirilarak ekonomiye kazandirilir.
Ölcek Ekonomileri kurami peki nedir?
Ülkeler her bakimdan ayni olsalar bile, her ülke icsel ekonomilerin gecerli oldugu mallari daha ucuza üretip bu mallarda uzmanlasarak dissatim yaptigi durumda, tüm ülkelerin dis ticaretten karli cikacaklarini ileri süren kuramdir. ( Bu ve bagli konular ileriki bölümlerde ayrica ele alinacaktir.)
Istihdam ve Issizlikle Mücadele
Kemalist Ekonomi Modelinin Halkcilik kurali geregi, devlet tam istihdam saglayacak her türlü tedbiri almakla bunun icin de gerektiginde fedakarlik yapmakla mükelleftir. Ana hedef tam istihdamdir. Devlet, Kemalist ideolojiyi benimsemis insanlarla yönetilir. Kemalizmi benimsememis insanlarin istihdamina engel olunmaz, ama söz sahibi (yönetici, temsilci vs.) olmalarina engel olunur.
Issizlile Mücadelede Acil Cözümler
1-Günlük calisma saati 6 saat ile sinirlandirilir. Kamu ya da Özel Hizmet Sektöründe altisar saatten iki vardiya halinde oniki saat hizmet verilir. Sanayi Sektöründe vardiyali calisilan üretim isletmelerinde yirmidört saatlik süre altisar saatten dört vardiya halinde calistirilir. Vardiyasiz calistirilan isletmelerde 6+6=12 saat calisilir. Bu sekilde meslek okulu cikisli iscilerin, vasifsiz iscilerin ve büro calisanlarinin istihdami hizla yaratilir.
2-Atil durumda bulunan yetismis elemanlarin istihdami öncelikli olarak hizla yaratilir. Bunun icin gerekli kadrolar derhal acilir. Bu sekilde piyasada atil durumda egitimci, hukukcu, saglikci, güvenlikci eleman birakilmaz.
3-Imalat sanayi/KOBI´ler hizla desteklenir. Buna paralel olarak tarim da hizla desteklenir. Bu iki sektör ile Hizmet Sektörünün de desteklenmis olacagi asikardir.
Ücretlendirme
Toplumun hicbir kesimi digerine rakip olarak algilanmaz, toplumu olusturan bireylerin tamamina fayda saglanacak yaklasimlarin önü acilir. Asgari ücret yoksulluk siniriyla aynidir. Asgari ücretten kesinlikle hicbir vergi alinmaz. Tüm calisanlara istisnasiz ödenir ve maliyete yansitilir. (brüt kazanctan ödenir)
Prim
Net kazanctan, yapilan isin karliliginin 1/3 orani prim olarak emek faktörüne yansitilir. (Diger 1/3 mütesebbis/yatirimci kazanci, öteki 1/3 ise Ar-Ge/dahili yatirimdir.) Kazanci elde edenler arasinda kazanc farkliligi bu primden kaynaklanir, (yani, müdürle odaciya yansitilacak prim orani farklidir.) Gercek ücret, asgari ücret arti primden olusmaktadir. Emek faktörüne Gercek Ücret üzerinden ödeme yapilir. Asgari ücret, asgari gecim tutari gibi baska modellerde kullanilan kistaslara göre degil...
Arz-Talep Iliskisi
Üretimi belirli zümrelerin insiyatifine birakmis ekonomik modellerde (kapitalizmde mütesebbislerin, sosyalizmde bürokrasinin) Arz-Talep dengesinden bahsederler ama üretim faktörlerine ödenen paranin tamami piyasada dolasima cikarilsa bile, yapilmis olan üretimin bedeli (+kar) kadar fazla oldugundan, üretim faktörlerince elde edilen gelirler, hicbir zaman arzi karsilayamaz. Dolayisiyla bu piyasalarin, üretimi yapan zümrenin elinde biriken kapitalden (+kar) dolayi arz-talep dengesini kurabilmeleri mümkün olmaz. Bundan dolayi da, bu modellerde dengeli bir gelir dagiliminin, istikrarli bir büyüme oraninin ve tam istihdamin yakalanabilmesi mümkün olamamakta ve o ekonomik modelleri uygulayan ülkeler sik sik ekonomik krizler yasamaktadirlar.
Kemalist Ekonomi Modeli, cok önemli iki faktörün, birincisi üreten ve tüketen insani, ikincisi de üretimi ve tüketimi finanse eden bankalari kullanarak ihtiyaclari tatmin etmektedir. Bununla eszamanli olarak sosyal projelerle (tarimsal destekler, sosyal güvenlik destekleri, saglik destekleri, egitim destekleri, proje destekleri, sanatsal tesvikler vs.) desteklenen halkin bütcelerinde bir refah artisi saglamak suretiyle talep miktariyle arz miktarini dengeleyebilmektedir. Kalkinmasini bir istikrar icinde yürütebilmekte, gelir dagiliminda dengeleri kurabilmekte, istihdami saglamakta ve sosyal devlet islevini yerine getirebilmektedir.
Kemalist Ekonomi Modeli insan merkezlidir. Insan hem amac hem de aractir. Bir baska deyisle, bir tek insanin merdiven basamaklarinda gösterilen beslenme, barinma, giyinme, kültür vs. ihtiyaclarini tatmin etmek icin calisabilecek milyonlarca insan, kullanilabilecek milyonlarca cesit üretim faktörü sözkonusudur. Önemli olan ihtiyaclari karsilamaya yönelik olarak bu olanaklarla yapilabilecek milyonlarca üretim miktarini tüketecek talebin olusmasidir. Yani üretim isin kolay tarafidir, zor tarafi o üretimi tükettirebilmektir. Insan davranislariyla ilgili egitim ve ögretilerin ilgilenmesi gereken bir konudur bu; kurulus döneminde itibaren ortaya atilan "yerli mali yurdun mali, onu her Türk kullanmali" türünden politikalarla bu amaclanmistir. Yegane amac, bireylere toplum yararina olacak standartlari benimsetebilmektir. Tek tek bireyleri koruyup kollayan sosyal ve egitim politikalariyla tüketebilecek duruma getirdiginizde, o toplumun tamamini da tüketebilir duruma getirmis olacaginiz aciktir. Bunun yansimasi da atil durumdaki mütesebbisleri proje bazinda kolay ve ucuz krediyle desteklediginizde ve atil emek faktörünü olusturanlari istihdam edip ücret olarak desteklediginizde ve bunlarin yanisira diger sosyal projelerle katki sagladiginizda, üretebilir bireyden üretebilir topluma ulasmak olacaktir. Politikalarin, bireysel ve toplumsal özelliklere uygun olarak secilip yürürlüge konulmasi ve baska birey ve toplumlara muhtac olmayi gerektirmeyecek bicimde gerceklestirilmesi profesyonel calismalarla olmalidir.
Enflasyon ve Devalüasyon
Bütce acigi ve dis ticaret acigi engellendiginde, ekonomide fiyat istikrari ve milli paranin ic  ve dis ekonomide degerini korumasi saglanmis olacaktir. Böyle bir ekonomide enflasyon ve devalüasyon olmayacaktir.
Dis Ticaret
Dis Ticarette Malimi Alanin Malini Alirim ilkesi uygulanir. Bu yöntemle, bitmis mallar ya da ara ve yatirim mallarini satin almak yerine, bunlari üretecek makinalar satin almak ve fabrikalar kurmak suretiyle ic talebi/tüketimi ic üretimle karsilayarak ithalati kisacak yatirimlar yapilmalidir. Ihracati arttirarak döviz fazlasindan dogan birikimle eskilerden devreden dis borclar da kapatilir.
Ihracata dayali büyüme tercih edilmez. Büyüme ic dinamiklere dayandirilmalidir ve ic üretime dönük talep arttirilmalidir. Ihracatin yegane amaci rezervi arttirmak olmalidir, büyümek degil. Paranin degeri eksik tutularak dis ticaret fazlasi yaratilir ve bu yolla rezerv olusturulur. Güclü rezerv dis kaynakli krizlerle mücadele icin gereklidir.
Cok yüksek faizlerle cagrilan/üstelik kuru baski altina alip parayi degerlendirerek oradan da kazandirilan sicak para cikislariyla kriz yaratiliyor. Paranin degerlenmesi önlenerek ve faizler düsük tutularak büyük capli fon girislerinin önü kesilir.
Dis Ticarette, dis ticaret acigi yaratan (petrol, dogalgaz, petrokimya ürünleri, makina techizat, ana metal sanayii) gibi sektörlerde ic dinamikler (halk, yerel kurumlar, üniversiteler, Ar-Ge kuruluslari, diger kurumlar ve özel yatirimcilar) harekete gecirilerek, ic yatirim/üretim desteklenir.
Bunlar gibi dis ticaret acigini arttirici tüm mallarin ithalatinda  -özellikle de ic üretimi mevcut mallarda - gümrük duvarlari yükseltilmek suretiyle ic üretimlerin tüketilmeleri/rekabet imkanlari arttirilir.
"Ayni Millet, Ayri Devlet" durumunda oldugumuz Türk Cumhuriyetlerle her türlü isbirligini arttirmak suretiyle (Rusya, Cin, Hindistan ve diger ücüncü dünya ülkeleri de dahil) STRATEJIK ORTAKLIK tesis edilmelidir. Stratejik ortaklik karsilikli fayda saglamaktir. Ulus olarak petrol ve dogalgaza sahip olmadigimiz "söylendigi icin" diger Türk Cumhuriyetlerine yönelmeliyiz. Bu durumda, boru hatlariyla bunlari nakletmelerine destek olmaliyiz ve ihtiyacimiz olan bu ürünleri onlardan temin etmeliyiz.
Ulusal Ilac Sanayiindeki "jenerik" ilac üretiminin önüne gecilerek, Ar_Ge tesvik edilmek suretiyle icat edilen ilacin üretilmesi saglanir.
Dis Ticarette, ticaret fazlasi verme meyilli olan tekstil ve giyim sanayii, gida sanayii (yas sebze ve meyve, icecek, konserve vs.) ve insaat sanayii (mühendislik hizmetleri) tesvik edilir ve desteklenir.
Yine, Bor gibi, Ferro gibi zengin madenlerimizin hammadde olarak dissatimi önlenerek, bunlarin islenmis olarak dissatimina izin verilirse burada da dis ticaret fazlasi olusturulur. Dissatimda Markalasmaya önem verilir.
Ic ve Dis Borclarin Ödenmesi
Dis borclarin asiriligi nedeniyle ödemelerin durdurularak yeniden yapilandirilmalari ve kaynaklarin ekonomiyi canlandirmak icin kullanilmasi planlanmalidir. Aslinda bu borclar, faiz mekanizmasi nedeniyle kat be kat ödenmis borclar zaten. Ic borclar ertelenir ve tefecilere aktarilan bu kaynaklar yatirimlara yönlendirilir. Benzer sekilde, ic borc senetleri üzerine de artan oranli bir servet vergisi getirilir ve bu oran belli bir limitin üstündeki bölümünde yüzde yüze kadar yükseltilir. Hortumcularin ellerine firsat gectiginde calip cirptiklari her seye el konulur ve bu kaynak tarim ve sanayiye kullandirilir.
Sermaye kacislarinin, kaynaklari yok eden ve kriz yaratan etkisini durdurmak icin sermaye hareketlerinin kontrolü ve kisa süreli kriz döneminde dondurulmasi gerekir.
Uluslararasi esgüdümlü bir hareketlilik emegin gücünü arttiracaktir. Küresel esitsizlige karsi küresel bir yatirim programi icin küresel bir fon olusturulmasi, kalkinmayi destekleyen yeni bir küresel dis ticaret politikasi, egemen bir para birimi icermeyen, yeni bir küresel sabit kura dayali parasal sistem...
Stratejik Kuruluslarin Kamulastirilisi
Yabancilara satis yoluyla özellestirilmis bulunan agir sanayii (özellikle demir disi metaller sektörü), kimya sanayii, demir - celik sanayii, enerji, telekomünikasyon, bankalar, madenler gibi stratejik sektörler tekrar kamulastirilir.
Kemalist Ekonomi Modelinde Stratejik Kuruluslarin özellestirilmeleri , %51 devlet yönetiminde kalmak sartiyla, %49´u halka mal etmek seklinde  yapilabilir. Devlet, stratejik kuruluslarda yatirimi kendisi yapar. Bu kuruluslar halka mal edilir. Stratejik kuruluslarda, dis sermayeye ve bireysel yatirimcilaraözellestirme yapilmasi yasalarla engellenir. Halihazirda yabanci veya özel yatirimci elinde bulundugu saptanan Stratejik Kuruluslar derhal kamulastirilir.
Özel Sektör
Özel sektörün dis rekabeti desteklenir. Türkiye´ye özgü turizm gibi, müteahhitlik hizmetleri gibi  ve tekstil gibi sektörlerde saglanacak desteklerin ekonomik kalkinmaya katkilarina önem verilir. Yabancilarin süpermarketleri degil, yerli esnaf desteklenmeli ve korunmalidir.
Bayindirlik
Bayindirlik politikasinin ana hedefleri, ulasim, su isleri, enerji (özellikle elektrik) ile ilgilidir. Toplu Ulasimda rayli sistem (metro, tramvay, banliyö, tren) olanaklari öncelikli gelistirilir. Sulama projeleri ile mümkün oldugunca genis arazilerin sulak topraklara dönüstürülmesi amaclanir. Damlatma suyla sulama projelerine özel önem verilir. Icme suyu projeleriyle her eve ulastirilacak icme sularinin halkin ucuz (hatta bedava) kullanimina ulastirilmasi amaclanir. Iceride üretilebilen alternatif enerji yatirimlarina, yenilenebilir enerji yatirimlarina, jeotermal kaynaklarin degerlendirilmesi yatirimlarina önem verilir. Türkiye sathinda kurulacak elektrik santrallerinin nihai amaci, elektrigin dis alimlarla temin edilen diger enerji girdilerinin yerine ikame edilmesidir. Örnegin, elektrikle isleyen tramvay gibi, banliyö gibi toplu tasima araclari petrol ile isleyen belediye otobüslerinin yerini alacaktir. Ya da yurtdisindan satin alinan pahali dogalgazla isinma yerine yurticinde üretilebilen ucuz elektrikle isinma (klima, kombi sistemi vs.) ve kömürle isinmadan yararlanilacak.
Petrol arama faaliyetlerinin yurtici kurumlarinca yapilmasina ve üretilmesine önem verilecektir. Buna ragmen Türkiye´nin ihtiyac duydugu ilave petrol ve dogal gaz, karsilikli ticaret anlasmalari yapilacak ülkelerden temin edilmeye gayret edilecek , bunun icin özellikle dogumuzdaki Türk devletleri ile iliskiler güclendirilerek, harcanan döviz mümkün oldugunca asagiya cekilecektir.
SONUC
Kemalizm, Liberalizm ve Sosyalizm ideolojilerinin karmasiyla olusmus, AKILCILIK ve BILIM isiginda ülke yönetimine katkida bulunan bir yöntemler bütünüdür. Onun bir ideoloji, bir din oldugunu iddia etmek, abesle istigaldir. Hicbir zaman duragan degildir, cünkü DEVRIMCIDIR. Ilkelerine aykiri olmamak kaydiyla, ister liberalizmden gelsin, ister sosyalizmden gelsin, kullanilabilirligi olan her yöntemi kullanir.
(Not 8:Edebiyatdefteri.com internet sitesinin Kemalizm bölümündeki yazilardan derlenmistir.
http://www.edebiyatdefteri.com/yazioku.asp?id=89776

________  


KÜRESELLESMENIN AGINA DÜSÜRÜLEN GÜZEL: TÜRKIYE

21. yüzyil küresellesmesi, dogrudan ulus-devletleri ve ulusal kimlikleri hedef almaktadir. 21.yüzyil küresellesme girisiminden, Türkiye acisindan günümüzde ABD´nin bütün yerküreyi icine alan küresellesme girisimi ile AB´nin simdilik belli bir cografya ile kisitli kalan küresellesme girisimini anlamak gerekmektedir.Her iki küresellesme girisimi de benzer söylemleri dillendirmekte ve Türkiye´yi ayni noktalardan vurmaktadir. Fakat, isin askeri ve ekonomik boyutu ile savas ve isgal sürecini gözönüne aldigimizda, ön plana cikan ABD küresellesmesi olmaktadir.(Atatürk Türkiye´sinin ulus-devletten federasyon yapisina gecisi ve parcalanisi konusunda emperyalist Bati´nin sehvetli bir isbirligi icersinde oldugunu ve istihbarat paylasimi ile ortak gladyo operasyonlari yaptigini burada kaydetmemiz gerekiyor. MG) Türkiye´de bazi cevrelerce ABD küresellesmesine teslimiyet, askeri ve ekonomik dayatmalarin bir geregi olarak algilanirken, AB küresellesmesi, bir medeniyet projesi olarak tanimlanmaktadir. Oysa, kendi aralarinda rekabet eden her ikisinin de sistemli bir sekilde ulus-devleti ve ulusal kimligi ortadan kaldirmaya calistigi kusku götürmez bir gercektir. AB ülkelerinin sömürgecilik  tarihindeki  yeri ve yakin dönemde Türkiye´ye dayattigi Sevr gercegi dikkate alindiginda, AB küresellesmesinin hic de kücümsenemeyecegi görülecektir. Her iki girisimin de kendi iclerinde "din", "ulus", "dil", "devlet" kavramlari cercevesinde bütünlesmeyi, homojenlesmeyi öngörürken "öteki"lere ayrismayi, bölünmeyi öngörmesi de dikkat cekicidir. Nitekim Almanya, kendi bünyesinde yasayan Türkleri, Alman vatandasi olmaya ve Alman diliyle kültürüne entegre olmaya tesvik ederken, Türkiye´deki Kürtleri, Cerkesleri, Alevileri Türkiye Cumhuriyeti Devleti yani, "Kemalist devlet"le baglarini koparmalari yönünde örgütlemekte, kiskirtmaktadir. Ayni Almanya, Türkiye´de yasayan Almanlarin haklarinin sonuna kadar korunmasini talep ederken, Türklerin AB ülkelerinde serbestce dolasmalarina razi olmamaktadir.
Ister ABD´nin askeri ve ekonomik gücü ile dayattigi küresellesme girisimi, isterse AB´nin "medeniyet projesi" diye allanip pullanan girisimi olsun, siyasi, askeri ve ekonomik alanlarda bagimsizligini 1940´li yillardan bu yana hizla kaybeden ve daha bir bagimli hale gelen Türkiye´yi her anlamda olumsuz sekilde etkilemektedir. AB´ye üyeligi, baslangicta sadece ekonomik baglamda ele alan Türkiye, günümüzde hazirladigi uyum paketleri ve ulusal programlarla kendi eliyle tek uluslu, tek dilli, tek vatanli, tek bayrakli yapisina, yani, Mustafa Kemal Atatürk ideolojisine son vermektedir. AB projesinin ABD tarafindan da sistemli bir sekilde desteklendigi gün gibi ortadadir. Hatta bu nedenle, Türkiye´nin hemen her anlamda AB ile ABD arasinda paylasildigi iddialari ciddi sekilde tartisilmaktadir. Marshall plani ile Amerikan emperyalizminin agina düsürülen Türkiye, Gümrük Birligi anlasmasi ve cikarilan uyum yasalariyla Sevr´in dayaticisi Avrupa ülkelerinin kucagina da itilmistir.
Türkiye´nin bölünme tehlikesine dogru sürüklendigini görüp de harekete gecenleri statükocu, gerici-Kemalist, soven-irkci, ice kapanmaci vs. diye damgalamaya calisanlar, ellerindeki devlet imkanlarini ve kitle iletisim araclari üstünlügünü sonuna kadar kullanmaktadirlar. Özellikle de yabanci örgütlerin (Vakif, dernek vs.) maddi ve manevi destegini arkasinda bulan bu cevre, önce ulus-devleti, ulusal kimligi acik bir sekilde tartisma konusu haline getirmis, daha sonra da üzerine toprak atar konuma gelmistir. TSK´ne yönelik iceriden ve disaridan kusatma girisimlerinin belli ölcüde netice vermis olmasi ve belli cevrelerce Türk Ordusu´nun "en degerli ihrac ürünü" ve Türkiye´nin dis borc batagindan kurtulmasiyla kredi musluklarinin acilmasinda en önemli koz olarak görülmeye baslanmasi, ulus-devletin en güclü hamisi olan TSK´ni gercek görevini yerine getirmede zorlar hale getirmistir.
ABD ve AB kaynakli girisimleri dayatan ve destekleyen cevrelerin israrla gündemde tuttuklari görüslerin basinda, ulus-devlet sisteminin (onlara göre versiyonu "Kemalist sistem"dir) alt kimlikleri yok ettigi, "sanal" bir Türk kimligini diger etnisitelere dayattigi ve bunun da demokratiklesmenin önünü tikadigi görüsü gelmektedir. ABD´nin 11 Eylül saldirisindan sonra izledigi uluscu, bütünlestirici ve "öteki"ni dislayici politikalari ile AB´nin bütün Avrupalilari, AB´nin ortak degerleri olarak sundugu Hristiyanlik ve Avrupalilik kimligi etrafinda birlestirmeyi amaclayan ve "öteki"ni kendi degerler sistemine uymaya zorlayan politikalari gözönüne getirildiginde, küresellesmenin arkasindaki güclerin Türkiye, Orta Dogu, Orta Asya, Uzak Dogu ve Güney Dogu Asya´ya yönelik bu tür dayatmalarinin neyi amacladigi daha iyi anlasilacaktir. Hedef ülkelerdeki siyasileri, sanayicileri, basin kuruluslarini ve "sivil toplum örgütleri" ni cesitli yöntemlerle etki altina alan ABD ve AB merkezli büyük gücler, gecmis dönemlerde yine kendilerinin dayattigi ekonomik ve siyasi politikalar neticesinde köseye sikismis olan hedef ülkelerin bunalim ve caresizliklerini sonuna kadar kullanmakta, Türkiye gibi güclü orduya sahip olan bazi ülkelere, ordularini, ABD ve AB´nin hizmetine sunmalari gerektigini dikte edebilmektedirler. 19. ve 20. yüzyillarda hedef ülkelerdeki etnileri ustalikla harekete gecirebilen ve herhangi bir direnis karsisinda bu etnileri besinci kol faaliyetlerinde kullanmayi basarabilen AB ülkelerinin, özellikle de Almanya´nin Türkiye´yi tehdit eden yasadisi örgütleri kollamaktaki israrini anlamk icin terör ve uluslararasi iliskiler uzmani olmaya gerek yoktur. Kabul edilmelidir ki, küresellesmenin arkasindaki gücler, her türlü besinci kol faaliyetlerinden basariyla istifade edebildikleri gibi, terör örgütlerini de taseron olarak kullanmaktan cekinmemektedirler. Olusturduklari küresel örgütlenmelerle, siyasi ve ekonomik alanlarda terör estiren bu gücler, 20. ve 21. yüzyilin en güclü silahlarindan olan demokrasi ve insan haklari emperyalizmini, hedef ülkelerin sosyolojik dokusunu bozmak icin acimasizca devreye sokmaktadirlar. Türkiye gibi, farkli etnik kökenden gelenlerin rahatkikla devletin tüm kademelerinde görev yapabildigi bir ülkeye, önce Kürt realitesinin taninmasi, ardidan da taninan realiteye her türlü haklarin verilmesi yönünde baskilar yapilmis, baskilardan önemli kazanimlar elde edilmistir. Ne yazik ki, baskilar ve yürütülen basarisiz politikalar neticesinde, Türkiye, Türklerin kan ve can pahasina elde ettigi haklarinin irili ufakli farkli etnik gruplara devredildigi bir ülke konumuna getirilmistir. Masum taleplerle baslatilan sürec, demokrasi ve insan haklari boyutunu coktan asmis, ayrilma ve ayri devlet kurma taleplerinin acik bir sekilde dillendirildigi bir noktaya gelmistir. Gelinen noktanin korkunclugu, besinci kol rolünü üstlenen siyasiler ve basin kuruluslari tarafindan halktan gizlenmekte, hakin bir bölümü de duyarsizligini israrla sürdürmektedir. Türkiye´de, önce ulus-devletin temelleri zayiflatilmis, bir süre sonra da Ankara, cok uluslu sirketlerle küresellesmeci güclerin taleplerini onaylayan bir merkez haline getirilmistir. Savunma araclarindan sistemli bir sekilde mahrum birakilan Türkiye, küresel talepleri yerine getirme telasina düserken, farkli etnik gruplar da küresel gücler sayesinde akitilan cesmeden küplerini doldurma telasi icersine girmislerdir.
Türkiye´de bir yandan alt kimlikler ön plana cikarilirken diger yandan da Türk kimligi "resmi tarih", ya da "resmi yalan" baglaminda sorgulanmaya baslanmis, toplumun tarih, kültür ve dil alanlarinda ortaya konulan gerceklere kuskuyla (sözü edilen kuskuculuk, bilimsel kuskuculuktan cok, her ne olursa olsun reddedici bir yaklasimi iceren kuskuculuktur) bakmasi saglanmak istenmistir. Mustafa Kemal Atatürk zamaninda kurulan "Türk Tarih Kurumu" ve "Türk Dil Kurumu" gibi son derece önemli kurumlar, Kemalist Türkiye´nin toplum mühendisligi ile sanal bir ulus yaratma projesinin merkezleri olarak gösterilerek yerlerine AB´nin "medeniyet projesi"ne uygun alternatif kurumlar ikame edilmeye calisilmaktadir. Alman enstitüleri ile birlikte tarihi, AB kriterleri dogrultusunda yeniden yorumlama isini yürüten "Tarih Vakfi" ile, üzerine hic de vazife olmadigi halde tarih kitaplari yazdiran TÜSIAD´i bu noktada zikretmek gerekmektedir. Evliya Celebi´nin Seyahatnamesi ile Ulubatli Hasan adindan yola cikilarak Türklerin tarihinin efsane ve yalanlarla dolu oldugu izlenimi verilmeye calisilmakta, bunun icin de küresel güclerin kompradorlugunu yapan holdinglerin cikardigi gazetelerde tarih yazilari yazan amatör ve akademik kalemler devreye sokulmaktadir.Bilinen bir gercektir ki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti´nin Türk tarihine yaklasimi, ulus-devletci bir yaklasim icermektedir. "Yeni Osmanlicilik"in ulus-devletin alternatifi olarak gündeme getirildigi ve Amerika´nin eski Osmanli cografyasina yönelik politikalariyla örtüstügü de bilinen bir husustur. Bu noktada, "Yeni Osmanlicilik" akiminin, hem etnik ve dinsel taleplerini hayata gecirmek isteyen cevrelerin hem de Türkiye Cumhuriyeti Devleti´ni ulus-devlet yapisindan uzaklastirmak isteyen küresel güclerin cikarlarina hizmet ettigini ifade etmek gerekmektedir. Mustafa Kemal Atatürk döneminin tarih yaklasimini "sanal" bir Türk kimligi ya da Türk ulusu meydana getirmeyi amaclayan irkci bir yaklasim olarak nitelendirenlerin ileri sürdükleri yaklasimlar, Türklerin tarihi daha objektif ve daha dogru sekilde ögrenmelerine hizmet etmeyi amaclamamaktadir.Unutulmamalidir ki, tarihi, küresel güclerin Türkiye´ye yönelik talepleri ve dayatmalari dogrultusunda yorumlamak isteyenlerin, Atatürk dönemindeki yaklasim hakkinda herhangi bir elestiride bulunmaya haklari olmayacaktir.
Küresellesme dalgalariyla AB kriterlerinin ulus-devleti temelinden sarstigi günümüzde, aga düsürülen Türkiye´den talep edilenler arasinda Türkcenin yaninda diger "dil" ve " lehce"lerle de egitim ve yayin yapma özgürlügünün taninmasidir. Nitekim, son düzenlemelerle bu "özgürlükler" taninmis, Türkcenin tek devlet, egitim, kültür ve yayin dili olma vasfi büyük oranda asindirilmistir. Ulus-devletin vazgecilemez niteliklerinden olan Türkcenin yaninda diger "dil" ve "lehce"lerin de taninmasi, durumu icinden cikilamaz noktaya götürmüstür. Görevi, Türk dilinin gecmisini, zenginligini ortaya koymaya, Türk dilini gelistirmeye ve korumaya yönelik calismalar yapmak olan "Türk Dil Kurumu" nun adinin da "Anadolu Dilleri Kurumu"na dönüstürülebilecegini düsünmek hic de imkansiz olmasa gerek. Daha zikrederken bile tüyleri diken diken eden muhtemel gelismelerin "Türk Tarih Kurumu" bünyesinde de gerceklesebilecegini düsünmek mümkündür. Ulus-devlet modelinden vazgecmek, Türkler aleyhine korkunc gelismelerin yasanmasi anlamina gelecektir.
Özellikle 19. yüzyilda Ingiliz liberalizminin etkisiyle hedef ülkelerde popüler hale getirilmeye calisilan "adem-i merkeziyetcilik"in yerel yönetimleri güclendirme ve Ankara´nin yetkilerini yerel yönetimlere devretme adi altinda yeniden gündeme getirilmesi "Eyalet sistemi"ne gecis icin merkezin yetkilerini yerel yönetimlere devredilmesi, yerel yönetimlerin sinirlari icinde yasayan topluluklarin dillerini, kültürlerini, inanclarini, ayrilikci hareketlerini güclendirir ve Türkiye´nin dogusu ve güneydogusundaki 1071´in de cok öncesine uzanan Türk varligini bütünüyle yok sayar bir sekilde arastirip gelistirme girisimlerini gündeme getirecektir. Bu da dogal olarak ulus-devletin ortadan kalkmasini saglayacaktir.

Sonuc
Ulus-devletlerin ortadan kaldirilmasina ve buna bagli olarak ulusal kimliklerin parcalanmasina yönelik girisimlere ve bunlarin olumsuz etkilerine, Türkiye bazinda daha pek cok örnegi vermek mümkündür. Aci olani da, yasanan sürecin Türkiye´deki siyasetci, is adami, aydin, gazeteci ve üniversite hocalarindan olusan belli cevrelerce de kayitsiz sartsiz desteklenmesidir. Yasanan sürecin Türkleri 19 Mayis 1919 öncesi sartlarina getiren sürece cok benzedigi, hatta, cok daha vahim oldugu artik gizlenemez bir gercektir. 1940´li yillardan beri izledigi siyasi, ekonomik ve kültürel politikalar sonucunda gittikce bagimli bir hale gelen Türkiye´nin önüne tek cikis yolu olarak teslimiyetin, ipini kendi eliyle cekmenin konuldugu günümüzde, Türklerin acilen köklü cözüm önerileri üretmeleri gerekmektedir.  Cözüm yollari üretmedikleri ve hizla hayata gecirmedikleri takdirde Türkleri, Sevr´in yeni versiyonu anlamina gelecek "Anadolu Federe Devleti" ya da "Anadolu Konfederasyonu"nun verilen haklarla yetinen siradan bir unsuruna dönüsme tehlikesi bekleyecektir. Gelinen nokta, Türkler acisindan hic de iyi bir nokta degildir. Fakat bu, Türkleri bütünüyle umutsuzluga sevk etmemelidir. Yasanan her büyük felaket, sikinti ve acinin yaninda düsünmeyi, hal careleri aramayi da getirmistir. Türkler, yeni yeni acilarla tanistikca ve isin sonunun yok olusa dogru gittigini gördükce, bugüne kadar sirtlarini dayadiklari ve dediklerini yerine getirdikleri sürece karinlarini doyuracaklarina inandiklari ABD ve AB´nin kendi siyasi ve ekonomik cikarlarindan baska bir sey düsünmedigini anlayacaklardir. Anladiklari andan itibaren de kendilerini kurtarmak adina diriltmeleri gereken ruhun "Kuva-yi Milliye ruhu" oldugunu bilecekler, kurtulusun Mustafa Kemal Atatürk ilke ve devrimlerine yeniden sahip cikmaktan  ve günün sartlarina göre yeniden hayata gecirmekten gectigini göreceklerdir. Türkler, baskalarinin kendi cikarlari adina "lejyoner birlikleri" olarak görmeyi arzuladiklari ordularina sahip cikmak, ordunun Türklerin geleceginin teminati olmaktan cikarilmasini engellemek durumundadirlar. Bireysel ve toplumsal bazda her alanda üzerine düsen isi layikiyla yerine getiren, dünyanin yeni sartlarini ve gerekliliklerini iyi anlayan ve bu dogrultuda donanan, toplumsal dayanisma ruhunu yeniden canlandiran, Mustafa Kemal Atatürk´ün her daim dile getirdigi iyi hasletleri yeniden kendisinde toplayan Türkler, yasanan olumsuz süreci tersine döndürerek hem kendilerinin hem de dünyanin özlemini cektigi huzur ve refah ortamini yeniden yaratabileceklerdir. Bilinmelidir ki, dünyanin bekledigi huzur, refah ve baris ortami, insanlik icin vazgecilemez olan temel degerleri bile siyasi ve ekonomik cikarlari ugruna sömürgeciligin temel araclari haline getirn, küresellesme adi altinda yerkürenin önemli bir kismini, tipki 19. yüzyilda oldugu gibi, beyaz adamin egemenlik alani haline getirmeye calisan, zenginlestikce yoksullastiran, mutlu oldukca mutsuz kilan batili unsurlar tarafindan saglanamayacaktir. Bunu ancak, tarihin daha önce de birkac kez sahit oldugu üzere, Türkler basarabileceklerdir. Özgür, bagimsiz, onurlu ve güclü bir gelecek ile bagimli, onursuz ve gücsüz bir gelecek arasinda tercih yapmak durumunda olan Türkler, eger birinci secenegi tercih edeceklerse derhal kollari sivayip calismaya baslamak zorundadirlar. Kölelesip onursuzca yasamak yerine, istiklali ve onurlu bir yasami tercih edenler icin, bikip usanmadan calismaktan baska bir yol da yoktur!
(*)Doc.Dr.Mehmet Aca - Küresellesen Dünya ve Türk Kimligi sayfa 73-85 den alinti...




"ATATÜRK DÖNEMINDE´KEMALIZM´YOKTU" YALANI VE ATATÜRKCÜLÜGÜN ICADI

20. yüzyilin en etkili asker ve devlet adamlarindan biri hic süphesiz Atatürk´tür. Atatürk, 1911-1922 yillari arasinda hic araliksiz 11 yil savasmis, neyi var neyi yok herseyini savaslarda kaybetmis bir ulusu önce emperyalizmin, sonra da bagnazligin ve geri kalmisligin her türlü baskisindan kurtarmistir.
Atatürk´ün ulusal kurtulus mücadelesi ve bu mücadele sirasindaki stratejileri hic süphesiz derin bir aklin ürünüdür. Iste bu akilla sekillenen Türk Devrimi, Atatürk´ün adindan dolayi KEMALIZM olarak adlandirilmistir.
En yaygin Cumhuriyet tarihi yalanlarindan biri, Atatürk´ün sagliginda "Kemalizm" kavraminin kullanilmadigi bicimindedir.
Atatürk sagliginda "Kemalizm" i, Türkce "kale" anlamina gelen "KAMALIZM" olarak bizzat kullanmistir.
Atatürk, Cumhuriyeti emanet ettigi genclere tarihlerini dogru bir sekilde ögretmek icin bazi bölümlerini bizzat kaleme aldigi dört ciltlik lise tarih kitaplarinda da "Kemalizm" kavramina yer vermistir. Ilk baskisi 1932, ikinci baskisi 1933´te yapilan bu kitaplarin 4. cildinde Atatürk´ün 6 ilkesi aciklandiktan sonra söyle bir degerlendirme yapilmistir:"Iste yabanci yazarlarin Büyük Millet Reisinin adiyla iliskili olarak Kemalizm dedikleri Türk Devrim hareketinin temel prensipleri bunlardir. Bu prensiplere dayanan devlet sistemi Türk milletinin tarihine,ihtiyacina, toplumsal bünyesine ve ülküsüne en uygun oldugu kadar, bütün dünyadaki sistemler icinde de en saglam ve en mükemmel olandir."
Ünlü Türkcülerden Tekinalp (Moiz Kohen), 1936 yilinda Atatürk´ü ve Türk Devrimini anlatan "Kemalizm" adli bir kitap yazmistir. Tekinalp kitabinda Türk Devriminden "Kemalist devrim" diye söz etmistir. "Kemalist devrimin kesin bir gelisime kavusmasini ve rejimin tam anlamiyla yerlesmesini beklemek gerekiyordu. Cumhuriyet Halk Partisi´nin 1935 Mayis´inda Ankara´da toplanan 4. kongresi dolayisiyla bunun gerceklestigini görmek olanagina erdik. Partinin en yetkili yöneticileri, Kemalist devrimin artik en temel amacina ermis bulundugunu ve bundan sonra artik genel cizgileri bütünüyle ve kesin bicimde saptanan yükselislerle dolu yolda ilerlemekten baska yapilacak bir sey kalmadigini, bu nedenle resmen acikladilar. Gercekten de geriye, Kemalist rejimin simdiye degin olusturdugu yapitlara bir göz atacak olursak, rejimin gercek yüzünü, olaylarin, gerceklestirilen yapitlarin ve elde edilen sonuclarin aydinligi altinda kolayca görür ve kavrariz." 1936 yilinda yayinlanan bu kitabi Atatürk´ün okumadigi veya en azindan haberdar olmadigi düsünülemez.
Atatürk´ün en cok inanip güvendigi kisilerden biri olan Mahmut Esat Bozkurt, ilk defa 1937´de basilan "Atatürk Ihtilali" adli kitabinda "Kemalizm" den söz ederek, Kemalizm´i diger akimlarla karsilastirmistir: Kemalizm, Kemalizm ve Komünizm arasinda Ayrilik, Kemalizm ve Milli Sosyalizmin Ayrildiklari, Birlestikleri Noktalar, Kemalizm ve Fasizmin Ayrildiklari Noktalar, Komünizmin Aksak Taraflari..." Mahmut Esat Bozkurt, dünyadaki bütün doktrinlerin en güzel yanlari alinarak Kemalizm Doktrini´nin yaratildigini belirtmistir.
"Kemalizm" kavrami, 9 Mayis 1935´te toplanan CHP dördüncü genel kongresi programinda da su sekilde yer almistir:"Yalniz bir kac yil icinde degil, gelecegi de kapsayan tasarilarimizin ana hatlari burada toplu olarak yazilmistir. Partinin güttügü bu esaslar Kamalizm prensipleridir." Görüldügü gibi yeni rejim, acikca "Kemalizm" olarak adlandirilmistir. Kemalizm, böylece Türk ulusunun gelecegine egemen olan bir ideoloji durumuna gelmistir.
Atatürk´ün 1937´de kendi el yazisiyla yazdigi ve "CHP 1939 Program Calismalari" basligiyla yayinlanan bir belgede "...1935 Kurultayi´nca saptanan bu fikirler de bu programa alinmistir. Partinin güttügü bütün esaslar ´Kemalizm Prensipleridir´ ifadesi yer almaktadir."
Kemalizm kavrami Atatürk döneminde cok yaygin olarak kullanilan bir kavramdir. Sadece Atatürk ve Atatürk´ün yakin cevresindekiler, gazeteciler, yazarlar degil; milletvekilleri de sikca Kemalizm kavramini kullanmislardir. Örnegin, 1931 yilindaki Meclis oturumlarindan birinde Denizli Mebusu Mazhar Müfit Bey (Kansu), demokrasiyi anlamada ´Kemalizm Okulu´nun cocuklari olduklarini, demokrasiyi memleketi mutluluga ve vatandasi esenlige götüren ´Kemalizm Demokrasisi´ olarak tanidiklarini, Kemalizmin basin özgürlügünü kutsallastirmakla beraber basin yoluyla vatandaslarin öteki haklarina saldirmasini da hosgörmedigini...belirtmistir.
1936´da CHP Genel Sekreteri Recep Peker, görevden ayrilirken yayinladigi bildiride, "Hepimiz icin en büyük seref, son nefese kadar Kemalizm eserinin sadik hizmetcisi kalmaktir..." demistir.
Celal Bayar, 1 Kasim 1937 tarihli Meclis konusmasinda, birkac yerde Kemalist Rejim ifadesini kullanmistir. Kemalist rejim, mülkiyeti, kisisel calismayi, calisma degerini ekonomik politikasinin esasi olarak almaktadir. Kemalist rejim ekonomiyi bir teknik olarak kabul etmektedir.Fakat Kemalist rejim, ulusal cikara uymayan sürekli bir kisisel cikari da kabul etmemektedir ve etmeyecektir. Kemalist rejim karakteri yapici ve yaptirici olmaktir."
1930´larda Nuri Genc, Hatay´da "Kemalist Hatay" adli bir gazete cikarmistir.
Görüldügü gibi Atatürk döneminde hem Atatürk, hem de baskalari KEMALIZM kavramini kullanmistir.
Atatürk´ün ölümünün hemen ardindan Kasim 1938´de yapilan ilk Meclis toplantisinda bircok milletvekili Atatürk´ten ve eserinden söz ederken "Kemalizm" kavramini kullanmistir. Örnegin Konya Milletvekili Fuat Gökbudak, "...Iki Mustafa Kemal vardir. Biri herkes gibi vücudu olan Mustafa Kemal´dir. Öbürü Türk tarihini sonsuzluga kadar sürdürecek olan Kemalizm´in Mustafa Kemal´idir. Kemalizm yolu, hasta ve yenik uluslara can veren bir hayat suyudur..." sözleriyle ayni zamanda Kemalizm´in en güzel tanimlarindan birini yapmistir.
Ayni toplantida Kütahya Milletvekili Nesit Hakki Ulug, Kemalizm´den, "...Halk topluluklarini kölelikten kurtaran, seref ve haysiyet ve erdeme dayanan Cumhuriyet ile Dogu dünyasinda vicdanlarin özgürlüklerine ve özgür düsüncelere dayanan Kemalizm, sonsuzluga kadar yasayacaktir..." diye söz etmistir.
Eskisehir Milletvekili Istimat Özdamar ise, "...Yasasin Türklük; yasasin Kemalizm ideali." demistir.
Ayni toplantida Celal Bayar bu kez Kemalizm´den söyle söz etmistir:"...Milletimiz onbes yildan beri denenen Kemalizm rejiminin kendisine verdigi huzur ve sessizlik icersinde calismak ve kuvvetlenmek istiyor. Ulusal sinirlari icinde mutlu olmak istegindedir..."
Bütün bu örneklerden de acikca görüldügü gibi 1930´lu yillarda genc Cumhuriyet rejiminin adi "Kemalist Rejim"dir.

Peki Ama Kemalizm Nedir?

Kemalizm, Türk Devrimidir. Tam bagimsizliktir. Cumhuriyetcilik, Milliyetcilik, Laiklik, Devletcilik, Halkcilik ve Devrimciliktir. Akil ve bilim dogrultusunda cagdaslasmaktir. Kendi tarihinden beslenmek, kendi diline sahip cikmaktir. Insan sevgisi, doga dostlugu ve baris severliktir. Ulusal kültürle evrensel uygarliga katki sunabilmektir. Atatürk´ün ifadesiyle, "Bizi mahvetmek isteyen emperyalizme ve bizi yutmak isteyen kapitalizme baskaldirabilmektir" Kemalizm.
Kemalizm tabiri ilk olarak Kurtulus Savasi yillarinda Ingiltere ve Fransa gibi emperyalist ülkeler tarafindan kullanilmistir. 1918´den itibaren Anadolu´yu isgal eden Ingiltere ve Fransa, Anadolu´da Mustafa Kemal önderliginde gelisen Türk Kurtulus Savasi´ndan "Kemalist Hareket"; bu harekette Mustafa Kemal´in yaninda yer alanlardan da "Kemalistler" olarak söz etmistir. Bu bakimdan KEMALIZM, her seyden önce antiemperyalistleri, ulusal direniscileri anlatan bir kavramdir. Bu nedenle "Kemalist olmak", her seyden önce antiemperyalist ve tam bagimsizliktan yana olmak demektir.
Dogan Avcioglu, "Kemalizm´i Iyi Anlamak Gerek" baslikli yazisinda su degerlendirmeleri yapmistir: "Kemalizm her seyden önce bazilarinin ´Batililasma´adini verdikleri Tanzimatla birlikte baslayan uydulasma ve sömürgelesme sürecine karsi milliyetci bir tepkidir. Bu tepki daha Namik Kemal günlerinde ´Avrupa neden üstün? Türkiye Avrupa gibi üstün duruma nasil gelebilir?´sorusuna cevap arama biciminde ortaya cikmistir.Namik Kemal, Ziya Gökalp gibi vatansever düsünürler, bu soruyu cevaplandirmaya calismislardir. Namik Kemal, kurtulus yolu olarak ´Iceride seriat düzeninden ayrilmayalim, Avrupa´nin demiryolunu, buhar makinesini alalim´görüsünü ileri sürmüstür. Ziya Gökalp, harsa (kültüre) bagli kalma, medeniyeti ithal etme formülüyle bu düsünceyi gelistirmistir. Fakat her iki milliyetci düsünürün de, emperyalizmin boyundurugu altinda "acik pazar" haline getirilmis ülkede medeniyet ithalinin nasil mümkün olacagi acik bir fikri yoktur. Emperyalizm, sömürgelestirdigi bir ülkenin medeniyet ithaline, yani sanayilesmesine ve kalkinmasina elbette müsaade etmeyecektir. Medeniyeti getirebilmek icin, herseyden önce emperyalizmin boyundurugundan kurtulmak gereklidir. Bugün icin de gecerli olan bu gercek, ilk kez Atatürk tarafindan tam bagimsizlik ilkesiyle ortaya atilmistir. Tam bagimsizlik, duygusal bir milliyetci talep degil; kalkinmanin ve cagdas uygarlik düzeyine ulasmanin vazgecilmez ön sartidir.(...) Pekala bagimsizlik elde edilince kalkinma nasil gerceklesecektir?
Alt ve üst yapisiyla feodal bir düzen üzerine, buhar makinesi ve lokomotifiyle medeniyeti ithal edip yerlestirmek mümkün müydü? Namik Kemal ve Ziya Gökalp bunun mümkün olabilecegini düsünmüslerdir. "Ilk kez Atatürk, ´feodal yapi üzerine sanayi uygarligi asilanamaz. Uygarliga giden yol, iceride düzen degisikligi gerektirir´ tezini acikca ortaya koymustur."
"Kemalist Tez kisaca sundan ibrettir: Bagimsizlik icinde,devrim yoluyla düzen degisikligini gerceklestirmek ve kisa sürede cagdas uygarliga ulasmak..."
Kemalizm bir doktrin midir, bir ideoloji midir? tartismasi hep devam etmistir. Nitekim,"Partinin bir doktrini olsun" diyen Yakup Kadri Karaosmanoglu´na Atatürk,"Donariz cocuk..." demistir. Atatürk´ün bu yanitindan hareket edenler, Kemalizm´in bir doktrin olmadigini,hatta Kemaliz´e karsi oldugunu söylemislerdir. Oysaki Atatürk Kemalizm´e degil; Kemalizm´in dogmatiklestirilmesine karsi oldugunu ifade etmek istemistir. Kemalizm´in temel ilkeleri hic tartismasiz Atatürk´ün alti ilkesidir. Kemalizm´in en temel ilkesi ise, "sürekli degisim" olarak tanimlanabilecek olan "Devrimciliktir". Bu nedenle Kemalizm asla "dogmatik" ve "degisime" kapali bir anlayis degildir. Atatürk, bu gercegi Kasim 1937 deki Meclis konusmasinda söyle ifade etmistir:
"Dünyaca malum olmustur ki, bizim devlet idaresindeki ana programimiz Cumhuriyet Halk Partisi programidir. Bunun kapsadigi prensipler, idarede ve siyasette bizi aydinlatici ana hatlardir. Fakat bu prensipleri gökten indigi sanilan kitaplarin dogmalariyla asla bir tutmamalidir. Biz, ilhamlarimizi, gökten ve görünmez dünyadan degil; dogrudan dogruya hayattan almis bulunuyoruz. Bizim yolumuzu cizen, icinde yasadigimiz yurt, bagrindan ciktigimiz Türk milleti ve bir de milletler tarihinin binbir facia ve izdirap kaydeden yapraklarindan cikardigimiz sonuclardir."
Kemalizm´in en dogru tanimlarindan birini 1960´ta Prof. Dr. Bedia Akarsu yapmistir: Akarsu, Kemalizm´in"Türk Aydinlanmasi" oldugunu aciklamistir. Prof. Suat Sinanoglu,"Türk Hümanizmasi" kitabinda Kemalizm´in Türk Aydinlanmasi oldugu tezini ayrintilandirmistir. 1983´te, Prof. Dr. Macit Gökberk´in "Aydinlanma Felsefesi, Devrimler ve Atatürk" yazisi bu tezi daha da gelistirmistir. 1994´te Özer Ozankaya, "Cumhuriyet Cinari" adli kitabinda, Kemalizm´in sosyo-kültürel boyutuna vurgu yaparak, Kemalizm´in aydinlanma hareketi oldugunu ileri sürmüstür. 1969´da Dogan Avcioglu, "Kemalizm´i Iyi Anlamak Gerek" adli yazilarinda Kemalizm´in "antiemperyalizm ve cagdaslasma" hareketi oldugunu belirtmistir. Ugur Mumcu da 1980´lerde Cumhuriyet gazetesindeki yazilarinda Kemalizm´in "antiemperyalist ve cagdaslasmaci" yönüne sikca vurgu yapmistir. 1981´de Attila Ilhan, "Hangi Atatürk" kitabinda Kemalizm´in "antiemperyalist" yönüne dikkat cekmistir.
Kemalizm, emperyalizme karsi"tam bagimsizlik" ilkesiyle ulusal mücadeleyi,geri kalmisliga karsi "akil"ve"bilim" ile cagdaslasmayi amaclayan bir ideolojidir. Kemalizm, ulusal bagimsizligi ve ulusal kalkinmayi amaclayan evrensel bir ideolojidir. Emperyalizmin, olanca siddetiyle geri kalmis uluslari ezdigi bugünün dünyasinda tüm ezilen uluslarin kurtulus recetesi Kemalizm´dir.
1954´ten beri duydugumuz "Kemalizm devrini tamamlamistir!",  "Kemalizm öldü!", "Kemalizm cagdisidir!" gibi yobaz, libos degerlendirmelerinin hic bir bilimsel degeri yoktur. Cünkü Kemalizm´in iki temel özelligi "antiempryalizm" ve "cagdaslasma", hic bir dönemde etkisini yitirecek gibi görünmemektedir.
Dogan Avcioglu, Kemalizm´in henüz tamamlanamadigini söyle ifade etmistir: "Türkiye politik bagimsizligini, ekonomik bagimsizlik temeline oturtarak, tam bagimsizligini gerceklestirmis, feodalizmin ülke capinda alt ve üst yapilardaki etkilerini kesinlikle silmis, genis kitleleri ekonomik özgürlüklerine kavusturmus ve kalkinmasini tamamlamis bulunsaydi, bu elestiriler bir ölcüde gecerli sayilabilirdi. Oysa bagimsiz, kalkinmis, uygar ve gercekten demokratik bir Türkiye, dün oldugu gibi bugün de bütün halkci ve uluscu güclerin ortak özlemini teskil etmektedir. Kemalizm bu ortak özlemin ifadesidir. O halde Kemalist devrim daha tamamlanmis degildir. Devrimcilerin bas görevi, uluscu ve halkci güclerin bu ortak özlemini bir an önce hayata gecirmeye calismak olmalidir."

Kemalizm Yerine Atatürkcülük Nasil Icat Edildi?

"Kemalizm" kavrami birilerini hep rahatsiz etmistir. Kurtulus savasi sirasinda isgalci emperyalistleri ve isbirlikci Istanbul hükümetlerini, Kurtulus savasi sonrasinda gerici, yobaz Cumhuriyet düsmanlarini, bugün ise karsi devrimci 2.nci Cumhuriyetcileri korkutan bir kavramdir Kemalizm.
Atilla Ilhan bu gercegi söyle ifade etmistir:"Onlar Kemalist´e özellikle icerliyorlar, cünkü Atatürkcü´den farklidir:Adini 20´li yillarin emperyalist öfkesinden almisti. O Müdafa-i Hukuk mücahididir ki, ayni zamanda "Türkcü" ve "antiemperyalist", "Bolsevikler" le de dosttur. Onlara ecnebi ajanslar "Kemalist" diyor. "Kemal´in adamlari" anlamina. Atatürkcü" deyimi bir kere Gazi Mustafa Kemal Pasa, "Atatürk" olduktan sonra, daha ilginci, ebediyete intikal ettikten sonra ortaya atilmistir. Daha cok "Inönü Cumhuriyeti"nin sosyal ve siyasal tavrina ve tutumuna yakistirdigi bir etiket bu: Antiemperyalizm es gecilmistir. Türkcülügün yerini Yunan/Latin söylemi alir. Bolsevik Rusya ile kara gün dostlugu sona eriyor. "Kemalizm" ve "Kemalist" kavramlari üzerinde spekülasyona kalkisan acemi takimi kimseyi kandiramaz. "Kemalist", aynen Mustafa Kemal Pasa gibi "Türkcü", "Antiemperyalist" ve "solcu" dur. Atatürkcü" ise Batici, komprador/kapitalist ve liberaldir (yoksa kestirmeden Tanzimatci mi demeliydim?) Anadolu Ihtilali´ni yasamis olan Kemalistler idi. Onu ilkel, tek yönlü bir irtica düsmani laiklige indirgeyenler "Atatürkcü´lerdir. Yani, Gazi´nin söylemini de, eylemini de sürekli tahrif eden, unutturan ve yozlastiranlar..."
Gercekten de "Kemalizm" korkusu, zaman icinde Kemalizm´in yerine yeni bir kavram icat edilmesine yol acmistir. Ilk kez 1954 yilinda gündeme gelen bu kavramin adi, "Atatürkcülük"tür.
Atatürk´ün sagliginda hic bir zaman kullanilmayan "Atatürkcülük" kavrami, 1954´ten itibaren kullanilmaya baslanmis, bu kullanim zaman icinde Kemalist´lerce de benimsenmistir. Örn. Atatürk´ün partisi CHP, 1954´teki 10. Büyük Kurultayi´nda "Kemalizm" yerine "Atatürk Yolu" kavramini kullanmaya karar vermistir. Böylece CHP de Kemalizm´den vazgecmistir.
Atatürk´ün bir "dogma" haline getirmemeye calistigi ve "Kemalizm" diye adlandirilan sistem, 1954´ten sonra "Atatürkcülük" adi altinda dogma haline getirilmistir. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra bu "dogmalastirilmis Atatürkcülük" bir de resmi ideoloji haline getirilmistir. 1980´lerde"Kemalizm" yerine "Atatürkcülük", Kemalizm´in en temel özelligi olan "Devrimcilik" yerine de Inkilapcilik kavramlari kullanilmaya baslanmistir. Türkiye´nin Kücük Amerika olma yoluna girdigi Özal döneminde Atatürkcülük, "Batililasma", "serbest piyasa düzeni", "komünizm düsmanligi" olarak tanimlanmis, Kemalizm´in "antiemperyalizm", akil ve bilim ilkeleri dogrultusunda "cagdaslasma" oldugu gercegi adeta toplumdan gizlenmeye calisilmistir. Bu sürecte Kemalizm´den söz eden Ugur Mumcu ve Ahmet Taner Kislali gibi aydinlar ise öldürülmüstür. Kemalizm kavramindan rahatsiz olanlarin icat ettigi Atatürkcülük kavrami,asker sivil (Kenan Evren-Turgut Özal)
12 Eylülcülerin tasarladiklari Amerikan etkisindeki yeni Türkiye´ye zarar vermeyecek sekilde ici doldurularak, okullarda zorunlu "Atatürk Ilkeleri ve Inkilap Tarihi" dersi olarak okutulmustur. 1980´lerde Atatürk karsitlarinin yarattigi Atatürk dogmasina, 1990´larda yine Atatürk düsmanlari saldirmaya baslamistir. Gercek Kemalistler ise bir kösede seyretmistir bu kukla tiyatrosunu icleri yanarak...Artik bu kukla tiyatrosuna seyirci kalma zamani coktan gecmistir! Artik eyleme gecme, gercekleri kamuoyu ile paylasma zamanidir!
Atatürk düsüncesine vurulmus ilk ve en önemli darbe, 60 yil önce bir kavram operasyonu ile "Kemalizm" yerine "Atatürkcülük" kavraminin getirilmesidir. Böylece zaman icinde Türkiye´de, "Kemalizm´den Korkan Atatürkcüler" ortaya cikmistir.
Gercek su ki: ATATÜRK´ÜN SAGLIGINDA ATATÜRKCÜLÜK YOKTU; KEMALIZM VARDI.Atatürk´ten sonra birileri tam bagimsizlik, antiemperyalizm gibi anlamlari olan Kemalizm´den kurtulmak icin, ´batililasma´ ve ´din karsitligi´ anlamini yükledikleri Atatürkcülük kavramini icat etmislerdir. Bu sürecte Kemalizm kavraminin icini de "Atatürk´e tapinmak" olarak doldurmuslardir. (*)Sinan Meydan- Akl-i Kemal Cilt 1
             

Ulusal Gücbirligi Olusturulmasi Zorunlulugu ve Genclik
 Atatürk´ün kurdugu ve Ebedi Baskani oldugu Cumhuriyet Halk Partisi, Kemalist cizgisinden cikmis, Kemalizm karsiti kadrolar tarafindan ele gecirilmis ve tarihsel misyonunu yitirmistir. Herhangi bir islevi olmaksizin yalpalamakta, Emperyalizmin ve iktidarin  "samaroglani" haline sokulmustur. Icinde bulundugumuz bu karanlik ortamda , yepyeni bir Atatürkcü partinin yer alma zamani coktan gelmistir.
Kemalist Gencligin, Türk siyaset sahnesinde etkin ve önemli roller üstlenmesi yasamsal önem tasimaktadir. Türk genclik hareketlerinin yeniden yapilandirilmasi, Kemalist ideoloji cercevesinde örgütlenip birlestirerek, merkezi bir yapi etrafinda toplanmasi, olusturulabilecek bir Ulusal/milli Güc Birligi denetiminde organize edilmesi mümkündür.
Türkiye, depolitize edilen, mankurtlasrilmaya calisilan gencligi ile barismak, bütünlesmek ve mücadeleye yönlendirmek zorundadir.
Günümüzün bilincli gencliginin büyük bir bölümü mevcut cumhuriyet rejimine karsi olmayip,  kötü yönetim ve Cumhuriyet devrimlerinin hice sayilmasindan  büyük üzüntü ve endise duymaktadir.  Cumhuriyet Devrimlerine sonuna dek bagli olan Kemalist aydin Türk Gencligi, bölücü, yikici, etnik ayrilikci örgütlenmelerden, köktendinci yapilanma ve gelismelerden son derece rahatsizdir. Ulusal cikarlara aykiri uygulamalara yönelen yönetim kadrolarina karsi nefret duygulari icindedir.
Gecmis dönemlerde yasanmis genclik hareketlerinin ulusa yasattigi acilarin yinelenmesini istemeyen ve gecmis deneyimlerden yararlanmayi cok daha akilci ve saglikli gören günümüz Kemalist Türk Gencligi, Kemalist ideoloji, Cumhuriyet Devrimleri, ulusal cikarlara sahip cikarak, sorumluluk ve yükümlülüklerini yerine getirmek istemektedir. Atatürk´ün gösterdigi yolda ilerleyerek, Türkiye´yi cagdas ülkeler arasinda yer alan gelismis ve ileri düzeye ulastirmayi arzulamaktadir.
Her acidan iyi egitilmis, ulusal bilince ulasmalari saglanmis aydin gecligin kendi icinde, demokratik kurallara ve yasalara uygun bicimde örgütlenmesi ve seslerini bu örgütler tarafindan hükümetlere, Türk ve dünya kamuoyuna duyurmalarinin saglanmasi, bireylerin saglikli bir bicimde yönlendirilerek kontrolde tutulabilmelerine sinirsiz olanaklar saglar. Bu nedenle Kemalist Türk Gencliginin, günün ve cagin olusumlari ve kosullari gözönüne alinarak  ivedilikle örgütlenmesi ve örgütlü bicimde aksiyonlar sergilemesi gereklidir.
Kemalist aydin Türk gencligi ile basibos durumdaki genis genclik kitlelerini harekete gecirip arkasina alan Cumhuriyet, 21. yüzyilda karsilasacagi tüm engelleri ve tuzaklari cok büyük rahatlikla asmakla kalmayip, gelismis cagdas ülkeler arasinda tüm engellemelere karsin, hakettigi yeri alabilecektir.
Türk gencliginin her düzeyde ve her alanda Kemalist ideoloji dogrultusunda örgütlenmesi ve yönetim kadrolarina tabandan tavana baski uygulamasiyla, yapilan yanlislar ve hatalar gecerliligini yitirecek, Cumhuriyet devrimleri uygulanabilecek, ulusal güvenlik riske sokulamayacak, nesiller aymaz birakilamayacak, toplum bilinci ve üretkenligi artacak, toplumsal baris, huzur, güven, umut ve refah düzeyi en üst basamaga yükselecektir.
Türk gencliginin kutuplara bölünerek cephelere ayrilmamasi, Cumhuriyet Devrimleri karsiti direnis gruplari olusturulmamasi icin, Türk gencliginin kendi icinde özgürce örgütlenmesi gereklidir. Gencligin kendi icindeki kurallar ve mevcut yasalara uygun olarak özgür ve her tür kaygidan uzak örgütlenebilmesi, toplumun cagdas anlamda demokratiklesmesine ve demokrasinin evrensel ölcekte gelismesine pozitif etkiler saglayacaktir.  Bu nedenler Kemalist gencligin kültürel, siyasal, bilimsel ve sosyal alanlarda örgütlenmesi tesvik edilmelidir.
Cumhuriyet karsiti köktendinci, ümmetci akimlar, siyasi partiler, tarikatlar, dergahlar, Kuran kurslari, dernekler, vakiflar, sirketler, holdingler ve spor kulüpleri araciligiyla ülke sathinda örgütlenebilmistir
Cumhuriyet karsiti etnik/bölücü/yikici unsurlar her alanda legal/illegal örgütlenebildigi gibi, dis ülkelerde de her alanda örgütlenerek seslerini dünya kamuoyuna duyurmayi basarmislardir. Bunlar olup biterken ne acidir ki, Kemalist aydinlar, sanatcilar, gazeteciler, yazarlar, bilim adamlari, is adamlari ve cesitli meslek gruplari demokratik gruplar ve mevcut yasalar cercevesinde örgütlenememistir. Ya da olusturulan örgütlenmeler, "sakincali" degerlendirmesiyle islevsiz kilinmaya calisilmis, yasadisi örgütler gibi gösterilerek kapatilmis, kuruculari, yöneticileri ve üyeleri fislenmis, iskenceden gecirilmis, hapishanelere doldurulmus ya da ülkeyi terketmeye zorlanmislardir.
Günümüzde demokrasinin temel taslarini teskil eden pek cok sivil toplum örgütü islevsizdir. Kagit üstünde kurulu varliklari, yöneticileri ve üyeleri vardir ancak, mevcut yönetim kadrolarina duyulan güvensizlik nedeniyle islevsiz, sessiz ve uyku halindeki sivil toplum örgütleri görünümündedirler. Ulusal devrimleri ve cikarlari koruyan, hakli ve yasamsal öneme sahip uyari, elestiri ve muhalefet  islevlerini geregi gibi yerine getirememektedirler. Öte yandan Kemalizm ve Cumhuriyet karsiti örgütlenmeler yalnizca ülke icinde degil, yurtdisinda da her alanda örgütlenebilmis, Cumhuriyet ve Türk ulusunu parcalamaya yönelik her türlü faaliyetlerini demokrasinin nimetlerinden yararlanarak, yillardir rahatlikla ve özgürce sürdürebilmektedirler.

21. YÜZYILIN ILK YARISININ GÜNDEMI, 1940´LARIN ERTELENMIS GÜNDEMIDIR.

Bu cümle bana degil, Dogu Perincek´e aittir. Kemalist Devrim-6 Atatürk´ün CHP Program ve Tüzükleri isimli kitabinin önsözünün son cümlesidir. Neden Dogu Perincek böyle bir sey söylemek ihtiyacini duymustur? Kendi ifadelerini aynen aktaralim:
"Atatürk, Tüzük geregi 1939 yilinda toplanacak 5. Büyük Kurultay icin calismalara 1937 yilinda baslamistir. Kendi eliyle yazdigi program taslagi, Ekonomi baslikli Ücüncü Kisim´in ilk iki maddesinden sonra kesilmektedir. Atatürk, ya calismalarini tamamlayamamistir ya da el yazilarinin 10. sayfadan sonrasi kaybolmustur. Atatürk´ün 1937 yilinda elyazisiyla yaptigi program calismalarinin yarim kalmasi, insanin yüregini burkuyor. Cünkü yarim kalan, program notlari degil, Kemalist Devrim´dir. 18 yila (1920-1938) dünya ölceginde büyük isler sigdirilmistir. Türkiye gercekten cag atlamistir. Ama 20 - 25 yil bir devrim icin nedir ki?
Atatürk´ün ölümünden sonra Ikinci Dünya Savasi gelmistir. Savas yillari, devrimin ilerletilmesi yillari degil, devrimin vatanini savunma yillaridir. Ikinci Dünya Savasi´ndan sonra Türkiye´nin adim adim emperyalist Atlantik sistemine baglanmasi, Kemalist Devrim´in sonunu getirmistir. Atatürk´ün 1937 program notlari gibi, Kemalist Dverim de tamamlanmamistir.
21. yüzyilinin ilk yarisinin gündemi, 1940´larin ertelenmis gündemidir."

Dogu Perincek´in ayni kitabindan, Cumhuriyet Halk Partisi´nin 14 Mayis 1935 tarihinde Dördüncü Büyük Kurultay tarafindan onaylanan Programini ana hatlariyla buraya aliyorum. Kendini CHP´li ve Atatürk´ün sevdalisi olarak gören yurtsever dost ve okuyucularin o tarihte devrimci Cumhuriyet kadrolarinin hangi düzeyde calistiklarini ögrenmesi ve bilmesi dilegiyle.
Bu program, 1931 programinin gelistirilmesi ve dilinin arilastirilmasiyla ortaya cikmistir. O zamanki dil akiminin da anlasilmasi icin metne dokunulmamistir.

                            GIRIS

Cumhuriyet Halk Partisi´nin programina temel olan ana fikirler, Türk devriminin baslangicindan bugüne kadar yapilmis olan islerle, yalin olarak ortaya konmustur.
Bundan baska, bu fikirlerin baslicalari, 1927 yilinda Parti Kurultayi´nca da kabul olunan tüzügün genel esaslarinda ve Genel Baskanligin, ayni Kurultay´ca onanmis olan bildiriginde (bildirge) ve 1931 Kamutay (Büyük Millet Meclisi) secimi dolayisiyla cikarilan bildirikte saptanmistir.
Yalniz bir kac yil icin degil, gelecegi de kapsayan tasarlarimizin (tasavvurlarimiz) ana hatlari burada, toplu olarak yazilmistir.
Partinin güttügü bütün bu esaslar, Kamälizm prensipleridir.
                          BIRINCI KISIM
Esaslar: 1 - Vatan  2 - Ulus  3 - Devletin esas kurami (teskilati)  4 - Kamusal haklar
1 - Vatan; Türk ulusunun eski ve yüksek tarihi ve topraklarinin derinliklerindeki eserleri ile bugün, üstünde yasadigi, siyasal sinirlarla cevrilmis, kutsal yurttur,
Vatan hicbir bag ve sart altinda ayrilik kabul etmez bir küldür.
2 - Ulus; dil, kültür ve ülkü birligi ile birbirine bagli yurddaslardan meydana gelen siyasal ve sosyal bir bütündür.
3 - Devletin esas kurami (teskilati): Türkiye; uluscu, halkci, devletci, laik ve devrimci bir Cumhuriyet´tir.
Türk ulusunun yönetim sekli, "Kuvvet birdir" esasina dayalidir. Egemenlik birdir; ve bagsiz, sartsiz ulusundur. Egemenlik hakkini, ulus adina Kamutay (Büyük Millet Meclisi) kullanir. Törütgen (yasama) ve yürütgen (yürütme) yetkiler Kamutay´da toplanir. Kamutay Törütüm (yasama) yetkisini, dogrudan dogruya kendisi kullanir. Yürütüm yetkisini kendi arasindan sectigi Cumhurbaskani ile, onun orunlayacagi (atayacagi) Hükümete birakir.Türkiye´de hakyerleri (mahkemeler) bagimsizdir.
Parti, devlet sekillerinin en dogrusu bu olduguna kanigdir (kanidir).
4 - Kamusal Haklar
A - Yurttaslarin, ferdig ve sosyal özgenlik, esitlik, dokunulmazlik ve mülkiyet haklarini barimak (korumak), Parti´mizce baslica esaslardandir. Bu haklar, devletin varlik ve otorite siniriyla buclanmistir (sinirlanmistir). Ferdig ve hükmig sahsiyetlerin kinavi (faaliyeti), kamugasiya (kamu cikarina) aykiri olmayacaktir.  Kanunlar bu esasa göre konacaktir.
B - Parti, yurttaslara hak ve ödev vermekte, kadin erkek ayirmaz
C - Saylav (milletvekili) secim kanunu yenilenecektir. Yurdumuzun genel sartlarina göre, vatandasi yakindan tanimakta oldugu ve inandigi sahislari ikinci secmen olarak ayirmakta özgür birakmayi ve saylav secimini bu yönden yapmayi demokrasi geregine en uygun buluruz.

                           IKINCI KISIM

Cumhuriyet Halk Partisi´nin ana vasiflari

5- Cumhuriyet Halk Partisi  a- Cumhuriyetci  b- Uluscu   d- Halkci  e- Devletci  e- Laik  f- Devrimcidir:
A- Parti, ulus egemenligi ülküsünü en iyi ve en saglam surette imsileyen (temsil eden) ve taplayan (uygulayan) devlet sekli Cumhuriyet olduguna kanigdir (kanidir). Parti bu sarsilmaz kanagatla, Cumhuriyet´i her tehlikeye karsi, bütün araclarla korur. (Cumhuriyetcilik ilkesi)
B- Parti, ilerleme ve genisleme yolunda ve arsiulusal (uluslararasi) degetlerde (temaslarda) ve ilgilerde (iliskilerde) Türk sosyetesinin (toplumunun), cagdas uluslarla yanyanave bir uyumda yürümekle beraber, ikinci maddede izah olundugu üzere kendine özgü iralarini (karakterlerini) ve erkin (bagimsiz) benligini korumayi esas sayar. (Ulusculuk ilkesi)
C- Irde (irade) ve egemenlik kaynagi ulustur, bu irde ve egemenligin, Devletin yurttasa ve yurttasin Devlete karsi olan ödev ve yükümlerini tamamiyla yerine getirmek icin kullanilmasi, Parti´nin baslica prensiplerindendir. Kanun disinda saltik (mutlak) bir esitlik kabul eden ve hicbir ferde, hicbir aileye, hicbir klasa (sinifa), hicbir cemaata ayrilik tanimayan yurttaslari, halktan ve halkci olarak kabul ederiz.
Türkiye Cumhuriyeti halkini ayri ayri klaslardan karsit degil, fakat ferdig ve sosyal hayat icin, is bölümü bakimindan, türlü hizmetlere ayrilmis bir sosyete (toplum) saymak esas prensiplerimizdendir; ciftciler, kücük zanaat sahipleri, esnaf ve iscilerle özgür ertik (meslek) sahipleri, endüstrieller, tecimerler (tacirler) ve isyarlar (memurlar) Türk ulusal kuraminin (teskilatinin) baslica calisma örgenleridir (organlaridir). Bunlarin her birinin calismasi, öbürünün ve kamunun hayati ve genligi (refahi) icin bir zoragdir (zorunluluktur).
Parti´mizin bu prensible amacladigi gaye, klas kavgalari yerine sosyal düzenlik ve dayanisma elde etmek ve asiglar (cikarlar) arasinda, birbirine karsit olmayacak surette, uyum kurmaktir. Asiglar, kapasite (yetenek) ve calisma derecesine göre olur.  (Halkcilik ilkesi)
D - Özel kinav (faaliyet) ve calisma esas olmakla beraber, imkan oldugu kadar az zaman icinde ulusumuzu genlige ve yurdu bayindirliga eristirmek icim genel ve yüksek asiglarin (cikarlarin) gerektirdigi islerde, hele ekonomik alanda, Devleti filig surette ilgilendirmek baslica esaslarimizdandir.
Devletin ekonomi isleri ile ilgisi filig surette yapicilik oldugu kadar, özel girisimlere ön vermek ve yapilmakta olan isleri düzenlemek ve kontrol de etmektir.
Devletin, filig olarak, hangi ekonomik isleri yapacaginin belirtilmesi, ulusun genel ve yüksek asiglarina (cikarlarina) baglidir. Bu lüzum üzerine, Devletin, filig olarak, kendi yapmaya karar verdigi is, eger, özel bir girisit elinde bulunuyorsa, onun alinmasi her defasinda özgü bir kanun cikarmaya baglidir. Bu kanunda özel girisitin ugrayacagi zararin, Devlet tarafindan ödem sekli gösterilecektir.
Bu zarar oranlanirken (tahmin edilirken), gelecekteki kazanc ihtimalleri hesaba katilmaz.  (Devletcilik ilkesi)
E -Parti, bütün kanunlarin, tüzüklerin ve usullerin yapilisinda ve taplanisinda (uygulanmasinda), en son ilim ve teknik esaslari ile asrin ihtiyaclarina uyulmasini prensip olarak kabul etmistir.
Din, bir vicdan isi oldugundan, Parti, dini, dünya ve devlet isleriylesiyasadan ayri tutmagi, ulusumuzun cagdas medeniyet yolunda ilerlemesi icin baslica sartlardan sayar. (Laiklik ilkesi)
F - Parti Devlet yönetiminde, tedbir bulmak icin derecel ve evrimsel prensiple kendini bagli tutmaz. Ulusumuzun sayisiz özverilerle basarmis oldugu devrimlerden dogan ve olgunlasan prensiplere bagli kalmak ve onlari korumak Parti icin esastir. (Devrimcilik ilkesi)

             ÜCÜNCÜ KISIM
         
Ekonomi
Tarim, endüstri, magdenler, ormanlar, tecim (ticaret) ve bayindirlik isleri
6 - Ekonomide hareketli kapital önemlidir. Nomal (olagan) kapitalin tek kaynagi ulusal calisma ve tutumdur. Bunun icin calismayi arttirmak, ferd ile aile hayatinda ve devlet ve hükümein genel ve özel bütün yönetgelerinde (idarelerinde) tutum fikrini köklestirmek, Parti´nin baslica prensiplerindendir.
7 - Kredi islerine ihtiyac derecesinde önem verilecektir. Kredilerde üremi (faizi), iskontoyu ucuzlatmak ve kredi islerini kolaylastirmak hedefimizdir:
A - Parti, yurtta kredi güvenligine büyük önem verir. Borc veren kurumlar, acmis olduklari kredilere karsi, gercek ve saglam inanca (güvence) istemek sarti ile kredi ile is yapmak hevesinin hakikig isadamlarina hasrolunabilecegi kanaatindeyiz.
B - Kücük ciftcilerin ve mevsimlik kredisi Tarim Kredi Kooperatifleri´nden ve ciftlik sahiplerinin yillik kredi ihtiyaclari ipotek karsiligi saglanmalidir.
C - Ürün ve hayvanlarla, cift yarac (alet) ve makineleri karsilik tutularak kredi acilmak usulü konacaktir.
D - Yillik ciftci kredilerinin ödeme günü, ürünlerin, alici baskisi olmaksizin satilabilecegi zamandan sonraya birakilmalidir.
E - Magdenciler, endüstri ve kücük zanaat sahibleri, esnaf, kücük tecimerler (tacirler), balikci ve süngercilerinkredi ihtiyaclari karsilanacaktir.
G - Endüstri ve deniz ürünleri icin, makine ve yarac (alet) karsiligi kredi verilecektir.
H - Yurttaslari ev sahibi kilmak prensibini güden Parti´miz, bugünkü Emlak Bankasi´nin aslen dar olan kapitalini arttirmayi önemli tutmakla beraber, simdilik, Banka´nin kapitalinden yeni yapilara verilen kismin yalniz evlere hasrolunmasi fikrindedir. Banka, bu otrulardan (konutlardan) baska, mülk ve gelir yapilari icin kredi acmaz. Eskiden yapilmis olan tasitsiz mallar (tasinmaz mallar) üzerine de, otrudan baska, mülk ve gelir yapilmamak sarti ile kredi acilir. Elde bulunan kapitalin hizmeti ancak bu suretle ergemize (maksadimiza) uygun yoldan kapsallanmis (kapsanmis) olur. Öte taraftan daha ucuz ve uzun ödelli (vadeli) bir kredi fonsiye kipinin (tipinin) kurulmasini, en az zamanda gerceklestirilmek lazimgelen bir is sayariz.
8 - Tefecilige tam savasta bulunmak Parti´mizin prensiplerindendir.
9 - Sigorta isi ile önemi derecesinde ugrasacagiz.
10 - Parti´miz kooperatifciligi ana prensiplerden sayar. Kredi kooperatifleri ile toprak ürünlerinin hakikig degerinden üretmenleri (üreticileri) faydalandiracak olan satis kooperatiflerinin kurulmasina ve cogaltilmasina önem vermekteyiz. Türkiye Tarim Bankasi, Tarim Kooperatifleri´nin ana bankasidir.
11 - Tarim Bankasi´ni daha cok, ciftci ve köylü ekonomisine yararli bir hale getirmek ve onu, kanun esaslarina göre kontrol imkanini saglayacak sekilde sahiblendirmek gayemizdir.
12 - Ödeme dengesini düzeltmek ve bu yönden Türkiye´nin dis tecimini denk tutmak lüzumludur. Dis tecim uzlasmalarinda (anlasmalarinda) prensibimiz, malimizi alnin malini almaktir.
13 - Kücük ve büyük endüstri, ilk madde üretmenlerinin (üreticilerinin) asiglarina (cikarlarina)  daha uygun olarak korunmalidir.
14 - Hicbir ekonomik girisim kamugasiya (kamu cikarina) oldugu kadar, ulusal ve özel bütün kinavlar (faaliyetler) arasindaki uyuma da karsit olamaz.Isverenlerle iscilerin calisma birliginde de bu uyum, esastir.
Is kanunu ile isciler ve isverenler arasindaki karsilikli ilgiler (iliskiler) düzenlenecektir. Is anlasmazliklari, uzlasma yolu ile ve buna imkan olmazsa devletin kuracagi uzlastirma araclarinin yargicligi (hakemligi) ile kotarilir.
Grev ve lokavt yasak olacaktir.
Uluscu Türk iscilerinin hayat ve haklari ile bu esaslar icinde ilgileniriz. Cikarilacak is kanunlarimiz bu esaslara uygun olacaktir.
15 - Yurdu endüstrilestirmek icin, Devletin ve özel girisimlerin meydana getirecegi kurumlar, bir ana programa uygun olacaktir. Devlet planlari, yurdu kisa bir zamanda ihtiyaci olan endüstrilerle cihazlamak gayesine göre yapilacaktir.Endüstrinin memleketin bazi köselerinde toplanmasi yerine - kurulmalari ekonomik de olmak sartiyla - genislikle yayilmasini gözönünde tutariz.
Üretmenlerle (üreticilerle) yogaltmanlar (tüketiciler) arasinda cikabilecek asig (cikar) kavgalarini önlemek icin Devlet, bütün endüstrilerde fiyat kontrol islerini düzenleyecektir.  Devlet fabrikalari icin de ayrica finansal ve teknik bir kontrol düzeni konacaktir.
Kapitalinin cogu veya tamami Devletin olan endüstri kurumlarinin finansal kontrollari, tecimel (ticari) olan özlükleri geregine uygun surette düzenlenecektir. Rasyonel calismaya önem verecegiz.
Yogaltmanlarin (tüketicilerin) zararina fiyat birligi yapacak olan tröst ve kartellere izin verilmeyecektir. Rasyonellestirme ergesi (maksadi) ile yapilacak olanlar, bunun dísindadir.
16 - Memleketin gelisiminde bütün tecim kinavlari (faaliyeti) önemlidir. Nomal (olagan) calisan teknige dayanan kapital sahibleri korunacak ve kendilerine ön verilecektir.
17 - Cikat (dissatim) islerini önemli ulusal islerden ve dis tecimin düzenlenmesini en büyük ekonomi ödevlerinden sayariz. Tecimerlerin (tacirlerin) bu yoldaki kinavlarini verimli kilacagiz. Ulusal ürünlerimizin sürümünü kolaylastirmak, ünlerini barimak (korumak), cikatlarini saglamak ve standartlastirmak tedbirleri ile yakindan ilgilenecegiz. Dis tecimini her gün artan bir dikkatle, piyasalarin cesitlerine ve gereklerine uygun bir cikat piyasasi bakimindan calistirmak ve onu devlet yardimi ile kuvvetlendirmek isterz. Dis tecimi ile ugrasanlarin, islerini basarmak icin ihtiyac duyduklari bilgileri verecek örgütlerimiz olacaktir.
18 - Gereginde dis tecim transitlerinden devleti faydalandiracak olan özgür bölge kurulmasini iyi bir is sayariz.
19 - Ulusal ekonomi gereklerine uydurulmak üzere; liman, rihtim, iskele ve hamallik tarifeleri üstünde dikkatle durulacaktir.
20 - Balikciliga ve süngercilige önem verecegiz. Balikcilik endüstrisinin gelisimi icin, hem üretmenlerin (üreticilerin), hem de halkin asiglarina (cikarlarina) uygun olmayan balikhane kipinin (tipinin) düzeltilmesi lüzumludur.
21 - Konservecilige önem verecegiz.
22 - Turizmi, Türk yurdunu tanitip sevdirici ve Türkiye ekonomisine fayda verici bir konu sayariz.
23 - Ekonomik düsüncelerimizde, herhangi bakanlik ve oruna (makama) iliskin olan bütün Devlet islerinin ulusal ekonomi bakmindan, saltik (mutlak) kazancli  ve faydali olmasi düsturunu genel olarak esas tutariz. Eskiden kalma kanunlarin ve usullerin zamanla, bu bakimdan düzeltilmesine önem veriyoruz.
Parti´miz, calismada ekonomi islerine bu önemi vermekle beraber, ekonomiyi, her biri ayri dönemde bulunan Devlet islerinin bir kolu tanir.
24 - Kara, hava, deniz tasimaciliginin düzenlenmesine ve gelisimine calisacagiz.  Bu üc cesit tasin araclarinin yurda tam degerinde fayda verebilmesi icin isletme ve tarifelerinde birbirini tamamlayici ve birbirini kollayici bir uyum kurmayi, yurdun ekonomik ihtiyaclarindan sayariz. Devlet deniz isletmesini, genis bir programla yürütecegiz. Bu arada silepciligi de önemli görmekteyiz.
25 - Ekonomik ergelerimize (amaclarimiza) yetecek olan büyük su isi ülkümüzdür. Kücük su islerimizi basarmak ilk hedeflerimizdendir.
26 - Bayindirlik islerimiz, her subeinde pratik ve verimli bir taplama (uygulama) programina göre kovalanacaktir. Büyük gürelme (verimlenme) ve kuvvetlenme araci olan demiryollarinin yapilmasina devam edecegiz.
Limanlarimizin yapilmasi her an göz önünde tuttugumuz islerdendir.
Il sosalari üzerinde calismakla beraber, memleketi baglayan iyi ve son teknige göre yapilacak köprülere ve sosa örülerine kavusmak icin, pratik bir program taplanacaktir (uygulanacaktir). Sosa yapilarinda demiryollarini da besleyecek dikel yönetler gözetilerek ekonomik düsünceye yer verilecegi gibi, yurdun güvenlik ve savgasi (savunmasi) düsüncesine de ayrica dikkat edilecektir.
27 - Posta, telgraf, telefon ve telsiz islerini teknikce üstün ve yurd ihtiyacina uygun bir düzene getirecegiz. Sehirlerarasi telefon baglarini durmadan arttiracagiz.
28 - Toprak ürünlerimizin kemiyet ve keyfiyetce basinda gelen bugdayin fiyatini, degerinden asagi düsürmemek, gerek üretmen (üretici), gerek yogaltman (tüketici) zararina olabilecek fiyat degisimlerini önlemek icin alinan tedbirleri daha genisletmek ve esaslandirmak, göz önünde tuttugumuz konulardan biridir.
Bunun icin girisilen silo ve ambarlar isine devam edecegiz. Yurd savgasi (savunmasi) ve beklenmedik kurak tehlikeleri icin, bugday stoku bulundurmak lüzumludur.
29 - Toprak ürünlerimizle yemislerimizi cikat (dissatim) tecimi icin elverisli surette kiplestirmeye ve ic endüstriye lazim olan kemiyet ve vasifta ilk maddeler yetistirlmesine cok önem veririz. Bunun icin tohum aritimi (islahi), fidanliklar ve asi isleriyle siki bir surette ugrasacagiz.
30 - Tarim endüstrilerinin ilerlemesi bas islerimizdendir.
31 - Üretmenin (üreticinin) emegini korumak icin, hayvan ve bitki hastaliklari ile savasacagiz.
32 - Topragimizin zenginliklerini, su kuvvetlerimizi ve ormanlarimizi isletmek ve degerlendirmek, calismalarimiz arasinda baslica yer alacaktir. Bütün memleketi elektriklestirme girisimini, Türk vatanini ilerletecek konularin basinda olanlardan sayariz. Bu türlü zenginliklerimizin hakikig kiymetlerini ve derecelerini belirtmek ve saptamak icin arastirmalara devam edecegiz. Bu girisimlere kapital kaynakligi edecek bir finans kurumu meydana getirmek amacimizdir. Bu isler Parti´nin devletcilik sifatinin baslica taplama (uygulama) konularidir.
33 - Hayvan cogaltma ve yegirtimine (islahina), hayvanciliga önem verilmesine, hayvan ürünü endüstrisinin ilerlemesine calisilacaktir.
34 - Her Türk ciftcisini yeter toprak sahibi etmek, Parti´mizin ana gayelerinden biridir. Topraksiz ciftciye toprak dagitmak icin özgü istimlak kanunlari cikarmak lüzumludur.
35 - Yurdumuzun cografik durumu ve ulusumuzun sosyal varligi ve ödevi, yurttaslarin sagligi, spor, savga (savunma) ve genel ekonomi bakimlarindan, denizcilige önem verilmesini ister. Parti, bütün devlet ve ulus islerinde bunun gözönünde tutulmasi lüzumuna inanir.

           DÖRDÜNCÜ KISIM

Finans
36 - Parti´mizce devamli ve hakikig olarak bütce denkligi fikri finansta esastir. Düzgün ödemeyi hazne icin önemli is saydigimiz kadar, yurttasin vergileri icin de ana fikir olarak aliriz.
37 - Vergi salnaklarini (matrahlarini), imkan oldugu kadar özürüt (net kazanc) ve aracli (dolayli) esaslara cevirmek hedefimiz olmakla beraber, vergi kanunlarimizi pratik ve taplama (uygulama) bakimindan özenle ve ulusumuzun ödeme kapasitesini kücümsemeyen bir düsünüsle her gün daha iyilestirme ve uygunlastirma yolundaki calismalara devam olunacaktir.
38 - Gümrük tarife ve islerini, ulusumuzun ekonomik asiglarina (cikarlarina) daha uygun sekillere koymaya calismak önedigimiz islerdendir.
39 - Kacakcilikla savasi, Türk haznesinin hakkini ve kuvvetini koruyan önemli bir konu sayariz.
40 - Tekit yönetgelerini (tekel yönetimlerini) devlet haznesi cin gelir oldugu kadar, üstünde calistiklari ürünlerimizin degerini korumak ödevlerinden dolayi, ulusal ekonomiye hizmet eden birer kurum olarak göz önünde tutariz.

            BESINCI KISIM

Ulusal Egitim
41 - Ulusal egitimde esas düsturlarimiz sunlardir:
A - Egitim siyasamizda temel tasi, bilimsizligi gidermektir. Kültür isinde, her gün daha cok cocuk ve yurttas okutup yetistirecek bir program güdülecektir.
 B - Kuvvetli cumhuriyetci, uluscu, halkci, devletci, laik ve devrimci yurttas yetistirmek, bütün ögretim derecelerinde yüküm ve özen noktasidir.
Türk ulusunu, Kamutay´i (Büyük Millet Meclis´ini) ve Türk devletini sayin tutmak ve tutturmak, bütün yurttaslara bir ödev olarak asilanacaktir.
C - Fikrig oldugu gibi bedenig gelismeye de önem vermek ve hele irayi (karakteri) ulusal derin tarihimizin gösterdigi yüksek derecelere cikarmak büyük gayedir.
D - Egitim ve ögretimde güdülen usul; bilgiyi, yurttasa, maddig hayatta basari elde ettiren bir cihaz haline getirmektir.
E - Egitim, her türlü urasadan (hurafeden), yad ve yabanci fikirlerden uzak, üstün, ulusal ve yurtcu olmalidir.
F - Her ögretim ve egitim kurumunda talebenin girisim kapasitesini kirmamaya, sevgenlik ve oksayisla özen göstermekle beraber, onlari hayatta kusurlu olmaktan, korumak icin, ciddig bir yasav (disiplin) ve düzene, icdem (icten) bir ahlak anlayisina alistirmak, önemli oldugu kanaatindeyiz.
G - Parti´miz, vatandaslarin, Türk´ün derin tarihini bilmesine üsnomal (olaganüstü) bir önem verir. Bu bilgi Türk´ün kapasite ve enerjisin, nefsine güven duygularini ve ulusal varliga zarar verecek bütün akimlara karsi sarsilmaz dayanimini besleyen kutsal bir evindir (cevherdir).
H - Türk dilinin ulusal, tükel (yetkin) bir dil haline gelmesi hakkindaki ciddig calismalara devam olunacaktir.
42 - Okullar hakkinda baslica fikirlerimiz:
A - Nomal (olagan)ilkögretim devri, bes yildir. Sehirlerde, köylerde, yahud köyler bölgesinde durum ve ihtiyaca göre, ilkokullar, bir program altinda arttirilacaktir. Köylerdeki okullarda saglik, yasayis ve icinde bulundugu cevre sartlari ile ilgili olan tarim ve zanaat fikirleri verilecektir.
B - Köy cocuklarimiza kisa zamanda pratik hayat icin lüzumlu bilgiyi verebilecek üc veya dört sömestirli köy okullari acilacaktir. Bunlarin, cocuklari yüksek ögretim derecelerine hazirlayan ilkokullardan ayri bir kip (tip) olarak kurulmasi planlanacaktir. Bu kip köy okullarinda, cocuklarin daha olgun yasta okumaya baslamalari ve okumanin arasiz devam etmesi ve bu isi Devletin, askerlik borcu gibi, siki tutmasi lüzumludur.
C - Ertik (meslek) ve zanaat okullariyla, zanaat gece okullari memleketin ihtiyacina yetisecek kadar arttirilacak ve lüzumlu kurslar acilacaktir.
D - Her il merkezinde ve ortaögrenimi memlekete yaymak esasi gözetilerek, gereken ilce bölgelerinde ortaokul bulundurmak lüzumuna kanigiz (kaniyiz). Ortaokullardan, uzak yerlerdeki yurt cocuklarinin rahat ve güvenlikle faydalanmalarini saglamak icin, talebeyi geceleri, para ile barindiracak örgütler meydana getirilmesine calisilacaktir. Bu okullarda icinde bulunduklari cevenlerle (cevrelerle) ilgili olan ertik (mesleki) bilgilerin verilmesine özenilecektir.
E - Liselerimizi, yüksekögrenime tam kapasiteli talebe yetistirecek surette her bakimdan pekistirip taplayacagiz (uygulayacagiz).
F - Üniversite ve yüksekokullarimiz kendilerinden beklenen sonuclari verebilecek tükellige (yetkinlige) cikarilacaktir. Üniversitelerin sayisini arttirmak fikrindeyiz.
43 - Az nüfuslu birkac köyü okutacak nomal (olagan) ilkokullarla, ayri kipteki (tipteki) köy okullari icin pratik yoldan yati evleri kurdurulur ve korunur.
44  - Güzel zanaatlara, hele müzige, devrimin yüksek anlayisina uygun bir surette önem verecegiz.
45 - Müzelerimizi zenginlestirecek kiymetteki tarih eserlerinin toplanmasina ve bu erge (amac) ile kazilar yapilmasina önem verilecek ve eski eserlerin siniflanmasina ve gerekenlerin, bulunduklari yerlerde iyi korunmasina özen gösterilecektir.
46 - Kitap, yayin ve kitapsaray isleri Parti icin önemlidir. Sehirlerde kitapsaraylar, kent ve köylerde okuma ev ve odalari kurmak ve arttirmak isteriz.
47 - Kültür ve egitim islerimiz, bugünün yarinin gösterdigi ve gösterecegi ihtiyaclara göre önden gören bir düzenle planlanacak ve bütün ögretim asamalari ile zanaat ve ertik (meslek) ihtiyaclari bu plana göre düzenlenecektir.
48 - Klasik okul yetistirmesi disinda, yigina, devamli ve Türkiye´nin ilerleyis yollarina uygun bir halk egitimi vermeyi uygun görürüz. Bu hizmet icin calisan halkevlerini devlet, imkan elverdigi kadar koruyacaktir.
49 - Parti, bir devrim müzesi kuracaktir. Bunu, halka devrim  fikir ve duygularini asilamak icin etkin arac sayariz.
50 - Türk gencligi onu temiz bir ahlak, yüksek bir yurt ve devrim aski icinde toplayacak ulusal bir örgüte baglanacaktir. Bütün Türk gencligine sevk ve sihhatlerini, nefse ve ulusa imanlarini besleyecek beden egitimi verilecek ve genclik devrimi ve bütün erkinlik (bagimsizlik) sartlari ile yurdu korumayi en üstün ödev taniyan ve onlari, bu ödev ugrunda bütün varliklarini vermeye hazir tutan bir düsünüsle yetistirilecektir.
Bu ana egitimin tam sonuc vermesi icin, Türk gencliginin, bir yandan düsünmesi, karar verme ve girisim alma gibi yüksek basarim kuvvetleri gelistirilecek ve öte yandan, genclik, onu her zorlu isin basarilmasinda tek unsur olan siki disiplinin etkisi altinda calistirilacaktir.
Türkiye´de spor örgütü de bu esaslara göre düzenlenecek ve yürütülecektir.  Yapilacak genclik örgütünün, üniversite, okullar ve enstitüler, halkevleri, toplu isci kullanan fabrika ve kurumlarla yukaridaki gayelere göre, is ve yönet birlikleri, düzenlenecektir.
Yurtta beden ve devrim egitimi ile spor islerinde biteviyelik (yeknesaklik) göz önünde tutulacaktir.
Okullarda, Devlet kurumlarinda ve özel kurum ve fabrikalarda bulunanlar, yaslarina göre, beden egitimi ile ugrasmak yükümü altina alinacaktir. Spor ve beden egitimi icin lüzumlu olan alan ve kurumlar meydana getirilecektir. Spor alanlari icin özel yönetgeler (idareler) ve sarliklar (belediyeler) ilgilendirilecektir.
51 - Parti, radiyoyu ulusun kültür ve siyasal egitimi icin en degerli araclardan sayar. Kuvvetli verici istasyonlari kuracagiz. Almaclarin (alicilarin) kolay ve ucuz elde edilmesine calisacagiz.Sinemanin ulusa faydali olmasini is edinecegiz.
52 - Ulusal opera ve tiyatro önemli islerimiz arasindadir.

                     ALTINCI KISIM

       Sosyal hayat ve kamusal sihhat
53 - Türk sosyal hayatinda, aile esastir.
54 - Nüfusumuzu arttirmak ve gelecek nesli saglam ve gürbüz yetistirmek her zaman dikkatli güdülecek islerimizdendir.
55 - Sehir ve kentlerimizle köylerimizin sihhig sartlarini ve icilecek sularini fennig usullere göre düzeltmek ve köy evlerini iyilestirmek ve köylerimizin saglik bilgilerini yükseltmek icin programla calisacagiz.
56 - Parti´nin, cocuk hayati ve analarinin sihhati ile derin ilgisi vardir. Bunun icin calismalara asagidaki ana hatlar üstünde devam edecegiz:
A - Dogum evlerini arttirmak, Devletin hasta yurtlarinda ayrica dogum hizmetleri ayirtmak, parasiz dogum yardimlari saglamak ve cocuk bakimi ögretmek icin her ögretme aracindan faydalanmakla beraber, ilmig ebe ve baki kadinlarini cogaltmak.
C - Isci olan yerlerde isci analari ve cocuklarini korumak
57 - Kimsesiz cocuklar ve yardima ihtiyaci olan ihtiyarlar ve sakatlar ulusan atagligi (vesayeti) ve koruyuculugu altindadir.
58 - Iscilerin ve ailelerinin sihhig ve sosyal bakimdan ihtiyaclarinin saglanmasi ile ugrasacagiz. Hayatini calisarak kazanmak yükümü altinda bulunan kadinlar icin, is bölgelerinde kresler acmaga devam edecegiz.
59 - Sihhat islerinin Parti´miz icin ayral (müstesna) bir önemi vardir. Bu yoldaki calismalar, genel ihtiyac nisbetince ve devamli bir surette genisletilecektir.
60 - Sitma, verem, frengi, trahom gibi bulasik hastaliklarla savasa devam edecegiz.

                        YEDINCI KISIM

  Ic, tüzel (adli) ve dis siyasa; isyarlar (memurlar), özgür ertik (meslek) sahibleri


61 - Bütün devrim sonuclarini, yurttaslarin tam güvenligini ve ulusal düzen ve yasavi (disiplini), ic ve tüzel örgüt ve kanunlari ile koruyan ve hicbir hadise veya etki karsisinda sarsilmayan bir hükümet otoritesi kurmak  ve isletmek islerimizin temelidir.
62 - Nüfusumuzu arttirma prensibimizi taplarken (uygularken), yurtdisindan gelecek Türklere imkan olan her yardimi ve kolayligi gösterecegiz.
63 - Tüzel siyasamizda hak yerlerinin (mahkemelerin) kurulusu kanunu, halkin ihtiyacina ve memleketin asigina (cikarina) en uygun gelecek surette yapilacak ve tamamlanacaktir.
Inancali olan, basit, pratik ve süratli dava usullerini genisletecegiz.
Yüret (yürütme) ve bildirge islerinde istenen sonuclari süratli ve kolay olarak saglayacak tedbirler alacagiz.
Tutaklar ile kapsiklari (mahpuslari) ayirmaya ve hapisevlerini birer uslanma yeri haline getirmeye calisacagiz.
64 - Yurtta baris ve dünyada baris, baslica prensibimizdir.
65 - Ulusun yüksek asigini (cikarini) her vakit göz önünde tutarak bütün dikkatleri ile hayatlarini, hizmetlerine hasreden isyarlar (memurlar) her türlü baysallik (huzur) ve genlige (refaha)deger kazanirlar.
66 - Türkiye´de cins ve klas (sinif) fikirlerini yayma ve klas kavgasi ergesi (amaci) ile cemiyet kurulmayacaktir. Devlet, özel yönetgeler (yönetimler) ve sarbayliklarla (belediye baskanliklariyla) devlete bagli kurumlardan hizmet karsiligi aylik ve akti (ücret) alanlar bulunduklari isin sifat ve özlügü ile cemiyet kuramazlar.
67 - Talebe cemiyetleri adini tasiyan kurumlar, hicbir suretle siyasa ile ugrasamazlar ve hic bir suretle bulunduklari okulun, fakülte ve enstitünün yönetgesine karsi herhangi bir harekette bulunamazlar.
68 - Türk iscilerini ve esnafimizi, ulusun ana varligi icinde, o varlik icin kuvvet ve fayda verici yolda ve Parti programinin cercevesi icinde, örgütlemeyi is edinecegiz.
69 - Arsiulusal ergelerle (uluslararasi amaclarla) cemiyet yapilamayacagi gibi, kökü yurtdisinda olan cemiyetler kurmak da yasak olacaktir.
Uluslar arasinda beraberlik yapmakta Devletin fayda görecegi ergelerle (amaclarla) cemiyet kurmak veya kurulu olanlarin subelerini acmak icin Bakanlar Kurulu´nun karari lüzumludur.
70 - Isyar olmayan özgür ertik (serbest meslek) sahiplerinin ulusal Türk varligi icin lüzumlu ve faydali olan hizmetlerine, Parti deger verir. Bunlarin kapasite ve hizmetlerinin karsiligini görmeleri icin, calismalarini kolaylastirmak ödevlerimizdendir.
71 - Yeni Türkiye´nin hayatinda, köyü, her bakimdan önemli sayariz. Köylünün sihhat güleryüzlülügü, kültür ve devrim anlayisinda degerli ve ekonomik alanda varlikli olmasi bütün calisma kollarimiz icin önemli bir is olarak göz önünde tutulacaktir.

                   SEKIZINCI KISIM

             Vatan Savgasi (savunmasi)

72 - Vatan savgasi ulusal ödevlerin en kutlusudur. Gereginde, bu ugurda canli cansiz bütün varliklarini ve kuvvet araclarini kullanmagi esas tutariz. Parti, askerligi bütün vatandaslara ayrasiz (istisnasiz) taplanmasi (uygulanmasi) esasini onamistir. Türk ordusu her türlü siyasal düsünce ve etkilerin üstündedir. Ordunun kendisine verilen yüksek ödevi her vakit basarabilecek erkte ve son teknik araclarla cihazlanmis olmasina özen veririz.
73 - Devletin yüksek kuraminin (teskilatinin) sarsilmaz temeli olan ve ulusal ülküyü, ulusal varligi ve devrimi kollayan ve koruyan Cumhuriyet ordusunun ve onun özverili ve kiymetli izdeslerinin (mensuplarinin), her vakit sayra (saygin) ve serefli tutulmasina özen gösteririz.
(*)Kaynak:Kemalist Devrim - 6   Atatürk´ün  CHP Program ve Tüzükleri kitabi  - sayfa 171 - 192 Dogu Perincek

73 maddelik parti programi ittifakla kabul edilmistir. Ayni zamanda bir hükümet programi da olabilen parti programinin icinde bulundugu zaman ve sartlara göre ne kadar cagdas ve yurttas odakli oldugu, "modern" zamanlardaki karsidevrim hükümetlerinin unutturmaya calistigi  bir program olarak tarihteki serefli yerini almistir...

http://www.sinanmeydan.com.tr/index.php?option=com_content&view=article&id=407:kemalizm&catid=62:yazlar&Itemid=228


     


























Hiç yorum yok: