25 Mart 2016 Cuma

Cumhuriyet’in Kuruluşunda Türklük ve Türkiyelilik Tartışmaları - Sinan MEYDAN



Kavrayıcı ve Birleştirici Ulus AnlayışıCumhuriyet’in Kuruluşunda Türklük ve Türkiyelilik Tartışmaları

1913 Balkan Savaşları, 1914-1918 I. Dünya Savaşı ve özellikle Çanakkale’de düşmana karşı kenetlenme, kardeşlik, birliktelik, 1919-1922 Kurtuluş Savaşı’yla taçlanmıştır.

11 yıllık yorucu yıpratıcı savaşlar, Anadolu’da kol kola emperyalizme karşı mücadele eden insanları tüm farklılıklarına rağmen bir araya getirip kaynaştırmıştır.

1913-1922 yılları arasındaki 11 yıllık savaş süreci ve hemen sonrasındaki Lozan Antlaşması ve Mübadele ile Hristiyan etnik unsurların Anadolu’dan ayrılması, buna karşın özellikle Balkanların kaybedilmesinden sonra oradan ayrılan Türklerin Anadolu’ya gelmesi Anadolu’daki Türk nüfus oranını arttırmış, bu durum Türk ulus devletine giden yolu açmıştır. Ancak yine de Türkiye Cumhuriyeti kurulurken Anadolu’da Türkler homojen değildir, hala Anadolu’da Hıristiyan, Müslüman başka etnik unsurlar vardır. Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti kurulurken ırka/soya veya dine, mezhebe dayalı değil, aidiyet duygusunu esas alan “vatandaşlık bağına” dayalı bir millet tanımı yapılmıştır, işte tam da bu nedenle 1924 Anayasası’nın 88. Maddesinde “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle (Türk) ıtlak olunur”denilmiştir.

Hiç şüphesiz çok uluslu bir imparatorluktan ulus devlete geçiş süreci çok kolay olmamıştır. Bu geçiş sürecinde büyük sancılar, çetin tartışmalar yaşanmıştır. Bu süreçte kimi çevrelerce çok abartılan bazı yanlışlar da yapılmıştır. Ancak burada gözden kaçırılmaması gereken nokta, bu değişimin ve dönüşümün (imparatorluktan ulus devlete geçişin) tarihin bir zorlaması olduğu gerçeğidir. Türk ulus devleti, 11 yıllık emperyalist paylaşım savaşlarıyla dağılıp parçalanan bir imparatorluktan geriye kalan Türklerin, (Osmanlıdaki diğer uluslar çoktan bağımsızlıklarını kazanıp kendi devletlerini kurmuştur) ana yurt Anadolu’da varlığını devam ettirme savaşının zorunlu bir sonucudur.

Türk ulus devletinin kurucu metni 1924 Anayasası’dır.1924 Anayasası hazırlanırken Meclis’te “Türk milleti”nin nasıl tanımlanacağı bir hayli tartışılmıştır. Milleti tanımlayan 88. Madde görüşmelerinde öncelikle “milliyetin” mi yoksa “tabiiyetin” mi dikkate alınması gerektiği tartışılmış, daha sonra Bozok Mebusu Ahmet Hamdi Bey“Türk ahalisinden olup Türkiye harsını kabul edenlere Türk ıtlak olur” denilmesini önermiş, Celal Nuri Bey, Lozan Antlaşması’nın 39. Maddesi nedeniyle böyle bir tanım yapılamayacağını belirtmiştir. Daha sonra söz alan Hamdullah Suphi Bey, sınırlarımız içinde yaşayan herkese Türk demek amacında olduğumuzu ancak, Mübadele ile gayrimüslim azınlıkların ülkeden çıkarılmakta olduklarını, bu süreçte bu unsurlara da Türk denilmesinin sorun yaratacağını, ülkemizde kalan Ermenilerin ve Rumların da bu durumu kabul etmeyeceklerini belirtmiştir. Hamdullah Suphi Beydevamla, eskiden, ayrı terbiyeleri, ayrı okulları, ayrı dilleri olmayan, Türk şiirleri yazan, Türk ninnileri söyleyen Ermenilerin araya giren propaganda, nifak sonunda edebiyat, müzik, kilise ve okullarla bizden ayrılmaya başladıklarını, kalplerinin artık farklı atmaya başladığını, bu nedenle bu insanlara Türk demekle Türk olmayacaklarını ifade etmiştir. Hamdullah Suphi Bey sözlerini şöyle sürdürmüştür:

“Başka ülkelerde başka azınlıkların yaptığını kabul ediniz. Fransa’da yaşayan Musevi nasıl Fransız gibi başka mektepten vazgeçmişse, nasıl başka lisan konuşmuyorsa, nasıl Fransa’yı benimsemiş ise, mekteplerinizi kapatınız, Ermeniliği terk ediniz, Türk harsını kabul ediniz, ondan sonra size Türk deriz. Fakat siz, dil ayrılığını, okul ayrılığını, devlet ayrılığını güdünüz, ondan sonra geliniz ve bana deyiniz ki, bizi Türk telakki et! Eğer böyle muhalif iseniz elimden gelmez. Çünkü ruhumun inanmasına imkân yoktur. O halde arkadaşlar madde bizim aleyhimizde kullanılabilir. İzahata muhtaçtır. Türk diye geçerse bizim aleyhimize kullanırlar buna emin olunuz.”


Daha sonra söz alan Celal Nuri Bey, eskiden bir Osmanlı sıfatının olduğunu, bu sıfatın herkesi kapsadığını, bu sıfatı ortadan kaldırıp yerine Türkiye Cumhuriyetini kurduğumuzu, ancak bu Türk cumhuriyetinin de tüm bireylerinin Türk ve Müslüman olmadığını belirterek “Bunları ne yapacağız? Ortada bir Rum var, bir Ermeni var, bir Yahudi var, türlü türlü anasır var. Çok şükür ki azınlıktır. Bunlara eğer Türklük sıfatını vermeye çeksek ne diyeceğiz?” diye sorunca“Türkiyeli!” sesleri yükselmiştir.

Bunun üzerine Celal Nuri Bey, “İstirham ederim Türkiyeli hiçbir manaya gelmemektedir. Ayrıca Lozan Antlaşmasının 39. Maddesi gereği hiçbir fark olmayacaktır.” demiştir.

Ahmet Hamdi Bey“İsimce değil de hukukça” diye seslenmiştir. Buna Celal Nuri Bey şu karşılığı vermiştir:

“Müsaade buyurun fark olmayacaktır. Fark olmayınca şu Türk’tür, şu Türkiyelidir demek ikiye ayırmak mümkün değildir. (...) Lozan Antlaşması’nın 39. Maddesi gereğince Müslümanların yararlandıkları aynı medeni ve siyasi hukuktan istifade edecekler denildiği için hiçbir fark yoktur. Binaenaleyh Hamdullah Suphi Bey’e soruyorum, bunlara Türklük sıfatını vermeyelim de ne yapalım? Elimizde ikinci bir imkân var mıdır?”

Bunun üzerine Mazhar Müfit Bey“Buraya, yalnız ‘din ve ırk farkı olmaksızın tabiiyet bakımdan’ desek nasıl olur?” diye sormuştur. Bu “tabiiyet” konusu bir süre tartışıldıktan sonra reddedilmiştir. Hamdullah Suphi Bey, maddenin “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle Türk ıtlak olunur” şeklinde düzeltilmesini istemiştir.

Madde bu şekliyle oya konulup kabul edilmiştir. (TBMM Zabıt Ceridesi, s. 908-911).


Hiç yorum yok: