Ege Denizi Balkan ve Anadolu yarımadaları arasında yer alan bir iç denizdir. Bu hali ile Ege Denizi iki yarım ada arasında bir köprü konumuna sahip bulunmaktadır. Balkanlardan yola çıkarak Anadolu’ya geçerken, ya da tamamen tersi bir doğrultuda Anadolu’dan yola çıkarak Balkanlara doğru ilerlerken Ege Denizinin iki yarım adayı birbirine bağlayan ana köprü olduğu görülmektedir. Genel coğrafi konumu, boyutları, sınırları ve içerisinde barındırdığı binlerce ada ile yeryüzünde benzersiz bir konuma sahip bulunan bir deniz olarak, Ege Denizi kendine özgü bir yapıya sahip bulunmaktadır. Çeşitli boyutlarda birbiri ardı sıra dizilmiş olan adaların arasında koylar ve körfezler, boğazlar, burunlar ve benzersiz doğa çeşitleri ile dünyanın en güzel deniz bölgelerinden birisi olan Ege denizi, bu konumu ile dünya turizminin önemli merkezlerinden birisidir. Özellikle batının zengin ülkelerinden bu denize gemi turları ya da çeşitli turizm programları ile gelmekte olan turistlerin katkıları ile her geçen gün dünya gündeminde daha fazla yer alan Ege Denizi, her açıdan görülmeye değer bir bölge olarak insanları etkilemektedir. Yarım adalar arasında yer alan birbirine benzemeyen binlerce ada Ege bölgesinin göstergesi olarak dünya turizminde yerini almaktadır.
Sahip olduğu irili ufaklı üç binden fazla ada ile dünya haritasında yerini alan Ege Denizi üzerinde hakkaniyete uygun bir sınır çizimi yapılmamış ve bölgenin büyük devleti olarak Türkiye Cumhuriyeti öne çıkarken, bölgenin küçük devleti olan Yunanistan'a üç binden fazla ada bırakılmıştır. Türkiye ise ancak elli civarında ada ile yetinmek durumunda kalmıştır. Ege Denizinin batısında yer alan Balkan yarımadası boyunca Yunanistan devleti yer alırken, doğu kısmında yer alan Anadolu yarımadası üzerinde de Türkiye Cumhuriyeti devleti yer almıştır. Ege'nin karşı kıyılarında iki ayrı devlet yer alırken en azından deniz üzerindeki adaların eşit koşullarda paylaşılması gerekirdi. Ne var ki, Osmanlı İmparatorluğunun çöküşünden sonra yapılan antlaşmalarda batının önde gelen Hristiyan Devletleri Yunanistan'ın yanında yer aldıkları için, yeni kurulan Yunan devletine Ege adalarının neredeyse yüzde doksanına yakını bırakılmıştır. Avrupa tarihini Eski Yunan döneminden başlatan batılı tarih kitaplarının etkisi altında kalan batının önde gelen Hristiyan devletlerinin, yeni kurulan Yunan devletine sempati ile baktıkları ve her aşamada Yunanistan'ı destekleyerek, Balkanlar’da yeni bir Bizans İmparatorluğu yaratmaya çalıştıkları görülmüştür. Osmanlı Devleti çöktüğü için Balkanlar ve Anadolu üzerinde yeni haritalar çizilirken, arada kalan Ege Denizi de yeni yapılanmaya uygun olarak bir uluslararası antlaşma ile yönlendirilmeye çalışılmış ve bu durumdan Müslüman Türk devleti, Hristiyan batı blokunun Yunanistan'ın arkasında yer alması nedeniyle zararlı çıkmıştır. Devletlerin büyüklüğüne göre hareket etmek, ya da iki karşı kıyıda yer alan farklı devletler arasında iç deniz olan Ege’nin adalarını eşit koşullarda paylaştırmak gibi izlenmesi gerekli diplomatik yol ve yöntemlerden uzak hareket eden batılı emperyalistler, din akrabalığı çizgisinde hareket etmeyi tercih edince, Ege Denizinde dünya tarihinin en önde gelen haksızlıklarından birisi yapılarak küçük devlete, adaların neredeyse tamamına yakın bir miktarı devredilmiştir. Böylesine haksız bir yeni düzen kurulması nedeniyle, Ege denizi üzerindeki sorunlar giderek artmış ve batının şımarık çocuğu gibi davranan Yunanistan Cumhuriyeti, Türklere bırakılan bir avuç adayı da işgale kalkışmıştır. Bazen daha da ileri giderek, Türk tarafına bırakılmış olan adaların uzantısı konumundaki kayalıklara asker çıkartılarak açık işgal girişimleri gündeme getirilmiş ve böylece Ege sorunu zaman zaman tırmandırılarak, kısmi bölgesel çatışma ya da savaşlar çıkartılmaya çalışılmıştır.
Ege kıyılarının çok girintili çıkıntılı olması, denize doğru uzanan sıradağlar arasında verimli vadilerin yer alması ve Avrupa ve Asya kıtaları arasında meydana gelmiş bir jeolojik çöküntünün kalıntıları olarak çeşitli büyüklükte adaların bulunması, kara görmeyen hemen hemen hiç bir noktasının bulunmaması, iki kıta arasındaki çeşitli ilişkilerin kolaylaştırılıp geliştirilmesinde etken olmaktadır. Fay hatlarının çöküntü geçirdiği ve çok büyük yer sarsıntıları ile bölge ile birlikte denizin de yapı değiştirdiği bu alanda, dünyanın hiçbir bölgesine benzemeyen bir doğal yapı ortaya çıkmıştır. Coğrafi açıdan Akdeniz’in bir parçası olan Ege Denizi, bu büyük denizden çok farklı bir konuma sahip bulunmaktadır. Dünyanın merkezi denizi olan Akdeniz içinde çok büyük adaları barındırırken, Ege Denizi bunun tamamen tersi bir doğrultuda birbirinden çok farklı boyutlarda küçük adaları da içinde barındırmaktadır. Akdeniz gibi Ege Denizi de tarih açısından bir uygarlıklar denizi olarak kabul edilebilir. Tarihin en büyük mitolojilerinden birisi olan Atlantis’in Ege denizinin bulunduğu yerde olduğu ve belirli bir aşamadan sonra büyük bir deprem ile yok olduğu ve bu aşamadan sonra çökmüş olan Atlantis kıtasında var olan yüksek tepelerin Ege denizin de adalar olarak varlıklarını sürdürdüğü belirli bilim çevreleri tarafından öne sürülmüştür. Bazı adaların çok farklı jeolojik yapılara sahip olması da, bu gibi teorilerin ortaya atılmasına giden yolu açmıştır. Kömür gibi siyah renkli bir Santorini adası, Ege Denizi’nin geçmişi ile ilgili çok farklı görüşlerin ortaya atılmasına neden olmuştur.
Akdeniz kıyılarında tarihin çeşitli dönemlerinde çok farklı devletler kurulduğu gibi Ege Denizinin de iki kıyısında birbirinden çok farklı devletler zaman zaman gündeme gelebilmiştir. Eski Yunan denilen dönemde bugünkü Yunanistan topraklarında hüküm süren şehir devletleri Batı uygarlığının ilk ortaya çıktığı dönem olarak kabul edildiği için batının Hristiyan devletlerinin Yunanistan’a kendilerini daha yakın hissederek Ege bölgesine baktıkları zaman içinde belli olmuştur. Ayrıca, Miken ve Minos uygarlıklarının Ege adalarında ortaya çıktığı, Rodos ve Girit gibi büyük adalarda zaman zaman farklı devlet modellerinin gündeme geldiği tarih kitapları tarafından dile getirilmektedir. Zamanında Ege adalarından olan Samos adasını ise rahiplerden birisi din devletine dönüştürerek burayı dünyanın merkezi olarak ilan etmekten çekinmemiştir. Bu gibi örneklerin gösterdiği üzere, Ege Denizi de tıpkı Akdeniz gibi bir uygarlıklar denizidir. Böylesine bir geçmişinin bulunması yüzünden Hristiyan batı ülkeleri Ege adalarını Avrupa’nın bir parçası görerek, bu denizin içindeki bütün adaları Hristiyan Avrupa kıtasının bir temsilcisi olan Yunan devletine vermekten hiç çekinmemişlerdir. Bu denizde Yunanistan’dan daha fazla bir kıyı şeridine sahip olan Türkiye’nin sahip olduğu konumundan gelen hakları doğrultusunda adaların çoğunluğuna sahip olmasına izin vermemişler, hatta daha da ileri giderek Türkiye’nin bu doğrultuda harekete geçmesini önleyici girişimleri örgütlemekten de hiç çekinmemişlerdir.
Türkiye açısından sahip olduğu uzun kıyı şeridi yüzünden yaşamsal öneme sahip olan Ege Denizinin bütünüyle Yunanistan’a devredilmesi çok büyük sorunlara yol açmıştır. Türk devleti kendi güvenliği açısından bu denizin kıyılarında gerekli olan önlemleri alma konusunda zorlanırken, küçük devlet Yunanistan, sahip olduğu geniş adalar denizi üzerinden Türkiye’ye karşı yeni bir hegemonya girişimini başlatmıştır. Türk devleti adaların konumu yüzünden sahip olduğu kara suları boyunca kendi sınırlarını koruyucu önlemler alamazken, Yunan devleti sahip olduğu adalar üzerinden geliştirdiği deniz manevraları ile Türkiye’ye bırakılmış olan birkaç adanın uzantısı olan kayalıkların elden gittiği hatta batının şımarık çocuğu olarak hareket etmekten çekinmeyen Yunanistan’ın Türklere ait olan adalara bile asker çıkartmaktan çekinmediği anlaşılmıştır. Kendisine bırakılan üç binden fazla ada dururken, Türk adaları üzerine Yunan askerlerinin çıkartılması iyi niyetli bir NATO ortaklığı olmanın ötesinde, kötü niyetli bir emperyalist girişim olarak öne çıkmıştır. Komşunun bu ileri giden umursamazlığı bazen savaş ortamını bile oluşturmuş ve iki ülkeyi karşı karşıya getirmiştir.
Tarih boyunca Ege Denizi’nin geçmişine bakıldığı zaman, bu iç denizin iki kıyısında farklı devletlerin bulunması halinde savaş çıktığı ama bu denizin iki kıyısında tek bir devletin egemen olduğu aşamalarda ise barış ortamına geçildiği görülmektedir. Roma, Bizans ve Osmanlı İmparatorlukları dönemlerinde Ege bölgesinde barış olmuş ve bu durumda savaş çıkmamıştır. Ne var ki, Osmanlı devleti sonrasında iki karşı kıyıda farklı devletlerin ortaya çıkması durumunda ise, bir Türk-Yunan savaşı ulusal kurtuluş savaşı aşamasında gündeme gelmiş ve Yunanlılar Türklerin Ege bölgesini işgal ederek kendi merkezlerine bağlı bir Ege devleti kurabilmenin yollarını aramışlardır. Bu konuda Yunanlılar başarısız kalınca, Türk ordusu Yunanlıları denize dökerek Ege bölgesinde yeniden bir Türk hegemonyasını tesis etmiştir. Anadolu ve Doğu Rumeli bölgelerinde Misakı Milli sınırlarını gerçekleştiren yeni Türk devleti bu sınırların dışına çıkarak Yunanistan’a karşı bir saldırıya geçmemiş ve uluslararası antlaşmalar ile çizilmiş olan Ege Denizindeki sınırlara ve yapılanmaya uygun hareket ederek barışın tesisine katkıda bulunmaya çalışmıştır. Yirminci yüzyıl boyunca Ege kıyılarında iki ayrı devlet bulunduğu için çatışma hiç eksik olmamış, Yunan devletinin sorumsuz tutum ve davranışları yüzünden Türkiye Cumhuriyeti donanması ile kendi kara sularında güvenlik önlemleri almak zorunda kalmıştır. İki devletin Ege Denizi üzerinde çekişmesinden rahatsız olan bir Yunan Profesörü, Kanada üniversitelerinde “Ege Federasyonu “ adı ile bir kitap yazarak Türk ve Yunan devletlerinin böylesine bir Federasyon kurması sayesinde Ege Denizi üzerinde kalıcı barışın kurulabileceğini, aksi takdirde bu deniz etrafında çatışmaların sonsuza kadar devam edeceğini açıkça yazmıştır. İstanbul’un merkez olacağı böyle bir Federasyon önerisini Türk tarafı, kendi devlet modeli nedeniyle ciddiye almamıştır.
Ayrıca, küreselleşme dönemine geçilmesiyle birlikte bir de ABD ve İsrail ikilisinin gündeme getirdiği bir “Küresel Balkanlar Projesi “ tartışma alanına getirilmiştir. Bu projede, Yunanistan ve Bulgaristan devletlerinin parçalanarak küçültüleceği ama Makedonya devletinin ise “Büyük Makedonya “ adı altında büyütüleceği, bu doğrultuda Selanik ile birlikte güney Makedonya bölgesinin, Yunanistan’dan koparak Büyük Makedonya devleti sınırları içerisinde yer alacağı ileri sürülmektedir. Bu proje Yunanistan’ı parçaladığı için Ege denizi kıyılarına üçüncü bir devletin girmesinin de yolunu açmaktadır. Selanik ve güney Makedonya’nın Yunanistan’ dan kopması ile birlikte Ege denizi kıyılarına üçüncü bir devletin girmesi söz konusu olacağı için, Ege denizi üzerindeki çatışma ve çekişmelerin daha da artması kaçınılmazdır. Selanik’in yeniden başkent olacağı bir Büyük Makedonya devleti Ege Denizi kıyılarında kurulursa o zaman, Türk-Yunan çatışmalarını bu kez de Yunan-Makedon çatışmaları ve çekişmeleri izleyecek ve bu durumda bir Ege barışından söz edebilmek hiç bir zaman mümkün olamayacaktır. Bu arada, Trakya ya da İyonya gibi yeni küçük devletler küreselleşme sürecinde dış destekler ile Ege kıyıları üzerinde gündeme gelirse o zaman Ege denizi sürekli olarak bir çekişme ve çatışma alanına kaçınılmaz olarak dönüşecektir. Girit adasının zamanla Yunanistan’ın elinden çıkartılarak bir İsrail adasına dönüştürülmesi, bölgedeki dengeleri olumsuz olarak etkileyecek ve Ege bölgesini Orta Doğu bataklığının içine doğru çekebilecektir.
Doğu Akdeniz’de bir uçak gemisi konumunda yer alan bir büyük ada olarak Kıbrıs’ın bu bölgedeki hegemonya çekişmelerinin gelecekte ana konusu haline gelebileceği, Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşayan Türklerin Anadolu’ya geri gönderileceği, adanın güney bölgesinde yaşamakta olan bir milyondan fazla Rum asıllı Kıbrıslıların zamanla Ege adalarına sürüleceği ve şu an bomboş olan Ege adalarına bir milyon Rum’un taşınmasından sonra bu adalar üzerinde Yunanistan’dan ayrı olarak bir Ege Cumhuriyetinin kurdurulabileceği zaman zaman ortaya atılarak, bölgenin geleceği doğrultusunda öngörülerde bulunulmaktadır. Kıbrıslı Rumların Orta Doğu bölgesinden uzaklaştırılmaları amacıyla bir Ege Cumhuriyeti projesinin Ege adaları üzerinde gündeme getirilmesi, yeni bir durum olarak bölge kamuoyunda ele alınarak tartışılmalı ve bir karara varılmalıdır. Rumlar ile birlikte Türklerin de Kıbrıs adasından kovulmaları hem Türkiye’yi hem de Yunanistan’ı yakından etkileyeceği için Ege Denizinde farklı bir yapılanmayı da beraberinde gündeme getirerek zorlayacaktır. Kıbrıs’ta eski Bizans kalıntısı olarak yaşayan Rumların, Ege adalarında ayrı bir cumhuriyet kurmaya yönlendirilmeleri İsrail destekli bir proje olarak öne çıkarılmaktadır. İsrail gazının Avrupa’ya taşınması aşamasında Kıbrıs ve Girit adaları birer taşıyıcı merkez olarak yeni dönemin koşullarında öne çıkarken, Ege Denizi de Anadolu ve Balkan yarımadaları gibi bir enerji terminali bölge konumuna gelmektedir. İsrail’in karşı kıyısında yer alan Kıbrıs adasında, Siyonizm Hristiyan ya da Müslüman bir yapılanma istemediği için, Türkleri Anadolu’ya gönderirken, Hristiyan Rumları da Ege adalarına geri gönderilerek yeni bir Bizans İmparatorluğu oluşumu gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır.
Ege adalarının Yunanistan’ın elinden alınarak ayrı bir Ege Cumhuriyeti kurulması ile birer Trakya ya da İyonya devletlerinin kurulmak istenmesi, küresel emperyalizmin ütopyaları olarak gündeme gelirken, bu durumda bölünecek olan Türk ve Yunan devletlerinin akıllarını başlarına toplayarak yeni durumları bir kez daha düşünmeleri ve bu durumda küresel emperyalizme karşı işbirliğine girerek kendi hegemonya alanlarında yeni küçük devletçiklere karşı çıkmaları, bölge barışı açısından gerekmektedir. Yunanistan’ın eskisi gibi şımarıklıklar yapmasına izin verilmemeli, Türk devletinin daha önceki aşamalarda gerçekleştiremediği güvenlik önlemlerini daha da genişleterek alması gerekmektedir. Suriye iç savaşının bahane edilerek Müslüman bölge halkının Avrupa kıtasına doğru taşınmaya çalışılması aşamasında, Ege denizi kendiliğinden öne çıkmakta ve Orta Doğunun Müslüman halkının Ege Denizi üzerinden Avrupa kıtasına doğru taşınması aşamasında Türkiye’nin Ege kıyıları ile birlikte Ege adaları da kendiliğinden gündeme gelmekte ve Ege sorunu günümüzde Orta Doğu ülkelerinden kovulan Müslüman göçmenler sorunu olarak devam edip gitmektedir. Türk devletinin Ege kıyıları göçmenler için hareket noktasına dönüştürülürken, Ege adaları da Avrupa kıtasına geçiş aşamasında birer köprü olarak kullanılmaya başlanmıştır. Ege Denizi iki kıta ve iki devlet arasında bir ortak alan olarak konumunu sürdürürken, Orta Doğu’daki emperyalist savaşın yarattığı göç koşullarında Avrupa kıtasına yönelen bir büyük yönelişin uygulama alanı olarak öne çıkmaktadır.
Üç bin adanın onda biri oranındaki üç yüz adada Yunan devletinin vatandaşları yaşarken, Ege adalarının onda dokuzu bomboş bir durum sergilemektedir. Şimdilik, Avrupa kıtasına gitmek için yola çıkmış olan göçmenler için birer ara istasyon görünümüne kavuşmuş olan Ege adaları önümüzdeki dönemde giderek artan bir biçimde savaştan kaçan göçmenlerin yeni yerleşim alanları olabilecektir. Gelecekte Kıbrıslı Rumlar için yeni yerleşim alanı olarak düşünülen Ege adalarına Suriyeli Müslüman göçmenlerin şimdilik yerleştirilmeleri, bir anlamda geleceğin Ege Cumhuriyetine giden yolun açılması anlamına gelmektedir. Büyük İsrail projesi doğrultusunda Kıbrıs’ın boşaltılarak İsrail’e verilmesi ihtimali arttıkça, Kıbrıslı Rumlar için Ege adaları yeni yurt olarak gündeme gelmektedir. Rumlar ‘dan önce Ege adalarına yerleştirilmeye başlanan Suriyeli göçmenler de, gelecekte Ege Cumhuriyetinin kurulacağı bu adaların üzerinde çalışacak nüfus gereksinmelerinin karşılanması doğrultusunda ele alınarak değerlendirilmektedir. Eski Bizans İmparatorluğunun arayışı içinde bulunan Yunanlılar, bir yönü ile Doğu Karadeniz bölgesinde yeni bir Pontus devleti arayışı içine girerlerken, Doğu Akdeniz bölgesinde de bu arayışlarını bugüne kadar sürdürmüşlerdir. Ne var ki, merkezi bölgeye gelerek İsrail’in kurulmasını sağlayan Amerikan emperyalizmi, Büyük İsrail arayışı çizgisinde İsrail’e yardımcı olarak Kıbrıs’ın boşaltılmasına destek verirse, o zaman Ege adalarında yeni bir devlet yapılanması olarak Ege Cumhuriyeti oluşumu kendiliğinden devreye girecektir. Ege Denizi böylece yeni bir Bizansçı yapılanmanın merkezi konumuna gelecektir.
Kıbrıs’taki gelişmelerin Ege Denizini yakından etkilediği gibi, Irak ve Suriye’de yaşanan acımasız terör ve savaşın da bölgenin dışına çıkarak Ege Denizine doğru yayıldığı görülmektedir. Önümüzdeki dönemde Ege Denizinin geleceği bu denize kıyısı olan ülkelerden daha çok, Ege denizinin tam ortasında yer aldığı iki kıtadaki gelişmelere yakından bağlı olduğu görülmektedir. Özellikle, Yunanistan’ın Avrupa Birliği üyeliği bu iç denizin hem statüsünde hem de bugünkü konumunda önemli değişiklikler meydana getirmektedir. Özellikle Orta Doğu terör ve savaşın ateşleri altında yanarken, bölge halkının buradan kaçarak Avrupa Birliği ülkelerine doğru bir göçe zorlanması sürecinde Ege Denizi bir facialar denizine dönüşmekte, işsiz güçsüz yoksul Müslüman kitleler kendi geleceklerini Avrupa kıtasında ararken bir Ege Denizi engeli ile karşı karşıya kalmaktadırlar. Bu nedenle her gün dünya basını Ege Denizindeki zoraki göçler ile birlikte batan deniz botlarında çaresizlik içinde ölen insanların facialarını yansıtmaktadırlar. İnsanlığın bittiği, küresel emperyalizmin kendi çıkarları doğrultusunda yeni bir Orta doğu bölgesi inşa etmeye çalıştığı bir aşamada, bu zoraki değişikliğin ortaya çıkardığı yaşam mücadelesi alanı olarak Ege Denizi yeni dönemde gündeme gelmektedir. İnsanlığın hiçbir biçimde kabül edemeyeceği dramlar ve bu doğrultuda yaşanan olumsuz gelişmeler, giderek Ege Denizi çevresindeki ve üzerindeki güvenlik şemsiyesini ortadan kaldırmakta ve bölgeyi giderek bir ateş çemberine dönüştürmektedir. Bir Avrupa Birliği üyesi olan Yunanistan bu olumsuz gelişmeleri seyrederken, Türkiye Cumhuriyeti elinden geleni yapmaktan geri kalmamaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti hem bir Orta Doğu hem de bir Ege devleti olarak iki bölge arasındaki gelişmeleri yakından izleyerek, bölgesel bir kamu düzeninin hem korunmasında hem de yeniden kurulmasında üzerine düşen uluslararası görevleri yerine getirirken, istenmeyen bir biçimde giderek Avrupa Birliği ile Ege bölgesinde karşı karşıya gelmektedir. Orta Doğu’nun yoksul insanlarını sınırları içerisinde istemeyen Avrupa kıtasının Hristiyan ülkeleri, yeni dönemin göç dalgalarını Ege Denizi üzerinde önlemeye çalışmakta ve bu doğrultuda Yunanistan’a yardımcı olurken, Türkiye’ye karşıt bir çizgide olumsuz bir tutum içerisine girmektedir. Türkiye’ye karşı her zaman bir Hristiyan birliği olarak tavır almış olan Avrupa Birliği, Türklerin Müslümanlığını bahane ederek Atatürk Cumhuriyetinin bir çağdaş devlet olarak kıtasal birliğin içinde yer almasını önlemeye çalışmıştır. Yarım yüz yılı aşkın bir süre bekleme odasında oyaladıkları Türkiye’ye karşı her zaman için çifte standartlı bir politika izleyerek, Ege Denizi üzerinden Anadolu ile Avrupa kıtası arasında bir siyasal birlikteliğin Büyük Avrupa projesi doğrultusunda oluşturulmasına yardımcı olmamışlardır. Ege bağlantısını dayanak yaparak Türkiye’yi kıtasal birliğin içine almayan Avrupa, şimdi de İsrail siyonizmi ve Amerikan emperyalizminin merkezi coğrafya ya egemen olabilmesi için, düzenlenen terör ve askeri saldırılar yüzünden gündeme gelmiş olan yeni göç dalgasını Ege denizi üzerinde durdurarak ve işin büyük külfetini Türk devletinin üzerine yıkarak bir çözüme yönelmesi durumunda, Türkiye Cumhuriyeti ile Avrupa Birliği yeniden karşı karşıya gelmiştir. Yarım yüzyılı aşkın bir süredir tam üye adayı olan Türkiye’nin üyelik işlemlerini sürekli olarak geciktiren Avrupa, gelinen yeni aşamada göçmenlerin Ege denizi üzerinden Yunan adalarına yerleşmelerini önleyebilmek için, Türk tarafına ekonomik yardım yapılmasını gündeme getirmektedir. Göçmenlerin Türkiye’ye yerleştirilmesi ve kesinlikle Ege Denizi sınırını aşmaması için, yeni göçmen kentlerinin Anadolu yarım adası üzerinde yapılması gerektiğini vurgulayan Avrupa Birliği yöneticileri, bunun karşılığında vaat ettikleri ekonomik yardımı da geciktirerek ve bu doğrultuda yeni bir iki yüzlülük örneğini sergileyerek, göçmen sorununun yeni bir Ege sorunu olarak gündeme gelmesine neden olmuşlardır. Yüzyıllar önce uygarlığın beşiği olan Ege denizi yeni dönemde emperyalistlerin Orta Doğu planları yüzünden göçmen dramının tiyatro sahnesine dönüştürülmüş ve Avrupa Birliği de bu durumu seyretmekle yetinmiştir.
Avrupa Birliği, Fransız Devlet Başkanı General De Gaulle’nin söylediği gibi Atlantik okyanusundan Ural dağlarına kadar bir büyük Avrupa kıtası yaratabilmenin peşinde koşarken, şimdilik sınır denizi olan Ege Denizi’ni gelecekte kıtasal birliği içinde yer alacak bir iç deniz olarak görmektedir. Ne var ki, esas problem olarak Anadolu yarımadası üzerinde kurulmuş bulunan Türk devletinin büyüklüğü meselesi görülmekte ve bu doğrultuda Türkiye Cumhuriyetinin parçalanarak Avrupa sınırlarının Hazar denizine kadar uzatılması planlanmaktadır. Osmanlı devletini yok eden Balkanizasyon sürecinin Anadolu üzerinden Orta doğu ve Kafkaslara taşınması planlanmakta ve bu doğrultuda bölgedeki bütün devletlerin eyaletler halinde parçalanmasına yönelik politikalar izlenmektedir. Savaş sürecinde Irak ve Suriye’nin parçalanması sağlandığından benzeri sürecin Anadolu toprakları üzerine Kuzey Irak üzerinden de taşınmasına çalışılmaktadır. Böyle bir durumun gerçekleşmesi aşamasında, Doğu Anadolu Sevr planları doğrultusunda parçalanırken, Ege Denizi üzerinde de Trakya, Ege ve İyonya projeleri emperyalizmin işbirlikçisi konumundaki bazı gayri müslim lobiler tarafından gündeme getirilebilmektedir. Bu dönemde Anadolu’nun Osmanlı öncesi zamanına geri dönmek isteyen bazı gayrimüslim toplulukların, Ege Denizi kıyısında uzanıp giden Anadolu toprakları üzerinde yeni eyalet devletleri oluşturabilmenin arayışları içerisine girdikleri görülmektedir. Orta Doğu bölgesinden Ege denizine gelen göçmen dalgalarının önlenemediği bir aşamada, devletin üniter yapısını sıkıntıya sokabilecek bazı yeni yapılanmalar ulusal kimliğin ve düzenin ötelerinde aranmaktadır. Uluslararası konjonktürün gelinen yeni aşamada giderek daha karmaşık bir düzeye gelmesi yüzünden de, var olan sorunların çözümün çok gerisinde kalarak giderek daha içinden çıkılmaz bir duruma geldiği görülmektedir.
Küreselleşme süreci yer yüzünde her şeyi değiştirdiği gibi Ege sorununu da büyük çapta değiştirerek, yepyeni bir görünüme sürüklemiştir. Ege sorunu şimdiye kadar geleneksel boyutları ile daha çok kıyıdaş devletler arasındaki sınır ya da kara suları meselesi olarak görülmüş ve bu doğrultuda iki taraflı bir sorun olarak çözülmeye çalışılmıştır. Ne var ki, küresel konjonktürde dünyanın merkezi coğrafyasında bölgesel oluşumlar gerçekleştirilmeye çalışıldığı için Ege bölgesi de hem Balkanlar hem de Anadolu üzerinden böylesine bölgesel oluşumlar ile karşı karşıya gelmektedir. Ege Denizi üzerinde ortaya çıkan kıyı şeridi, kara suları ya da kıta sahanlığı gibi eski sorunlar geride kalırken, göçmenlerin nerede iskan edileceği Avrupa Birliği sınırları içerisinden içeri girip giremeyeceği ya da Ege adaları üzerinde göçmenlerin yerleşimi ve yeni tampon merkezlerin nasıl oluşturulacağı konuları ana meseleler olarak gündeme gelmektedir. Hristiyan dünyanın çıkarları doğrultusunda Müslümanların aleyhine bir çizgide kurulmuş olan Ege adaları düzeninin yeni dönemde korunması mümkün görünmemekte, Girit adasında İsrail askeri yığınak yapmaya yönelirken, Midilli, Sakız ve İstanköy gibi Türkiye sınırına yakın konumdaki Yunan adalarına ise tampon bölge yığınakları yapılmakta ve bu yoldan göçmen sorunu durdurularak çözülmeye çalışılmaktadır. Büyük Orta Doğu, Büyük İsrail ve Büyük Avrupa projeleri doğrultusunda merkezi alanda yeni düzenlemeler yapılmaya çalışılırken, Edirne merkezli Trakya, İzmir merkezli İyonya, Antalya merkezli Akdeniz isimli eyalet devletleri oluşturulmaya çalışılmakta ve Türkiye sınırları içerisinde yer alan Batı Anadolu bölgesi, tıpkı Doğu Anadolu’da olduğu gibi paramparaça yapılmaya çalışılmaktadır. Böylesine bir plan doğrultusunda Orta Doğu ülkelerinin Arap nüfusu da Türkiye sınırları içerisine alınarak, hem millet yapılanması dağıtılmakta hem de anayasada kurucu irade tarafından konulmuş olan milli devlet modeli aşılmaya çalışılmaktadır. Eski Osmanlı hinterlandında yeniden yapılanma bölge devletlerine zorlanırken, Ege’nin iki kıyısında yer alan devletler olarak Türkiye ve Yunanistan yeni dönemde parçalı eyalet sistemlerine doğru sürüklendiklerinden, Ege denizi meselelerini artık iki taraflı sorun olarak çözme şansı ortadan kalkmaktadır.
Ege Denizi sorunu Osmanlı İmparatorluğunun yıkılmasıyla başlamıştır. Ege’nin iki kıyısı Osmanlı hegemonyası altında birleştiği için Osmanlılar döneminde bir Ege sorunu yoktu. Ne var ki, 1830 yılında Yunan devletinin İngilizlerin desteği ile kurulması üzerine Ege denizi kıyılarında ikinci bir devlet ortaya çıktığı için, Ege’de yeniden sorunlu bir dönem başlamış ve Yunan devleti kurulduktan sonra batının Hrıstıyan devletlerinin desteği ile bu küçük devlet on misli büyürken, sürekli olarak Osmanlı toprakları üzerindeki bölgelerde genişlemiştir. Osmanlı devleti küçülürken Yunan devleti büyütülmüş ve böylece eskiden Bizans döneminde olduğu gibi, Ege kıyıları üzerinde bir gayrimüslim uygarlığın temelleri atılmaya çalışılmıştır. Atlantis’ten Eski Yunan’a, Girit’ten Miken uygarlığına kadar bölgede var olan eski uygarlıklar tekrar canlandırılarak, bu deniz üzerinde Osmanlı İmparatorluğu döneminden kalma Türk ve İslam hegemonyası ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır. Benzeri bir sürecin Orta Doğu’da ne anlama geldiği yaşanan büyük felaketler dizisi ile ortaya çıkmıştır. Haksız savaşlardan kaçan göçmenler ile şimdi bu savaş sürecinin Ege kıyılarına doğru taşınmaya çalışıldığı anlaşılmaktadır. Böylesine bir yeni sıcak çatışma ortamına Ege kıyılarının uğramaması için Avrupa Birliği ve Türkiye’ye yeni dönemde önemli görevler düşmektedir. Avrupa’nın büyük devletlerinin çifte standartlı politikaları bırakarak Türkiye’ye yardımcı olmaları durumunda, hem Orta Doğu’da herkesi yakan ateşin durdurulması sağlanabilecek hem de bu ateşin Ege denizi üzerinden Balkanları ve Avrupa kıtasını yakmasına izin verilmeyecektir. Eski Osmanlı hinterlandı olan merkezi alanlardaki savaşlar durdurulmazsa komşu bölgelere de sıçrama riski giderek artmaktadır.
Ege bölgesinin bugünkü uluslararası statüsü 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşması ile kurulmuştur. Birinci dünya savaşı sonrasında kurulmuş olan yeni devletlerarası düzen, ikinci dünya savaşının gündeme getirmiş olduğu yeni yapılanma aşamasında 10 Şubat 1947 tarihinde imzalanan Paris Antlaşması ile Türkiye aleyhine olacak bir çizgide değiştirilmiştir. Bölgede durum Türkiye aleyhine düzeltilirken, Yunanistan’ın durumu daha da güçlendirilerek bu küçük ülkeye tam anlamıyla bir batı desteği verilmiştir. İtalya’nın geri çekilmesiyle ortada kalan on iki adanın Osmanlı mirasçısı olarak Türkiye’ye bırakılması gerekirken, İngiltere’nin müdahalesi ve ABD’nin desteği ile Türkiye kıyısındaki on iki büyük ada haksız ve mesnetsiz bir biçimde Yunanistan’a devredilmiştir. Türk devleti karşı kıyısındaki yüzme mesafeli adalara Yunan bayrağının çekilmesi üzerine ciddi bir güvenlik sorunuyla karşı karşıya bırakılmış ve NATO düzeninin kurulmasıyla da bu durum düzeltilmeyerek eski Yunan uygarlığı ya da Bizans yapılanması küçük Yunan devleti üzerinden yaratılmaya çalışılmıştır. Son yıllarda Yunanistan’ın 12 millik karasuları sistemini uygulamak istemesi yüzünden, birbirine bağlı Yunan adaları ile Türk adaları arasında sürekli olarak sınır sorunları çıkmış ve bu yüzden de Ege sorunu her zaman için Türkiye açısından sürekli bir sıcak sorun olarak görülmüştür. Yunan hava sahasının 10 mil olarak gösterilmesi Atina Fır Hattının, Türk kara sahasına çok yakın bir çizgide bulunması, hava ve deniz yollarının geçiş yönlerinin belirlenmesinde iki ülkenin çıkarlarının çatışma göstermesi yüzünden, NATO güvenlik şemsiyesi de Ege bölgesinde, Türkiye-Yunanistan barışını bir türlü tam olarak gerçekleştirememiştir. Devletler hukukuna göre belirlenmesi gereken kıta sahanlığı ve hava sahanlığı ile kara suları rejiminin, Yunanistan’ın sürekli olarak daha fazla taleplerde bulunması yüzünden askıda bırakılması, Ege bölgesini ve denizini bir çatışma alanı olarak bugüne kadar getirmiştir. Ege denizi ile bu denizin etrafını çevreleyen merkezi bölgenin jeopolitik dengeleri yeni gelinen aşamada kıyı ülkeler çekişmesinin ötesine giderek, kıtasal oluşumların çatışma merkezi konumunda ortaya çıkmaktadır. Yunanistan artık Ege politikalarını Avrupa Birliği yaklaşımı olarak Türkiye’ye yansıtırken, Türkiye Cumhuriyeti de yeni Ege politikalarını gündeme gelen yeni uluslararası konjonktür doğrultusunda yeniden belirlemek zorundadır. Gelecekte Ege adalarında tatil yapmak isteyenler, önce Ege Denizi sorunlarına çözüm bulmak zorundadırlar.
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder