Olağanüstü bir dönemden geçiyoruz. İçinden geçilen dönem olağanüstü olunca yaşanan savrulmalar, döneklikler, saf değiştirmeler, ittifaklar, pişmanlıklar, en kibar ifâde ile “fikir değişiklikleri” de olağanüstü oluyor. Gerek makam, para ve şöhret hırsıyla, gerek yanlış teşhis koyduktan sonra tarihin insanı yanıltmasıyla olsun, siyasî ve entelektüel hayatımızda bu tür değişimler gâyet olağan olduğu hâlde son yıllarda tanık olduğumuz olaylar her bakımdan geçmişteki örneklerinin ötesine geçiyor. Hızla değişen gündemin ve gelişen olayların, insanları çeşitli tercihler arasında seçim yapmaya sevk eden siyasî kırılmaların yaşandığı bu hızlı ve kargaşalı dönemde çoğu zaman kimin ne yöne döndüğünü, hangi grubun son durumda nerede durduğunu hatırlayamaz olduk. Böyle bir fikir karmaşası içinde şâhit olduğumuz “Kemâlizme yöneliş” de yaşadığımız dönem gibi olağanüstü…
Yıllar boyunca ülkenin gelişmemiş ne kadar yönü varsa hepsinin faturasını Kemâlizme kesen, kafasında Kemâlizmi kodladığı kelimeleri sayıklayarak ömrünü tüketmiş veya bunlardan daha yumuşak bir şekilde en azından “Kemâlist” gözükmemeye çalışmış insanlar şimdi Kemâlizme ne kadar haksızlık yaptıklarından bahsedip kafalarını taşlara vuruyor veya eski görüşlerini eleştiren sözler söyleme açık sözlülüğünü göstermeden Cumhuriyet değerlerinin öneminden bahsediyor.
Oysa daha birkaç yıl öncesine kadar Kemâlizm tu kaka idi. Kemâlistler dinozor, geri kafalı, faşist, halk düşmanı, darbeci, katliamcı idi. Kemâlizmin kısa tutulan sözde cenâze töreninden sonra şenlikler tertip ediliyor, hârikalar diyarında el ele, kol kola kardeşlik şarkılarının söyleneceği günler hayâl ediliyordu. Ardı arkası kesilmeyen krizler ve tarihî fiyaskolardan sonra bir de baktık ki merhum daha kırkı çıkmadan hortlamış, herkesi ele geçirmiş, memleketi Yürüyen Ölüler’e çevirmiş.
Bir zamanlar “burkanın karanlığını seven”ler Kemâlizmin “Müslüman laikliğin en gelişmiş, evrenselleşmiş biçimi” olduğunu söylüyor. Eski Taraf yazarları “Kemalizm’in bilime ve akla yaptığı vurguya, kadın haklarını önemsemesine, batılı kurumlar ile kurduğu hem pragmatik hem normatif olmayı başaran ilişki modeline, bürokrasiyi kurumsallaştırırken gözetmeye çalıştığı liyakat ilkesine ve dinden arındırılmış siyaset üretme yeteneğine” dikkat çekerek “Kemalizmin ipine sıkı sıkıya sarılma”yı tembihliyor. İkinci Cumhuriyet tezlerinin sâhibi “yetmez ama evet”çiler zamanında “eski Türkiye”ye karşı İslâmcıları destekledikleri için pişmanlıklarını dile getiriyor. Sâdece liberaller değil, geçmişte Türk Devrimi’ni “burjuva devrimi” filân diye küçümsemekle hata yaptığını anlayan sol figürlerden 15 Temmuz sonrası günah çıkaran yandaş yazarlara kadar çeşitli kesimlerin Kemâlizmi “keşif” veya “hakkını teslim etme” beyanlarını dinliyoruz.
Bunlar “Kemâlizme yöneliş”in en ağır eleştiriyi hak eden, kıymet-i harbiyesi en düşük örnekleri. Düşünce fukaralığıyla, saplantılarla, “aman sonra ne derler”cilikle dolu zihinlerin öngörüsüzlük hikâyeleri. En kısa şekilde özetlemek gerekirse; birincisi, “otoriter Kemâlist yapı”yı İslâmcıların özgürleştireceğini umarak dincilerden demokrasi bekleyen, fakat karşısında giderek otoriterleşen ve nihâyet Saddam rejimi benzeri bir anayasa değişikliğini Türkiye’nin gündemine getiren bir iktidar bulan liberaller. İkincisi ise Türk Devrimi’ne bir tarihî ilerleme olarak bakmaktan bile imtina eden, onun tarihî mirasına sırt çeviren, küçümseyen, olabildiği kadar mesâfeli durmaya çalışan, Kürt etnikçileriyle birlikte, daha doğrusu onların kuyruğunda hareket eden solcular. Kabarık sicilleri yüzünden güven duyamadığımız bu iki kesimden liberallerin zaman zaman mevcut iktidarı “İslâmî Kemâlizm” diye nitelemeleri ve bahsedilen sosyalistlerin etnikçiliğin tahakkümünden hâlâ kurtulmadıklarını ortaya koyan hareketleri, kendilerine duyulan güvensizliğin haksız olmadığını ve daha alınacak çok yol olduğunu gösteriyor.
Ancak bahsettiğimiz bugünkü “yöneliş”, bu iki akımın, gazetelerdeki üç beş yazının sınırlarını çoktan aşmıştır. Farklı görüşlerden, hattâ apolitik yaşayan milyonlarca yurttaş, Türkiye’yi gün geçtikçe sıkıştıran bunalımdan kurtulmak için kendisini Atatürk ile, Türk bayrağı ile ifâde ediyor. Sokaklarda ve statlarda İzmir Marşı söyleniyor. Din tüccarlarına ve dayatmacılara karşı, aşındırılan laikliğin “zamanında bilinmeyen değeri” anlaşılıyor ve anlatılıyor. Kemâlizme yöneliş diye bahsettiğimiz esas hâdise ve önemsediğimiz hareket budur.
Böyle bir ortamda Kemâlistlerin bu yönelişe, fikir değiştiren değil zâten öteden beri bu fikirleri savunan kişiler olmanın verdiği gururla “Biz sizden önce geldik, durun bakalım!” tavrını takınması ve “Biz sizi uyarırken inanmıyordunuz…” diyerek insanları itmesi bu dalgayı ilerletmez, yavaşlatır. Amacı, haklı çıkmış olmanın verdiği kişisel hazzı yaşamak değil benimsediği düşüncenin yaygınlaşıp güçlenerek hayata geçme ihtimâlini arttırmak olan Kemâlistler de böyle yapıyor. Kişilerin hata yaptıklarını fark edip düşüncelerini değiştirmesi bize kızgınlıktan önce sevinç duygusu vermeli. Aydınlatılan her kişi, savunduğumuz değerlerin biraz daha güçlenmesi demektir.
Bu yeni yönelişe bakışımız ötekileştirici değil kapsayıcı olmalı fakat Kemâlistlerin bu yönelişe karşı kapsayıcı olmaktan başka, en az onun kadar önemli bir görevi daha var: Kemâlizmin yozlaştırılmasını önlemek. Esasında Kemâlistlerin fikir üretimi ve Kemâlist ideolojiyi güncel sorunlara ve ihtiyaçlara göre yorumlama konusundaki durgunlukları ve tembellikleri bugünün değil dünün konusu ve en önemli özeleştiriyi gerektiren bir mesele. Pek çoğu unutulmuş, birkaçı ölüm yıl dönümlerinde anılmakla yetinilen Kemâlist aydınların birikiminin üzerine dişe dokunur bir katkının yapılmaması ve Kemâlizmin birtakım simgeleri (Atatürk resimli Türk bayrağı, Anıtkabir ziyaretleri, Sarı Saçlım Mavi Gözlüm türküsü vb.) öne çıkarmakla sınırlandırılması kuşkusuz onun dinamizmini bitirmiş, değil anlaşılmasına, fark edilmesine bile yetmemiştir. Bunun nedenlerini, bütün görevi yargının, ordunun, “bizden” olan bürokrasinin yapacağını düşünmekle geçen yıllarda aramalıyız. Bu zihin tembelliği ile geçen yıllara rağmen tarihin belleklerdeki yeri (Bağımsızlık Savaşı, ilkeler, devrimler gibi) ve hayatın gerçekleri (15 Temmuz’un Kemâlistleri haklı çıkarması gibi) Kemâlizmi bugünlere taşıdı ve yeniden “moda” hâline getirdi. Şimdi yapılması gereken, bu “moda”nın etkisiyle onun özünden saptırılması tehlikesine karşı, geç kalınmış Kemâlizmi okuma, anlama ve yorumlama görevini yapmaktır. Özünden sapmaması için elbette öncelikle “öz”ün ne olduğunu tespit etmek gerekiyor. Eğer bu yapılmazsa ideolojik tahribatın yanı sıra, Kemâlizme yönelişin bir yaşam tarzına hapsolması ve yeni rozet-rakı-marş Atatürkçüleri yaratmaktan başka bir işlevinin kalmaması riski de vardır.
Tabiî kimse kendi doğrusunu herkese dayatma hakkına sâhip değil. Bilimsel yöntemlerle ortaya konan farklı görüşler, Kemâlist literatürü zenginleştirecektir. “Kemâlizm dogmatik bir düşünce değil”in arkasına sığınarak Türk Devrimi ile ilgisiz fikirleri toplamak ve adına Kemâlizm demek gibi absürt düşünceler de bu tartışma sürecinde elenecektir.
Herkesten Kemâlizmin abecesine harfiyen uyması beklenemez. Birileriyle aynı yolda yürümek için üzerinde beraber durabileceğiniz bir ortak payda varsa ve bu birliktelik sizi ilkelerinizle taban tabana zıt fikirlerin hâkimiyeti altına almıyorsa bu yeterlidir. Zira her akımın diğerleri arasında birlikte hareket edebileceği farklı akımlar vardır. Önemli olan ilkelerinize ve değerlerinize doğrudan cephe alanlarla aranıza mesâfe koymayı bilmektir. Kemâlistlerin de Cumhuriyet, ulus-devlet, laiklik, milliyetçilik gibi zeminler üzerinde, farklı geleneklere mensup kişilerle birlikte olması doğaldır. İşte sözünü ettiğimiz Kemâlizmi okuma, anlama ve yorumlama süreci, bu birlikteliğin koşullarını saptayacak, Kemâlizme yönelişin mensuplarını doğru bir şekilde sınıflandıracak, kimin “içeride”, kimin “ortak paydada”, kimin “dışarıda” kaldığını belirleyecektir.
Bu faaliyet tek başımıza bizi ve bu yazının boyutlarını da aşar. Fakat en dar hâliyle özetlemek gerekirse, Kemâlizmin ana hatları deneme mâhiyetindeki şu maddelerle açıklanabilir:
Kemâlizm bir modernleşme hareketidir. Devlet ve toplum düzenini teokratik esaslardan kurtarmayı ilke edinen laik bir ideolojidir. Dinî referanslarla yapılan siyasetle uyuşmaz.
Bu modernleşme hareketinin en büyük projesi ulusal devlettir. Kültür temelli Türk milliyetçiliği bu projenin her tarafına damgasını vurmuştur. Millî egemenlikten, millî bağımsızlıktan, toprak bütünlüğünden, ulusal kimlikten vazgeçilemez.
Kemâlizmi tarih sahnesine çıkaran olay Türk Bağımsızlık Savaşı’dır. Bağımsızlık, Kemâlizm için bir varlık yokluk meselesidir. Belirli bir uluslararası güce tâbi olup dış nüfuza teslim olmak kabûl edilemez.
Kemâlizm imtiyazlı cemaatler, ayrıcalıklı zümreler değil kânun önünde eşit ve egemenliğin sâhibi bir halk tasavvur eder.
Kemâlizm cumhuriyetçidir. Monarşiyi, diktatörlüğü değil demokratik bir ülkeyi hedefler.
Kemâlizmin az gelişmişliği aşmak için sanayileşme, üretme ve kalkınma davası vardır. Siyasî bağımsızlığı iktisadî bağımsızlık ile sağlamaya çalışır.
Kemâlizm muasır medeniyetler seviyesinin üzerine çıkmayı amaçlar. Bu kavramın taşıdığı, zamana göre değişkenlik niteliğinden hareketle çağdaş değerler tâkip edilir.
Kemâlizm eğitime top sesleri altında Maarif Kongresi’ni toplayacak kadar önem veren bir düşüncedir. Akıl ve bilimin egemen olduğu bir eğitimle aydınlanmış nesiller yetiştirmek ister.
Kemâlizm idâre-i maslahatçı değil devrimcidir. Muasır medeniyetler seviyesinin üzerine çıkan bağımsız, demokratik, laik bir ulusal devlet hedefine doğru giden bir yöndür ve bu yönde durmadan ilerlemektir.
Bu maddeler kabûl edilebilir veya eleştirilebilir. Kemâlizme ilgi duymaya başlayanların önüne bir çerçeve koymak şarttır. Çerçeveyi çizdikten sonra da içini dolduracak düşünsel faaliyetlerde bulunmak… Bu çalışmalar geçmiş dönemlerdeki “Atatürk yaşasaydı Refah’a oy verirdi.” gibi safsatalara benzer şekilde, Türk ulusal kimliğinin yerine etnik kimlikleri ikâme eden bir Kemâlizm, iktidarı devirmek için ABD’den, AB’den, Rusya’dan medet uman bir Kemâlizm, İslâmcılıkla, tarikat ve cemaatlerle barışık bir Kemâlizm, millî varlıkları yabancı sermayeye peşkeş çeken neo-liberal bir Kemâlizm gibi ucubelerin ortaya çıkmaması veya çıksa dahi rağbet görmemesi için büyük önem taşımaktadır. Ortaya çıkan eserler son dönemde vuku bulan “Kemâlizme yöneliş”e anlam katacak, onu bilinçli bir harekete dönüştürecektir.
Erhan Sandıkçı
http://www.muasir.org/2017/03/23/kemalizme-yonelis-erhan-sandikci/
ALINTIDIR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder