Kuramsal Aktarım ve Metin Aydoğan |
Uluslararası Şirketler
Kimilerince kazanç amacıyla üretim ve ticaret yapan basit işletmeler olarak görülen şirketler, bugün dünya ekonomi ve siyasetine yön veren güç merkezleri durumuna gelmiştir. Şirket etkinliklerinin uluslararası boyutu yeni bir olgu değildir. Ancak, şirketler, Yeni Düzen politikalarının uygulandığı son elli yılda olağanüstü güç ve yaygınlık kazanmıştır. Ülkelerarası etkinlik anlamında 17. ve 18. yüzyılda sömürge ticareti yapan ticari şirketler de uluslararası şirket belki sayılabilir. Ancak, sözcük anlamı dışında, burada sözkonusu edilen uluslararası şirketler, malın yanı sıra sermaye dışsatımının (ihracının) özel önem kazandığı ve 20.yüzyılı kapsayan emperyalist döneme ait tekelci şirketlerdir.
Uluslararası şirketlerin sermaye güçleri, sayıları ve etkinlik alanları, 20.yüzyılın ilk yarısında artmağa başladı ve özellikle 1950’lerden sonra olağanüstü yoğunlaştı. Bu nedenle uluslararası şirketlerin altın çağı yüzyılımızın ikinci yarısıdır.
20.yüzyıl başında etkinliği belirlenen 413 uluslararası şirket ve bunların, Birinci Dünya Savaşı’ndan önce üretim amaçlı 498 şubesi vardı. Bu sayı 1945 yılında 1984’e, 1970 yılında ise 10 909’a çıktı. 1990 yılında her alanda faaliyet gösteren şirket şube sayısı 206 bine yükselmişti.1 ABD şirketlerinin ülke dışında 1950’de 11,8 milyar dolarlık doğrudan yatırımı varken bu miktar yüzde 1161 artışla 137 milyar dolara çıkmıştı.2
Uluslararası şirketlerin 1950’den sonra ulaştığı yapısal ve sayısal büyümenin, aynı yıllarda kurulmaya başlanan küresel sistemle çakışması; bu şirketlerin, Yeni Dünya Düzeni’nin bir ürünü olarak görülmesine neden olmuştur. Bu pek de yanlış bir görüş değildir ancak daha doğrusu; Uluslararası şirketlerin Yeni Dünya Düzeni’ni yaratmış olmasıdır.
Büyük şirketlerin gereksinimlerine yanıt veren politikalar bugün, hemen tüm ülkelerde hükümet politikaları durumuna gelmiştir. Özellikle gelişmiş ülkelerde şirket çıkarlarıyla devlet çıkarları o düzeyde iç içe girmiştir ki bu ülkelerde devletin şirketleşmesi ya da şirketlerin devletleşmesinden söz etmek hiç de yanlış olmamaktadır.
Sermayenin devlet üzerinde etkinlik kurma isteği ve bunu akçalı gücü oranında gerçekleştirmesi, yeni bir olgu değildir. Ekonomiyi elinde tutanlar, bunu başardıkları sürece devlet gücünü de elde etmiştir. Bu gerçek, tarih boyunca değişmemiş, değişen yalnızca bu amaç için kullanılan araç ve yöntemler olmuştur.
19.yüzyıl liberalizminde, büyük sermaye kümeleri devlet üzerindeki etkinliğini borsa ve rüşvet aracılığıyla kuruyordu. Günümüzde borsanın yerini bankalar aldı. 19.yüzyılda, başta sanayiciler olmak üzere girişimcilere yatırım için kredi açan basit aracılar olan bankalar, 20.yüzyılda yalnızca sanayiye değil toplumun her kesimine egemen olan mali-sınai imparatorluklar durumuna geldi. Ya sanayi kuruluşları kendi bankalarını kurdu ya da bankalar her türlü şirketi bünyesine aldı. Sonuçta büyük mali-sermaye güçleri olan tekelci yapılar, dünyanın her yerinde ve her çeşit alanda etkinliği olan uluslararası şirket durumuna geldi.
Şirket Devlet İlişkisi
Şirketlerin güç ve etkinliğinin artması, toplumsal yaşamın her alanda olduğu gibi devlet örgütü üzerinde de etkisini göstermekte gecikmedi. Kapitalizmin liberal döneminde özel girişimcilerin tümünü temsil eden devlet, serbest piyasa ilişkilerinin yerini tekel egemenliğinin aldığı emperyalist dönemde, yalnızca tekelci sermayeyi etti. Bu temsil, göreceli olarak daha yumuşak yöntemlere dayalı demokrasi adıyla, yapılamadığı anda da faşist devlet biçimiyle sürdürüldü.
Bugün bütün gelişmiş ülkelerde, bakan koltukları ve üst düzey devlet kadroları, ya şirketlerce belirlenen görevliler ya da şirket çıkarlarına karşı çıkması sözkonusu olmayan bürokratlardan oluşur. Bunun dışında; lobicilik, ödüllendirme, onur diplomaları, övgü gösterileri, siyasilerle kurulan ücrete bağlı yükselme araçlarıdır. Ünlülerle yapılan; ‘içtenlikli’ görüşmeler, basında birlikte görünme ve hatta kahvaltı ve yemekler bile politikacılara verilen ücrete tabi desteklerdir.
Amerikalı araştırmacı Steven Mufson Craig Fuller’in Özelleştirilmesi adlı kitabında şöyle söylüyor: “Philip Morris kamuoyundaki görüntüsünü düzeltmek ve Washington ile diğer başkentlerde etkin olabilmek için her türlü hayır işine milyonlar akıtmaktadır. Şirket 1991’de hükümetle ilişkilerini yürütmesi için Beyaz Saray sözcüsü Marlin Fitzwater’ı tutmaya çalıştı. Fitzwater öneriyi geri çevirince Philip Morris de yılda 500 bin dolar maaş karşılığı George Bush’un başkan yardımcısı olduğu sırada Personel Dairesi Başkanı olan Craig Fuller ile anlaştı. İngiltere’nin eski Başbakanı Thatcher da bu sigara devi için, ‘belirtilmeyen hizmetler’ karşılığında 825 bin dolar aldı.”3
Doğası gereği kazanç ve daha çok kazanç peşindeki şirketler, tekelleştikleri oranda amacına ulaşır ve tekel kazancının yüksek oranlarıyla bu yöndeki istemini fazlasıyla elde eder. Ancak, kazanç hırsının tatmin sınırı yoktur. Şirketler, bu sınırsızlık içinde büyümek, daha çok büyümek ve sürekli büyümek zorundadır. Çözümü olmayan bu zorunluluk, şirket yöneticilerini bir yol ayırımıyla karşı karşıya bırakır. Ya sürekli büyümeyle sürekli yarar sağlanacaktır ya da yarışı bırakacaktır. Bu amaç, tekel kazancından başka bir değer tanımayan büyük şirketleri toplumsal bir canavar durumuna getirir. 19. yüzyıl liberalizminde; birbiriyle, nitelikli, bol ve ucuz üretim yaparak yarışan şirketler; 20.yüzyılda kendi alanında kesin biçimde egemenlik kuran, tekel kazancı için her tür savaşım yöntemini kullanan acımasız ve saldırgan örgütler durumuna geldi.
Tekelci şirketlerin, devleti ele geçirmesi gerçek bir insanlık dramıdır. 20.yüzyıl, bu dramın tarihidir. Yüz milyonlarca insanın öldürüldüğü, yoksulluklar ve acılarla dolu yüzyılımız, tekelci şirket egemenliğinin tüm insanlığa ödettiği ağır bir bedeldir.
Uluslararası Şirketlerin Tarihçesi
Uluslararası şirket kavramı, ülke dışında iş yapan bütün firmaları içine alan bir kavram değildir. 17. ve 18.yüzyıllarda denizaşırı ilişkileri olan ve dış yatırımları değişik ülkelerde açtığı acentelerden oluşan ticari şirketlerin, burada ele alınan uluslararası şirketlerle ilgili olmadığı açıktır. Sömürgeci dönem şirketlerinin etkinlik alanı, ticari mal satışlarından kazanç sağlamak ve sömürgelerden hammadde elde etmek. Bu şirketler, kendilerinden sonra gelen yatırım şirketlerinin öncüleri oldu ve ülkelerine taşıdıkları varsıllıkla kapitalizmin gelişimine katkıda bulundu. Ticari şirketler, dışarıda elde ettiği kazancı, ülkelerinde demiryolu, madencilik ve sanayi alanlarına yatırarak iç pazarın genişlemesinde önemli rol oynadı.
19.yüzyılın son çeyreğinde, ortaya güçlü sanayi şirketleri çıktı. Ulusal pazarın kısa süre içinde yetersiz kalması bu şirketleri dışarıya açılma zorunda bıraktı. Bu iş için, önce eski ticari şirketler kullanıldı. Ürünler, ücret ya da komisyon karşılığı bu şirketler aracılığıyla pazarlandı. Daha sonra denizaşırı ülkelerde üretim birimleri açıldı ve pazarlama şirketleri oluşturularak gerçek anlamda uluslararası şirketler ortaya çıkarıldı. Eski ticaret şirketlerinin önemli bir bölümü, yapılarını değiştirerek ya da başka firmalarla birleşerek aynı yolu izledi.
Mal Yanında Para Satmak
Uluslararası şirketlerin ayırıcı özelliği, mal dışsatımı yanında sermaye dışsatımlaması ve bunun giderek yoğunluk kazanmasıdır. Sermaye yatırımlarının dışarıya kaydırılması, yüzyıl içinde ayrı dönemlerde ayrı özellikler taşımıştır. Başlangıçta gümrük duvarlarından ve taşıma giderlerinden kurtulma öne çıkmıştı. Daha sonra tüketici ve hammaddeye yakın olma, ucuz iş gücünden yararlanma ve mali sermaye yatırımları önem kazandı. Ancak, dönemsel öncelikler değişse de en yüksek kazanç amacı, bu amaç için yerel engelleri ortadan kaldırma ve tekelleşme eğilimi, uluslararası şirketlerin temel öğeleri olarak kaldı.
Ticari şirketlerden hemen sonra, önce bankerler daha sonra bankalar dünyaya açıldı. 1850’lerde, birçok Avrupa ve ABD bankasının değişik ülkelerde şubeleri vardı. Bankalar ilk dönemlerde, devletlerarası borç alışverişine ve ticari şirketlerin kazanç aktarımına (kâr transferlerine) aracılık eden konumdaydı. Daha sonra dev finans merkezleri durumuna gelerek, işlemlerden komisyon ve faiz alan basit aracılar olmaktan çıktılar ve bankası olmayan sanayi şirketleri üzerinde baskı kurabilen bir güç oldular. Üretimden kopuk Banka sermayesinin başlı başına gelir kaynağı durumuna gelmesi, emperyalist işleyişin özünü oluşturdu.
Dışa Açılmanın Öncüleri
Singer, Standart Oil, General Electric, National Cosh Register, International Harvester, Mc Cormick, Kodak ABD’nin; AEG, Siemens, Halske, Bergmann, Shell, Unilever, Krup, Philips, Imperial Chemicals, Bayer, vb. Avrupa’nın ilk uluslararası şirketleriydi. 1890’larda dışarıya açılmaya başlayan bu şirketler, deniz aşırı ülkelerde şubeler açtı ve yerli işbirlikçiler edinerek mal satış ve dağıtım ağları kurdu. 19. yüzyılın sonlarına dek süren bu süreç dış ülkelerde işbirlikçiliğin geliştiği dönem oldu.
Dışa açılma, tekelleşme sürecini hızlandırdı. Bunu başaran şirketler, ülkelerine taşıdığı kazancın itici gücüyle ekonomik rakipleri üzerinde üstünlük sağladı. Birleşme ve satın almalarla dev boyutlu dünya tekelleri oldular. 1880’li yılların sonlarında yılda ortalama 100 şirket birleşmesi olurken bu sayı 1898’de 300, 1899’da 1200’e çıkmıştı.4
Avrupa ülkelerinin sanayileşme gelenekleri daha eski olmasına karşın, bu ülkelere ait firmaların uluslararası şirket durumuna gelerek dışarıya açılması, başlangıçta ABD şirketleri kadar yaygın ve kararlı olmadı. Çoğu Avrupa’da kaldı ya da kendi sömürgelerine yatırım yapmakla yetindi. Oysa, o dönemde, Avrupa’ya önemli miktarda ABD sermayesi gelmişti. Birinci Dünya Savaşı öncesinde, ABD Firmalarının dışarıda açtıkları 193 üretim amaçlı şirket biriminden 71’i, altı Batı Avrupa ülkesindeydi. Oysa, aynı dönemde Avrupa ülkelerinin uluslararası 305 şirket biriminden yalnızca 17’si ABD pazarında etkinlik gösteriyordu.5
Tekelleşme Hızlanıyor
Avrupalı şirketlerin tekelleşme hızını gösteren en iyi örnek, Alman AEG’dir. Bu şirket, 1912 yılında 175-200 şirketi denetim altına almış ve 1,5 milyar marklık bir sermayeyi çekip çeviriyordu. Yalnızca dış ülkelerdeki temsilcilik sayısı 34’e ulaşmıştı. Bunların 12’si, sermayesi hisse senetlerine bölünmüş şirket olup, 10 ülkeye yayılmıştı.6
Birinci Dünya Savaşı, uluslararası şirketlerin güçlenmesine ve yenilerinin ortaya çıkmasına yol açtı. Makina, gıda, kimya, elektrik, petrol gibi endüstri dallarında yoğunlaşan dışsatıma, savaş sırasında; otomobil, lastik, zırhlı araçlar, uçak ile nikel, alüminyum nitrat, bakır gibi madenler de katıldı. Savaş öncesi ABD dış yatırımlarının tutarı 2,65 milyar dolarken 1919 yılında bu miktar 3,88 milyar dolara çıktı.7 Savaş, şirket büyümesinin itici gücü olmuştu.
1914-1919 gelişmesi, 1920’li yıllara damgasını vuracak on yıllık tekelleşme sürecinin temelini oluşturdu. 19. yüzyılın sonlarında yılda ortalama 200’ün altında olan şirket birleşme ve satınalma sayısı, 1920-1931 yılları arasında hızla yükselmiş ve yalnızca 1929 yılında 1300’ün üzerine çıkmıştır. Bu dönemin şirket evlilikleri, aynı alanda üretim yapan şirketler arasındaki birleşmeler biçiminde değil, bir şirketin başka üretim alanlarına el atması biçiminde olmuştur. Bu dönem, sanayiden iletişime, gıdadan bankacılığa, basın yayından sigortacılığa dek her alanda etkinlik gösteren büyük tekellerin ortaya çıkış dönemidir. 200 en büyük ABD şirketinin net kazançlarının toplam şirketlerin net kazançlarına oranı 1920-1923 döneminde yüzde 33,5 iken, 1926-1929 döneminde yüzde 40,7 ye çıkmıştı.8 General Elektric ve ITT, 1920’lerin en büyük dış yatırımcı elektrik firmalarıydı. Ford, 1914’den önce dışarıya açılmıştı. General Motors ve Chrysler de, bu dönemde uluslararası şirket durumuna geldi. General Motors, 1925’de, İngiliz Vauxhall’ı ve 1929’da Alman A.Opel’i denetimi altına almıştı.
Savaşların Nedeni
1930-1945 dönemi gerek dünya ekonomik bunalımı ve gerekse siyasi gerilimler, doğrudan yapılan dış yatırımların durgunlaşmasına yol açtı. Örneğin, ABD dış yatırımlarında, 1929’dan 1940’a dek 553 milyon dolar azalma görüldü. Aynı azalma, Avrupa uluslararası şirketlerinde de görüldü. Avrupalı şirketler, 1920-1929 yılları arasında yılda ortalama 27 dış üretim birimi açarken, bu sayı 1930-1945 yılları arasında 10’a düştü.9 Bu düşüş İkinci Dünya Savaşı’nın temel nedenidir.
Dış pazara açılamayan ya da pazarını yitiren şirketler, varlığını sürdüremez. Pazar yitirmemenin tek yolu, her türlü rekabete dayanmak, güçlü olmak ve gerektiğinde çatışmaktır. 20.yüzyıl bu tür çatışmalarla doludur.
Dış yatırımlar için gerekli olan denge (istikrar), siyasi ve askeri destek ve kazanç aktarım garantileri gibi şirket gereksinimleri, 1920-1940 arasında yeterince sağlanamamıştı. Rus ve Türk Devrimlerinin etkisiyle yayılan ulusçu devinimler, dünyanın hemen her yerinde, şirket dış yatırımları için olumsuz bir ortam oluşturmuştu. Çatışmalarla dolu bir dünyada yatırım yapmak, şirket yöneticilerinin göze alabileceği bir çekince değildi. ABD Birinci Dünya Savaşı süresince verdiği kredileri bile geri alamamıştı. Birçok ülkede devlet korumacılığı, kamu kaynaklı kalkınma ve planlı ekonomiye dayanan uygulamalar yapılıyordu.
Gelişmiş ülke hükümetleri, dünyayı saran toplumsal ve ulusal uyanışma nedeniyle kendilerini olumsuz bir biçimde etkileyen 1920-1945 dönemini hiç unutmadı. Savaş sonrasında geliştirilen Yeni Dünya Düzeni politikalarının tümü, bu dönemin ekonomik ve politik olumsuzluklarının bir daha yaşanmaması üzerine kuruludur. Hala sürdürülen ve olumsuzluğu dile getiren 30’lu yıllar edebiyatı, dönemin yaygın ve etkili eğilimleri olan ulusçu ve toplumcu devinimlere karşı duyulan politik tepkinin bitmeyen sonuçlarıdır.
Yeni Dünya Düzeni uygulamaları, İkinci Büyük Savaş öncesi dünya koşullarına karşı açılan düşünsel bir savaş gibidir. Anlayış ve amacının temelinde devletçi ekonomik uygulamalara ve ulusal bağımsızlık eylemlerine karşıtlık vardır. Ekonomik, politik ve askeri yapılanmalar ve bu yapılanmaları düzenleyen uluslararası anlaşmaların tümü, bu karşıtlık üzerine oturtulmuştur.
Uluslararası Anlaşmalar Şirket Gereksinimlerini Karşılar
Yeni Düzen politikalarının temelini oluşturan ekonomik ereklerin (hedeflerin) gerçekleştirilmesi, bu erekleri gerçekleştirecek araçların geliştirilip güçlendirilmesiyle ancak olanaklı olabilir. Bu araçlar uluslararası şirketlerdir. Bu nedenle, bütün gelişmiş ülkelerin savaş sonrası hükümet izlenceleri (programları), uluslararası şirketlerin istem ve gereksinimlerini karşılayan başlamlardan (maddelerden) oluşmuştur.
Uygulanan küresel politikalar sonuçlarını kısa sürede verdi. ABD başta olmak üzere gelişmiş ülkelerin doğrudan dış yatırımlarında, yüksek oranlı artışlar gerçekleşti. Bu konudaki ABD üstünlüğüne, 1960’dan sonra Batı Avrupa, 1970’den sonra da Japonya katıldı.
ABD şirketlerinin doğrudan dış yatırımları, 1946 yılında 7,2 milyar dolarken bu miktar; 1960’da 31,8, 1970’de 78,2, 1976 yılında da 137,3 milyar dolara çıktı.10 Avrupalı uluslararası şirketler, 1920-1945 yılları arasındaki 25 yıllık dönemde üretim amaçlı 289 dış şirket birimi açarken, 1968-1970 arasındaki iki yılda 1759 dış şirket birimi açmıştı. 25 yılda açılan yeni dış şirket birimi, toplam şirket birimleri sayısının yüzde 5,2’sini oluştururken, 1968-1970 arasındaki iki yılda bu oran yüzde 34,1’e ulaşıyordu.11
Japon şirketleri için de durum ayrımlı değildir. 1930-1945 arasında tüm şirket birimlerinin yüzde 8,3’ünü oluşturan yeni açılan Japon şirket birim sayısı, 1968-1970 arasında sayısını 209’a oranını da yüzde 40,1’e çıkarmıştır.12 Uluslararası şirketlerin dış yatırımları 1970’den sonra olağanüstü hızlanmıştır. Birleşmiş Milletler’in bir çalışmasına göre, üretim, hizmet ve ticareti kapsayan tüm alanlarda, dünya üzerinde faaliyet gösteren şirket alt birim sayısı 206 bine yükselmiştir.13
Şirket alt birim sayılarındaki artışları, tekel karşıtı liberal gelişmeler olarak değerlendirme yanılgısına düşülmemelidir. Şirket şube sayılarındaki küresel artışlar, şirket etkinliğini arttıran küçülme stratejisinin doğal sonucudur. Şirketleri küçük birimler biçiminde örgütleyerek bu birimleri ana şirketin bünyesinde toplamak, şirketlerin denetim gücünü ve kazancını attırmaktadır. Bugün ekonominin her dalında bir ya da birkaç dev firma, alanındaki tüm etkinlikleri denetimi altına almış durumdadır. Şirket alt birim sayılarındaki artışlar, onların zaten var olan tekel olanaklarını arttıran yayılmacı gelişmeler olmaktadır.
DİPNOTLAR
1 “Uluslararası Şirketler” Nuri Yıldırım Cem Yay.1979 sf.12 ve “Globalleşme ve Kriz” Ergin Yıldızoğlu, Alan Yay. 1996, sf.12
2 “Uluslararası Şirketler” Nuri Yıldırım Cem Yay. 1979 sf.12
3 “The Privatization of Craig Fuller” Steven Mufson 1992 sf.20 ak. R.J.Barnet-J.Cavanaght “Küresel Düşler” Sabah Kit. 1995 sf.272
4 “Merger Movements in American Industry, 1895-1956” Nelson R.L. Princton Uni Press ak.N.Yıldırım “Uluslararası Şirketler” Cem Yay. 1979 sf.60
5 “SCB, Agustos 1977” sh.45 ak. a.g.e. sf.60-61
6 “Emperyalizm” V.I.Lenin Sol Yayınları 1969 sf.85
7 “SCB, Ekim 1975” sf.50, Agustos 1977 sh.42-45”, “The Maturing of Multinational Enterprise:American Business Abroad From 1914 to 1970” Harward Universtiy Press (1974) sf.31, 55,182,283,330) ak. Nuri Yıldırım “Uluslararası Şirketler” Cem Yay. 1979 sf.84 Tab.3
8 “The Modern Comporation and Private Property” A.A. Berle-G.C. Means (1932) sf. 39 ak. a.g.e. sf.65-66
9 “Uluslararası Şirketler” Nuri Yıldırım Cem Yay. 1979 sf.67-68
10 “SCB, Ekim 1975 sf.50, Agustos 1977 sh.42-45”. “The Maturing of Multionational Enterprise:American Business Abroad from 1914 to 1970” Harvard University Press (1974) sf.31,55,182,283 ve 330 ak.; Nuri Yıldırım “Uluslararası Şirketler” Cem Yay. 1979 sf.84 Tab.3
11 “The Making of Multional Enterprises A Sourcebook” Curhan J.P. - Vaupel, J.W.(1973) Harvard University Press ak. Nuri Yıldırım “Uluslararası Şirketler” Cem Yay. 1979 sf.83
12 a.g.e. sf.83
13 “Globalleşme ve Kriz” Ergün Yıldızoğlu, Alan Yayıncılık, 1996, sf.15
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder