MU KITASI MİTOLOJİSİ
Nuray BİLGİLİ
Resim1: Pasifik Okyanusunda yaşanan bir tufan sonucu sulara gömüldüğü söylenen Mu Kıtası.
Mitoloji Türkçe, ”Söylence Bilim” anlamında kullanılan bir kavramdır. James Churchward’ın (1851-1936) Mu Kıtası ile ilgili araştırmaları da işte bu “Söylencelerin” derlenmesine dayanır. Bu yüzden Mu ile ilgili söylenceleri ve anlatıları önemsiyorum. İnsanlığın bilinçaltında kayıtlı olan tüm gizemli “Gerçekleri” bu söylencelerde bulabiliriz. Bilinçaltında, arketipik kültür kodları dediğimiz, semboller ve simgeler vasıtası ile tutulan ve anlatılan bu efsaneler, gerçek yaşanmış olaylar olabilir. Bu olaylar masalsı ve şifreli bir dille ve sözlü kültür aracılığı ile kuşaktan kuşağa aktarılır. İnsan bilinci gerçek yaşanmış olayları hafızasında ancak “mitleştirerek” tutabilir. Buna “Mitolojik Hafıza” da denebilir. Ünlü dinler tarihi uzmanı Mircea Eliade’ya göre gerçek yaşanmış tarihi olaylar 200-300 yıl sonra mitolojiler ve masallar dünyasına dahil olur. Mitolojiler insanoğlunun daima ilgisini çekmiştir ve çekmeye de devam edecektir. Bunun en önemli sebebi gizemli bir dille anlatılmaları ve yazılmalarıdır.
19. yüzyılda “Sözlü Kültürün” derlenmesi, Alman Jacop ve Wilhem Grimm kardeşler ile başlar. Köyleri ve kasabaları dolaşarak yüzyıllar boyunca anlatılan masalları, efsaneleri derleyerek yazılı hale getirmiş ve yayınlamışlardır. Onlar, diğer milletlerin kendi efsane destan ve mitolojilerini derlemelerine kapı açmıştır. Finler Elias Lönrot aracılığı ile Kalevala gibi bir destana sahip olduklarının farkına varmıştır.
Ve böylece “Batılılar” yüzyıllardır kendi kültürlerinin temeli zannettikleri, Yunan mitlerine ait olmadıklarının farkına varmıştır. Ya da Hıristiyan kültüründeki Yahudi-Sami mitlerine.
James Churchward’ın Pasifik Okyanusunda battığı varsayılan Mu Kıtası ile ilgili söylenceleri derleme çalışmaları da 20. Yüzyıl başlarına dayanır.
Arkaik dönemde insanlar yazılı bir arşiv ve kültürleri olmadığı için bir çok bilgiyi sembol ve simgeler aracılığı ile gelecek kuşaklara aktarmıştır. Okumasını bilene bu simgeler çok şey ifade eder. Türkler bu sembollere Tamga adını verir ve bu soyut sembolleri en çok kullanan millet de Türk milletidir.
Türkler, eskiden göç ettikleri coğrafyalardaki kayaların üzerine kendi mantık ve düşünce sistemlerini, yaşayış tarzlarını, inançlarını, aile ve boy tamgalarını, kazımışlardır. Hatta hayvanlarına ve özel eşyalarını belirlemek için bu sembolleri kullanmıştır.
Eberhard’a göre soyut sanatın yaratıcısı Türklerdir. Arkaik dönemlerden bu yana, Türklerin kullandığı “tamgalar” işte bu “Stilize” edilerek anlatılmaya çalışılan sırlı işaretlerin temelini oluşturur. Soyut sanatın yaratıcısı Türkler olduğuna göre, bu soyut sembol ve ikonografileri, Türk tarihinin ya da “Türk Söylencesinin” kökeninde yani Mu uygarlığı bağlamında da araştırmak gerekir.
James Churchward ve Willam Niven’in Tibet ve Meksika’dan elde ettikleri veriler sadece söylencelerden ibaret değildi. William Niven’in Meksika’da Mu ile bağlantılı topladığı tabletler 3000’in üzerinde idi. Churchward bu tabletlerin 12 000 yıllık olduğunu söyler. Tabletlerin üzerinde kozmoloji ile ilgili çeşitli ikonografiler ve simgeler yer alır. Churchward bu ikonografileri “Kutsal ve Mülhem” olarak niteler. Seçtiği bu kelimeler oldukça önemlidir. Diğer tüm ikonografiler gibi “Kutsal” yani Tanrısal kaynaklı olduğunu ve “Mülhem” yani özel insanların bilinçaltına “İlham” edildiğini yazar.
Bachofen’e göre söylence “simgenin yorumudur”. Ona göre, insan bilincinden çıkan duygu, düşünce, imgeler ve örüntüler, önce simgesel biçimler olarak, sonrada söylence ve mitolojilere dönüştürülerek hayat bulur. Eskiçağ sanatı, en derin ve sürekli biçimde simgelerden yararlanmıştır. Peki simge ve sembollerin ilk kaynağı nedir ya da neresidir?
Platon’a göre; bu imgeler idealar dünyası olarak tanımladığı, uyumakta olan dölyatağından çıkar. Ünlü psikanalist C. Gustav Jung’a göre de “İmgeler ve Simgeler” Tanrısal bir kaynaktan bilinçaltına gelen bir çeşit enerjidir.
Peki neden insanoğlu ilk bakışta anlaşılamayan bu semboller ile bir takım gizli gerçekleri ya da söylenceleri ifade etmeye çalışmıştır? Herkes tarafından anlaşılmasın diye mi?
Arkaik insan için sözcükler ile gizemli şeyleri ifade etmek, Tanrıya saygısızlık olurdu. Bunlar ancak mitolojik simgeler aracılığı ile ifade edilebilirdi. Gizemli anlatıların bilinçaltında daha kolay anımsanması ve bir sonraki kuşağa aktarılabilmesi için masalsı bir dille ve semboller ile anlatılması da buna sebep olmuş olabilir. Tarih boyunca “Kutsal” olan daima gizemli ve bilinmeyen olarak kalmıştır. “Tanrı” işte bu bilinmeyendir ve ancak imge ve simgeler ile anlaşılmaya çalışılan bir gizemdir. Simgeler ruha, sözler dış dünyaya hitap eder.
Bir başka soru bu söylenceleri ve ikonografileri kimlerin yarattığıdır. Çağlar boyunca insanoğlu, bu söylenceler ve simgeler aracılığıyla, “Bilinmeyen” ile iletişim kurmuştur. Tüm bu “Sözlü Kültür” ve “Yazılı Kültür” tasarımlarını yaratanlar ve ortaya çıkaranlar, ait oldukları toplumun “Ortak Bilinçaltını” bilen ve hafızalarında tutan özel insanlardır. Bunlar bulundukları toplumu etkileyen ve harekete geçiren, Şamanlar, Ozanlar, Bilgeler, Peygamberlerdir. Sözlü ve Yazılı Kültür Mirası taşıyıcıları olarak çok önemli bir misyon üstlenmişlerdir. Bir Yakut Şamanının sözlü kültür hafızası 12.000 kelimeden ibaretken, normal insan kapasitesi 4000 sözcük barındırır. Churchward’da Mu Kıtası ile ilgili kadim bilgileri Tibet ve Hindistan’daki rahiplerden derlemiştir.
Eliade’ya göre; kadim uygarlıkların bilgileri ve bunların kökenleri hakkındaki bilgiler, mitlerden, simgelerden ve geleneklerden edinilebilir. Bu kaynaklar yaşayan fosillerdir. Kimi zaman tek bir fosil, temsil ettiği bütün organik sistemi açığa çıkarmaya yeterlidir.
Tüm bu tespitler “Mu Kıtası” Mitolojisi ya da Söylencesi ve Mu Kıtası ile ilişkilendirilen Simge ve İkonografileri daha kolay çözümleyip anlamamıza yardımcı olacaktır. Ben daha çok bu makalede bunların üzerinde duracağım.
Mu Kıtası İkonografileri
Mu kıtası, Pasifik okyanusunda yani Asya ile Amerika kıtası arasında, 14 000 yıl önce var olduğu düşünülen ve çeşitli nedenler ile sulara gömüldüğü söylenen bir kıtadır.
İngiliz subay ve araştırmacı James Churchward Tibet ve Hindistan’da Rahiplerden derlediği söylenceleri ve Mu kıtası ile bağlantılı gördüğü tabletleri bir araya getirdi. O’na göre kıta deprem ve tufan gibi doğal bir afet ile 12 000 yıl önce batmıştı.
Mu kıtasından göçler Kuzey ve Güney Amerika’ya ve Orta-Asya’ya yapılmıştır. Yine Churchward’a göre Avrupa’daki tüm Ari kavimlerin, Kelt, Bask ve İskitlerin ataları, 70 000 yıl önce Orta Asya da var olduğunu düşündüğü Uygur İmparatorluğunun batıya göç eden torunlarıdır. Hatta Osiris de Mu kıtasında eğitilmiş, daha sonra Atlantis ve Mısırda dini reformlar yapmıştır.
Resim2: 70 000 yıl önce var olduğu söylenen büyük Uygur İmparatorluğu ve Pasifik Okyanusundaki Mu Kıtası.
Churchward’ın bu araştırmaları elbette Atamızın da dikkatini çekmişti. Özellikle Uygur Türklerinin de bu mitolojik anlatı ile bağlantısının olması O’nu heyecanlandırmış olmalı. Churchward’ın konuyla ilgili kitaplarını getirterek okudu. Daha sonra Maya-Tepek soyadını vereceği Meksika Maslahatgüzarı diplomat Tahsin beyi bu konuda görevlendirdi. Tahsin bey Maya dili ve Türk dili arasındaki benzerlikleri ortaya koydu.
Churchward bu Mu Kıtası ile ilgili bilgileri Hindistanda çok eski bir dil olan “Naga Maya” dili ile yazılmış “Naacal Tabletleri” nden aktarır. Daha sonra arkeolog William Niven ile tanışır. O’nun Meksika’da bulduğu tabletleri de Tibetli Rahiplerden öğrendiği Naga Maya dili yardımıyla okur.
Peki bu dil bizim anladığımız bir dil ve en önemlisi yazımıdır?. Ya da simge ve ikonografilerden oluşmuş çizimler midir?. Churchward bunları nasıl okumuştur?
Churchward’ın kitaplarından anlaşıldığı kadarı ile bu dil simge ve sembol dilidir. Bu sembollerin ne anlama geldiklerini de bu kutsal bilgiye sahip olan Tibetli rahiplerden öğrenmiştir. Bunlar tamamen dini ve mitolojik öğretilerde ve inisiyasyon ritüellerinde kullanılan simgelerdir. Eliade’ya göre bu ritüeller erginlenecek olan adayı bir üst bilince taşır. Kişi farklı bir sosyal ve dini statüye geçer. Tanrılar kozmoloji, yaratılış ve köken mitleri ile ilgili tüm sırları öğrenir.
Needham’a göre arkaik insan ilk önce, ikili ve dörtlü mantık ve düşünce sistemine göre çevresindeki ve gökyüzündeki varlıkları sınıflandırmıştır. Mu Kıtası ile ilgili simge ve sembollerin yorumunda da, ikili-dörtlü ve de çoklu mantık sistemleri kullanılmıştır.
Önemsediğim simgelerden ilki Churcward’ın “Kozmik Güçleri” ifade ettiğini düşündüğü ve biz Türklerin Çarkıfelek adını verdiğimiz İkonografidir. Bu 4’lü simge aslında evrenin kutup yıldızı etrafındaki döngüsünü ifade eder. Zamanla düşünce sistemleri değiştikçe ve bilinç düzeyi arttıkça yeni metafizik güçleri içinde barındıran kutsal bir sembol haline gelmiştir. İlerleyen zamanlarda insanoğlu simge ve sembollere, yeni ikonografik anlamlar yüklemiştir. Hatta en son Hitler bu simgeyi büyük kitleleri harekete geçirmek için kullanmıştır.
Churchward’ın Mu Alfabesinde gördüğü harflerden biri de bu çarkıfelek sembolüdür. Bu sembolün benzerlerine Orta Asya’daki Bengütaşlar ya da Geyikli Taşlar üzerinde rastlanır.
Resim3: Soldaki resim Churchward’ın kitabındaki Mu Alfabesindeki işarettir. Sağdaki resim ise Emel Esin’in Türklerde Maddi Kültürün Oluşumu kitabındaki Bengütaşlar üzerinde gösterilen ikonografidir. Aradaki benzerlik çok şaşırtıcı..
Resim4: Göktürklere ait bu paradaki Kağanın solundaki çarkıfelek ikonografisi. M.S. 6-7.yy.
Gökyüzündeki Büyükayı Takımyıldızının dönüşü 4 ana mevsimi belirler. Arkaik dönemlerde insanlar mevsimleri bu döngüye göre hesaplardı. İnsanoğlu dik duruş sayesinde ön, arka, sağ ve sol kavramlarını geliştirmiş ve yeryüzünü de 4 ana yön olarak düşünmüşlerdir. Güneşin doğuşu ve batışı da yön bilincini oluşturmuştur. Dörtlü sınıflandırmalardan bir diğeri Churchward’ın kozmik güçler adını verdiği dört temel elementtir. Hava, Toprak, Su ve Ateş.
Resim5: Kırgızistan Saymalıtaştaki Çarkıfelek petroglifi. Gökyüzündeki izdüşümü Büyükayı Takımyıldızıdır ve bu takımyıldızın gökyüzünde aldığı pozisyonlar mevsimleri oluşturur.
Resim6: Niven’in Meksika’da bulduğu tabletler üzerindeki Çarkıfelek çizimi.
Churchward, evrenin dönüşünü ve yaratılışı kozmik güçlerin oluşumuna bağlar. Kozmik güçler ona göre 4 büyük güçtür. Bu 4 büyük kozmik güç bir araya gelir ve yaratılışı başlatır.
Kozmik güçler 4 ana elementtir. Mu’nun bu 4 ana element bağlamında anlatılan yaratılış ile ilgili söylencesi şu şekildedir. Gazlar dönen sarmal şeklinde kitleler halinde bir araya gelir, sonra soğur ve katılaşırlar ve gezegenleri meydana getirir. Bu şekilde Toprak oluşur. Atmosferdeki gazlar ayrışır ve Sular meydana gelir. Yerin içindeki ateş toprak yüzeyine çıkar ve Ateş oluşur.
Türkler diğer milletlerin efsanelerinde “Naga-Nagi” yani Ejderha-Yılan İnsanlar olarak adlandırılır ve tasvir edilir. Elbette bu adlandırmaların çok da iyi niyet taşımadığı açıktır, fakat yine de Türklerin Ejderha yani Nagalar ile özdeşleştirilmesi dikkate alınmalıdır.
Çin yaratılış mitlerinde yer alan ve Uygur Türklerinin de tabut örtülerinde kullandıkları, birbirine dolanmış alt tarafları yılan olan kadın ve erkek ikonografisi, yaratılışı ve ikili zıtlıklar kuramını anlatması bakımından önemlidir.
Resim7: Uygur Türklerine ait tabut örtüleri. Fuxi ve Nüwa. Ellerinde gönye ve pergel tutarlar. Evrenin yüce yaratıcısı ve mimarı anlamına gelir ve masonlardan binlerce yıl önce Orta Asya’da kullanılmış simgelerdir.
Yaratılış mitlerinin büyük çoğunluğu, Hayat Ağacı, Hayat Suyu, Kozmik Yılan ya da Ejderha ile bağlantılı ikonografiler ve anlatılar ile doludur. Churcward’ın Mu Kıtası ile bağlantılı gördüğü tabletlerde de bu ikonografiler mevcuttur.
Resim8: Churcward’ın Mu Kıtası ile ilişkilendirdiği semboller. Hayat Ağacı ve Yılan İkonografisi.
Mitolog Joseph Champbell’a göre; İkonografilerde “Galaktik Merkez”, ejderhanın ağzından çıkan ya da bir yılanın sarmalandığı, “Hayat Ağacı” ile sembolize edilen, samanyolu galaksisinin “Merkezi” noktasıdır. Burası eski insanlar tarafından yaratılışın ve hayatın başladığı yer olarak kabul edilir. Hayat Ağacı bu noktadan büyür ve köklerinde ya da etrafında büyük bir yılan ya da ejderhanın olduğu düşünülür.
Eliade’ya göre yılan yaratılışın, sonsuz suların ve yeniden doğuşun alegorik sembolüdür. Mu kıtası ile ilgili ikonografilerden bir diğeri yine yılan ve sonsuz suları gösteren bir resimdir.
Resim9: Churcward’ın Mu Kıtası ile ilişkilendirdiği bir diğer sembol. Sonsuz Sular ya da Hayat Suyu ve 7 başlı Ejder-Yılan İkonografisi.
Campbell’a göre; sonsuz sular ya da hayat suyu da evrenin simgesel döngüsünün merkezi olan Galaktik Merkezden çıkar. Bu merkezi kaynağın altında Ejderha ya da Kozmik Yılan vardır. Hayat Ağacı yani evren bu noktadan büyür.
9 no’lu resimde Evrenin Yaratılışı, Kozmik Sular ve Kozmik Yılan-Ejderha ile ifade edilmiştir. Fakat önemli bir ayrıntı Mu ve Türk mitolojisi arasındaki benzerliği ortaya koyar. Resimdeki Ejderha görüldüğü gibi 7 başlıdır.
Türk mitlerinde ay genellikle “Ay Dede” olarak nitelenir. Ay dede ile 7 başlı ejderhanın yani Yelbegen’in savaşını anlatan Altay masalları hem Türklerin kozmoloji anlayışı hem de Astronomi anlayışıyla yakından ilgilidir. Yel Büke 7 başlı ejderha anlamındadır. Türk sanatında yaratılışın başlangıç yeri olarak görülen Galaktik Merkez ve Galaktik Merkezden çıktığı varsayılan Ejderha ikonografisi 7 başlı olarak sembolize edilir.
Resim10: Kazviniye ait 7 başlı Ejderha minyatürleri
Bunun nedeni 7 rakamının kozmolojik anlamının olması ve gökyüzündeki yedi gezegeni ifade etmesidir. Bu sayılar elbette ilk önce yaratılış ve kozmolojik açıdan incelenmelidir.
Churcward’a göre de Mu 70 000 yıl önce yaratıcının 7 emri ile yaratılır. Bu 7 emir elbette 7 gezegen ile ve diğer yedili yıldız grupları ile alakalı kozmolojik bir sayıdır. Haftanın 7 günü de bu 7 gezegen ile ilişkilendirilir.
Sunday= Güneş-Günü, Monday= Ay-Günü, Tuesday= Mars-Günü, Wednesday= Merkür-Günü, Thursday= Jüpiter-Günü, Friday= Venüs-Günü, Saturday= Satürn-Günü…
Görüldüğü gibi Mu Kıtasının yaratılış söylencesi ile ilgili verilen sayılar tamamen kozmolojik sayılardır. 70 000 rakamı da bu nedenle anlamlıdır.
Churchward’ın yaratılış ile alakalı gördüğü başka bir tablet simgesi kuştur ve şu kanıdadır. “Niven’in tabletleri arasında birçok kuş sembolüne rastladım. Üzerlerindeki yazılar bunların yaratıcının sembolleri olduğunu göstermektedir.”
Kuş ve Yılan ikiliği mitolojilerde ve ikonografilerde sık rastlanan motiflerdir. Kuş çoğunlukla Kartaldır ve Güneş ile, Yılan ise Ay ve sular ile ilişkilendirilir.
Resim11: Niven’in Meksika’da bulduğu tabletlerdeki kuş ikonografileri.
Türklere ait ikonografik sanat eserlerinde Hayat ağacının köklerinde Ejderha-Yılan ve tepesindeki dallarda Güneş kuşu olan Kartal vardır.
Resim12: 12.yy. Selçuklu seramik tabak. Ejderhanın ağzından çıkan hayat ağacı ve dallarında bekleyen ruh kuşları.
Bir diğer önemli gördüğüm ikonografi Davut Yıldızı ya da Süleyman Mührü olarak bilinen 6 uçlu yıldız simgesi. Bu sembol her ne kadar Musevilik ile ilişkilendirilmiş olsa da, Hun’lar ve onların bir boy’u olan Türkler tarafından eski çağlardan bu yana kullanılagelmiştir.
Mu kıtası Kozmik Diagramı olarak çizilen İkonografi yaratılışın simgesel anlatımı gibidir. En dıştaki “Güneş Rozeti” ya da “Güneş Çiçeği” olarak adlandırılan simge 12 dilimlidir. Güneşin 1 yıllık dolanım süresini ve 12 takımyıldızın diagram çizimini gösterir. 6 uçlu yıldız, aşağı ve yukarı bakan iki üçgenden oluşur. Ezoterik tradisyonda eril ve dişil ögeyi ve tüm zıtlıkları ifade der. İkili zıtlıklar kuramı, insanoğlunun evreni ve kendini anlamlandırmasına yardımcı olan bir mantık ve düşünce sistemidir.
Yıldızın ortasındaki daire ve nokta sembolü Türk runik harflerindendir. “Gün” ve “Ant” olarak okunur. Jung’a göre “Tanrı” ya da “Öz Ben” simgesidir. Günümüz Astrolojisinde de Güneş olarak okunur. Güneş hayatın kaynağı ve Tanrının yaratıcı gücünü gösterdiği en önemli gök cismidir. Güneş Rozetinin altından uzanan 4 ışık, 4 ana element yani Hava, Toprak, Su ve Ateş olarak yorumlanabilir. Tüm bu güçler, “İkili Zıtlıklar” ve “Dört Kozmik Güç” yani unsurlar birleştiğinde yaratılış gerçekleşir.
Resim13: Noin Ula Kurganında bulunan Türk-Hun Tamgaları ve Altı Uçlu Yıldız, M.Ö. 2.yy. ve Mu Kıtasının Kozmogonik Diagramı.
6 uçlu yıldız yani Hexagram sembolünü Tekeoğulları Beyliği bayrağında, Barbaros’un sancağında, yeniçeri başlıklarının üzerinde, camilerde, mezar taşlarında, paraların üzerinde ve diğer sanat eserlerinde görebiliriz.
Bu simge Türklerin kadim takvimlerinin başlangıcı sayılan Ülker takımyıldızını da ifade eder. Türkler bu yıldızı çok önemser. Her yıl Mayıs ayında Hıdrellez kutlanır. Bu, Ülker’lerin gündüz göğünde Güneş ile birlikte yükseldiği dönemdir. İnsanlar bahar döneminde, yeniden doğuşu canlandıran ritüeller yaparlar. Yaratılışın tekrar ettiğini ve doğanın her yıl yeniden uyandığını düşünürler.
Resim14: 6-7.yy Türk Uygur Budist Derviş’in kolunun altındaki sembol Hexagramdır. Aynı sembol Osmanlı döneminde yeniçerilerin başlıklarının üzerinde de yer almıştır.
Bir diğer veri Mu İmparatorluğunun “Güneş İmparatorluğu” olarak adlandırılmasıdır. Bu tanım Mu kıtasının Batılılara göre Doğu yönünde ve kıtanın “Anakara” olması ile ilişkilendirilebilir. Söylencelerde Güneş’in yaratıcı gücü ile ilk insanın bu topraklarda yaratılmış olduğu inancı vardır. Bu nedenle Mu kıtasına Ana-Kara adı verilmiştir. Churchward’a göre Mu halkının başlıca simgeleri güneşti ve tek bir yaratıcıya güneş aracılığı ile tapınıyorlardı. Şunu da eklemek isterim. Güneş diğer dünya mitlerinde “Eril” bir özelliğe sahipken, Türk mitolojisinde “Dişildir” ve “Gün-Ana” olarak ifade edilir.
Resim15: Türkler Güneş İkonografisini her dönemde kullanmışlardır. Soldaki resim Uygur Türklerinin Budizm dönemine ait bir Uygur Alp heykelidir. Göğsünün iki yanında Güneş simgesi açıkça görülür. İlhanlı, Altınordu ve Selçuklu paralarının üzerinde de Güneş sembolizmi kullanılmıştır.
Churchward’ın, Güneş ile ilişkilendirdiği ve Uygurların simgesi olarak gördüğü iç içe geçmiş daire ikonografisi. Orta Asya’daki 70 000 yıllık büyük Uygur İmparatorluğu ve Mu Kıtasındaki insanlar tarafından kullanılıyordu. Churchward’ın ifadesini aynen İngilizce olarak aktarıyorum.
“Kuş gözü, Uygur tek Tanrılı dininin sembolüdür.” İç içe geçmiş daire sembolü çok değerli Emel Esin’e göre de bu sembol “Kün” yani Güneş olarak okunur. Uygur Türkleri bu sembolü hilal ile birlikte Ay-Kün olarak kullanmışlardır. Uygurlar Ay ve Kün Tengri ifadesini kullanırlardı. Uygur kağanlar tahta çıktıklarında Ay ve Güneşten kut alırdı. James Frazer “Altın Dal” isimli kitabında yeni evlenen Orta Asya’daki Türklerin, sabah doğan güneşi selamladığını yazar. Bu uygulama farklı bir sosyal statüye geçiş ve dolayısıyla yeni bir hayata başlama ritüelidir. Güneşin yaratıcı gücüne saygı duyma, bolluk bereket dileme ve çok çocuk sahibi olma isteği ile de alakalıdır.
Resim16: Uygur Türklerine ait Ay-Kün ikonografileri. Daire içindeki noktalı simge Türk Runik harflerindendir ve “Gün” yani “Güneş” olarak okunur.
Meksikada bulunan ve yine batık Mu Kıtasından taşındığı varsayılan simgelerden bir tanesi de daire içindeki artı sembolüdür.
Resim17: 2. ve 3. Sembol Meksika’daki tabletler üzerindeki İkonografilerdir. Türkçe “Tanrı” olarak okunur.
Ünlü psikanalist C. Gustav Jung’a göre insanlığın en eski ve en ilkel Tanrı İkonografisi budur. Bu sembol öyle evrenseldir ve dünyadaki kayaların üzerine kazınmıştır. Fakat çok ilginçtir ki Emel Esin’e göre de bu işaret Türklerin kullandığı Runik Alfabenin bir harfidir ve “Tanrı” olarak okunur.
Resim18: Kırgızistan Saymalıtaş. Tanrı olarak okunan petroglifler.
Artı yeryüzü ve yeryüzünün dört bucağını, daire ise gökyüzü ve gökyüzünün yuvarlak kubbesini ve sonsuzluğunu çağrıştırır. Aslında bu ikonografide Yeryüzü ve Gökyüzü dikotomisi ile yaratılıştaki eril ve dişil iki öge sembolize edilir.
Churchward’ın Mu Kıtası arması ya da Tamgası olarak gördüğü simge, bir kaç anlamı içinde barındırır. Haç ya da artı sembolü dünya ve yeryüzünün dört bucağı olan kuzey, güney, doğu ve batı yönlerini ifade eder. Etrafındaki daire, yeryüzü ile gökyüzünün birleşmiş gibi göründüğü, 360 derece dairevi ufuk çizgisini ve gökyüzünün sonsuzluğunu anlatır.
Bu iki sembol “Tanrı” olarak okunur. Çünkü Tanrı ezoterik düşüncede tüm zıtlıkları içinde barındırır. Armadaki dairenin etrafındaki sivri uçlar güneşi anımsatır. Güneş’i taşıdığı düşünülen “Güneş Tekerleği” 8 dilimlidir. Benzer ikonografiyi Türk sembolizminde de görebiliriz.
Resim19: Mu Kıtası Arması ya da Tamgası. Tanrı ve Güneş olarak okur. 1873 yılında Osman Hamdi Bey tarafından fotoğraflanan, Ankara yöresi çoban kepeneği üzerindeki Tamga Mu kıtası arması ile aynıdır. Tanrı ve Güneş olarak okunabilir.
Resim20: 13. yüzyılda yapılan Güneş Tapınağı ve Güneş Tekerleği. Hindistan. Türk Otağlarındaki Tengri Tamgası ve 8 dilimli çadır kasnağı.
Churcward’ın Mu’nun sayısal ve simgesel sembolü olarak gördüğü 3 ve üç dilimli dağ İkonografisi. Ve bu dağın üzerinde “Güneş Diski” durmaktadır. Fakat resimdeki semboller tamamen siyahtır. Churchward bunu Mu’nun karanlığa gömülmesi olarak yorumlar. Aynı İkonografi Çin’de bulunan Paleolitik çağa ait bir kap üzerinde de vardır. Dağ şeklindeki sembolün üzerinde bu sefer Hilal Ve Güneş vardır.
Resim21: Üç dilimli dağ şeklinde gösterilen kara parçası Mu Kıtasını ifade eder. Churchward bu sembolizmi, tufan sonrasında Mu’nun sulara gömülmesi olarak açıklar. Çin’de bulunan ve Paleolitik çağa ait bir kap üzerinde ise Kozmik Dağ üzerinde yükselen Hilal ve Güneş ya da tam Türkçe tabiri ile Kün-Ay İkonografisi görülür. Kozmik kara parçası bu sefer 5 dilimlidir ve kanımca 5 Ana Karayı ifade ediyor olabilir.
Kaynakça
Türklerde Maddi Kültürün Oluşumu, Emel Esin, Kabalcı Yayınları, 2003.
Türk Sanatında İkonografik Motifler, Emel Esin, Kabalcı Yayınları, 2003.
Türk Kozmolojisine Giriş, Emel Esin, Kabalcı Yayınları, 2001.
Batık Kıta MU’nun Çocukları, James Churchward, Ege Meta Yayınları, İstanbul, Nisan 2012
Kayıp Kıta MU’nun Kozmik Güçleri 1, James Churchward, Ege Omega Yayınları, İstanbul, 2009.
Kayıp Kıta MU’nun Kozmik Güçleri 2, James Churchward, Omega Yayınları, İstanbul, 2010.
ANKA ENSTITÜSÜNDEN ALINTIDIR http://ankaenstitusu.com/mu-kitasi-mitolojisi/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder