“Şimdi arkadaşlar ekonomi hayatımızı gözden geçire-ceğim. Derhal bildirmeliyim ki ben ekonomik hayat denince ziraat, ticaret, sanayi faaliyetlerini ve bütün bayındırlık işle-rini birbirinden ayrı düşünülmesi doğru olmayan bir bütün sayarım. Bu vesile ile şunu da hatırlatmalıyım ki bir millete bağımsız hüviyet ve kıymet veren siyasi varlık makinesinde devlet, fikir ve ekonomi hayat mekanizmaları birbirlerine bağlı ve birbirlerine tabidirler. O kadar ki bu cihazlar birbi-rine uyarak aynı ahenkte çalıştırılmazsa hükümet makinesi-nin önde gelen sürükleyici kuvveti israf edilmiş olur, ondan beklenen tam verim elde edilemez. Onun içindir ki bir mille-tin kültür seviyesi üç sahada; devlet, fikir ve ekonomi sahalarındaki faaliyet ve başarıları neticelerinin hasılasıyla ölçülür.”
M. Kemal ATATÜRK
Bir Ekonomik Model
Büyük önderin görüşleri ile ilgili yapılan araştırmalar, O’nun ekonomi ala-nında da dehasının ışıklarını yansıtan bir ekonomik kalkınma modeli geliştirdiğini, uyguladığını ve büyük ekonomik sonuçlar aldığını göstermektedir. Dünyanın ezilen uluslarına bağımsızlık konusunda verdiği büyük örneklerle birlikte ekonomik ve toplumsal kalkınma modeli örneği de vermiştir. Bugünkü bilgilerimizle dahi bizlere ve dünyanın gelişmekte olan ülkelerine yol gösterici özellikler taşıyan bu model, toplum refahının bölgeler ve kişiler arasında dengeli dağılımı açısından türlü güç-lükleri olan gelişmiş ekonomileri yönetenlere de önemli yararlar sağlamaktadır. Bu özellikleri ile Atatürk’ün ekonomi politikası, uygulaması ve uygulamada aldığı sonuçlar, bütün ülkelerin yönetici ve uzmanlarınca önemle incelenmelidir. Görü-lecektir ki bu model, dünyanın kıt doğal kaynaklarının iyi kullanılmasını sağlamak açısından insanlık yararına büyük sonuçlar vermektedir.
Atatürk’ün yönetim ve ekonomiye ilişkin düşünceleri, ülkemizin çağdaş kal-kınma politikasına yön veren, hatta gelişmekte olan ülkelere örnek olan bir model olarak değerlendirilmelidir. Ülkemizin gelişmesinde başka modeller aranmasına gerek yoktur.
Model ortadadır. Özellikle 1929 büyük ekonomik bunalımı döneminde; yeni ulusal kurtuluş savaşından çıkmış, yeni bir devletin kurulduğu ve bu devletin her sektörde ve alanda yeniden inşa edildiği bir süreçte getirilen politikalar ve sanayileşme planları bu modelin en önemli uygulamalarıdır. Öyle bir model ki dünyada örneği olmayan bir kalkınma ve gelişme hızı bu dönemde gerçekleşmiştir. Atatürk, bu ekonomik model ile tamamen sıfırlanmış bir ekonomiden insan gücü, sermaye, bilgi, altyapı ve hiçbir dış destek olmadan ağır sanayisini kurmuş ve planlı kalkınma dönemini başlatmıştır.
Planlı Kalkınma
Atatürk, Onuncu Yıl Nutku’nda; “Yurdumuzu dünyanın en mamur ve medeni milletler seviyesine çıkaracağız” sözleriyle Türk Devrimi’nin çağdaşlaşmaya yöne-lik hedefini göstermiş ve bu hedefe çağdaş yönetim ve planlı kalkınma süreci ile ulaşılacağını belirtmiştir.
Çağdaş yönetim bilimi, yönetimin planlama, örgütleme, eşgüdüm, yönlendir-me ve denetim gibi temel öğelerden oluşan bir süreç olduğunu ortaya koymaktadır. Bu nedenle yönetim olgusunun ortaya çıktığı her yerde yönetsel anlamda planlama yapmak, eşgüdüm sağlamak ve yapılan çalışmaları sistemli olarak izlemek gerek-mektedir. Çünkü, bir ülkede planlı kalkınma yöntemleri uygulansa da, uygulanmasa da bu tür görevlerin yerine getirilmesi, belirlenen amaç ve hedeflere ulaşmada başarı sağlamanın temel koşulu olmaktadır.
Planlama, ister kamu, ister özel kesimde yer alsın, tüm kişi ve kuruluşlar için, saptadıkları amaç ve hedeflere, ellerindeki sınırlı kaynakları en iyi biçimde kullanarak erişme yol, yöntem ve araçlarını belirlemekte; eşgüdüm, bu araç ve kaynakları kullanacak kişi ve birimlerin etkinlikleri arasındaki uyumu sağlayarak amaç ve hedeflere ulaşılmasını kolaylaştırmakta; izleme ise, yapılan çalışmaların ne ölçüde amaç ve hedeflere ulaştığını göstermekte, denetim, yönlendirme ve yönetimi geliştirme işlevlerinin de yerine getirilmesine olanak vermektedir.
Atatürk’ün ekonomi anlayışının temel ilkelerinden biridir planlama. Planlama, 1930'larda olduğu kadar günümüz ekonomi politikalarının da vazgeçilmezidir. Bi-lindiği gibi, Atatürk'ün ekonomik politikalarını belirleyen ilk dönem 1923-1930 yıllarını kapsar. Mevcut ekonomik durum Birinci İzmir İktisat Kongresinde belir-lenmiştir.
Atatürk, ülkenin dış düşmanlardan kurtarılmasından sonra ekonomik durumu görüşmek ve alınabilecek önlemleri belirlemek amacıyla İzmir'de bir iktisat kongre-si toplamıştır. Kongre'de, önce ülkedeki ekonomik yapılanmanın, uygulanacak eko-nomi politikasının yönünü çizen bir “Misakı İktisadi” kabul edilmiştir. Kongre'nin üzerinde birleştiği politika; yurt sanayisini ve ticaretini geliştirmeyi amaçlayan, özel girişime öncelik veren, onu koruyan, mülkiyet haklarına saygılı bir ekonomik düze-ni, yasal çerçevesi ve kurumlarıyla oluşturmak ve kökleştirmektir.
Kongrenin açılış konuşmasında Atatürk; “Tarih, milletimizin yükselme ve gerileme sebeplerini ararken birçok siyasi, askeri ve sosyal sebepler bulmakta ve saymaktadır. Bir milletin doğrudan doğruya hayatiyle alakadar olan, o milletin, iktisadiyatıdır. Hakikaten Türk tarihi tetkik olunursa yükselme ve gerileme sebeplerinin iktisadi meselelerden başka bir şey olmadığı derhal anlaşılır… Yeni Türkiyemizi layık olduğu yüksek mertebeye ulaştırabilmek için, derhal iktisadiya-tımıza birinci derecede ve en çok önem vermek mecburiyetindeyiz.” demiştir.
1923 yılında devralınan, uzun süren savaşlar nedeniyle harap olmuş, kaynakları kurutulmuş, nüfuzu azalmış, yokluklar içindeki Türkiye ile 1933 ve sonrasındaki hukuk ve eğitim sistemini, teknolojisini, sanayisini, tarımını ve tica-retini değiştiren, geliştiren Türkiye arasında büyük fark vardır. Cumhuriyet’in ilanı ile başlayan ve birbiri arkasından getirilen yeniliklerin Türk devlet ve toplum düze-ninde on yıl sonunda bu önemli değişikliği yaratması, uygulayıcıların kararlılığının yanı sıra Türk toplumu tarafından benimsenip sahip çıkılmasıyla mümkün olabil-miştir.
Özellikle 1929 büyük ekonomik bunalım dönemindeki politikalar ile planlı kalkınma süreci uygulamaları, dünyanın hiçbir ülkesinde ve ekonomisinde görül-memiş bir sosyal ve ekonomik kalkınmayı gerçekleştirmiştir. Bu gelişmeler, Cum-huriyet ve devrimlerle getirilen yeni düzenin sürekli olacağı düşüncesine de güç ka-zandırmıştır.
Atatürk, ekonominin çarklarını döndürmek için devlet girişimciliğinin önemini Keynes’den önce görmüş ve gereklerini hayata geçirmiştir. Bu nedenle Atatürk, kan ve ateşle örülü bir yokluk ortamında, Türkiye’nin bağımsızlığını ve varlığını ger-çekleştirme mücadelesini sürdürürken, gerekli gördüğü ilkeler arasına Devletçiliği de yerleştirmiştir. Aslında dünyadaki gelişmeler de o yıllarda devletçilik ilkesinin uygulanmasını zorunlu kılmaktaydı. “Laissez Faire”ci liberal ekonomi politikaları Amerika Birleşik Devletleri başta olmak üzere gelişmiş batı ülkelerinde başarı-sızlığa uğrayarak büyük bir ekonomik bunalıma dönüşmüştü. Dünya Ekonomisi, tarihinin en ağır ekonomik krizini yaşarken, Türkiye, Atatürk'ün akılcı ekonomi politikaları sayesinde bu buhranı en hafif biçimde atlatmıştır.
Atatürk'ün ekonomik politikasının temelleri ve esasları, 1930-1940 arasındaki ikinci dönemde ortaya çıkmış ve en üst düzeye ulaşmıştır. Bu dönemde; devletin öncülüğü, devlet yatırımcılığı, devlet işletmeciliği, ekonominin devletin belirlediği hedeflere yönlendirilmesi gibi hususlar ağırlık kazanmıştır. Atatürk, devletçilik konusunda “Bizim izlediğimiz devletçilik, bireysel emek ve faaliyeti esas tutmakla beraber, mümkün olduğu kadar az zaman içinde ulusu gönence ve ülkeyi bayındırlığa eriştirmek için ulusun genel ve yüksek çıkarlarının gerektirdiği işlerde -özellikle ekonomik alanda- devleti fiilen ilgilendirmektir.” demektedir.
Afet İnan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler adlı kitabında, Atatürk’ün Cumhurbaşkanı iken 1934 yılında hükümetin hazırladığı beş yıllık kalkınma planlarını incelerken elinde eski harflerle yayınlanmış bir broşürü gördüğünü ve bu broşürün “İktisat Esaslarımız” adını taşıdığını ve kapağında “Milletimiz mazisin-den değil artık istikbalinden mesuldür” cümlesinin yazılı olduğunu belirtmektedir.
Atatürk, Birinci Kalkınma Planı'nı 1933-1938 yılları, İkinci Kalkınma Planı'nı ise 1938-1944 yılları için hazırlatmıştır. Bu planlar Atatürk'ün Türk Ulusu'na armağan ettiği önemli bir ekonomik devrim hareketidir. Bu kalkınma planları eldeki kıt kaynaklarla halkın ihtiyaçlarının en iyi biçimde karşılanmasına yönelik olarak hazırlanmıştır. Türk Devriminin ekonomik kalkınmayı plana bağlamasıyla; tam çalışmayı, hızlı ve dengeli sermaye birikimini, dış ödemeler dengesini, enflasyon-suz hızlı kalkınmayı, bölgeler arası dengeli kalkınmayı, özel girişimin gelişmesini, hızlı teknolojik gelişme için yabancı sermaye ile işbirliğini gerçekleştirmeyi amaçlamıştır. Her iki kalkınma planının da temel amacı, hammaddesi Türkiye'de olmasına karşın dışardan ithal edilmek zorunda kalınan ürünlerin ülkemizde üretilmesini sağlamaktı. Bu amaçla tekstil, iplik ve dokuma fabrikaları kurulmuş, devletin teşvikiyle özel girişim olarak bazı çiftçilerin de katılmasıyla Alpullu ve Eskişehir gibi bazı şeker fabrikalarının kurulmasına girişilmiş ve bunlar gerçekleş-tirilmiştir. 1925 yılında devlet sermayesiyle Sanayi ve Maadin Bankası kurulmuş-tur. Bankanın amacı fabrika kurup yönetmek olarak belirlenmiştir. Bu bankanın desteğiyle Kayseri-Bünyan İplik Fabrikası TAŞ, Isparta İplik Fabrikası TAŞ, Kütahya Çini İşleri TAŞ ve bunlar gibi bir çok özel kuruluş devletin de ortak olma-sıyla faaliyete geçmiştir.
Atatürk'ün fiilen ekonomiyi yönlendirdiği dönemde gerçekleştirdiği somut ekonomik girişimler, on beş yıl gibi kısa bir zamanda nasıl olağanüstü bir kalkınma çabasına girişildiğini göstermeye yeterlidir.
Bunlardan bazıları; Türkiye İş Bankası’nın açılması, Uşak’ta şeker fabrikası, Kayseri’de uçak fabrikası, Kayseri Bünyan’da dokuma fabrikası, Ereğli Bez Fabrikası, Nazilli Bez Fabrikası, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası, Gemlik Suni İpek Fabrikası, Bursa Merinos Fabrikası, İzmit Kağıt Fabrikası, Kayseri İplik ve Bez Fabrikası, Eskişehir Şeker Fabrikası, Ticaret ve Sanayi Odalarının kurul-ması, Türkiye Ticaret ve Sanayi Odaları Kongresi, İstatistik Umum Müdürlüğü, Hükümete iktisadi konularda fikir vermek amacıyla çeşitli meslek kuruluşlarının temsilcilerinden oluşan Ali İktisat Meclisi, Birinci ve İkinci Kalkınma Planları, 1927 yılında Teşviki Sanayi Kanunu, 1930 yılında Sanayi Kongresi, 1931 yılında Ziraat Kongresi, Aşar Vergisinin kaldırılması, demiryollarının satın alınarak ulusal-laştırılması, Ulusal Ekonomi ve Araştırma Kurumu kurulması. Ve daha başkaları…
Atatürk’ün devletçilik anlayışındaki “planlı ekonomi siyaseti”, devlet merkezli değil tersine kaynak kullanımının hangi sektörlerde sanayileşmeyi sağlayıp sağlamadığını ortaya çıkaran demokratik plan anlayışıdır. Birinci (1932) ve İkinci (1936) Sanayi Planlarında programa alınan yatırımların tümü, o tarihe kadar hiçbir ülkede benzerine rastlanmayan bir anlayışla, verimlilik hesaplarına dayandırılmıştı. Mustafa Kemal Atatürk’ün ekonomi siyaseti, kaynakların nesnel üretime dönüş-mesini öngörüyordu ve şimdiki gibi reel (üretken, nesnel) ekonomi, parasal ekono-minin arkasından sürüklenir duruma gelmemişti.
Atatürk’ün planlı ekonomi anlayışı, ulusal çıkar ve halkçılık temeline dayan-maktadır. Bu nedenle yeterince gelişmemiş bölgelerde, o bölgenin kaynaklarını kullanıcı, gerekirse yeni kaynaklar yaratıcı bir politika ve plan yatar. Bu anlayış sayesinde Türkiye'nin geri kalmış bölgelerinde, yüzyıllardır özel sektörce yapılma-mış yatırımlar, 1930’lar Türkiyesi’nin güç koşullarında yapılmıştır. Atatürk’ün bu modelinde kamusal girişim, kalkınma hamlesinin merkezine oturtulduğu için özel sektörün, kâr getirmeyeceği için yapmadığı yatırımları bile finanse etmeyi göze almıştır. Ancak, günümüzde de varlığını ve önemini koruyan ve halen çözüm-lenemeyen en önemli konulardan biridir bölge ve iller arası ekonomik gelişmişlik farkı. Bugün Türkiye üretiminin beşte biri İstanbul'da, yüzde 40’ı da Marmara Böl-gesi'nde yapılmaktadır. Bu durum, 1970’li yıllarda hızlanan bir biçimde iç göç ol-gusunu da getirmiş, plansız kalkınmanın başlıca sorunlarından biri haline gelmiştir.
1930'larda bölgesel eşitliği sağlama amacıyla getirilen KİT modelinin etkisizleştirilmesi yönündeki çabalar da bunda etkili olmuş, zaten yeni yatırımlara ve üretime yönelik olmayan son yılların ekonomi politikalarıyla içinden çıkılmaz bir hal almıştır.
Atatürk, özellikle yönetim, eğitim, ekonomi, kültür, sanat konularını içeren söylevlerinde sürekli olarak ileriyi düşünme, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşma vurgusu yapmaktadır. 1 Kasım 1937’de Büyük Millet Meclisini açış söylevinde; “Büyük davamız, en medeni ve en müreffeh millet olarak varlığımızı yükseltmektir. Bu, yalnız kurumlarında değil, düşüncelerinde temelli bir inkılap yapmış olan büyük Türk milletinin dinamik idealidir. Bu ideali en kısa bir zamanda başarmak için fikir ve hareketi beraber yürütmek mecburiyetindeyiz. Bu teşebbüste başarı ancak, türeli bir planla ve en rasyonel tarzda çalışmakla mümkün olabilir” demektedir.
Atatürk, sürdürülebilir bir kalkınma için ekonomik istikrara ne derecede önem verdiğini politika ve uygulamalarıyla göstermiştir. Atatürk döneminde dış ticaret açığı olmadan, enflasyona başvurulmadan, dengeli ve istikrarlı bir kalkınma sağlan-mıştır. Atatürk, para sıkıntısına bir çözüm yolu olarak emisyona başvurulması önerilerine her defasında karşı çıkmıştır.
Atatürk’ün temel ekonomik hedefi bütün toplumun mümkün olduğu kadar kısa sürede kalkınmasını sağlamak yönündedir. Osmanlı’dan alınan kötü miras bu yolda önemli engeller oluşturmuş ancak yine de az zamanda çok büyük işler yapıl-mıştır.
1933-1938 yılları arasındaki döneme, Türk sanayisinin ilk ve planlı kuruluş aşaması olarak bakılabilir. Yapılacak işler ciddi etütlere dayanan bir plana bağlan-mış, iç ve dış finansman sağlanarak çok başarılı uygulama sonuçları elde edilmiştir. Ham madde kaynakları ile enerji sorunları ciddiyetle ele alınmış, konunun bilimsel ve teknik yönü ile ciddi şekilde uğraşılmıştır.
Bu dönemde yapılan yatırımlar, hep devletçilik ilkesi adı altında yapılmıştır. Programın finansmanı, geniş ölçüde vergiler, iç istikrar ve devlet bankalarının kredileri ile karşılanmıştır. Ayrıca, 1934 yılında Sovyetler Birliğinden 8 milyon dolar, 1938’de İngiltere’den 13 milyon sterlin dış borç sağlanmıştır.
Yeni devletin kuruluşundan Atatürk’ün ölümüne kadar olan bu dönemin bir çok bakımdan özellikleri vardır:
a) Dış ticaret açığı olmadan enflasyona başvurulmadan dengeli ve istikrarlı bir kalkınma sağlanmıştır.
b) Hükümet, dış ticaret aktifinin sağladığı döviz geliriyle altın stokunu artır-maya çalışmıştır. 1931’de 6 ton olan altın rezervleri 1932’de 14 tona, 1933’de 17 tona, 1934’de 19 tona, 1937’de 26 tona çıkmıştır.
c) Mali dengenin korunmasına büyük itina gösterilmiştir. Ancak karşılaşılan zorluklar hükümetin tedbir almasını gerekli kılmıştır. Hükümet başkanı olarak İsmet İnönü para sıkıntısına karşı bir çözüm yolu olarak emisyon yapılmasını istemiştir. Devlet başkanı olarak Atatürk’te her defasında karşı çıkmıştır. Atatürk'ün ekonomi politikasında makroekonomik istikrarın önemli bir yeri olmuştur. Öyle ki, enflasyonsuz para politikası Cumhuriyet tarihinde sadece Ata-türk zamanında uygulanabilmiştir. İsmet İnönü, bu konuda Atatürk’e götürdüğü öneriler için, “Hükümet olarak yılda iki kez ödeme yapamayacak duruma düştüğü-müz olurdu. Gider konuşurdum. Birkaç milyon liralık emisyonun bizi ferahlata-cağını anlatmaya çalışırdım. Bir defa bile evet dedirtemedim” demektedir.
Türkiye Cumhuriyeti’nde enflasyon sorunu Atatürk'ün ölümünden sonra başlamış ve bir daha da durdurulamamıştır.
Atatürk’ün ekonomi politikası çağımızın gelişmiş ve gelişmemiş ülkelerine yön verebilecek özellikler taşımaktadır. Bu özellikler;
a) İmtiyazsız ve sınıfsız biçimde bütün halkın refahını yükseltmektir.
b) Bütün toplumun mümkün olduğu kadar kısa sürede kalkınabilmesi için ekonomik ve sosyal kalkınmaya bir bütün olarak yaklaşmak gerekir.
c) Atatürk’ün ekonomi politikasının temelinde piyasa ekonomisinin kuralları vardır. Devlet doğrudan endüstri, ticaret işleri yaptığı zaman kendisi de pazarın koşul ve kurallarına uymalıdır.
d) Atatürk pazarlardaki rekabet kurullarının işleyişini bir kalkınma planının disiplini içinde düşünmüştür.
e) Ekonomiye, ekonomi dışından yapılacak müdahalelere karşı önlemler almıştır.
f) Ülkede enflasyonun önlenmesi yurt içinde ve yurt dışında devlet hazinesi itibarının en yüksek düzeyde tutulması için bütçe denkliğine ithalat ve ihracat denk-liğine ve devlet yatırım harcamalarının devlet gelirleri toplamına denk olmasına dikkat edilmelidir.
g) Atatürk’ün ekonomi politikasının önemli bir amacı da ülkede tam çalış-manın sağlanmasıdır.
Atatürk’ün ekonomi politikasının temel amacı imtiyazsız ve sınıfsız biçimde bütün halkın refahının yükseltilmesidir. Bütün toplumun mümkün olduğu kadar kısa sürede kalkınabilmesi için ekonomik ve sosyal kalkınmaya bir bütün olarak yaklaşmak gereklidir.
Diğer bir deyişle bütün devrimler ve ekonomik kalkınma amacıyla yapılan uygulamalar birbirini desteklemelidir. Ekonomik ve sosyal kalkınmayı bu biçimde ele alış, son yıllarda gelişmekte olan ülkeler için çağdaş ekonomik plancılar ve işlet-mecilerce öne sürülen sistem yaklaşımının bir uygulamasıdır. Atatürk’ün ekonomi politikasının temelinde piyasa ekonomisinin kuralları vardır. Devlet pazarların kurallarına uymak zorundadır. Hatta devlet doğrudan endüstri ticaret işleri yaptığı zaman kendisi de pazarın koşul ve kurallarına uymalıdır.
Atatürk; “Kesin zaruret olmadıkça piyasalara karışılamaz, bununla beraber hiçbir piyasa da başıboş değildir. Sırası gelmişken Cumhuriyetin tüccar telakkisini de kısaca ifade edeyim; tüccar, milletin emeği ve üretimi kıymetlen-dirilmek için eline ve zekasına emniyet edilen ve bu bakımdan ihracatçılar hakkın-daki kanun, murakabe hakkındaki kanun, teşkilatlandırma hakkındaki hükümler müspet neticelerini vermektedir.” demiştir.
Atatürk, pazarlardaki rekabet kurallarının işleyişini, bir kalkınma planının disiplini içinde düşünmüştür. Planlı kalkınma düşüncesi ekonomik ve toplumsal kalkınma sorunları ile ilk karşılaştığı anlarda başlamıştır. Planlı kalkınmayı düşü-nürken aynı zamanda ekonomiye, ekonomi dışından müdahaleler yapılabileceğini düşünerek buna karşı önlemleri de zamanında alabilmiştir. Ali İktisat Meclisini, Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyetini, Türkiye İş Bankasını kurdurmasının, bu bankanın azınlıktaki bir devlet hissesiyle halkın ortaklığında mümkün olduğu kadar özerk çalışmasını sağlamasının, T.C. Merkez Bankası hisselerine halkın katılma-sıyla özerkliğin korunmasına özen göstermesinin, ekonomik uygulamalardan önce yerli yabancı uzmanlarla uzun süre tartışma yapmasının temelinde ekonomik sorun-lara ekonomi dışı müdahaleleri önleme amacı yatmaktadır.
Atatürk’ün ekonomi politikası üç temel dengeye dayanmaktadır.
- Devlet bütçesi denk olmalıdır.
- Devletin yatırım harcamaları bütçe fazlaları ile iç ve dış borçlanmadan elde edilen devlet gelirleri toplamına denk olmalıdır.
- İthalat, ihracat denk olmalıdır.
Bu üç denkliği korumanın amacı, ülkede enflasyonun önlenmesi ve yurt içinde ve yurt dışında devlet hazinesi itibarının en yüksek düzeyde tutulmasıdır. Atatürk, ödemeler dengesini korumanın tek yolunu dış ticaret dengesinin korunmasında bulmaktadır. Onun için ihracat yapmadan ithalatı artırmanın yolu yoktur. Hatta bu alanda belirli bir ülkeden ithalatın arttırılabilmesi için mutlaka o ülkeye ihracatı arttırmak gereklidir. Hızlı kalkınma ve devletleştirmeler devlet harcamalarını hızla arttıran uygulamalardır. Ancak O, yukarıdaki dengeleri bozmadan bunu yapabilme-nin yollarını sürekli olarak aramış, bulmuş ve uygulamıştır.
Atatürk’ün ülkeyi yönettiği 16 yıllık dönem boyunca, ülkede sözü edilebilecek bir hızlı enflasyon dönemi yoktur. Bazı krizlere rağmen Türk lirasının dış değeri 1921’de ve 1938’de aynı düzeydedir. Bu dönem, Türk ekonomisindeki kalkınma hızının Cumhuriyet ekonomi tarihinin en yüksek olduğu dönemlerden biridir. Atatürk’ün ekonomi politikasının önemli bir diğer amacı da ülkede tam çalışmanın sağlanmasıdır. Bütün ekonomik önlemlerden söz ederken çiftçiye, işçiye ve bütün faal nüfusa iş sağlanması görüşünden hareket etmesinin ve uygulama yaptırmasının başka anlamı olamaz.
Bu nedenlerle Atatürk devrimlerinin üst yapı devrimleri olduğu, bütün devrim-leri gibi ekonomi devrimi de Türk toplumunu temelden değiştirmek ve çağdaş-laştırmak amacına yönelmiştir. O’nun belki de bütün devrimleriyle eşdeğer bir ekonomi devrimi vardır. Her alanda olduğu gibi ekonomi alanında da daha uzun yıllar bizlere onun ışığı yol gösterecektir.
Günümüzde Ne Yapılmalı?
Dünya ekonomisinde ve kalkınma anlayışında meydana gelen değişmeler, AB ile uyum sürecimizde yaşanan gelişmeler ve planlama anlayışımızın öncelikleri birlikte düşünüldüğünde, ülkemizdeki idari bölümlemenin ve ülkesel yönetim sisteminin temeli olan “İl” ölçeğinde başlayan bir kalkınma anlayışının ve buna uy-gun bir planlama sisteminin geliştirilmesi gereği kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Bölgeler arasındaki gelişmişlik farklılıklarının kabul edilebilir düzeye indirilmesi ve görece geri kalmış yörelerin kalkındırılması için, doğal olarak il ve hatta ilçe kademelerinden başlayan bir kalkınma ve planlama sistemi oluşturulması gerekli olmaktadır.
Anayasamızda da belirtildiği üzere, genel yönetimin taşradaki temel yönetim kademesi ve merkezi yönetimin taşradaki en üst yönetim birimi, “İl”dir. İl yönetim-lerinin genel yönetim içindeki özellikli ve öncelikli konumları dikkate alındığında, gerek yönetsel yeniden yapılanmada, gerekse kalkınma sürecinde, bu yönetim kademelerinin önemi daha iyi anlaşılmaktadır. Kalkınma açısından mekan boyutu-nun, yerel, bölgesel ve ülkesel düzeylerden oluştuğu göz önünde tutulduğunda, iller ve ilçeler, kalkınma ve strateji belirleme çalışmalarının yerel düzeydeki en önemli yönetim basamakları olmaktadır.
Günümüzün kalkınma anlayışı ve araçları aşağıdan-yukarı bir gelişme modeli çerçevesinde yerel birimlere önemli işlevler yüklerken, kalkınma stratejilerinin hazırlanması ve uygulanması aşamalarında “katılımcılık” ilkesinin yaşama geçiril-mesi de önemlidir.
Ülkemizin hızlı ve dengeli kalkınabilmesi; planlama ve uygulama süreçlerine kamu sektörünün yanı sıra, özel sektör, gönüllü sivil kuruluşlar, meslek odaları, üni-versiteler, vb. kesimlerin de katılımı ile olanaklıdır. Bu nedenle, il ve ilçe gelişme planlamasının hazırlık, uygulama ve izlenme aşamalarında geniş katılımlı kurum-sallaşma ve dayanışma gerekmektedir.
İl düzeyi bölgesel gelişme stratejilerinin hareket noktası olma özelliğine sahip-tir. Kimi durumlarda, havza, ilçe ve belde gelişme stratejilerine de ihtiyaç olmakla birlikte, bölgesel gelişme stratejilerinin hazırlanmasına temel alınması açısından il gelişme planları ve stratejileri hem hızlı ve dengeli kalkınmanın hem de yerel ihtiyaçlara ve dinamiklere duyarlı, yerel girişimleri harekete geçiren bir düzey olması açısından gereklidir. Bu kapsamda, il ve ilçe ölçeklerindeki kalkınma çalış-maları ve gelişme planlarının sağlayacağı başlıca yararlar şunlar olacaktır:
a) İl ve ilçelerdeki ilgili tüm kurum ve kuruluşların geniş ve aktif katılım-larıyla hazırlanacak olan gelişme planları yoluyla il ve ilçeler; kısa, orta ve uzun vadede gelişmelerine yön verecek, genel eğilimleri tespit edebilecek ve geleceğe yönelik projeksiyonlarını eşgüdümleyeceklerdir.
b) İl ve ilçelerimizin üstünlüklere sahip oldukları alanlar belirlenebilecek, mevcut ve gelişmesi muhtemel sektörlerde uzmanlaşmaları sağlanabilecektir. Böylece, il ve ilçe gelişme stratejileri, yöresel kaynakları ve potansiyelleri harekete geçiren, geri kalmış yörelerimizin sosyo-ekonomik düzeyini yükselten, kırsal kalkınmayı sağlayan ve ulusal plan ve programların gerçekleşmesini besleyen bir işlevi yerine getirecektir.
c) Bölgesel gelişme amaç, hedef ve stratejileriyle uyumlu biçimde hazırlana-cak alt ölçekli gelişme stratejileri, ülkemizin hızlı ve dengeli kalkınmasının önemli araçları olacaktır.
d) İl ve ilçelerin temel yönetim birimleri olduğundan hareketle hazırlanacak il ve ilçe gelişme planları; yerel yönetimlerin güçlendirilmesine de katkı sağlaya-caktır. İl ve ilçe, ülke, bölge ve yerel yönetimlerin kurumsal stratejik planlama çalışmalarının bütünleştirilmesi açılarından gerekli basamaklardır. Kent, belde ve kırsal alan planlamalarının etkinleştirilmesi açısından da il ve ilçe gelişme planları önemlidir.
e) Yerel ekonomiyi ve yerellik bilincini güçlendirecek ekonomik, sosyal, kültürel girişimler yönlendirilebilecek ve desteklenebilecektir. Böylece, toplumun istekleri, gereksinimleri, kapasiteleri ve tercihlerinin yeterince dikkate alındığı planlar yapılabilecektir. Yereldeki planlama çalışmaları yerel kurumlara ve yerel yönetimlere yansıdıkça yerelde topyekun planlı bir yapılanmayı tetikleyecektir.
f) Yerel katılımı ve yerel demokrasiyi ön plana çıkaran, yetki ve kaynak açısından güçlendirilmiş bir taşra yönetim düzeni oluşmasına katkı sağlayacaktır. Böyle bir sistem içinde, il ve ilçe yönetimleri, kamusal hizmet ve yatırımları makro politika ve uygulamalarla uyumlaştırarak eşgüdümleyecektir. Yerel hizmetler üzerinde karar verme yetkisi yerel karar alıcılara devredileceğinden, idari sistem daha demokratik bir nitelik kazanacak; böylece, taşranın siyasal ve sosyal kültürü olumlu etkilenecektir.
g) Kalkınmanın iller ve ilçeler ölçeğinden başlatılması, ülke kalkınması açısından kırsal yörelere götürülen hizmetlerin yüküne halkın daha kolay ve istekle katılımına fırsat verecektir. Hizmet istemleriyle bunun yükü arasında ilişki de böy-lece kurulmuş olacaktır.
h) Yerel potansiyellerin harekete geçirilmesi kolaylaşacak, böylece atıl kapa-site kullanımı azaltılacak; küçük ve orta boy girişimlerin ve girişimcilerin ekono-miye etkin biçimde katılımı sağlanacaktır.
İl gelişme stratejileri yoluyla; yöresel ve bölgesel ekonomik potansiyel ile kay-naklar harekete geçirilebilir, taşranın sosyo-ekonomik düzeyi adil ve dengeli bir tarzda yükseltilebilir, kırsal kalkınmaya katkı sağlanabilir, ulusal plan ve program-ların gerçekleşmesini destekleyen bir işlev yerine getirilebilir.Bu işlevin yerine getirilmesi ise, illerde etkili bir gelişme planlaması yapılması ve rasyonel stratejilerin belirlenip uygulanmasıyla yakından ilişkilidir.
Bu nedenler-le, topyekün ülke kalkınmasının başarılmasında il gelişme planlarının önemi büyük-tür. Ancak planlı kalkınma döneminde; mülki idare amirlerine bu yönde görev ve sorumluluk verilmekle beraber, hızlı ve dengeli kalkınmayı sağlayacak yasal ve yö-netsel önlemler gerektiğince alınamamış, kalkınmanın yasal ortam ve koşulları ye-terince oluşturulamamıştır.
SONUÇ
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, Onuncu Yıl Nut-kunda; “Yurdumuzu dünyanın en mamur ve medeni milletler seviyesine çıkaraca-ğız” diyerek ülkemizin çağdaşlaşmaya yönelik hedefini göstermiştir. 2006 yılındayız. Atatürk’ün doğumunun 125. yılında. Bu düzeye ulaşmak zorundayız. Cumhuriyetin 100. Yılında yani 2023 yılında bütünüyle gelişmiş çağdaş bir Türkiye kurulmalıdır. Bunun için en gerçekçi yol, öncelikle, 2023 yılını hedefleyen 20 yıllık “sürdürülebilir kalkınma”yı ve “uygulanabilir plan”ı içeren “Ulusal Gelişme Planı”nın hazırlanmasıdır. Hazırlanacak böyle bir plana giden yol-da bölge ve il gelişme planlarının hazırlanması ve uygulanması, dengeli, topyekün ve sürdürülebilir kalkınma için önemli uygulamalar olacaktır.
KAYNAKÇA
Prof. Dr. Afet İNAN, Medeni Bilgi ve M. Kemal Atatürk'ün EI Yazıları.
Prof. Dr. Afet İNAN, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler.
Prof. Dr. Bilsay KURUÇ, Belgelerle Türkiye İktisat Politikası.
Prof. Dr. Bilsay KURUÇ, Mustafa Kemal Döneminde Ekonomi.
Prof. Dr. Cihan DURA, Atatürk Devrimi Yarım Kaldı.
Prof. Dr. Cihan DURA, Türkiye Ekonomisi.
Hamza EROĞLU, Atatürk ve Devletçilik.
Şevket Süreyya AYDEMİR, Tek Adam.
Yalçın KÜÇÜK, Planlama, Kalkınma ve Türkiye.
Seriye SEZEN, Devletçilikten Özelleştirmeye Türkiye’de Planlama.
Suna KİLİ, Atatürk Devrimi Bir Çağdaşlaşma Modeli.
Mustafa A. AYSAN, Atatürk'ün Ekonomik Politikası.
Mutlu DEMİRKAN, Kemalist Ekonomi Politikası.İl Gelişme Stratejileri ve Politikaları Alt Komisyonu Raporu, DPT- Ankara, 2006.
Haluk BİLGESAY, Atatürk’ün Yönetim ve Ekonomi Anlayışında Vizyon, Misyon Kavramlarının Karşılığı, Türk İdare Dergisi, Sayı 451, Mart 2006.
Kaynak:TİD Kay.tar:19.8.2008
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder