4 Mayıs 2015 Pazartesi

Akdeniz’den ne talep ediyoruz biz? O ne verebiliyor?

Karşımızda Akdeniz mutfağına eğilmiş iki ayrı araştırma var.  Bir besin cenneti olarak bize sundukları ve bunun sınırları söz konusu…  Peki, bizler uygarlığın önemli birikimlerinin oluşup yaşadığı bu güzelim yöreyi nasıl değerlendiriyoruz?  Acaba onun kaynaklarını çarçur mu ediyoruz?  Bir araştırma bölge mutfağının sağlık açısından yaşamsal önemini vurgulamış.  Öteki ise Akdeniz’in beslenme düzeninde bizlerin yarattığı olumsuz etkiyi.
Akdeniz mutfağı sağlık dostu.  22 bilim insanının katıldığı ilk araştırma İspanya’da yürütülmüş.  Çalışma 6 yıl kadar sürmüş ve beslenme tarzının 7400 kadar kişinin sağlığını nasıl etkilediğini esas almış.  Denekler 55 ile 80 yaş arasındaymış.  Hiçbirinin kalp rahatsızlığı yokmuş.  Ama bunlar ya şeker hastasıymışlar, ya da yüksek tansiyonlu ve yüksek kolesterollü.  Aralarında sigara içenler, aşırı şişmanlar varmış;  ya da ailede koroner kalp hastalıklı kişilerin olduğu biliniyormuş.  Yani kalp riski taşıyan, daha ileri yaşlarda kalp rahatsızlıklarına aday olabilecek kimselermiş bunlar, ama çalışmaya katıldıkları sırada kalp rahatsızlığı çekmiyorlarmış.
Araştırmacılar denekleri üç gruba ayırmışlar.  Biri kontrol grubu.  Onlardan Akdeniz mutfağı çerçevesinde beslenmeleri, ama doymuş yağı düşük bir diyet tutturmaları istenmiş.  O kadar.
Bir gruptan ise (gene Akdeniz mutfağı çerçevesinde) rafine zeytinyağına ağırlık veren bir beslenme istenmiş.  Bunlara her hafta 1 litre rafine zeytinyağı verilmiş ve bunu yemeklerinde mutlaka kullanmaları beklenmiş.  Üçüncü grup ise yemeğinin dışında her hafta ceviz (15 gram), fındık (7,5 gram) ve badem (7,5 gram) tüketmiş.  Bütün araştırma boyunca.  Gruplar sürekli denetim altında tutulmuş ve her yıl eksiksiz sağlık kontrolünden geçirilmiş.
Sonunda görülmüş ki, kontrol grubundakilere göre diğer iki gruptakiler kalp hastalıkları bakımından %30 daha iyi durumda.  Daha az enfarktüs geçirmişler, daha az kalp krizi yaşamışlar, ölümlerinde kalp rahatsızlıkları daha az etkili olmuş.
Araştırmacıların bu çalışmadan çıkardıkları sonuç çok net:  Zeytinyağına, yemişlere, fındık fıstığa, buğdaya dayalı (ama eti ve et ürünlerini, şekerli maddeleri az tutan) ve ayrıca yemeklere eşlik eden ölçülü orandaki şaraba yer veren Akdeniz mutfağı kalbi daha iyi koruyor.
The New England Journal of Medecine’de yayımlanmış olan bu araştırmaya buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz.
Akdeniz mutfağı krizde.  İkinci araştırma.  Bunu merkezi Paris’te olan CIHEAM(Akdeniz Tarım Bilimleri Uluslararası Merkezi) yürütmüş.
Konuya giriş yaparken bir kavramdan söz etmek gerekiyor:  “Ekolojik Ayak İzi”.  Bu kavram 1990’larda gündeme geldi.  O günden beri de yaygın olarak kullanılıyor.  Kavram, insanın var olmak için durmadan kullandığı bütün doğal kaynakları ve bu tüketim sürecinde yarattığı atıkları içeriyor.  Toprak ve deniz ürünlerini, atmosferi…  Böylece insan doğada ayak izi bırakıyor.
Bir de, bu talebe doğanın verdiği yanıt var.  Yani sürekli olarak sağladığı, durmadan yenilediği kaynaklar…  İnsanın beslenmek, barınmak, ısınmak için tükettiklerini sağlayan ve oluşturduğu atıkları etkisiz hale getiren kara ve deniz alanları.  Buna da “Ekolojik Kapasite” diyorlar.
Bu iki kavram karşı karşıya konulduğu zaman ilginç bir durum çıkıyor ortaya.  Bir yanda yenilenerek üretilen var, bir yanda da tüketim talebi.  Talebi (ayak izini) üretime (kapasiteye) bölersek nasıl bir sonuç çıkar ortaya?
Yukarıda sözünü ettiğimiz araştırma bu konuyu beslenme açısından ele almış ve yanıtını aşağıdaki resimlerde veriyor.  Biri 1961’i yansıtıyor.  Öteki de 2008’i.  Yeşil renk ülkenin (doğal kaynaklar bakımından) kendi kendine yeterliliğini gösteriyor; yani “ayak izi bölü kapasite” oranı 1’in altında.  Daha koyu yeşil, daha fazla kapasiteye işaret ediyor; yani oran daha da düşüyor.  Örneğin 1961’de Cezayir gereksiniminin iki katından fazla kapasiteye sahipmiş.  Türkiye’nin ise %50 dolaylarında bir kapasite fazlalığı varmış.
RESİM 1
47 yıl sonra durum çok değişik.  Kahverenginde durum tersine dönüyor, yetersizlik başlıyor.  Renk koyulaştıkça da sorunun boyutu artıyor.  Örneğin, Cezayir dramatik bir gelişme yaşamış, yeterliliğini yitirdiği gibi neredeyse iki misli bir yetersizliğe düşmüş.  Türkiye ise %50-100 arası bir yetersizliğin içinde.
RESİM 2
https://ekogazete.wordpress.com/2015/05/02/akdenizden-ne-talep-ediyoruz-biz-o-ne-verebiliyor/ dan ALINTI

Hiç yorum yok: