Türkiye önümüzdeki ay yeni bir genel seçimlere gidiyor. Seçim tarihi giderek yaklaştıkça, Türk toplumunun siyasal gündemi giderek genel seçimlere doğru kilitleniyor ve şimdiye kadar gündemde olan konular yavaş yavaş geride kalıyor. Siyasal ortam seçim koşullarına doğru sürüklenirken, demokrasinin normal koşullarından giderek uzaklaşılmakta, siyasi partiler arasındaki gerginlikler tırmanma eğilimleri göstermektedir. Parti liderleri, halk kitlelerinin desteğini alabilmek uğruna meydan mitinglerinde boy gösterirken, birbirlerine sataşmaktan geri kalmıyorlar. Daha da ileri giderek liderler arasındaki söz düellosunun bazı normal olmayan sözlere de yol açtığı görülüyor. Birbirlerini halkın gözünden düşürmek isteyen parti genel başkanları, miting ortamlarından yararlanarak rakip partilere kara çalma yöntemlerine de başvurmaktan geri kalmadıkları göze çarpmaktadır. Siyasal ortamın kör döğüşüne dönüşmesini önlemek isteyen kamu kurumları ve siyasal merkezler, zaman zaman araya girerek demokratik rejimin gereği olan yumuşama yöntemlerini gündeme getirmelerine rağmen, gene de tartışma ortamının bazen çok gerildiği bazen da sert sözlerle fırsatçı çıkışlar aracılığı ile oy avcılığına doğru siyasal partilerin yöneldiği görülmektedir. Halk kitlelerinin ülkenin yazgısına egemen olması açısından ortaya çıkan bu gibi olumsuz gelişmelerin önlenebilmesi için, hem kamu kurumlarının hem de misyon sahibi vatansever kesimlerin seçimlerin badiresiz atlatılabilmesi amacıyla ellerinden gelen özveriyi gösterdikleri anlaşılmaktadır. Bu sayede şimdiye kadar seçimler için gerekli olan toplumsal barış ortamı korunabilmiştir.
Genel seçimlere doğru zaman kısaldıkça, önümüzdeki seçimin anlamı üzerinde Türk kamuoyundaki tartışmalar öne çıkmakta ve bu konuda ilgili kesimler bu seçimlerin Türk demokrasi tarihi içindeki yerini düşünmektedirler. Yirmi birinci yüzyılın başlangıcından bu yana on beş yıl geçtiği dikkate alınırsa, artık geçen yüzyıl ile olan siyasal bağların kopma noktasına geldiği ya da iyice geride kaldığı söylenebilir. Türkiye geçen yüzyıldan uzaklaşmakla beraber bugün sahip bulunduğu siyasal yapının geçmişin devamı olarak gündemde olduğu söylenebilmektedir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Türk siyaset sahnesi dört partili bir yapılanma içinde çok partili bir modele doğru gelişmeler gösterirken, Atlantik emperyalizminin yönlendirmeleri ile Türkiye Cumhuriyeti iki partili bir rejime doğru sürüklenmeye çalışılmıştır. NATO destekli askeri yönetimlere rağmen Türk demokrasisi gelişmeler gösterirken, bu tür Atlantikçi manipülasyonlar istenen etkileri yaratamamış ve iki partili bir siyasal rejim Türkiye’de bir türlü gerçekleştirilememiştir. Devleti kuran partinin içinden çıkan bir merkez sağ parti ülkede kökleşmeye çalışırken, üç kez askeri rejimlerle karşılaşmış ve her ara rejimde merkez sağ partiler kapatılarak bu partiler üzerinden bir milli burjuva sınıfının ortaya çıkmasına izin verilmemiştir. Eski partiler ile beraber merkez sağın kadroları geride kalırken, işbirlikçi yeni sağ kadrolar yetiştirilerek, dışa açık bir ekonomik yapılanma içerisinde bunların komprador bir model çerçevesinde, batıcı bir mandacı yapılanmaya sürüklenmeleri desteklenmiştir. Batı kontrolü altındaki işbirlikçilik merkez sağ kadrolar içerisinde hızla yaygınlık kazanırken, geleceğin dışa açık küreselci burjuva yapılanmasının önü açılarak, bir milli burjuvazinin geleceğe dönük örgütlenmesine izin verilmemiştir. Böylesine olumsuz bir gelişme merkez sağ partilerin çöküşü ile sonuçlanınca, bu kez bu kesimin içerisinden dinci bir muhafazakâr yapılanma okyanus ötesi emperyalizmin destekleri ile örgütlenerek, yeni bir iktidar modeli olarak seçim meydanlarına sürülmüştür. İki binli yıllara kadar Türkiye’yi yöneten merkez sağ partiler batı işbirlikçiliği yüzünden, halk kitlelerine bir şeyler veremeyerek siyaset sahnesinden silinmişlerdir.
Türk demokrasisi geçen yüzyılın son döneminde, merkez sağ, merkez sol, İslamcı ve Türkçü olmak üzere başlıca dört partili bir yapılanmaya sahip olmasına rağmen Sovyetler Birliği döneminde komünizm tehdidi yüzünden sosyalist bir partiye Avrupa ülkelerinde olduğu gibi yer verilememiştir. Sosyalist blokunun dağılması üzerine merkezi coğrafyada ortaya çıkan otorite boşluğunun doldurulması doğrultusunda Atlantik emperyalizmi politika değiştirerek, eskiden merkez sağ partilere vermiş olduğu siyasal desteği bu kez, dinci toplum kesimleri içerisinden örgütlenen bir muhafazakâr partiye vermeyi tercih etmiştir. Bu nedenle, eski dinci parti içinden yeni bir siyasal İslam partisinin ılımlı bir çizgide örgütlenerek iktidara gelmesi sağlanmıştır. Böylesine büyük bir değişim içinde Milli Görüşçü İslam partisinin yerini ılımlı İslamcı bir Büyük Orta Doğu Partisi almıştır. Dört partili siyasal model gene devam ederken, merkez sağın yerini ılımlı İslam’ın alması üzerine diğer partilerdeki kimlik ve siyasal dengeler alt üst olmuş ve Türkiye uzun bir süre hem şaşkınlık hem de belirsizlik dönemi yaşamıştır. Merkez sağ çökerken merkez sol yapılanma da çökmüş ve bu çizgiyi temsil eden devletin kurucu partisi sosyal demokrasi görünümü altında kitleleri kandırabilme doğrultusunda, Kemalizm’den liberalizme doğru sürüklenmeye çalışılmıştır. Batı tipi liberalizmin birçok denemeye rağmen hiçbir biçimde halk desteği alamadığı Türkiye gibi bir ülkede, liberalizm sosyal demokrasi görünümü altında yerleştirilmeye çalışılırken, Atatürk’ün partisi böylesine bir siyasal oyuna Atlantik ötesi manipülasyonlar ile alet edilmeye çalışılmıştır. Sermaye çevrelerinin bu tür bir oluşumu desteklemesi ile merkez sol çizgideki Atatürk’ün partisi neoliberal içerikli politikalar aracılığı ile merkez sağa kaydırılarak, merkez sağdan sonra merkez solun çöküşü de tamamlanmıştır.
Türkiye siyaset sahnesinin merkez sağ ve merkez sol partileri çöküşe mahkûm edilirken, geri kalan iki siyasal parti de büyük değişimler geçirmiştir. Milli görüşçü eski siyasal parti dışarıdan desteklenen bir ameliyat ile kendi içinden bir parti doğurarak, merkez sağdaki oluşuma kaynaklık ederken küçülmek zorunda kalmış, geride kalan milliyetçi ve Türkçü parti ise bütün bu değişimlere razı olur bir suskunluk içinde karşı çıkmayarak varlığını korumaya çalışmıştır. Soğuk savaş döneminde sosyalist sisteme ve sola karşı örgütlenen yeni bir tür milliyetçilik ile soğuk savaş ortamında taraf olan bu siyasal çizgi, sosyalist sistemin ortadan kalkmasından sonra, gerçek çıkış noktası olan Türkçülüğe dönüş yapmak zorunda kalmıştır. Soğuk savaş döneminin ülkücü çizgideki milliyetçi partisi Türkçülüğe dönüş yapma noktasında siyasal bir tepki olarak Kürtçülük ile karşı karşıya kalmış ve bunun sonucunda da Türkçü partinin karşısına, Kuzey Irak üzerinden dış desteklerle düzenlenen örgütlenme ile Kürtçü bir parti çıkartılmıştır. Bugün gelinen aşamada, Türk siyasal sistemi çok partili sisteme doğru gelişmeler göstermiş, yüzden fazla siyasal parti kurulurken, seçim sistemindeki yüksek baraj nedeniyle gene eskisi gibi dört siyasal partinin mecliste grup kurabildiği sistem devam etmiştir. Bu açıdan, bugünkü genel seçimlerdeki dört partinin parlamentoya girme süreci geçmişten gelen bir geleneğin günümüzde de devamı sayılabilecektir. Merkez sağ partinin yerini merkez sol parti alırken, dinci partinin doğurduğu ılımlı İslam partisi de merkez sağın yeni sahibi olmuştur. Milliyetçi parti Türkçü bir çizgiye doğru kayarken, karşısında da ulus devlete yönelen bir siyasal tepkinin örgütlenmesi doğrultusunda Kürtçü bir parti meclisin dördüncü grubu olarak Türk demokrasisi içindeki yerini almıştır. Amerikalılar yarım yüzyılı aşkın bir süre içinde Türkiye’yi daha rahat kontrol edebilmek için iki partili bir rejime doğru sürüklemeye çalışmalarına rağmen, Türk demokrasisi dört partili yapılanmasını geçmişten gelen bir geleneğin uzantısı olarak yirmi birinci yüzyılda da devam ettirmiştir. Yüksek seçim barajı ile dört partili yapı korunurken, barajın kaldırılması durumunda iki parti yerine çok partili bir rejime doğru gidileceği Akdeniz ülkelerine benzer bir doğrultuda ortaya çıkmıştır. İki partili demokrasi hayalleri geride kalırken, Türkiye çok partili bir demokrasiye doğru bölge koşullarının zorlaması sonucunda yönelmeye başlamıştır.
Geçmişten gelen dört parti arasındaki çekişmenin bu genel seçimlerde de gündeme gelmesi nedeniyle, bu seçimin geçmişin son seçimi olarak görülmesi mümkündür. Parti sayısı açısından benzerlik sürüp giderken aynı zamanda ele alınan konular açısından da bu seçimlerde geçmişin devamı göze çarpmaktadır. Özellikle, Birinci Dünya Savaşı sonrasında Türk Devleti kurulurken başlayan siyasal çekişmeler, zaman içerisinde bir hesaplaşmaya dönüşmüş ve bu yüzyılın başından itibaren yüz yıllık çekişmelerin son bir siyasal hesaplaşmaya doğru gelişmeler gösterdiği görülmeye başlanmıştır. Sovyet Devrimi’nin dünya gündemine oturması yüzünden gerçekleştirilemeyen Osmanlı Devleti sonrasındaki Sevr haritasının yeniden gündeme getirilmesiyle birlikte, aradan geçen yüz yıllık bir süreç dikkate alınarak kesin bir hesaplaşmaya doğru sürüklendiği görülmektedir. Türklerin imparatorluğunu yıkmış olan batılı emperyalist devletlerin aynı toprakların merkez ülkesi olan Anadolu yarımadası üzerinde Türklere bir de ulus devlet kurdurmamak üzere, yüz yıl önceki siyasal girişimlere kalkıştığı ve bu yüzden kesin bir hesaplaşmaya doğru Türkiye’nin sürüklenmeye çalışıldığı artık iyice gün yüzüne çıkmıştır. Yüz yıl önce gerçekleştirilemeyen hayali projelerin yirmi birinci yüzyıl içinde gerçekleştirilerek, Osmanlı devleti yerine kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyetinin kesin hesaplaşmalar üzerinden yıkılmaya doğru çekileceğini, seçimlere dönük kampanyalar sırasında yeniden gündeme getirildiği anlaşılmaktadır.
Genel seçimler ile siyasal hesaplaşmaların birbiriyle karıştırılmaları, ülkelerin ya da devletlerin geleceği açısından hiçbir zaman olumlu bir sonuç vermemiştir. Küçük ve zayıf devletlerde siyasal hesaplaşmaların iç çatışmalara ya da savaşlara gidebileceğini Balkan ülkelerindeki gelişmeler açıkça ortaya koymuştur. Cihan savaşı sonrasında İngiltere’nin imparatorluğunu üstlenen Amerika Birleşik Devletleri Doğu Anadolu’da iki yeni devleti gündeme getirirken, aslında gelecek yüzyıla yönelen bir hesaplaşma sürecini Balkanizasyon dönemi sonrasında başlatıyordu. İkinci dünya savaşı sonrasında İsrail’in kurulmasıyla birlikte Doğu Anadolu’da yeni devletler projesi Kuzey Irak üzerinden Türkiye’nin önüne çıkartılıyor ve bu doğrultuda Osmanlı ahalisi içinde bir arada yaşayan bölge insanları birbirlerine karşı ciddi bir kışkırtma operasyonuna alet ediliyorlardı. Bölgede bir Büyük Kürdistan ile Büyük Ermenistan devletlerini Büyük İsrail Federasyonunun uzantıları olarak ABD ve İsrail ikilisi gündeme getirirken, Osmanlı Devleti’nin son döneminde yaşanmış olan iç karışıklık ve savaşı da birbirini izleyecek bir çizgide öne çıkarılmıştı. Genel seçimlere giderken Türkiye’nin en önemli sorunu olarak Güney doğu meselesinin sürekli olarak kaşınması, Türk toplumunu bir büyük hesaplaşma üzerinden iç savaşa sürükleme senaryosunun uzantısı olarak genel seçim aşamasında gündeme gelmektedir. Geçmişte başlatılmış olan ama bugüne kadar sürdürülerek Türk Devleti’nin ortadan kaldırılması doğrultusunda kullanılan bu siyasal senaryonun, en büyük mesele olarak takdim edildiği bir aşamada yapılmakta olan bu genel seçim, geçmişteki sorunların öne çıkarıldığı son bir hesaplaşma gibi görünmektedir.
Osmanlı İmparatorluğu’nu dünya haritasından silen Birinci Dünya Savaşı’nın galibi olan batılı emperyalist devletler, merkezi coğrafya da yeni bir hegemonya yapılanması ararken, yüz yıl önce gerçekleştiremedikleri senaryoları tamamlama çabası içine girmişlerdir. Bu doğrultuda ayrılıkçı bir partinin özerlik ya da eyalet sistemi gibi talepler ile ortaya çıkması tesadüf değildir. Büyük Orta Doğu projesinin eş başkanlığı iddiasındaki bir ılımlı İslam partisinin sürekli olarak yeni anayasa istemesi devlet yapısının değiştirilmeye çalışılmasının en açık göstergesidir. Küresel emperyalistlerin kapitalist çizgideki temsilcilerinin antiemperyalist bir ulusal kurtuluş savaşı vererek, bağımsız bir Türk devleti kurmuş olan Atatürk’ün partisinin küresel emperyalizm temsilcilerinin kontrolü altına girmesi de, yeni devlet yapılanması isteyen egemen çevrelerin son numarası olarak devreye girmektedir. Geçmişten gelen bu gibi durumların seçim döneminde öne çıkması da, bu seçimlerin geçmişin son seçimi olarak tarih sahnesindeki yerini alacağını ortaya koymaktadır. Bu çerçevede Türk halkı seçimlere katılarak oy verirken, geçmişten gelen hesaplaşmalar ile karşı karşıya olduğunu bilmek zorundadır.
Türk Devleti bu seçimlerle yirmi birinci yüzyılda dördüncü kez genel seçimlerle karşılaşmaktadır. Yüz yılın ilk seçimlerinde emperyal yönlendirmelerle kurulmuş olan ulusalcı görünümlü bir siyasal parti ile merkez sağ ve sol partiler tasfiye edilerek BOP projesinin uzantısı olarak ılımlı İslamcı partinin önü açılmıştır. Bundan önce işadamı derneklerinin genel başkanına bir liberal parti kurdurularak sonuç alınmaya çalışılmış, ama yüzde bir oy bile alamayan bu denemeden sonra, din liberal amaçlı kullanılarak küresel emperyalizmin önünün açılabilmesi doğrultusunda neoliberal reçeteler ılımlı İslamcı politikalar aracılığı gerçekleştirilerek, batı Avrupa’daki gibi Katolik İslam’ın yerine Protestan bir İslam yaratılarak uluslararası kapitalist sisteme uyum arayışları başlatılmıştır. İslamcı kesimlerin üç dönem iktidar şansı elde etmeleri sonrasında, artık Türkiye’nin sermaye yapılanması içerisinde boy göstermeye başladıkları bu yüzden de İslamcı olmayan sermaye kesimleri devlet kuran partiyi liberalleştirerek iktidara getirmeye çalışmaktadırlar. Özellikle gayrimüslim sermaye kesimleri İslamcıların uzun süren iktidarından rahatsız oldukları ve bu nedenle yeni bir iktidar aramaya başladıkları, merkez sağ partiler çöktüğü için bunun yerine Atatürk’ün partisini liberalleştirerek iktidar alternatifi yapmaya çalıştıkları, çok belirgin bir biçimde göze çarpmaktadır. Milli devleti sınırlayarak yıkmak doğrultusunda destekledikleri ılımlı İslamcı partinin yeni dönemde İslamcı bir burjuvazi yaratmasından son derece rahatsız olan Yeni Bizansçı sermaye çevrelerinin laik görünümlü bir parti olduğu için Atatürk’ün partisini liberalleştirerek öne çıkarmaya çalıştıkları açıkça belli olmuştur. Daha önceki dönemlerde olduğu gibi Dünya Bankasının dervişleri bu doğrultuda seferber olmuşlardır. Bu amaçla halkın partisi olması gereken bir siyasal örgüt sermayenin ve patronları partisi görünümünde seçimlerde halkın önüne en ciddi alternatif olarak çıkartılmaktadır.
Geçmişten kalan sorunların son seçimi olacak bu seçimlerde, Türkiye’nin geçen yüzyıldan kalan sorunları son bir kez daha tartıştığı bir ortam öne çıkmaktadır. Emperyalizm geçen asırda bir türlü gerçekleştiremediği planlarını yeni dönemde uygulama alanına getirmeye çalışırken, bu gibi girişimlerin içerdeki cephesi de boş durmamakta ve kendi çıkarları doğrultusundaki işbirlikçiliklerini sürdürerek seçimler sonrasında yeni bir siyasal düzen arayışı içerisine girmektedirler. İktidar partisi yeni Türkiye talebini bir siyasal slogana dönüştürürken, ana muhalefet partisi de yaşanabilecek Türkiye isteyerek, siyasal iktidarın ülkeyi yaşanmaz bir çıkmaza sürüklendiğini anlatmaya çalışmaktadır. Milliyetçi parti Türkiye’nin kendisi ile yürümesini isterken, Güneydoğu bölgesinin bölücü partisi hem özerklik ve eyalet sistemi isteyerek hem de Türkiye partisi haline gelmeye çalışarak, tam anlamıyla bir büyük siyasal çelişkinin içine doğru sürüklenmektedir. Var olan siyasal partileri yetersiz gören eski milli görüş partisi ile bir başka milliyetçi parti milli ittifak adı altında seçmenlere yeni bir alternatif sunarken, kırk yıllık bir sol parti de ülkedeki vatanseverlerin oylarını alabilme doğrultusunda vatan kavramının cazibesine kapılarak isim ve program değişikliğine gitmektedir. Var olan yüz partiden yirmi tanesi genel seçimlere girerken, siyasal parti enflasyonu ile sorunların çözülemeyeceği bir kez daha ortaya çıkmaktadır. Ülkenin her yanında örgütlü olmak ve yüzlerce aday gösterebilmenin her babayiğidin harcı olmadığı bir kez daha bu seçimler sırasında anlaşılmaktadır. Yedi büyük coğrafi bölgeye bölünmüş olan Türkiye haritası üzerinde siyasal hegemonya kurabilmenin ne kadar zor olduğu, seçim kampanyaları sırasında bir kez daha ortaya çıkmakta ve doğrultuda seçime giren partiler bitmek tükenmek bilmeyen bir yarışa kalkışmaktadırlar. Seçimlere giderken küçük partilerin bir araya gelerek bir halk ittifakı oluşturması ve en az on partinin bir araya gelerek ortak bir liste ile seçimlere girerek yoksul toplum kesimlerinin temsilcilerini meclise taşıma girişimleri, egemen güçler ve büyük partiler aracılığı ile önlenmeye çalışılmıştır. Bu yüzden tam anlamıyla demokrasinin gerçekleşebildiği bir seçim ortamından bu aşamada söz edebilmek zor görünmektedir. Siyasal iktidarın baskıları yüzünden, küçük partiler bir varlık gösterememiş ve bir araya gelerek yeni bir seçenek adresini halka sunamamışlardır.
Türkiye’nin bugünkü siyasal iktidarı hiçbir demokratik ülkede olmayacak bir çizgide üç kez genel üç kez de yerel seçimleri kazanarak, iki binli yıllarda Türkiye’yi sürekli yönetir bir duruma gelmiştir. Bu seçimleri de kazanırsa dördüncü kez iktidara gelecek olan iktidar partisinin, bu kadar uzun süre işbaşında kalması nedeniyle hem devlet giderek bir parti devletine dönüşmüş hem de aradan geçen uzun yıllar nedeniyle iktidar partisi yorularak yıpranmıştır. Dördüncü kez iktidar arayan bir siyasal parti, iktidardan inmemek ve işbaşına gelecek yeni iktidar karşısında muhalefete düşerek hesap vermemek üzere bir dördüncü seçimi daha kazanabilmenin arayışı içine girmiştir. Seçmenleri bıktıracak, aydınları karamsarlığa sürükleyecek, halkı da demokrasinin geleceğinden umudu kesecek bir noktaya getiren sürekli iktidar durumu, ülkedeki demokratik rejimi sarstığı gibi giderek parti devleti çatısı altında tırmanışa geçen otoriter bir yönetimi öne çıkarmaktadır. Anayasal rejim çerçevesindeki kuvvetler ayrılığı yapılanmasını sarsacak derecede bürokratik sorunlar yaratan bu durum çerçevesinde, siyasal iktidarın tek başına yoluna devam etmek istemesi, karşıt tarafların oluşmasına ve bunların giderek devletin içinde paralel oluşumlara yönelmesini gündeme getirmektedir. Bütün gelişmiş ülkelerin demokrasilerinde siyasal iktidarlar ya birinci ya da ikinci genel seçimlerde normal olarak değişiklik gösterirken, Türkiye’de üç seçimde aynı partinin büyük çoğunlukla iktidara gelmesi, yönetimde istikrar açısından olumlu katkılar getirmesine rağmen, ortaya bir parti devletinin çıkması bütün partililerin sınavsız ya da kuralsız bir biçimde devlet kadrolarına doldurulmaları da, anayasal rejimin hukuk yapılarını bozmuştur. İktidar partisi, karşıt çevrelerin uyarılarına rağmen bildiği yolda gitmek isteyerek bir baskı yönetimine doğru gitmektedir.
Geçmişin son seçimi olarak değerlendirilecek bu seçimlerin bir başka özelliği de anayasaya göre tarafsız olması gereken cumhurbaşkanının meydan meydan dolaşarak yaptığı konuşmalarda, seçmenlerden iktidar partisi için oy isteyerek tarafsızlık statüsünü zorlamaktadır. Anayasa ve seçim yasalarına tümüyle aykırı düşen bu durumun arkasında bazı siyasal zorunluluklar olduğu yavaş yavaş ortaya çıkmaktadır. Cumhurbaşkanlığı rejiminin son seçimlerle birlikte çöktüğünü ileri süren bugünkü cumhurbaşkanı, bunun yerine başkanlık sistemini getirebilme doğrultusunda çaba göstermekte ve bu doğrultuda anayasayı değiştirebilecek bir nitelikli çoğunluğun, iktidar partisi tarafından elde edilebilmesi için çeşitli konuşmalar ile halk kitlelerini ikna etmeye çalışmaktadır. Bu nedenle, Türk halkı bu seçimlerde sadece geleceğin iktidarını değil ama ülkenin geleceğini ve rejimin yarınını da oylayacaktır. Peş peşe üç seçim zaferi ile elde edilen hegomonik konum, devleti partileştirirken, toplumu da baskı altına almaktadır. Son yıllarda medya ve basın organlarının sürekli olarak el değiştirmesi ya da birçok yazar ile programcının görevlerine son verilmesi de, uzun süren iktidarın hegemonik davranışlarının sonucu olarak göze çarpmaktadır. Bu doğrultuda fiilen oluşmuş olan hegemonik ortamın seçimlerin sonucunda başkanlık sistemine dönüştürülmesi de bir hukukileşme olacaktır. Türkiye’de şimdiye kadar yaşanmamış olan bu durum, önümüzdeki genel seçimlerin ana konusu olarak gündeme girmiştir. Her geçen gün bu doğrultuda zorlamalar ile yönlendirmeler birbirini izlemekte ve bu yüzden hem muhalefet partilerinden hem de halk kitlelerinden demokrasi çağrıları giderek yükselmektedir. Başkanlık sistemi normal koşullarda ulusal ya da üniter devletlerde olmayan bir uygulamadır. Daha çok federasyonların kuruluş aşamasında ya da diktatörlüklerde gündeme gelen bu uygulama, ülkedeki fiili durumun hukukileşmesine giden yolu açacaktır. Halen devam etmekte olan, anayasal rejim olarak parlamenter demokraside, kuvvetler ayrılığı ilkesi doğrultusunda yasama-yürütme ve yargı organlarının birbirlerini izlemesi ve denetlemesi gerekmektedir. Uzun süren iktidar dönemlerinde ve büyük çoğunluklu bir meclis yapılanmasında ikinci meclise olan ihtiyaç daha da büyürken, bu durumun tamamen aksi bir çizgide yasama ile yargının etkilerini sınırlayacak ve yürütmeyi çok güçlü kılacak bir başkanlık sisteminde hukuk devletinin fazlasıyla yara aldığını, güney Amerika ülkelerindeki başkanlık sistemi örneklerinde görmek mümkündür.
Küreselleşmeden bu yana çeyrek yüzyılın geçtiği dikkate alınırsa ve bu dönemde merkezi coğrafyanın sürekli olarak sıcak çatışma ve savaş senaryoları ile dolu bir dönemi geride bıraktığı hatırlanırsa, başkanlık sistemi isteklerinin ülke içi meselelerden daha çok ülkenin dışında kalan ama bölgeyi fazlasıyla uğraştıran sorunlara dayalı olarak gündeme geldiği görülmektedir. Eski Osmanlı hinterlandında, merkezi bir imparatorluğun çöküşü sonrasında ortaya çıkan hegemonya boşluğu yüzünden, Türkiye’nin dört bir yanında sıcak çatışmalar birbirini izlemektedir. Bütün bu gibi sorunların üstesinden gelmek üzere padişah gibi üst düzey yetkilere sahip olabilecek bir devlet başkanlığı hayal edilmektedir. Başkanlık sistemi sayesinde padişah yetkilerine sahip bir devlet başkanı işbaşına gelirse o zaman Türkiye Balkanlar’dan Kafkaslara, Kırım’dan Kuzey Afrika’ya bütün eski Osmanlı coğrafyasında daha güçlü bir ülke olarak merkezi otorite konumunda sıcak çatışma alanlarına müdahale ederek iç çatışmaları ve bölgesel savaşları önleyebilecektir. Yeni Türkiye kavramının yavaş yavaş Büyük Türkiye’ye dönüşmesi, vatanımızı büyüteceğiz sloganının resmi metinlere geçmesi, Yeni Osmanlıcılık akımının giderek Türkiye Cumhuriyetinin dış politikasında etkili olmaya başladığının göstergesidir. Avrupa Birliği giderek sarsılırken Balkanlar’da belirsizlik ortamı tırmanmaya başlamış, Orta Doğu’da ise savaşlar hiç durmamıştır. Avrupa dışında bırakılan Türkiye’nin kendi güvenliği açısından çevredeki bölgelerle yakından ilgilenmesi gerektiğini ileri süren Osmanlıcı çevreler, aynı zamanda bu doğrultuda bir padişah boşluğunu dolduracak güçlü bir başkanlık sistemi aramaktadırlar. Genel seçimlere bu istek meydan mitingleriyle yansıtılırken, Türk halkı da rejimin geleceği için bu aşamada bir karar vermeye doğru sürüklenmektedir. Partilere verilecek olan oylar siyasal iktidarı belirleyeceği kadar, anayasayı değiştirecek çoğunluk üzerinden rejimin geleceğine de karar verilmesini sağlayacaktır. Ülke yönetimi ile bölge yönetiminin birbirine karıştırılması yüzünden, parlamenter demokrasi zorlanarak başkanlık sistemine doğru Türkiye kaydırılmaya çalışılmaktadır.
Geçmişin son seçimi yapılırken, geçmişten gelen bütün sorunların geride bırakılmasına dikkat edilmelidir. Önümüzdeki bu genel seçim ile birlikte geçmişten gelerek Türkiye’yi rahatsız eden bütün sorunların aşılabilmesi, Türk halkının büyük sağduyusu ile aşılabilecektir. Ne var ki, sorun geçmişten gelen sorunların aşılmasıyla bitmemektedir. Bütün mesele geleceğin de yeniden inşa edilmesidir. Türkiye bu seçimlerle birlikte geçmişin sorunlarını aşarken, bir sonraki seçimlerle yeni bir Türkiye’yi ortaya çıkan dünya düzenine uygun bir çizgide gerçekleştirebilmelidir. Halen dünyanın nereye gideceği belli olmadığı için Türkiye’nin de nasıl bir yeni yapılanmaya yöneleceği belirsizdir. Dünyanın nereye gideceği belli olduktan sonra, Türkiye yeni bir anayasa ile kendisini yenileyebilir. Dünyanın geleceğindeki bu belirsizlik devam ettiği sürece Türkiye belli olmayan koşullarda kendisine yeni bir anayasal düzen kuramaz. Bu nedenle, yeni dünya düzeni kurulana kadar Türkiye Cumhuriyeti herhangi bir siyasal boşluğa sürüklenmemek üzere var olan anayasa ile yoluna devam edecektir. Avrupa Birliği yolunda anayasa maddelerinin üçte ikisi değiştiği için, bugünkü anayasa artık darbe dönemi yasası olmaktan çıkmıştır. Yenidünya düzeni bütün büyük ülkelerin katılımı ile kurulana kadar Türkiye Cumhuriyeti yoluna bugünkü anayasa ile ve kuruluş modeline uygun bir çizgide devam edecektir. Bu nedenle, başkanlık sistemi gibi devletin yapısını bütünüyle çok köklü bir biçimde değiştirecek girişimlere kalkışmak, Türkiye’yi geleceği belli olmayan bir maceraya sürüklemek olacaktır. Yüz yıl önce Türkiye’yi kabul etmeyen batılı emperyalistlerin, merkezi alana müdahale doğrultusunda gündeme getirilen bir sistem değişikliğine Türk halkı ulusal ve üniter devletin geleceğini güvence altına alabilmek açısından karşı çıkacaktır. Genel seçimlerin sonucu, ülkede demokrasiyi tam anlamıyla geçerli kılarken, cumhuriyet rejiminin de tehlikeli mecralara kaymasını önleyebilmelidir.
Aslında normal olarak, genel seçimler aracılığı ile her ülke kendi geleceğini belirleyecek siyasal iktidarları işbaşına getirmeye çalışır. Türkiye’de ise, bugün gündeme gelen genel seçimlerde geçmişten gelen siyasal ve yapısal çekişmelerin ana konu olarak öne çıkması nedeniyle, Türki halkı kendi geleceğini belirleyecek yeni bir siyasal çözümü bu seçimler aracılığı ile pek de yakalayamayacak gibi görünmektedir. Yeni aşamada iki partili dengelerin kurulamaması yüzünden çok partili arayışlar gündeme gelmiştir. Bunun sonucu olarak da, bugünün Türkiye’sinde yeniden koalisyonlar tartışılır hale gelmiştir. Dört partinin grup kuracağı bir parlamento tablosunda çeşitli koalisyon alternatifleri olabileceği gibi, sürpriz yapabilecek bir beşinci partinin de grup kurması doğrultusunda, seçim sonuçlarının bol seçenekli bir siyasal tabloya doğru Türkiye’yi sürüklemesi mümkün görünmektedir. İktidar partisinin dördüncü kez tek başına yeniden işbaşına gelme çabalarının kamuoyu yoklamalarına göre, fazla etkili olamayacağı görülmekte ve bu nedenle de partilerin işbirliği ile günü idare edecek koalisyon formülleri öne atılmaktadır. Batı demokrasilerinin bir ürünü olan koalisyon hükümetlerine Türkiye’de yıllar süren deneyimler nedeniyle uzak değildir. Önemli olan demokrasinin kesilmeden yoluna devam etmesi olduğu için, parlamento aritmetiğine göre yüzde elli oyu geçen işbirlikleri ile Türkiye yeniden koalisyonlar ile yönetilen bir ülke konumuna gelebilecektir. Tek parti iktidarının çok hızlı işlerinden başı dönen Türk halkının yeni dönemde biraz daha yavaş çalışan ama aklı, mantığı, hukuku ve toplumsal barışı öne alan çözümleri iyice tartışarak uygulayabilmesi açısından, koalisyonlar ülkedeki gerginliklerin yarattığı siyasal kaosun aşılması açısından da yarar sağlayacaktır. Serbest seçimler yolu ile iktidarın el değiştirmesi halk egemenliğinin kurumlaşması açısından Türkiye için çağdaşlaşma yolunda bir kazanç olacaktır.
Çeyrek yüzyıllık bir küreselleşme sonrasında yeni bir dünya düzeni kurulamadığı için, dünyanın nereye gideceği belirsizdir. Böylesine belirsizlik ortamlarında genel seçimlerin siyasal çözüm üretmesi çok zor olabilir. Yeni dönemde karşılıklı ilişkilerin giderek artması karşısında Türkiye gelişmeleri yakından izleyerek buna göre hareket etmek zorundadır. Seçimlerden tek parti iktidarı çıkmaması ya da ortaya çıkan tabloda bir koalisyon alternatifinin kesinlik kazanamaması ve bir anlamda siyasal iktidarın ortada kalması gibi bir durumda, kısa bir zaman dilimi içinde yeniden genel seçimlere gidilmesi demokrasinin devamlılığı açısından gerekli olabilecektir. Türkiye kendisi gibi Akdeniz ülkeleri olan İtalya, İspanya ve Yunanistan’da birkaç seçimin peş peşe yapıldığını hatırlayarak hareket etmesini bilmelidir. Soğuk savaş ve küreselleşme dönemlerinden gelen siyasal sorunların aşılması doğrultusunda tek bir genel seçim ile siyasal çözüm üretilemezse, Akdeniz demokrasilerinde olduğu gibi kısa bir zaman dilimi içinde yeniden genel seçimlere gidilmesi yolunu Türkiye’de düşünebilmelidir. Küreselleşme döneminin sona ermesi, Avrupa Birliği, Büyük Orta Doğu Projesi, Büyük İsrail Projesi ile birlikte ABD’nin Avrasya siyasetinin de iflas etmesi dikkate alınarak, doğu-batı ve kuzey-güney dengelerine daha fazla dikkat eden merkeziyetçi bir yeni politika izlemek Türkiye için yeni dönemde fazlasıyla gerekli görünmektedir. Hiçbir emperyal devletin dünyayı tek başına yönlendiremediği yeni dönemde, merkezi coğrafyada kaotik bir ortamın önlenebilmesi için, dünya dengelerine dikkat eden yeni bir açılıma Türkiye Cumhuriyetinin ihtiyacı vardır. İç çekişmeleri, etnik kavgaları, cemaat rekabetlerini bir yana bırakacak olan Türkiye, yeni oluşmakta olan dünya koşullarını dikkatle izleyerek kendi yönünü ulusal çıkarlar açısından doğru bir çizgide belirleyebilmelidir. Bu doğrultuda, ya var olan siyasal partilerden birisi kendisini yenileyerek böylesine bir siyaset uygulamak üzere genel seçimler yolu ile iktidara gelebilmeli, ya da Türk toplumu böylesine yepyeni bir dönemde gerekli olan yenilikleri uygulayarak geleceğin yapılanmasını gerçekleştirecek yeni bir siyasal hareketi, kuruluş modeli ve cumhuriyetin genel ilkeleri doğrultusunda öne çıkararak iktidara gelmesinin yolunu, tekrar edilecek genel seçimler aracılığı ile açabilmelidir. Geçmişin son seçimi ile böylesine bir siyasal süreç başlamaktadır. Türk ulusunun fertlerinin oylarını kullanırken, böylesine önemli bir dönemeçte karar alınmasına katkıda bulunacaklarını bilmeleri gerekmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder