Tarihe adını “hoşgörü” imparatorluğu” olarak yazdıran Osmanlı, Kıbrıs’ta olduğu gibi Girit’te de Katoliklerin kapattıkları Ortodoks kilisesini açarak ve bu kiliseye geniş imtiyazlar vererek, gelecekteki amansız düşmanını adeta kendi elleriyle hazırlamıştır. Batı ülkeleri ve Fener Patrikhanesi, aslen Yunanlı bile olmayan bu Ortodokslara, “siz eski Yunanlıların torunlarısınız” propagandası yaparak bu adanın halkını Osmanlı’ya karşı kullanmışlardır.
İnsaf ehli ve bilime saygılı tarihçiler, bugünkü Yunanlıların “eski Yunanlılarla” bir ilgisi olmadığını itiraf ederler. Öyle ki, kendisi de bir Yunanlı olan tarihçi Paparigopolos, günümüz Yunanlıları için şunları söylemektedir:
”Gerçek Yunanlılar, MÖ.146 yılında gerçekleşen Roma işgali neticesinde yeryüzünden bütünüyle silinmişlerdir, Bugünkü Yunanlılar, MS.6. asırda, kuzeyden ve batıdan Mora yarımadasına akan Slav, Arnavut, Ulah, Kuman, iskit gibi ırkların bu topraklara yerleşmeleri ve melezleşmeleri sonucu oluşmuş bir ırkın torunlarıdır. 13 ayrı millet ve etnik gruptan oluşan bu halkın müşterek yanı Ortodoks oluşlarıdır.”
Yunanlı tarihçiye göre, ‘Yeni Yunanlılar”ı meydana getiren Çarlık Rusya’sıdır. Rusya’ya göre, Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalamak için Ortodoks Kilisesi’ni kullanarak, Osmanlı sınırlan içinde yaşayan Ortodoksları, kilise vasıtasıyla teşkilatlandırıp Osmanlı’ya karşı isyan ettirmenin bir sacayağıdır “Yeni Yunanlılar” projesi. Megaloidea dedikleri Rusya ve Batı ülkeleri 1791 yılında çizdikleri haritanın akabinde 1796 yılında Megaloidea’yı ilân etmişler, Rus çarının yoğun faaliyet ve teşvikleriyle “Filiki Eterya ” ve “Etniki Eterya” teşkilâtları kurulmuştur.
Bu teşkilâtlar, Megolaidea doğrultusunda hazırladıkları programlarıyla adım adım Yunanistan’ın Selanik, Kuzey Epir, Ege Adaları, Oniki Ada, Girit, Rodos, Kıbrıs ve Batı Anadolu’nun ilhakını; PontusRum devletini ve nihayet İstanbul’u işgal ederek kadîm Bizans İmparatorluğu’nün kurulmasını hedeflemişlerdi,:
1821 yılına gelindiğinde Rusya, İngiltere ve Fransa’nın tahrik ve teşvikle Yunanlı olmayan “Yeni Yunanlılar”, Mora yarımadasında bir isyan başlattılar. Girit’te bir isyan başlatılmış ise de bu isyan Osmanlı tarafından bastırılmıştı. Daha önce 1770 yılında, Rusya’nın teşvikiyle ‘Girit’te bir isyan başlatılmış ise de bu isyan Osmanlı tarafından bastırılmıştı.
Ne var ki, Mora isyanıyla cesaretlenen Girit Ortodoksları 1821 yılında yeni bir isyan başlatmış ve binlerce Müslümanı katletmişlerdir.
1760 yılı itibariyle nüfusu 260 bin olan Girit’te yaklaşık 200 bin Müslüman yaşıyor, Ortodoks Hıristiyanların sayısı 60 bini geçmiyordu. Bugün Girit’te yaşayan Müslümanların sayısının parmakla gösterilecek kadar az olduğunu düşünürsek o günlerde başlayan etnik kıyımın boyutlarını daha iyi anlamış olabiliriz.
Girit isyanı 4 yıl boyunca devam etmiş, adaya 1825 yılında gönderilen İbrahim Paşa komutasında 60 gemi ve 16 bin askerden oluşan Osmanlı donanması isyanı bastırmayı başarmıştır. Böylelikle 1821 yılında Kıbrıs’taki Başpiskopos Kiprianos yönetiminin ilân ettiği “bütün Türkleri katletmeyi” amaçlayan plan şimdilik kaydıyla rafa kaldırılmıştı.
Emperyalist güçler devrede Mora, Girit ve Kıbrıs isyanlarının “yaralı Osmanlı” tarafından bastırılması, emperyalist güçleri telaşlandırmıştı.
Rusya İngiltere Fransa üçlüsünün 1827 yılındaki Navarin saldırısını, 8 Mayıs 1828’de Rusya’nın Osmanlı’ya savaş ilan etmesi takip etti. 1830 yılına gelindiğinde bir çok cephede çarpışan Osmanlı, Londra Protokolü’nü imza etmek zorunda kalıyor ve bu protokolün en önemli maddesiyle “Batılı devletlerin himayesinde bağımsız Yunanistan” kuruluyordu.
Böylelikle Megaloidea’nın ilk maddesi gerçekleşmişti.
Yunanistan’ın Girit’i işgal teşebbüsleri 1840 yılında başladı. Atina’daki Osmanlı elçisi Musuros, Yunan Hükümeti’nin Girit’te başlayan ayaklanmayı desteklemek için bu adaya gizlice asker ve silah yolladığım” belgelerle ispatlayarak Yunanistan’ı protesto etti. O tarihte Yunan Hükümeti bu iddiaları reddetse de, Yunanistan Millî Arşivi’nde bulunan bir belgede “Paros adasında bulunan Osmanlı deniz üssünden 2.000 silah ve 1.035 okka barut çalınarak Girit’e yollandığı” kayıtlıdır.
“Yabancı dostlarımız bizi korurlar”
1841’de Yunanistan tarafından beslenen ve kışkırtılarak yönlendirilen Giritli Ortodokslar, Vali Mustafa Paşa’ya baş kaldırdılar. İsyanı bastıracak kadar askeri bulunmayan vali zaman kazanmak için âsîleri yatıştırmaya çalışmış ve İstanbul’dan asker istemiştir. Başkentin cevabı, “Şu anda sıkıntılarımız yeteri kadar fazla. Girit’te hadise meydana getirmeyelim. Yumuşak davranmaya gayret edin” şeklinde idi.
Bir müddet sonra da Mustafa Paşa görevden alınarak yerine Sami Paşa gönderildi. Adada oluşan gergin hava yatışmak üzere iken 18 Haziran 1858 gecesi Ortodoks bir Giritli’nin bakkallık yapan bir Türk’ü öldürmesi ve Türkler’in vali konağının önüne gelerek “linç etmek kastıyla ” katili istemeleri üzerine gelişen olaylar Girit’teki havayı yeniden gerginleştirdi.
Jandarmaların, galeyana gelen Türkleri teskin etmek için acele davranmaları sonucunda kurulan bir mahkeme ile katil idama mahkûm edildi. Buna kızan Giritli Ortodokslar silahları ile dağa çıktılar. Türk köylerini basarak katletmeye başladılar. Sami Paşa adaya gelince ortalık biraz sakinleşti.
Bir yandan bu gelişmeler yaşanırken bir yandan da, Girit’e çok miktarda silah göndermelerine rağmen “silah göndermedik, yanlışınız var” türünden açıklamalar yapan Yunan Hükümeti, Osmanlı’nın tüm uyarılarına rağmen adaya silah sevketmeye devam edince Osmanlı Hükümeti adaya asker yollayarak isyanı iki hafta gibi kısa bir sürede bastırmayı başardı. İsyanın bastırılmasından kısa bir süre sonra Yunanistan “Panellinion ” adlı gemi ile Girit’e gönüllü, cephane, silah ve para yolladı.
Yunan kralının yaveri Zenvudakis ve yüksek rütbeli subaylar Girit’e yollandı. Bu subaylar isyancıları yeniden teşkilâtlandırdılar. Osmanlı isyanı yeniden bastırdı. Ancak bu noktada Osmanlı çok büyük bir hata yaptı ve isyancı subayları cezalandırmak yerine Yunanistan’a yolladı.
Girit’teki hadiselerin gitgide tehlikeli boyutlara ulaştığı günlerde Osmanlı Dışişleri Bakanı Rıfat Paşa, İstanbul’daki Yunan elçiliği Maslahatgüzarını çağırarak diplomatik dille, “Eğer Yunanistan bir devleti savaşa tahrik etmek istiyorsa oraya Girit’teki konsolosu Peroğlu’nu tayin etsin. O savaş başlatmak için ne yapılması gerektiğini çok iyi biliyor” demiş ve bu şekilde bir savaşın eşiğine gelindiğini îmâlı bir şekilde anlatmıştı.
“Türkler ölmek istemiyorsa Ortodoks olacak!”
İngiltere, önceleri Girit adasının Yunanistan’a bağlanmasına karşı idi. Başlangıçta İngiliz politikası adanın otonom bir devlet olarak yönetilmesi şeklinde idi. İngiltere Başbakanı Palmerston, İstanbul’daki elçisine, “Osmanlı’nın Girit hakkındaki görüşünü öğren” emrini verdi.
Atina, İngiltere’nin Girit’in bağımsız olması görüşüne cephe aldı. Çeteciler de otonom ya da Enosis isteyenler diye emir yolladı. Osmanlı ortalığı sakinleştirmeye çalışırken Yunanlı ajanlar ve kilise, Ortodoks halkı kışkırtmaya devam ediyorlardı.
Yunan konsolosluğunda Girit lehçesi ile yazılı ve Türkleri hedef alan bir bildiri havayı gerginleştirdi: “Müslüman olan Türklerin Girit adasında yaşayabilmeleri için Ortodoksluğu kabul etmeleri gerekiyor. Aksi halde adada tek Türk kalmayıncaya kadar öldürülecektir. “
Girit “Avrupa meselesi” olursa.
Yunanistan’ın bağımsızlığı, Girit’i Yunanistan’a ilhak için çalışanları cesaretlendirdi. 1841 yılında isyan ettiler. 1859 yılında Enosis maksatlı isyan ettiler. Bütün bu isyanların arkasında kışkırtıcı güç olarak Rusya, İngiltere, Fransa ve Yunanistan bulunuyordu.
Bu arada, 1876 yılında İngiltere tarafından yedi adanın Yunanistan’a verilmesinden sonra Enosis hevesleri artan Giritli Ortodokslar Yunanistan, Rusya, İngiltere, Fransa ve diğer Batılı ülkelerden gördükleri para ve silah yardımı ile 1861 yılında yeniden isyan ettiler.
Günümüz Batı ülkelerinin Kıbrıs meselesini “Avrupa meselesi” olarak gösterme çabalarının bir benzeri de Girit olayları esnasında yaşanmış ve dönemin batılı ülkeleri, Girit meselesini bir “Avrupa meselesi “haline getirmişlerdir. Osmanlı aleyhine yazılar yayınlanmış, devletler Osmanlı’yı protesto etmişlerdir.
Bundan cesaret alan Giritli Ortodokslar 16 Ağustos 1866 gecesi Selino kazasındaki bütün Müslümanları (beşiktekiler dahil) katlettiler. Bu katliam karşısında Batı (Bosna ve Kosova’da olduğu gibi) kılını bile kıpırdatmadı. Hıristiyanların meclisi 2 Eylül 1866’da Enosis ilân ederek Yunanistan’ın Girit’i ilhak ettiğini bildirdi.
Girit’te Enosis ilan edildiğinde Batının yalanlarına kanan Osmanlı Devleti, 16 tabur askerini kullanmadı. Osmanlı’nın bu pasif davranışından cesaretlenen Giritli Ortodoks çetecilerin lideri Haçlı Mihail, 12bin kişilik bir kuvvet meydana getirerek Girit’teki Türkler’i katletmeye başladı. Köyleri yakıp yıktı.
Yunanistan, Albay Grivas’ı Kıbrıs’a gönderdiği gibi o tarihte de Albay Koreneos adlı bir gerilla uzmanını ve çok sayıda Yunanlı subayı, gemiler dolusu silah ve cephaneyi de Girit’e yolladı. Giritli Ortodokslar’ın bu katliamı karşısında 60 bin Türk Anadolu’ya göç etti. 50 bin Türk Kandiya kalesine sığındı. Osmanlı ilk önce yumuşak davrandı. Sonra 40 bin asker ile Girit’i takviye etti.
Yunanistan’ın gönüllü, silah ve cephane göndermesini önlemek için Girit’in etrafını donanma ile ablukaya aldı. Sert tedbirler alarak isyanı 1866 yılı içinde bastırdı, ama geç kalmıştı. Türkler çoktan yerlerinden göç etmişti. Yunan kralı, Girit fiyaskosunun faturasını o dönemin başbakanını azlederek kesti ve yerine Kumuduros’u getirdi.
Kumuduros, kurduğu hükümette, Megaloideacı özellikleriyle tanınan politikacılara yer vermiş, ilk icraatı da Giritli çetecilere yardım kampanyası açmak olmuştu.
Bu kampanya çerçevesinde, İstanbul’da yaşayan Rumlar’dan 28 milyon drahmi toplanmış, bu para ile satın alınan silahlar alelacele Yunanlı subaylar nezaretinde Girit’e yollanmıştı.
Girit “özerk” oluyor
1867’de Fransız Amiral Simon komutasındaki Fransa donanması dağlara kaçan çetecileri adadan kaçırmak için Girit’e geldi. Fransa, Rusya, İngiltere ve diğer Batılı devletler Girit’te plebisit yapılması için Osmanlı’ya baskı yaptılar. 6 Ekim 1867’de Osmanlı, Girit’e “muhtariyet” verdi. Giritli Ortodokslar bunu kabul etmediler. Enosis istediler. Osmanlı, halktan vergi toplamaya son verdi.
Müslüman ve Hıristiyanların eşit katılacağı mahallî idareler kurdu. Yunanistan, Giritliler’in Osmanlı Devleti ile münasebetlerinin düzelmesini önlemek için yeni tahriklerde bulundu. Dağdan çeteleri yeniden organize etti. Satın aldığı 3 gemiye, Enosis, Girit, Helen isimlerini veren Yunanistan, Girit’te isyan hazırlıkları yaptı.
11 Aralık 1868’de Osmanlı Sultanı Yunanistan’a sert bir nota verdi. Yunan tahriklerinin sürmesi üzerine iki ülke arasındaki diplomatik ilişkiler kesildi. Ocak 1868’de Girit’te idarî ve adlî yapıda yeni reformlar yapıldı. Yunanistan kurulduktan sonra Osmanlı topraklan içinde Rumca konuşan Ortodokslara elçilik ya da konsolosluklar vasıtasıyla Yunan vatandaşı pasaportu verdi.
Fransa’nın baskısı ,
Osmanlı, 1866 yılında Girit’teki isyanı bastırmaya muvaffak olunca, başta Fransa olmak üzere Batılı devletler, Girit’le ilgili olarak bir konferans toplanması için Osmanlı’ya baskı yapmaya başladılar. Yapılan baskılar netice vermekte gecikmedi ve Şubat 1869’da Girit’le ilgili olarak “Paris Konferansı” toplandı. 18 Şubat 1869’da imza edilen kararlar doğrultusunda, Osmanlı ve Yunanistan arasında kesilen diplomatik ilişkiler yeniden başladı. Bu arada, konferansta alınan kararlar doğrultusunda Girit’e verilen “muhtariyetin” sınırlan da genişletildi.
Fransa’nın baskısı ile, “muhtariyet” yönetiminin başına bir Rum’un geçmesi ve yardımcısının da Türk olması kararlaştırıldı.Tıpkı 1960 yılında Kıbrıs’ın cumhurbaşkanının Rum Makarios ve yardımcısının Türk Fazıl Küçük olması gibi… Girit Meclisi, 80 Rum ve 30 Türk üyeden oluşacak, Türkçe’nin yanı sıra Rumca da “resmî dil” olarak kabul edilecekti. Cinayet işleyen Giritli isyancılar için af ilân edildi.
Bu arada Girit’in gelirinin ikiye bölünmesi karara bağlandı. Aradan çok geçmeden, Giritli Hıristiyanlar ikiye bölündü, isyan etmekten yana olmayan liberaller ve isyancı muhafazakârlar arasında kavga başladı.
Yunanistan, Enosis taraftan muhafazakâr Hıristiyanları desteklemek için 1869’da yeniden teşvik ve tahriklere başladı. Osmanlı, çıkan isyanı 40 bin askerle bastırarak l Aralık 1869 tarihi itibariyle Girit Meclisi’ni feshetti. Büyük devletler, TürkYunan münasebetlerindeki gerginliği görüşmek üzere Paris’te toplandılar.
Alınan karar, “Türkiye’nin haklı olduğu ve Yunanistan’ın Girit konusunda kışkırtmacı olmaktan kaçınması gerektiği” şeklindeydi. O esnada Osmanlı İmparatorluğu çok ciddi problemlerle yüz yüze bulunuyordu. Balkanlardaki isyanlar çığ gibi yayılıyor, Osmanlı ordusu isyanları bastırmak için bir çok cephede birden savaşıyordu.
Demokratik Doğu Federasyonu O tarihlerde İsviçre’nin Cenevre şehrinde bir teşkilât sahneye çıktı: “Demokratik Doğu Federasyonu.” Bu teşkilât, Rum, Bulgar, Sırp ve Romanyalılar tarafından kurulmuştu. Bu teşkilâta para yardımını Yunan ve Ermeni zenginleri yapıyordu.
Teşkilâtın amacı Balkan ülkelerinin bir federasyon çatısı altında toplanmasıydı. Bu federasyon kuruluncaya kadar teşkilât, Balkan bölgesinde Osmanlı İmparatorluğuna karşı başlayan ayaklanmaları destekleyecekti. Böylece “Büyük Yunanistan” kurulacaktı.
1870 yılı başlarında Osmanlı, Balkanlardaki işyardan bastırınca “Demokratik Doğu Federasyonu” ortadan kayboldu. Yunanlılar hiç bir şey olmamış gibi Girit’te yeni bir isyan başlattılar. 15 Eylül 1874’de 700 Giritli Ortodoks, silahlarıyla Atina’daki tarihî stadyumda toplanarak Girit’i Türklerden almak için yemin ettiler. Enosis hedefi taşıyan çetecileri eğitmek için Yunanlı subaylar 1878’de Pire limanından Girit’e hareket ettiler.
Yunanistan’ın ilhakını isteyen Giritli Ortodokslar sokaklara dökülmüş, Türkler aleyhine gösteriler yapıyorlardı.
Bana vergi vereceksin!
“Girit İhtilal Komitesi” Osmanlı yönetimine bir mesaj yolladı. Bu mesajda Yunan yanlısı Ortodoks halkın, Osmanlı devletinden adanın bağımsızlığını tanımasını, kendi yöneticilerini kendi aralarında seçmesini kabul etmesini, otonom yönetime yılda 500 kuruş vergi ödemesini ve yabancı ülkelerin garantörlüğünü kabul etmelerini istiyordu. Osmanlı Devleti bu isteklere cevap vermeyince çeteciler dağlara çıktılar.
Girit adasındaki Türk kuvvetlerinin komutanı İstanbullu Rum Adosidis Paşa idi. Halka yumuşak davranıyordu ve bu davranışıyla ihtilâlcileri etkisiz hale getirdi.
1895 yılında Osmanlı Devleti’nin çeşitli iç ve dış meselelerini fırsat bilen Yunanistan, Girit Rumları’nı Enosis için yeniden ayaklanmaya teşvik etti. Osmanlı Devleti 1895 sonbaharında başlayan ayaklanmayı bastırmakla uğraşırken Yunanistan, ada Ortodokslarının istekleri yerine getirilmediği takdirde Girit’e müdahale edeceğini açıkladı. Osmanlı Devleti’nin ayaklanmayı bastırmak üzere olduğunu gören Batılı devletler de müdahale ederek, Girit için bir reform paketi hazırladılar. Osmanlı Devleti, Batılı devletlerin baskılarına daha fazla direnmeyerek teklifleri 4 Eylül 1896’da kabul etti.
Atina’da hazırlanan “Girit odasının Yunanistan’a bağlanması ” ile ilgili açıklamalar üzerine Osmanlı, duruma el koymuş ve Mahmud Celâleddin Paşa’yı adaya yollamıştır. Paşa, başlangıçta ihtilâlcilere yumuşak davransa da, ihtilâlcilerin kan dökmekten vazgeçmemeleri üzerine sertleşmek zorunda kalmıştır. Olayların tırmandığını gören Yunan Başbakanı Trikupis, Yunanistan’ı muhtemel bir savaşa hazır görmediğinden, Girit ihtilâlcilerini durdurdu.
Yunanlı tarihçi Yorgo Kordatos, “Yunan Tarihi “isimli kitabında bu hükmü şöyle anlatmaktadır: “31 Mayıs 1895’te seçimleri kazanan Deliyanis başbakan olur olmaz, her şeyi bir yana bırakarak ülkenin çok bozuk olan ekonomik durumunu düzeltmek için dış krediler sağlamaya ağırlık verdi.
Bu arada Doğu Anadolu’da Ermenilerin Osmanlı Devleti’ne başkaldırdıktan haberi Atina’ya geldi. Bu haberin duyulmasından 15 gün sonra Girit’teki Ortodokslar yeniden ayaklandılar.”
Ermeniler de ayaklanınca Ermeniler, Berlin Anlaşması’nın 6l. Maddesinden kendilerine pay çıkararak Anadolu’da toprak talebinde bulunuyorlardı. Ermeni ihtilâli, Avrupa’daki Türk düşmanları tarafından bir propaganda konusu haline geldi. Yunanlılar Türkleri dünyaya “barbar caniler” olarak tanıtmaya çalışıyorlardı. 1895’te seçimler yapıldı. Atina, Giritli Ortodoksların yatışmasını istemiyordu.
Bu yüzden Türklere gaileler çıkarmaları için onları kışkırtmayı hızlandırdı. Girit’te dağıtılan Atina çıkışlı bildiriler de, ada halkına “Ermeniler bağımsızlıkları için Türkler’e isyan ettiler, Giritli kardeşlerimiz olarak siz de Türklere karşı savaşıp, onları adanızdan atın ” mesajları veriliyordu. Girit adasındaki Osmanlı kuvvetlerinin genel komutanı olan İstanbullu Rum Karadodori Paşa, adadaki YunanKonsolosu Yennadi’nin Ortodoks halkı isyana teşvik ettiği ortaya çıkınca seçim sonuçlarını iptal etti ve yönetim meclisini kapattı.
7 Mayıs 1896’da Ortodoks halk, Yunanlı ajanların ve papazların kışkırtmalarıyla Türk askerlerine saldırdı. Silahlar patlamaya başlayınca 12 Mayıs’ta bir miting yapıldı. 20 Mayıs’taki miting daha kalabalık idi. Bu mitingde Girit’in Türklerden kurtarılması için “savaş komitesi”nin kurulduğu açıklandı. Komitenin başına Yunanlı General Koreneos getirilmişti. Ayrıca bir de “Giritliler Merkez Komitesi” kuruldu.
Bu komitenin görevi Girit ihtilâlcilerinin propagandasını yapmak ve yardım toplamak idi. Yunanistan’ı himaye eden İngiltere Rusya, Fransa ve diğerleri Girit’te isyanı bastıran Turhan Paşa ve Hasan Paşa’nın Girit’ten geri çekilmesi için baskı yaptılar.
Bu iki paşa Enosisçi âsîlere göz açtırmadıklarından Yunanistan ve Batı ülkelerinin adadaki hesaplarını bozuyorlardı. Baskılar karşısında Sultan Abdülhamid Han, adaya İstanbullu Rum Yorgo Virovitis Paşa’yı tâyin etmek zorunda kaldı. İsyan neredeyse durma noktasındayken Atina ateşi yeniden körükledi ve 27 Mayıs 1896’da Yunan ordusundan çok sayıda subay ve astsubayı “Mina” gemisiyle Girit’e yolladı.
Enosis yolunda.
1897 yılının Ocak ayında “Megaloidea” arzularını bir kez daha açığa vuran Yunanistan’ın destekleriyle Ortodoks çeteciler bir kez daha silaha sarıldılar. Osmanlı Devleti’nin yeni maceralara tahammülü kalmamıştı artık. En ufak bir ayaklanmayı, henüz başlangıç aşamasında bastırması gerekiyordu. Ama ayaklanmayı bastırmayı basarsa bile Yunanistan “Türkler, Girit’te Hıristiyan kardeşlerimizi öldürüyor” feryadını basıyor, tüm dünyayı Türkler aleyhine kışkırtıyordu.
Batı ülkeleri Türkleri “o2ra”ilan ederken Yunan silahlarıyla Türkler’e saldıran gaspçı ve yağmacı çetecilere ve onların en büyük destekçisi olan Yunan subaylarına “bağımsızlık savaşı veren mazlum halk” payesini veriyordu.
Yeni bir problem istemediği için Girit konusunu, adaya “bağımsızlık” vererek kapatmayı planlayan Sultan Abdulhamid Han’ın bu fikrine İngilizler de destek veriyordu. Ancak Yunanistan için tek çözüm Enosis’ti. Bu uğurda işlemeyecekleri cinayet, dökemeyecekleri kan yoktu…
28 Ocak 1897’de Yunan Veliahtı Yorgo’nun da komutanlardan biri olduğu Yunan savaş filosu Girit’e doğru hareket eder. 31 Ocak 1897’de Yunan kralı, büyük devletlere, ” Yunanistan, Girit Ortodokslarını koruması altına almıştır, siz Avrupa ülkelerinden, Osmanlı’nın Girit’e asker yollanmasını engellememizi istiyoruz” çağasında bulunarak, bir yandan Girit’e saldırıp Enosis ilan etmenin, diğer yandan Avrupalıların Girit’e asker yollamalarını temin etmenin planlarını yapıyordu.
Yapılan reformları fırsat bilen Enosisçi Ortodokslar, kısa sürede toparlanarak Ocak 1897 itibariyle yeni bir ayaklanma başlatırlar. Ocak ayının 28. gününden başlayarak 15 gün devam eden katliamda binlerce Türk vahşice katledilerek fırınlarda yakılır.
Tıpkı 1974 yılında Kıbrıs’ta gerçekleşecek olan Atlılar-Muratoğlu-Sandallar katliamlarının bir benzeri olarak Sıkya ve Etya köyleri adeta haritadan silinir ve bu köylerde yaşayan Türkler topluca katledilir.
“İstersem Osmanlı’yı yer yüzünden silerim”
14 Şubat 1897’de karaya çıkan Albay Vassos komutasındaki Yunan birlikleri Girit’i işgale başladılar. Batılı ülkeler Osmanlı Devleti’nin Girit’e asker göndermemesi için baskı yaptılar. Buna karşılık Girit’te bulunan Batılı askerî birliklerin Müslümanları katliamdan koruyacaklarına dâir teminat verdiler. Ama bu, sözde kaldı. Tıpkı, Bosna ve Kosova’da olduğu gibi, Batılı devletler MüslümanTürk katliamını seyretmekle yetindi.
Osmanlı Devleti, Yunanistan’ın Girit’i işgaline ve Enosis ilânına daha fazla seyirci kalamadı ve Anadolu’dan asker toplamaya başladı. Avrupa ülkeleri bu süreçte, tarihî ikiyüzlülüklerini ispat edercesine, bir taraftan Yunanistan’ı kınayan bildiriler yayınlarken, diğer taraftan Yunan kralına “kutlama telgrafları” göndermekle meşguldüler. Batının bu destek ve kışkırtmasından cesaret alan, adeta gaza gelen Yunan Kralı, “istediğim anda 300 bin kişilik bir ordu çıkarır, Osmanlı Devleti’ni yeryüzünden silerim.
Hedefimize ulaşmak için yeterli gücümüz var” şeklinde açıklamalar yapıyordu. Osmanlı, bu sözlere cevap vermekte gecikmedi, hem de savaş meydanında…
Yunanistan’ın tavrı ya da ağır ol da molla desinler. Yunan Kralı bir yandan savaş kışkırtıcılığı yaparken, öte yandan Rusya, Fransa, İngiltere ve Almanya ile gizli gizli diplomatik temaslarını sürdürüyordu. Bu ülkelerin birbirleriyle olan diplomatik ilişkileri, toprak ve ekonomik çıkarlara dayanıyordu.
Kral Yorgo, desteklerini kazanmak için hepsine aynı şeyleri vaat edince oynadığı oyun ortaya çıkmıştı. Yunan Kralının iki yüzlülüğünü ortaya çıkaran Rus Çarı oldu. Rus Çarı, Yunanistan tarafından oyuna getirildiğini anlayınca Almanlarla ortaklaşa hareket etmeye başladı.
Şubat’ta Rusya, Almanya, Fransa ve Avusturya; Yunanistan’a sert bir nota vererek, “Girit’i işgal girişiminiz barışı tehlikeye düşürmüştür. Bu durumdan doğacak sorumluluklar Yunanistan ‘a aittir” mesajı veriyorlardı Yunan Hükümeti’ne. Bu notayı, yalnız kalan İngiltere’nin, benzer bir notası takip ediyor, Yunanistan, ikiyüzlülüğü sebebiyle zor durumda kalıyordu.
Atina’daki Türk elçisi Asım Bey, Yunan Hükümeti’ni, ileride doğabilecek hâdiselerden sorumlu olacaklarına dâir ikaz etti. Yunan Dışişleri Bakanı Skvzes’in Türk elçisine cevabı ve ses tonunu yükseltmesi terbiye sınırlarını aşmıştı: “Sizin ne düşündüğünüz benim için önemli değil. Biz kararımızın hesabım kimseye verecek değiliz.”
Yunan Devleti batağa batmıştı.
Geriye dönüş için çok geçti. Osmanlı Devleti Yunanistan’a karşı takip ettiği “hoşgörü” ve “serinkanlılık” politikasını bir yana bırakarak, Yunanistan’a ders verme zamanının geldiğine karar vermişti. 2 Şubat’ta Girit’teki Türk kuvvetleri harekete geçtiler. Yakaladıkları ihtilalcileri idam ettiler. Osmanlı Hükümeti, Girit ihtilâline ve Yunan işgaline son vermek için Girit’e asker yolladı. Yunanistan buna tepki gösterdi. Verdiği notada, “Girit adasındaki Ortodoksların can güvenliğini korumak için Türk askerinin Girit’e ayak basmasına izin vermeyiz” tehdidi yer alıyordu. Bir destan daha yazılıyor.
Yunanistan’ın bağımsızlık yıldönümü olan 25 Mart 1897’de Atina’da savaş isterisi ve gösterileri zirveye ulaştı. O gün Türk topraklarına saldırıya geçildiği söylentisi yayıldı. Bu söylenti 2 gün sonra gerçekleşti. 27 Mart 1897’cle Yunanlı subaylar Epir ve Makedonya’ya giderek oradaki çetecilerin başına geçtiler ve Osmanlı Devleti’ne saldırdılar. Türk ordusu aynı gün harekete geçerek stratejik mevkileri ele geçirdi.
Yunan ordusunun başkomutanı Kral Yorgo idi. 1897 TürkYunan savaşının duyulması üzerine Kıbrıs, Girit, Rusya, Avrupa ve Anadolu’dan (İstanbul ve İzmir’den) Ortodokslar gönüllü olarak Yunan ordusuna katıldılar. Yunanistan bu savaşa yıllarca hazırlanmıştı. Avrupa’da eğitim gönnüş kurmay subaylara bol silah ve cephane verdi. Yunan ordusu daha savaşın ilk günlerinde adeta bir sabun köpüğü gibi dağılmış, paniğe kapılan Yunanlı subay ve erler geri çekilmeye başlamışlardı. Türk ordusu, tüm eksikliklerine rağmen 21 gün içinde bütün Tesalya’yı fethetmiş ve başkent Atina’ya kadar dayanmıştı. Atina düşmek üzere iken Batılı ülkeler bir kez daha araya girdiler.
Masada kaybedilen Girit Osmanlı’nın son yıllarında ve İstiklâl Savaşı’nda Türkiye, Yunanistan’a karşı zafer kazandığı halde barış masasında kaybeden taraf olmuştur hep. Batılı ülkeler, Girit’e tam muhtariyet verilmesi için Osmanlı’ya baskı yaptılar.
Buna karşılık Girit’in hiç bir zaman Yunanistan’a bağlanmayacağına dair sözlü, ardından da yazılı güvence verdiler. Verdikleri güvenceyi sağlamak için Girit’te İngiltere, Fransa, Rusya ve İtalya asker bulunduracaklardı. 18 Aralık 1897’de Avrupa ülkeleri
Girit’e özerklik verdiler.
Böylece Türkler, 1897 TürkYunan savaşını kazandığı halde Girit’i kaybetmiş oldu. Bir padişah fermanı olarak yayınlanan Haleba Mukavelenamesine göre, 80 üyeden ibaret bir meclis olacaktı. Bu meclisin 49 üyesi Ortodoks Hıristiyan, 31 üyesi Türk olacaktı. Ortodoks bölgelerinde Ortodoks kaymakamlar olacaktı. Vali Ortodoks, muavini Türk olacaktı. Meclis ve mahkemelerde Rumca konuşulacaktı. Jandarmaya Hıristiyanlar ela alınacak ve subay ve astsubay olabileceklerdi.
Girit’te Rumca gazeteler yayınlanabilecekti. Af ilan edilecek ve Ortodoksların “silahlarını yanlarında bulundurmalarına ” müsaade edilecekti. Etniki Eterya teşkilâtının emrindeki Yunanistan’ın ana hedefi, Enosisci birini vali seçtirmekti. İngiltere ve Rusya Prens Yorgi’nin vali olarak tayinini istedi.
İngilizlerin Girit’te Yunanistan yanlısı tavrı üzerine Kandiye şehrindeki İngiliz askerleri ile Müslüman halk arasında çatışma çıktı. İngiltere’nin ısrarı ve Fransa, İtalya ve Rusya’nın İngiltere’nin isteğini desteklemeleri neticesi Türk askerleri Girit’ten çekildi. Girit, İngiltere, Fransa, İtalya ve Rusya’nın askeri işgaline girdi.
Bu durumdan istifade eden bu ülkeler Osmanlı Devleti’nin itirazlarına rağmen 21 Kasım 1897’de Prens Yorgi’yi Girit’e vali olarak tayin ettiler. Egemenlik Osmanlı Devleti’nde kalmak şartıyla Girit’e tam muhtariyet verildi. Enosis için zemin hazırlanmış olup bundan sonraki ikinci safha Enosis’i ilan edip sadece kâğıt üzerinde kalan Osmanlı hâkimiyetine son vermek idi.
“Yunanistan’ın deli gömleğine ihtiyacı var”
25 Mayıs 1898’de Türk ordusu Tesalya ve diğer Yunan topraklarından çekildi. Yunanistan’ın yansından fazlası tam bir yıl Türk ordusunun hâkimiyeti altında kaldı. Osmanlı Devleti istese idi Atina’da resmi geçit yapar ve Akropol’e Türk bayrağını çekebilirdi. Avrupalı ülkeler bu hakkı tanıdılar. Ama Osmanlı Devleti savaşta yenilen Yunanistan’ın onurunu çiğnemek istemedi. O tarihteki İngiliz Başbakanı Salisbury, “Skrip” dergisine verdiği mülakatta bu savaşı yorumlarken, “Yunanistan’ın bir deli gömleğine ihtiyacı var” demişti.
1897 TürkYunan Savaşı’nda yenilen ve ülkenin yansından fazlası Türk ordusunun hâkimiyeti altında kalan Yunanistan, Girit’i ilhaktan vazgeçmedi. Hatta Kıbrıs’ı ilhak için teşebbüslerde bulundu.
1901-1908 yılları, Yunanistan için bunalımlı bir dönemdi. Türklere karşı savaş çığlıkları atamadıkları için politikacılar ile askerler iktidar savaşı veriyorlardı.
Girit Osmanlı’nındır ,
Osmanlı Devleti’nde İkinci Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte, Yunanistan’ın, “Megaloidea ‘sı hortlayıvermişti. Türk subaylarının “Girit Osmanlı’nındır” sözleri Yunanlıları kızdırıyordu. Halbuki, ada, hukuken Osmanlı’ya aitti. Meşrutiyetin ilanı üzerine Yunanistan, Girit’teki temsilcisi Zaimis’i Genel Vali olarak tâyin etti. Halbuki Girit’te Türk yönetici vardı. Zaimis, Girit’i terk etti. Bir kaç gün sonra 24 Eylül’de Yunanistan’a bağlı Enosisci Ortodokslar Enosis’i ilân ettiklerini açıkladılar.
Yunanistan’ın krallık mührünü ve anayasasını kullandılar. Türk bayraklarını toplayıp yaktılar. Adadaki Türk yönetimini hiçe sayıp Yunan bayraklarını astılar.
Osmanlı Devleti’nin Girit’e müdahalesini önlemek için İngilizler 31 Mart ayaklanmasını çıkardılar. 31 Mart Hâdisesi olmasaydı Girit’i kaybetmezdik. Enosis’i tanımayın Osmanlı Hükümeti’nin Atina’daki elçisi Nabi Bey, Yunanistan Dışişleri’ne verdiği notada, “Osmanlı Hükümeti’nin bütün hoşgörülü davranışlarına, iyi komşuluk ilişkilerini sorunsuz sürdürmek istemesine rağmen, Girit’te Enosis ilân edilmesinin kabul edilemez olduğunu ve bu durumun iki ülke ilişkileri için tehlike doğurduğunu” ifade etmiş, Girit’teki Yunan subaylarının Türk bayrağına karşı “yakışıksız davranışlarda ” bulunduğunu belirttikten sonra, Osmanlı yönetiminin Yunanistan’dan bir açıklama yaparak “Enosis’in ilanını tanımadığını beyan etmesini”istediğini söylemiştir.
Girit’in bir oldu bitti ile Yunanistan’a bağlanmak istenmesine Osmanlı Devleti’nin gösterdiği tepki yalnız diplomatik yollardan olmadı. Türk savaş gemileri Girit’e doğru yola çıkmışlardı. Bu, savaş demekti. Yunanistan paniğe kapılmıştı.
Paris’teki Yunan elçisi Deliyanis, Başbakan Clemanceau’ya giderek, Fransa’nın Yunanistan’a yardım etmesini istedi. Fransa başbakanının verdiği cevap: “Sizin için yapılabilecek bir şeyimiz yok” şeklinde olmuştu. İngiltere başbakanının verdiği cevap da Fransa’nınkinden farksız idi.
Yorgo: İstifa ederim.
Yunan Kralı Yorgo, Fransız ve İngilizler’in Yunanistan’a ihtiyaçları olduğunu ve onu kolay harcayamayacaklarını bildiği için usta bir kumarbaz gibi blöf yaptı ve oyunu kazandı. Yunan kralı İngiliz ve Fransız hükümetlerine yolladığı mektupta, “Girit’in Yunanistan’a bağlanması kabul edilmez ve Türkler’e Girit’e müdahaleye izin verilirse istifa edeceğim”diyordu.
Kralın istifasının Yunanistan’ın parçalanmasına yol açacağını bilen İngiltere ve Fransa böyle bir durumun kendi politikalarında da problemler meydana getireceğini bildikleri için diplomatik baskılarla, İttihat ve Terakki Fırkası’nın Girit’e müdahalesini önlediler. Zaten bu fırkada Rum, Ermeni, Yahudiler hâkim durumda idiler.
Yunanlı tarihçiler bu günleri şöyle anlatmaktadır: “İngiltere ve Fransa, Osmanlı Devleti’nin Girit’e müdahalesini önlememiş olsaydı, Türklerin karşısında bir defa daha küçülmüş ve rezil olmuş olurduk. Bu son haysiyetsizlik damlaları bardağı taşırmıştı. Yabancı ülkeler araya girmeseydiler durumumuz ne olurdu?” Yunan kralının istifa etmemesi için Türk ordusunun Girit’e ayak basması engellenmişti. Ama askerî bir darbe ile Kral Yorgo’nun sürgün edilmesini kimse engelleyemeyecekti.
1909’da “Denizciler Darbesi” oldu.
1909 Aralık ayında ülkeyi idare eden ihtilâlci subaylar, Ciridi politikacı Venizelos’u kendilerine danışmanlık etmesi için Atina’ya çağırdılar. Yunanlı tarihçi ve araştırmacılar Venizelos’un bir İngiliz ajanı olduğunu, İngiliz arşivlerine dayanarak iddia ederler. Venizelos’un Girit’te görevli İngiliz Başkonsolosu Elliot ile yakın ilişki içinde olması ve Atina’da göreve başladıktan sonra İngiliz Hükümeti’nin konsolos Elliot’un Atina’ya büyükelçi tâyin edilmesini kimse bir tesadüf olarak kabul etmiyor.
Ve Girit elden çıkıyor
1909’da Avusturya’nın BosnaHersek’i ilhak ettiğini açıklamasını fırsat bilen Giritli Ortodokslar, Girit’in de Yunanistan’a ilhak edildiğini açıkladılar. Yunanistan da ilhak kararını kabul ederek Girit’i sınırlan içine aldı. Osmanlı Devleti, Muhtar Girit Yönetimi’nin bu kararını protesto etti. İstanbul’da ilhak aleyhine büyük protesto gösterileri yapıldı ama sonuç değişmedi.
Adadaki Osmanlı egemenliğine dayalı muhtar idarenin garantisi olan Rusya, İngiltere, Fransa ve İtalya ise Enosis girişimine karşı çıkmadıkları gibi adadaki askerlerini geri çekerek ilhakın gerçekleşmesine yardım ettiler. Bu arada Girit Muhtar Meclisi’ndeki Ortodoks milletvekilleri Yunan Meclisi’ne katıldılar.
Ajanlık ve Yunan politikacıları Stearns, Atina’da bulunduğu müddetçe Yunan başbakanına destek olmuş ve onu korumuştur. O devirdeki Venizelos ile kısa bir müddet önce Papandreu’nun İngiliz ve Amerikan istihbarat teşkilatlarıyla diplomatik kurallar vasıtasıyla olan münasebetleri derinlemesine incelendiğinde Yunanistan’ın karanlık bir yüzü daha ortaya çıkmaktadır. Venizelos, Papandreu ve daha nicelerinin İngiliz ve Amerikan ajanı olduğu ortaya çıkmaktadır.
1911’de Giritli Ortodoks Enosisçiler, Yunan Parlamentosu’na temsilci yollamak istemişlerdi. Venizelos, Girit temsilcilerinin Yunan Millet Meclisi’ne kabul edilmelerinin Enosis’i gerçekleştirmek anlamına geleceğini ve böyle bir hareketin Türkleri kışkırtmaktan başka bir işe yaramayacağını bildiği için sabırlı olmalarını istemişti. Muhalif politikacılarla basının büyük bir bölümü Girit sebebiyle Venizelos’a ateş püskürüyor, Megalo idea’yı öldürmekle suçluyorlardı.
Venizelos bütün bu saldırılara direndi. Görmezlik ve duymazlıktan geldi. O başka türlü düşünüyordu. Eğer Giritliler Yunan Meclisi’ne girerlerse, Türkiye’nin Yunanistan’a savaş ilân etmesi ihtimali fazlaydı. Oysa Venizelos, Türkler aleyhine cephe meydana getirmek için Bulgar ve Sırplarla gizli görüşmeler yapıyordu. Bu görüşmelerin sonuç getirmesi için bir yıla daha ihtiyaç vardı.
Osmanlı’ya karşı cephe meydana getirilinceye kadar, Türk tarafının tahrik edilmemesi ve bir savaş ortamı meydana getirilmemesi gerekiyordu. Buna rağmen Giritli temsilciler muhalefetin, basının ve halkın tahrikleriyle polisin engellemesine rağmen zorla götürülüp meclise sokulunca Venizelos çok zor durumda kalmıştı.
Yunanistan’ı Türklerle bir savaştan kurtaran, İtalyanlar’ın Trablus’u almak için Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmesi olmuştu. Türkiye’nin bu duruma müdahale etmesi çağnsını büyük devletler duymazlıktan geldi. Bu durum İtalyanları cesaretlendirdi. Mayıs 1912’de Oniki Ada’yı işgal ettiler. Osmanlı Devleti’nin İtalyanlarla savaşması Yunanlılar’ın bekledikleri fırsattı. Venizelos, Sırp ve Bulgarlarla yaptığı görüşmelere hız vermiş, onları, Osmanlı’yı Balkanlardan söküp atmak için en uygun zamanın gelmiş olduğuna inandırmıştı.
Osmanlı yedi düvele karşı
İtalyanlar’ın Osmanlı Devleti’ne savaş ilân etmesi ile Sırp ve Bulgarların, Makedonya’yı aralarında paylaşma konusunda Yunanistan ile gizli bir anlaşma imzalamaları, İngilizleri endişelendirmişti. Ege’de bir limanı bulunan, kontrol altında bir Bulgaristan, Rus politikasının ana hedeflerindendi. Balkanlarda İngiltere’ye yakın tek ülke Yunanistan’dı ve hatta Venizelos İngiliz ajanı idi. Sırp ve Bulgarlar arasındaki gizli anlaşma, Yunanistan’ın bölgedeki varlığını tehlikeye düşürüyordu.
İngilizler, Yunanistan’ı da Bulgar Sırp ittifakına sokmak için devreye girmişlerdi. Londra, Yunanistan’ın Bulgar Sırp ittifakına alınması için faaliyet gösterme görevini “London Times” gazetesinin muhabiri Batsen’e verdi. İngiliz gazeteci 1912 Mart ayında Atina Sofya ve Belgrad arasında mekik dokudu. Bulgar ve Sırp başbakanlarına Venizelos’un mesajlarını taşıdı. Sonuçta gizli bir anlaşma ile Yunanistan da pakta kabul edilmişti.
Yunanistan savaş hazırlıklarını yaparken dikkat çekmemek için Tesalya’da bir askerî tatbikat yapacağını açıklamıştı. Balkan ülkeleri arasındaki gizli anlaşma Bulgar ve Yunan kralları tarafından 15 Haziran 1912’de resmen açıklandı.
Balkan Harbi Temmuz ayı ortalarında Bulgaristan Başbakanı Gusov, Sofya’daki Yunan elçisini davet ederek, “Türkler en Zayıf dönemlerini yaşıyorlar. Yunan parlamentosu, Giritli milletvekillerini adanın temsilcileri olarak kabul etsin. Böylece Türkler’i tahrik etmiş oluruz.
Savaşı onların başlatması bizim işimizi kolaylaştırır”demişti. Yunanlılar Bulgarlara fazla güvenmedikleri için bu öneriyi duymazlıktan geldiler. Türklerle tek başlarına karşılaşmaktan korkuyorlardı. Bu defa Bulgar Genelkurmay Başkanı General Fitsef, Yunan elçisiyle konuştu ve şöyle dedi: “Bulgaristan, Sırp ve Karadağlı’larla birlikte Türkler’e karşı savaşmaya kararlıdır. Bu savaşa 500 bin asker, 1.500 top ile başlayacağız. Türkler’in 300 bin asker ve 850 topları var. Bulgar askerleri Meric’e toplanıp Türk topraklarına saldıracaklar.” Yunan elçisi, Bulgar genelkurmay başkanı ile görüştükten 48 saat sonra Yunanistan seferberlik hazırlıkları yapmaya başladı.
Osmanlı Hükümeti de bu arada Sofya ve Atina’daki ajanlardan aleyhine yapılan hazırlıkları öğrenmiş, 14 Eylül 1912’de seferberlik ilân etmişti. Yunanlılar, Bulgarlar’ın isteklerine uyarak Girit mültecilerini kabul ettiler. Ekim ayının ilk haftası içinde Giritli milletvekillerinin Yunan Meclisi’ne katılmaları sebebiyle meclis başkanı, yaptığı konuşmada şöyle demişti:
“Balkanların dört Hıristiyan ülkesi, soydaşlarını Türk emperyalizminden kurtarmak için birleşmişlerdir. Girit adası şu andan itibaren Yunanistan’ın bölünmez bir parçasıdır.”
Böylece Girit oyunu tamamlanmış, ada nihayet Yunanistan’a ilhak edilerek Enosis gerçekleşmiştir.
Ardından 4 ülke, Osmanlı Devleti’ne saldırarak Balkan Savaşı’nı başlattılar. Yüzbinlerce Türk bu savaşta katledildi, göçe zorlandı. Edirne’ye kadar Türk toprakları işgal edildi.
13 Ekim 1912’de Balkan Savaşı’nın başlaması ile birlikte, Ege adalarını birer birer eline geçiren Yunanistan, Girit’e asker çıkararak kararını fiilen gerçekleştirdi.
Böylece Yunan isyanının başlamasından 91, Girit isyanının başlamasından (1770) 142 yıl sonra Enosis gerçekleşmiş oluyordu.
MUSTAFA NECATİ ÖZFATURA
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder