Türkiye’de 200 yıldır tartışılan Batılılaşma konusu, günümüzde ilginç bir duruma geldi. Birbirinden çok ayrımlı söylemi olan siyasi oluşumlar, Batıcılıkdüzleminde bir araya gelmiş durumdalar. “Liberaller” bir kenara bırakılırsa; dün Batının batıllığını ileri süren “İslamcılar” bugün Avrupa Birliği’ne girmeyi, ABD ile birlikte yürümeyi savunuyor. Kürtçüler, sözcülüğünü yaptıklarıBatının demokrasi getireceğine, kendilerine bir ülke kazandıracağına inanıyor.“Sosyalistler”, işçi sınıfının küresel direnişinden, enternasyonalizmden, AB demokrasisinden söz ediyor. Tümünün söz etmediği tek konu, anti-emperyalist savaşım, bağımsızlık ve ulusal egemenlik. Siyasi birlikteliklerinin temelinde, Kemalizme ve yarattığı değerlere karşıtlık var. Bu nedenle, isteseler de istemeseler de nesnel olarak emperyalizmin işbirlikçisi konumuna düşüyorlar. Bunların tümünü Batıcı siyasetler içinde görmek, buna göre davranmak doğru bir yaklaşım olacaktır.
Parti Bolluğu
Gazeteci Süleyman Coşkun, Türkiye’de Politika adlı yapıtında, parti sayılabilecek siyasi örgütlerin ortaya çıkışından 1995 yılına dek irili-ufaklı, etkili-etkisiz 246 parti kurulduğunu belirtir.1 2004’e dek kurulanlarla bu sayı 260’ı aşmış bulunmaktadır. Bugün Türkiye’de yasal olarak varlığını sürdüren 87 siyasi parti var (Ocak-2015).
Partiler, Anadolu halkının en sıkıntılı ve güç dönemi olan son yüz yıl içinde etkinlik gösterdiler ancak toplumu geliştiren kalıcı sonuçlar elde edemediler. Sayıları çok, etkileri az bu partiler, düşünsel yapıları gereği, genellikle bilinçsiz ve her zaman yetersiz bir yapılanma içinde oldular. Daha önce Batıda gelişmiş olan partilerden etkilendikleri için, ülkenin sorunlarıyla bütünleşen bir örgütlenme geleneğine sahip değildiler. Öykünmeci, bu nedenle de halktan kopuktular.
Hangi eğilimden olurlarsa olsunlar, yaşanan sorunları çözmek istiyorlar ancak toplumsal yapıyı, tarihsel kökleriyle ele alıp tanımadıkları ve ekonomik bağımsızlığın önemini yeterince kavrayamadıkları için, başarılı olamıyorlardı. Batı kapitalizminin dünyaya vermek istediği biçimi, yani emperyalizmi çözümleyemedikleri için, ülkenin gelişip güçlenmesi yönünde başarılı olacak kalıcı bir politika öneremiyor, güçlü gördükleri Batının etkisi altına giriyorlardı. Bu tutum, Atatürk dönemindeki CHP dışında siyasi parti ya da derneklerin ortak özelliği durumundaydı.
Batıcı Türleri
Türkiye siyasi partileri, sayılarının çokluğuna denk düşen bir düşünsel ayrışma içinde değildir. Kaba çizgilerle; Batıya açıktan özenen liberaller, İslamcılar, etnik ayırımcılar ve liberalleşen sosyalistler olarak dört ana kümede toplanabilirler. Kümeler arasındaki düşüngüsel (ideolojik) ve örgütsel ayrılıklar, çoğu kez uzlaşmaz karşıtlıklar gibi görünse de, gerçekte genel bir benzerlik içindedir. Bunlar, sorunları değişik ele alıyor ve değişik çözümler getiriyor görünürler ancak dış ilişkilerin belirlediği benzer politikaları uygularlar.
Örgütleri ortaya çıkaran toplumsal yapı, onların siyasi benzerliklerini ya da ayrılıklarını da belirler. Geri kalmışlıktan kaynaklanan yetersizlikler, halkın katılımına dayanmayan partilerin yöneticilerini içte ve dışta güçlü olana yöneltir. Siyaseti akçalı güçle yürütülebilen bir eylem olarak gören bu tür“yöneticilerin”, akçalı gücün etkisi altına girmemesi olanaksızdır. Bu yöneliş, partilerin bağımsızlığını doğaldır ki yok edecektir. Güce yönelme bağımlılığı, bağımlılık güce yönelmeyi arttırır. Birbiri içinden çıkan bu ikili süreç, azgelişmiş ülke partilerinin kolay etkilenebilir örgütler durumuna gelmesinin hem nedeni hem de sonucudur.
Ekonomik gücün günümüzde Batıda yoğunlaşması, hemen tüm partilerin Batıya yönelmesine ve oradan etkilenmesine yol açmaktadır. Bu gelişme, Batı partilerinin daha demokratik olmasından değil, Batının azgelişmiş ülkeler üzerinde kurmuş olduğu ekonomik baskıdandır. Bu nedenle, anti-emperyalist bilinçten yoksun azgelişmiş ülke partilerinin, hangi siyasi eğilim içinde görünürse görünsünler hemen tümü, sonuçta Batıcıdırlar ve ülkelerine yabancılaşmışlardır. Türkiye’de; Batıcı, Arapçı ve Kürtçü olarak ortaya çıkan kümeleşmelerin ortak özelliği, tanım ve izlence (program) ayrımlarına karşın, tümünün Batıcı olmasıdır. Bunlar değişik biçim ve yöntemlerle etki altına alınmışlar ve bilinçli ya da bilinçsiz Batıya yönelmişler, küresel egemenliği benimsemişlerdir.
Açıktan Batıcılık
Batıcılığı açıktan savunan partiler en geniş kümeyi oluşturur. Kendilerinden istenenleri yerine getirmeye her zaman hazırdırlar. Gerek kişisel davranış ve gerekse kurumsal yapılanma olarak tek ölçüt kabul ettikleri Batıyla, değişik biçimlerde çıkar ilişkisi içindedirler. Kendine güvensizliği ve işbirlikçiliği yayarlar. Bunlara göre; geriliğimiz “Avrupalı gibi olamadığımız”içindir, gerilikten kurtulmak için “Batılılaşmak gerekir”. “Aydınlanma Batıdadır, ona gitmek zorundayız”, “Batıdan başka uygarlık yoktur”, bu uygarlığın “ekonomik ve sosyal yaşamını almak zorundayız.”2
Bu küme içinde, düşüngüsel söylem olarak, Batıya karşı gibi görünen ya da öyle olduğunu sananlar, buna inananlar da vardır. Kimileri, “Batı dost değildir, karşısındakinin güçsüzlüğünden yararlanmak ister”3, “buna izin vermemek için onun gibi olmak gerekir”, der; kimileri de “Batı emperyalizmi işçi sınıfının enternasyonalist mücadelesiyle yıkılacaktır”, biçiminde siyasi yaymaca (propaganda) yapar.
19.yüzyıl Jön Türk örgütleri, İttihat ve Terakki, Hürriyet ve İtilaf, 1910’dan beri çalışma yürüten sosyalist ve sosyal demokrat partiler, Atatürk sonrası CHP,Demokrat Parti, Adalet Partisi, ANAP, Doğru Yol Partisi, SHP, Demokratik Sol Partive Milliyetçi Hareket Partisi gibi partiler, Batıcı liberal partilerdir.
Arapçılık ya da İslamcılık
Arapçı ya da İslamcı partiler, çok başka amaçlar ve yönelişler içinde görünürler. Din kurallarına uygun bir toplumsal düzen amaçladıkları izlenimi verirler ancak çoğunlukla böyle bir amaç ve istek içinde değildirler. Böyle bir düzeni gerçekleştiremeyeceklerini bilirler. Siyasi ve ona bağlı olarak akçeli çıkar, bunlar için her şeyden önemlidir. Güçlü olanla yani Batıyla, her zaman uzlaşma eğilimi içindedirler. Bir bölümü, doğrudan Batı yardımıyla örgütlenmiştir.
Dinsel kurallara bağlı kalıp ilkeli davrananlar ve inançları için savaşım verenler, siyasette çok küçük bir azınlığı oluşturur ve başarılı olamaz. Çıkarcılık, yabancılarla uzlaşma, boyuneğme genel özellikleridir. Dini, siyasete alet etmede ustadırlar. Batı tarafından bu nedenle desteklenirler ve ulus-devlet karşıtlığı için kullanılırlar. Batı değil, Arap kültürünü savunurlar ancak siyasi ve ekonomik olarak Batıyla birlikte hareket ederler. Arapçılıkları, dini siyaset için kullanmanın aracıdır.
İslamcı partilere göre; “İslam dünyası kalkınmak için Batıya muhtaçtır”, ancak önemli olan “Batıdan nelerin alınacağıdır”. Batı, “Bedevi bir kavmi yeryüzünün en ileri devleti haline getiren” İslam uygarlığından üstün değildir, “ahlak ve maneviyat olarak” ondan geridir. Batının “ahlak ve maneviyat olarak geriliğinin nedeni laikliktir”. Bu nedenle, “maddileşip makineleşerek adalet ve hakkaniyetten yoksun”duruma gelmiş Batıdan, “siyasi prensipler” özellikle de laiklik alınamaz. Batıdan,“ekonomi usulleri”, “maddi alandaki kalkınmalar için gerekli metot ve malzeme”, borç ve teknik yardım alınabilir. Bunları Batıdan almak ve kullanmak gereklidir.4
Arapçı Partiler
Cumhuriyet’ten önce kurulan; Osmanlı Ahrar Fırkası (1908), İttihadı Muhammedi Fırkası (1909), Heyeti Müttefikai Osmaniye Cemiyeti (1909), FedakâraniMillet Cemiyeti (1908), Teali İslam Cemiyeti (1919) ile Cumhuriyetten sonra kurulan, İslam Koruma Partisi (1946), Sosyal Adalet Partisi (1946), Arıtma Koruma Partisi (1946), Türk Muhafazakar Partisi (1947), İslam Demokrat Partisi (1951), Milli Nizam Partisi (1970), Milli Selamet Partisi (1972), Refah Partisi (1983), Fazilet Partisi(1998), Saadet Partisi (2000), Adalet ve Kalkınma Partisi (2002) bu tür “İslamcı”partilerdir.5
Etnikçiler
Ayrımcılığı amaçlayan etnik kökenli partiler başlangıçta, Osmanlı İmparatorluğu’nun içindeki hemen tüm milliyetleri kapsıyordu. Rumcu,Ermenici, Arapçı, Slavcı, Arnavutçu ve Kürtçü örgütler, İmparatorluğun parçalanmasına dek varlıklarını sürdürdüler. Bunların büyük bölümü Cumhuriyetle birlikte ortadan kaldırıldı. Yalnızca Kürtçü parti ve örgütler, önce gizli, daha sonra gizli ya da açık çalışmalarını sürdürdüler. Kürt Teali Cemiyeti,Rızgari Partisi, Türkiye Kürdistanı Demokrat Partisi, Türkiye Kürt Talebe Cemiyeti,Devrimci Doğu Kültür Ocakları, Kawa, Türkiye Kürdistanı Sosyalist Partisi, PKK-KADEK, Halkın Emek Partisi (HEP), ÖZEP, ÖZDEP, DEP, HADEP bu tür yasal ya da yasadışı partilerdir.6
Etnik kökenli partilerde dikkat çeken özellik, Cumhuriyete dek tüm azınlık kümelerinin partileşmiş olmasına karşın, Türklüğü yüceltmeyi amaç edinenTürkçü bir partinin kurulmamış olmasıdır. 19.yüzyıl sonlarında Türkçüler ortaya çıkmaya başlamış ancak bunlar bir parti içinde örgütlenememişlerdir. Devlet örgütlerinde yönetici olarak yer alamamışlar, tersine Atatürk’ten sonra,Atatürkçüler ve bağımsızlıktan yana olan kümelerle birlikte devlet tarafından en çok kovuşturulan kesim olmuşlardır. Türkçü görünmelerine karşın, TürkçülüğüArapçılık içinde eritmeye çalışan Türk-İslam sentezciler, Türkçülük devinimi içinde yer alamazlar.
Türkçülere ve Sosyalistlere
Atatürk öldükten sonra Atatürkçüler’e yönelik siyasi ayıklamanın hemen ardından, önce Türkçüler’e sonra Sosyalistlere karşı kovuşturma başlatıldı. CHP Hükümeti, 1944 yılında Nihal Atsız, Zeki Velidi Togan, Reha Oğuz, Alparslan Türkeş, olmak üzere 23 ileri gelen Türkçüyü tutukladı ve ciddi bir kanıt ortaya koyamadan topluca yargıladı.7 Hemen arkasından 1944 ve 1946’da “soysalistler”tutuklandı; Türkiye Sosyalist Partisi ve Türkiye Soysalist Emekçi ve Köylü Partisikapatıldı.
Özgürlük ve demokrasi sözverileriyle yönetime gelen Demokrat Parti aynı tutumu, etki alanını genişleterek sürdürdü. Önce ordudaki Atatürkçüleri topluca emekli etti; hemen sonra büyük “komünist” tutuklaması yaptı (1951)8; ardından 2 Ocak 1953’te, “ırk esasına göre cemiyet kurma” suçlamasıyla Türk Milliyetçileri Derneği’ni kapattı.
27 Mayıs’tan sonra yönetime gelen Milli Birlik Komitesi’nin davranışı da ayrımlı değildi. 27 Kasım 1960’da, 14 üyesini Komite’den çıkardı ve emekli ederek yurt dışına gönderdi. Ayıklananlar içinde Türkçüler çoğunluktaydı ancak içlerinde Muzaffer Karan gibi 1965’te İşçi Partisi’nden milletvekili olacak kişiler de vardı.9
Atatürkçü Subaylar Tutuklanıyor
Atatürkçü olarak bilinen Talat Aydemir ve Fethi Gürcan’ın, 21-22 Mayıs 1963’te, İnönü Hükümetini devirme girişiminde bulunması üzerine geniş tutuklamalar yapıldı, hareketin öncüleri idam edildi. Harp Okulu öğrencilerinin tümü, okullarından atıldı.10
12 Mart ve 12 Eylül darbelerinden sonra ordudan yüzlerce Atatürkçü subay atıldı, bir kısmı işkence görerek tutuklandı.11 12 Eylül Darbesi’nden sonra da aynı şey yapıldı; ordudan subaylar atıldı, binlerce devrimci ve ülkücü birlikte tutuklanarak çeşitli hapis cezalarına çarptırıldılar. Her iki kesimden 517 kişiye idam cezası verildi. Bunlardan 18’i devrimci, 8’i ülkücü olmak üzere, 26’sının cezası infaz edildi.12
“İslamcı” Partiler
“İslamcı” bir parti, Cumhuriyet tarihinde ilk kez 1974’te Cumhuriyet Halk Partisi-Milli Selamet Partisi koalisyonuyla yönetime geldi. İsmet İnönü’ün 1938’de Cumhurbaşkanı olmasıyla başlayan, İslamcılığa gözyumma tutumu,Şemsettin Günaltay’ın 1949’da Başbakan olmasıyla hız kazanan ve 1974’e dek süren süreç sonunda, önemli bir siyasi dönüşüme neden oldu. “İslamcılar”,Cumhuriyet Halk Partisi ve daha yoğun olarak Adalet Partisi içinde siyaset yaptılar. Bu dönemlerde yasal parti kurma gücünde olmadıkları için, parti olarak değil, kendilerini gizleyerek, kümeler halinde yasal partiler içinde çalışıyorlardı.
Necmettin Erbakan, kurduğu Milli Selamet ve Refah partileriyle, hem başka partiler içinde çalışma dönemine son verdi, hem de 1974’de CHP, 1974-1978’de AP ve MHP, 1996’da Doğru Yol Partisi’yle yaptığı koalisyonlarla hükümete girmeyi başardı; islamcı partilere Cumhuriyet Devleti içinde yasallık kazandırdı. Necmettin Erbakan’ın sağladığı birikim üzerine kurulan ve Batıcı İslamcılar’ın son örneği olan Adalet ve Kalkınma Partisi, Kasım 2002’de, Meclis’teki milletvekillerinin üçte ikisini alarak yönetime geldi. Bu gelişme, “islamcılar”ın 19.yüzyıldan beri elde ettiği en büyük politik başarıdır.
Yüz Yıllık Çalışma
Yüz yılı aşkın süredir politik eylem içinde olan “İslamcılar”, parti çalışmasını, kendilerinin açıkça yapamadıkları dönemlerde, “doğru ve haklı olmayan (batıl) bir düzenle bütünleşme”13 olduğunu ileri sürerek eleştiriyorlardı. Partilerin, Müslümanları bölmeyi amaçlayan “nifak” araçları olduğunu söylüyorlar14 ancak fırsatını buldukları an siyasi çalışma içine giriyorlardı.
1911’de Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın, İttihat ve Terakki yönetimini devirme başarısını göstermesi; İslamcıları, üstelik yoğun biçimde parti çalışmalarına yöneltti. 1922’ye dek bu yönde çaba gönderdiler. Cumhuriyet’in ilk on beş yılında, yasal çalışma olanağı bulamadıkları için gizli çalıştılar. Ancak, Türkiye’de dış etkinin, özellikle ABD etkisinin arttığı 1945’ten sonra, önce başka partiler içinde çalıştılar, daha sonra kendi partilerini kurdular.
İlke Değil Akçe
Batıcı-İslamcı partiler, 20.yüzyılla birlikte ortaya çıkmışlardır. Başka partiler gibi, ekonomik çıkar için siyasi güç peşindedirler. Güçleri, toplumsal gönenç ve ulusal bilincin gerilediği dönemlerde artıyor, toplumsal varsıllığın artması durumunda azalıyordu. Kitleler yoksullaştıkça, içine kapalı edilgen kalabalıklar haline geliyor ve bu partilere yöneliyordu. Halkın umarsızlığından güç aldıkları için, aynı amaç peşindeki emperyalist politikalarla kolayca uzlaşıyor ve bu uzlaşmayı kendilerine imanla bağladıkları yandaşlarına anlatmakta güçlük çekmiyorlardı. Çıkara dayalı siyasi amaçlar için “her yolu meşru” sayıyorlar, güçlüye yönelmekten başka hiçbir ilkeye bağlı kalmıyorlardı.İlkeden çok akçeye önem veriyorlar, bu nedenle de “islamcı” tanımını belki de en az hak eden siyasi bir hareket haline geliyorlardı.
“Batıyla” Uzlaşma
‘İslamcı’ partiler, batıl saydıkları Batıyla uzlaşmanın kuramsal dayanaklarını, dönemin ve koşulların değişkenliğine bağlı olarak, her zaman ve her biçimde hazırlamışlardır. “İlerleme”, “zamana uyma”, “yenileme-yenilenme(tecdid-teceddüd)” söylemlerinin “dinsel” dayanaklarını, gerçeği yansıtmayanHadis yorumlarıyla açıklamak zor değildi. Görünüşte ileri sürülen temel sav,“İslamı; ahlak, siyaset, ticaret ve eğitimle bir bütün olarak yeniden hayata hakim kılmak”tı. Bunun için “artık eskimiş olan bazı temel değerlerin atılıp yerlerine, yeni/ileri değerlerin konulması” gerekiyordu. Burada dile getirilen “yeni” den amaç, Batı değerlerinin kabul edilmesiydi. İşin ilginç yanı İslamcılar bu girişimle, “Kuran ve Hadis’lere dayanan verilerle Batı değerlerini meşrulaştırmaya çalışıyorlar ve bunu da büyük ölçüde başarıyorlardı.”15
“İslamcılık” devinimlerinin her ne kadar “kaynağa dönüşe önem verdiği” ve“içten içe yenilenmeye uzak kaldığı, hatta yenilenmemeyi ilke olarak benimsediği”kabul edilse de; “İslamcılar”, duruma ve koşullara uymada son derece beceriklidirler. Kimi zaman ‘yenileşme’ ve ‘değişme’nin ölçüsünü kaçırırlar. Görüntü ya da söylemleri ne olursa olsun, “geçmişten ve geleneklerden” koparak çok ayrı bir konuma gelirler.
Emperyalizmle Uzlaşma
“İslamcı” partilerin önemli bir bölümünün, Batıyla bütünleşerek emperyalizmin işbirlikçisi durumuna gelmesi, Müslüman ülkelere yönelen küresel stratejinin politik sonuçlarıdır. 19.yüzyıldan gelen, 20.yüzyılda yoğunlaşan küresel yönelme, hemen tüm Batı başkentlerindeki Müslümanlık İşleri Merkezleri’nde ana gündemi oluşturur. “İslamcılar”ın Batı karşıtı söylemlerinin bir anlamı yoktur.
İslamcılık akımları, bugün artık açıkça söylendiği gibi, “tarihsel olarak batılılaşma sürecinin dolaysız sonuçlarından birisi”dir.16 Araştırmacı Ahmet Çiğdem, “İslamcılık” akımlarının gelişimi konusunda şu yargıda bulunuyor:“İslamcılık, İmparatorluğun çöküşüne ve yeni bir toplumsal düzenin kuruluşuna tanık oldu. Cumhuriyetle birlikte üzerinde durduğu zemini kaybederek; yaşayan, somut ve canlı bir (siyasi y.n.) deneyim olma niteliğini yitirdi... İslamcılığın 1980 sonrasındaki canlanışı... askeri rejimin, milliyetçi ve sosyalist hareketleri bastırmasıyla ilgili” bir sonuçtu...17
Sosyalist Partiler
Türkiye’de halka ulaşamayan ve dar aydın kümeleriyle sınırlı kalan çok sayıda “sosyalist” parti kurulmuştur. Yüz yıllık uzun bir geçmiş içinde, değişik adlarla kurulan bu partiler, yoğun çalışmalara ve sıkıdüzene (disipline) dayanan örgütsel ilişkilere karşın, hiçbir dönemde kendilerini halka kabul ettirememişler, ona yabancı kalmışlardır.
İşçi sınıfını temel alan bir çalışma yürütmüşler ancak işçilerin küçük bir azınlığını bile örgütleyememişlerdir. Köylülüğe önem verenler ya da işçi-köylü birlikteliğini öne çıkaranlar olmuş, bunlar da köylüye ulaşamamıştır. Halkla bütünleşemedikleri için küçük ve etkisiz bir aydın devinimi olarak kalmışlar, kitleselleşemedikleri için, bir türlü bitmeyen kısır çekişmeler içinde sürekli bölünüp parçalanmışlardır.
İdeolojik Açmaz
Kendilerini sosyalist olarak tanımlayan partilerin, halkla bütünleşmemesinin temel nedeni, benimsedikleri düşüngü ve bu düşüngünün Türk toplum yapısıyla uyuşmayan öncelikleridir. Sosyalizm, Batı toplumlarını inceleyen kuramcıların, Batı için öngördükleri bir öğretidir. İncelediği ve görüş geliştirdiği toplumsal çerçeve Batıyı kapsar, Türk toplumuyla örtüşmez, onun gereksinimlerine yanıt vermez. Varlığı için, kapitalizmin gelişmiş olması gerekir. Bu nedenle Türkiye’de kurulmuş olanların sosyalistliği, günümüz koşullarında yalnızca ad düzeyinde kalır.
“Sosyalist” çözümlemelerle Türk toplumunun günümüzdeki gereksinimleri arasındaki uyuşmazlık, yapısaldır, istemle değiştirilemez.“Sosyalistlerin” Türk halkıyla bütünleşememesine neden olan bu gerçek, aynı zamanda, “sosyalist” partileri, Batıcılığın bir başka kolu durumuna getirir. Avrupa kapitalizminin yarattığı kültürün düşüngüsü olan liberalizmibenimseyip savunanlar ne denli Batıcıysa, yine kapitalizmin bir ürünü olan sosyalizmi benimseyen “soysalistler” de o denli Batıcıdırlar.
Sosyalist Partilerin izlencelerine ve savaşım biçimlerine yansıttıkları kuramsal yaklaşım neredeyse çevirilerden oluşan aktarmalara dayanır. Toplumsal dönüşümü, üstelik sınıfsız topluma gidecek dönüşümü gerçekleştirme savındadırlar. Ancak, ne değiştirmek istedikleri Türk toplumunu ne de örnek aldıkları Batı toplumlarını yeterince tanırlar.
Sömürü ve baskıya karşıdırlar. Ancak, Batının değer yargılarına dayanan ve toplumsal gerçeklikle örtüşmeyen bu karşıtlık, sonuç getiren somut bir eyleme dönüşemez. Yazıya dökülen görüşler sözde kalır, yaşamın canlılığıyla bütünleşemez. “Dünya işçilerinin birliği”, “enternasyonal dayanışma”, “küresel başkaldırı” gibi gösterişli söylemler kullanırlar ancak kendi ülkelerinde, hedef kitleleri olan işçileri bile etkileyemezler. Türkiye’de “soysalistler” için geçerli olan bu nitelikler, kendilerine sosyal demokrat diyenler için de geçerlidir.
Yüz Yıllık Geçmiş
Türkiye’nin ilk “sosyalist” partisi olan Osmanlı Soysalist Fırkası, 1910’da İstanbul’da kuruldu. Sosyalist partilerin çalışmaya bu tarihte başladığı kabul edilecek olursa, aradan geçen uzun süreye karşın parti başarısı bakımından elde edilen gelişme, yok denecek düzeydedir.
Yüz yılda çok sayıda parti kurulmuş, kimileri büyüyüp yönetime gelmiş, yok olanların yerini başkaları almış ancak hiçbir dönemde hiçbir sosyalist parti, yönetime gelmek bir yana, dikkate değer karşıtçı bile olamamıştır. Halktan oy almak kitle desteğinin bir ölçütü ise, “sosyalist” partilerin yüzyıllık savaşımından sonra aldığı oy, bugün yüzde birin altındadır.
Onlarca yıllık birikime, bu birikimi sağlayan yoğun savaşımlara ve ‘çok güvenilen’ bilimsel bir kurama karşın, halktan bu denli uzak kalınmasının bir nedeni olmalıdır. Sosyalistler okuyup yazan insanlardır; inançları yönünde özverilidirler; kişisel çıkar ve servet peşinde koşmazlar; örgütlenme deneyimine en çok sahip olanlar onlardır. Bu nitelikleri olan insanlar, yüz yıllık uğraşıya karşın halktan neden destek alamazlar? Buna karşın, örneğin 1919’da bir Osmanlı paşası olan Mustafa Kemal, yanında yalnızca 16 subayla Samsun’a çıkarak, 3.5 yılda büyük bir ulusal direnişi, 15 yılda büyük bir toplumsal dönüşümü nasıl gerçekleştirebilmektedir? Bu soruya yanıt verilmesi gerekir.
Nesnellik Sorunu
Sosyalistlerin halktan destek alamamasının nedeni, insan eylemine bağlı (öznel) bir eksiklik değil, toplumsal yapının niteliğiyle ilgili (nesnel) bir sorundur. Gelişen kapitalist ilişkilerin yarattığı sınıfsal çelişkileri çözümlemeğe çalışan Avrupa kaynaklı sosyalist kuram, hemen aynısıyla kabullenilmiş ve çok başka konumdaki Türk toplumunda uygulanmaya çalışılmıştır. Üstelik bu girişim, uran (sanayi) toplumu durumuna gelen Batılı ülkelerde bile henüz başarılabilmiş değilken yapılmıştır.
Devami icin.... Kuramsal Aktarım ve Metin Aydoğan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder