Almanya, 357 bin km² lik yüzölcümüyle, Türkiye'nin yarisindan biraz daha kücük, 82 milyon nüfuslu gelismis bir ülkedir(bunlarin 8-9 milyonu yabancilar, ayrica 7-8 milyon kadar göcmen de Alman vatandasligina gecmis durumda).
2011 rakamlariyla 3,3 trilyon $ lik GSMH'siyla da dünyanin en zengin ülkelerinden olan Almanya (Türkiye‘nin GSMH‘si 2011 rakamlariyla 775 milyar $ civarinda) 16 bagimsiz eyaletten olusuyor, her eyaletin kendi parlemensosu, kendine has kanunlari, tatil günleri falan var ve icislerinde büyük ölcüde bagimsizlar.
2011 rakamlariyla 3,3 trilyon $ lik GSMH'siyla da dünyanin en zengin ülkelerinden olan Almanya (Türkiye‘nin GSMH‘si 2011 rakamlariyla 775 milyar $ civarinda) 16 bagimsiz eyaletten olusuyor, her eyaletin kendi parlemensosu, kendine has kanunlari, tatil günleri falan var ve icislerinde büyük ölcüde bagimsizlar.
Bu ülkeyi tanitmadan önce burada yasayan Türklerin araba merakindan bahsetmek istiyorum. 40 yili askin süredir burada yasayan 2,5 milyon civarindaki Türk vatandasimizin anlattiklari sayesinde Almanya‘yi iyi tanidigimizi zannederiz ama öyle midir acaba? Bir cogumuz, Almanya’ya gidipte iki yil sonra altinda BMW veya Mercedes’i ile izne gelen Alamanciyi! görüp gipta ederiz ama bu paranin nasil kazanildigini (daha dogrusu kazanilip kazanilmadigini) bilmeyiz.
Maalesef diye baslayacagim cümleye, bizim insanimizin ölcüsüz araba meraki, Türkiye‘de yanlis bir Almanya imaji olusmasina katki sagladi.(Özellikle ilk giden kusak sayesinde). Bunun sirrini merak edenlere söyleyeyim. Tabiiki Almanya‘daki refah düzeyi yüksek ama, giderler de cok yüksek, bizim insanimiz - özellikle de ucakla degil de arabasiyla izine gidecekse- genelde bütcesini asarak, pahali arabalar aliyor, bunun vergisinin, sigortasinin, yakitinin yüksek oldugunu düsünmüyor, bu arada tabii arabayi da pesin parayla almiyor. Ödemede zorluk cekecegini düsünmeden, tüketici kredileriyle aliyor. kredi almak yanlis degil tabii ama, baska öncelikli ihtiyaclari erteleyip yüksek paralara otomobil alinca beklenmedik baska bazi problemler cikabiliyor.
Siz, sol taraftaki resimde, Türkler icin özel üretilen Ahmet marka :-) otomobile bakarken, ben de bu konuda bir animi anlatayim: Üc sene önce Türkiye‘den is icin Almanya‘ya gelen hali vakti yerinde fabrikatör arkadasim, otoyolda eve giderken`` ..dikkat ediyorum, o kadar Mercedes var, hic Manda/Balina kasa görmedim.´´ dedi.(Mercedes’in en lüks serisi olan 8 silindirli, S sinifi Mercedes'i kastediyor). Almanya‘ya gelince yollarda onlardan dolu oldugunu zannetmis. Ben de kendisine Alman halkinin daha ekonomik Mercedes modelleri olan A, B,C ve E sinifini tercih ettigini, 8 silindirli 3000-4000 cc motor hacimli pahali modellerin daha cok bizim gibi düsük gelirli, büyük araba meraklisi ülkelere satildigini (mesela Rusya, Arap ülkeleri..) söyledim, cok sasirdi.
Hemen bir sey daha aklima geldi. Bir tanidigimin tanidigi da S tipi Mercedes’ini dokuz ay kapali tutup, sadece Türkiye’ye gidecegi yaz aylarinda actiriyormus. Zavalli karisi da temizlik islerinde calisip ev ekonomisine katkida bulunuyormus. ``ne var yani, temizlik isi yapan, Mercedes kullanamaz mi?´´ demeyin. Isterse kullanir tabiiki ama Almanya’da da olsa, temizlik isiyle kazandigi para, o arabanin genel giderlerini karsilamaya yetmez, ve masraflari kismak icin 9 ay kapali tutup vergi sigortadan tasarruf etmeye calisir..
Hemen bir sey daha aklima geldi. Bir tanidigimin tanidigi da S tipi Mercedes’ini dokuz ay kapali tutup, sadece Türkiye’ye gidecegi yaz aylarinda actiriyormus. Zavalli karisi da temizlik islerinde calisip ev ekonomisine katkida bulunuyormus. ``ne var yani, temizlik isi yapan, Mercedes kullanamaz mi?´´ demeyin. Isterse kullanir tabiiki ama Almanya’da da olsa, temizlik isiyle kazandigi para, o arabanin genel giderlerini karsilamaya yetmez, ve masraflari kismak icin 9 ay kapali tutup vergi sigortadan tasarruf etmeye calisir..
Almanya tanitimina otomobillerle giris yaptim ama sunu da belirtmeliyim. Bu ülkede 40.000 in üzerinde de Türk isadami var. Bunlarin bir kisminin geliri her türlü arabayi almaya müsait.
Almanlar caliskan bir millet olarak bilinirler. Bu özellik belki eski, savas yillarini yasamis kusak icin gecerli, ancak günümüzde Almanya’yi Almanya yapan, insanlarin cok calismasi degil, onlarca yildan beri süre gelendüzene bagli kalislari, sistemli calismalari, vurdum duymaz olmayip sürekli hata aramalari, hisleriyle degil, mantiklariyla hareket etmeleri,genellikle bir meslek ögrenmis olmalari, tutamayacaklari bir sözü vermemeleri,ve teknolojide cok ileriolmalaridir.
Alman toplumu:
Almanlar caliskan bir millet olarak bilinirler. Bu özellik belki eski, savas yillarini yasamis kusak icin gecerli, ancak günümüzde Almanya’yi Almanya yapan, insanlarin cok calismasi degil, onlarca yildan beri süre gelendüzene bagli kalislari, sistemli calismalari, vurdum duymaz olmayip sürekli hata aramalari, hisleriyle degil, mantiklariyla hareket etmeleri,genellikle bir meslek ögrenmis olmalari, tutamayacaklari bir sözü vermemeleri,ve teknolojide cok ileriolmalaridir.
Alman toplumu:
Kisaca özetleyecek olursak, Almanlar, az cocuk yapan, cok kedi-köpek besleyen, ortalama 80 yasina kadar yasayan, genellikle 18 yasina girdiklerinde ailelerinden ayrilip, ayri ev tutup arkadasiyla yasamaya baslayan ve problem cikinca tekrar aile ocagina dönen, lügatlarinda hatir, gönül, idare et gibi kelimeler olmayan, en cok danke, bitte vetschüs (tesekkür ederim-birsey degil-hoscakal) kelimelerini kullanan, hayir kurumlarina cok bagis yapan, duygulariyla degil mantigiyla hareket edip konusan, haddini bilen, arabasina, bahcesinin bakimina önem veren, en az iki kadeh icmeden kahkaha atip eglenemeyen, genellikle dürüst, herseyini sigortalamis, kapisinin önünü süpüren, cocugunu arabanin ön koltuguna oturtmayan, genellikle hergün yikanan, temiz ve kuralci, evinin badanasini, boyasini, tamirini kendi yapan, cöpünü kendisi atan, cocugunu erken yatiran, dakik, sistemli, iyi futbol oynayan, bilime merakli, emniyet kemerini takinca daralmayan, karsisindakine ``siz´´ diye hitap eden ve türklere cok zor vize veren bir millettir.
Bir de yemek yerken illa burunlari akar ve kagit mendillerini cikarip sesli bir sekilde burun temizlerler. 10 kisiden 9'u böyledir, bana cok tuhaf gelir bu hareket. Neden burunlari akar hic anlayamam, acili adana yeseler hadi neyse, ama her yemekte burnu akar Almanlarin.
``Beraber yasamaya evet, ama evlilige hayir´´. Bu davranis bicimi de, evlenen ciftlerde bosanma orani da cok yaygin. Evli ve calisan ciftlerde eslerin banka hesaplarinin ayri ayri olmasi seyrek restlanan bir durum degil. Masraflari bölüsüyorlar ama sonucta hesap-kitap ayri. Bu da neden kaynaklaniyor? Cünkü su anda iyi anlassalar bile bir ömür boyu ayni yastikta kocayabileceklerine inanclari yok ve yahutta evlenseler bile kisiye ait özgürlüklerini kaybetmek istemiyorlar, cok özgürlükcüler.
Bir de yemek yerken illa burunlari akar ve kagit mendillerini cikarip sesli bir sekilde burun temizlerler. 10 kisiden 9'u böyledir, bana cok tuhaf gelir bu hareket. Neden burunlari akar hic anlayamam, acili adana yeseler hadi neyse, ama her yemekte burnu akar Almanlarin.
``Beraber yasamaya evet, ama evlilige hayir´´. Bu davranis bicimi de, evlenen ciftlerde bosanma orani da cok yaygin. Evli ve calisan ciftlerde eslerin banka hesaplarinin ayri ayri olmasi seyrek restlanan bir durum degil. Masraflari bölüsüyorlar ama sonucta hesap-kitap ayri. Bu da neden kaynaklaniyor? Cünkü su anda iyi anlassalar bile bir ömür boyu ayni yastikta kocayabileceklerine inanclari yok ve yahutta evlenseler bile kisiye ait özgürlüklerini kaybetmek istemiyorlar, cok özgürlükcüler.
Genc nesil, pek öyle eski kusagin sahip oldugu karakteristik özelliklere sahip degil, daha sorumsuz ve disiplinsiz. Almanlar oldukca materyalist, bircok arkadas kendi aralarinda 10 cent'in bile hesabini yapiyor. Aslinda bu huylari benim de hosuma gidiyor cünkü hak gecmemis oluyor. Türkiye'deki günlerimden hatirlarim, hele ögrenciyken grup halinde bir yere gidilir, yenir-icilir, is hesap ödemeye gelince, nedense cogu kisi cüzdanini arar durur, bir türlü bulamaz. Hadi kizlar zaten hic bulamaz da, arada bazi belesci erkek arkadaslarimiz da bulamazdi, sinir olurdum. Dolayisiyla böyle uyanikliklar burada gecerli degil, ismarlama olayi tabiiki var ama cok az. Genelde herkes kendi hesabini öder.
Ilginc olan birsey de; buradaki yabancilarin, Almanlarin huylarini alacagina, yabancilarla arkadaslik eden Almanlar onlarin huylarini kapip, güney akdenizli mentalitesine uyum sagliyor, en önce de en pis küfürlerimizi ögreniyorlar.
Ilginc olan birsey de; buradaki yabancilarin, Almanlarin huylarini alacagina, yabancilarla arkadaslik eden Almanlar onlarin huylarini kapip, güney akdenizli mentalitesine uyum sagliyor, en önce de en pis küfürlerimizi ögreniyorlar.
O kadar senedir burada yasiyorum, biraz da üzülerek söyleyeyim, hic Alman arkadasim yok. Hatayi biraz da kendimde ariyorum ama, hakikatten cok farkli düsünen insanlariz. Bir de tabii özellikle sehirlerde yasiyorsaniz, etrafinizda o kadar cok Türk var ki, kendi vatandasimizla konusmaktan, Almanlarla iletisime firsat kalmiyor. Buradaki yasayan Türklerin de önemli bir kisminin bir Alman arkadasi yok. Olanlar da var tabii ama bunlarin sayisi 2,5 milyonluk bir Türk nüfusuyla kiyaslandiginda epey az.
Aslinda bir vesileyle tanisip ta iyi arkadaslik kurabilirseniz, cok iyi insanlar oldugunu görüyorsunuz, sadece düsünce tarzlarimiz farkli, gel gelelim arkadas olmak cok zor, bu konuda yabancilara karsi uzun süre mesafeli kalmayi tercih ediyor Almanlar, yakinlasmayi saglamak icin hep sizin caba göstermeniz gerekiyor. Ben bu tecrübeyi cesitli defalar yaptim. Zaten iki insanin iyi anlasmasi icin her konuda ayni düsünüyor olmasi da sart degil. Bircok alman, türkler konusunda biraz önyargili, yüzünüze gülümse se bile, cok samimi olmak istemiyor, bu cok belli oluyor. Biz de tam tersi özelliklere sahip bir milletiz, iki dakika biriyle konussak, hemen nereli oldugunu, icinden mi-disindan mi oldugunu, cocuklarini, kac para maas aldigini falan bilmek isteriz.. 20 yil ayni isyerinde yan yana calisip, ufak istisnalar haric hic özel muhabbeti olmayan bir toplum ile bizim karakteristik özelliklerimiz aslinda hic uyusmuyor. Aslinda iki milletin de iyi huylarini alip cok güzel bir hayat sürmek mümkün burada, ben bunu yapmaya calisiyorum ve de burada mutluyum.
Kuralcilik, düzenli yasamayi seven insani rahatsiz etmiyor, ama Türkiye'den gelen - kurallarla yasamaya alismamis- bircok arkadasim, buradaki ortami begenmeyip geri dönmek istiyor.
Burada Türklerle-Almanlar arasinda beraberce bir yasamdan ziyade, paralel toplumlarda yanyana bir yasam söz konusu. Bu durum benim de, Almanlarin da hosuna gitmese bile, hatayi iki tarafta da % 50-50 olarak görüyorum. Almanya'da ilk yillarda (70'li yillar) yabanci iscilere hep misafir isci olarak bakildi, nasilsa geri gidecekler diye, onlarla hic ilgilenilmedi. Ne zaman ki belli oldu, temelli dönüs o kadar kolay degil, is isten gecmisti. Alman Belediyelerinin yabancilara hep ayni bölgelerde ev vermesiyle, gettolar olustu, orada yetisen genclik sorunlu oldu, isyerinde, okullarda, sosyal hayatta cok ayrimcilik vardi eskiden. Gettolasmanin sorumlusu Türkler veya diger yabancilar degildi, Almanlar da mümkün oldugunca yabancilardan uzak yasamaya calistilar. Belki simdi aleni bir sekilde ayrimcilik yok ama artik is isten de gecti. Iyi Almanca bilmeyen, ya da az bilen bir kusak, meslekte, okulda, özel hayatta her yerde problem yasiyor.
Tabii bizim de hatalarimiz cok oldu. Yeterince Almanca ögrenmeyince Alman toplumundan cok kopuk bir hayat sürmeye basladik, cocuklarimizi da bu yönde iyi yetistiremedik, derslerine destek olamadik, biz bize yasam, kolay ve hos geldi, türk TV'leri, onbinlerce Türk isyerleri, Türkce konusan doktor, avukat, polis memuru..vs sayesinde kendimizi memleketteymis gibi rahat hissettik, bunu gören Almanlar, bizden daha da sogudu..Kimin hakli oldugunu ``ilk önce tavuk mu yumurtadan cikar, yumurta mi tavuktan?´´ sorusu gibi tartisip durduk, hala da tartisiyoruz.
Almanya'da sehirlerde komsuluk iliskileri zayif, komsusuyla gelim gidim yapmak adetten degil. Onun yerine Guten Morgen (Günaydin), Hallo (Merhaba), schönes Wochenende (iyi hafta sonlari)...gibi laflarla gecistiriliyor. Ilginctir, bir Almanla biraz daha uzun muhabbet edebilmek icin, konunun mutlaka tatil'den, turizm'den acilmasi gerekiyor. Hangi ülkeye gitmis, hangi otel güzelmis..bu gibi seyleri konusmaya bayiliyorlar, hatta tatil resimlerini getirip göstermeye de bayilirlar. Hic tatil yapmamak, yaygin bir davranis bicimi degil, daha tatilden döner dönmez bir dahaki tatil icin planlar yapiliyor. Bu arada önemli bir hatirlatma yapayim; bu yazdiklarim daha cok sehirlerde yasayan kesimleri anlatiyor. Kirsal kesimde insan iliskileri daha sicak. Aslinda bizde de sanayilesmis, calisan nüfusun oldugu yerlerde insan iliskileri cok farkli degil. Almanlarin icindeki bu yabanci ülkelere gitme (özellikle de güneydeki sicak ülkelere) merakini cok iyi anliyorum. Yilin 11 ayinda burada monoton bir hayat sürülüyor, ayrica is hayati da cok stresli, herkes yogun calisiyor. Bos zamanlarda yapacak cok sey olmasina ragmen, burada olmayan, daha dogrusu az olan birsey var. Günes ve deniz. Kuzey denizini saymiyorum, orada cok güzel kumsallar var ama havasi yazin bile serin ve rüzgarli oldugundan tatmin etmiyor onlari. Dolayisiyla az günes ve az deniz Almanlara yetmiyor, sürekli günes pesinde kosmalarina sebep oluyor. Bir de tabii buranin düzenli, stresli atmosferinden kacis ta var isin icinde.
Aslinda bir vesileyle tanisip ta iyi arkadaslik kurabilirseniz, cok iyi insanlar oldugunu görüyorsunuz, sadece düsünce tarzlarimiz farkli, gel gelelim arkadas olmak cok zor, bu konuda yabancilara karsi uzun süre mesafeli kalmayi tercih ediyor Almanlar, yakinlasmayi saglamak icin hep sizin caba göstermeniz gerekiyor. Ben bu tecrübeyi cesitli defalar yaptim. Zaten iki insanin iyi anlasmasi icin her konuda ayni düsünüyor olmasi da sart degil. Bircok alman, türkler konusunda biraz önyargili, yüzünüze gülümse se bile, cok samimi olmak istemiyor, bu cok belli oluyor. Biz de tam tersi özelliklere sahip bir milletiz, iki dakika biriyle konussak, hemen nereli oldugunu, icinden mi-disindan mi oldugunu, cocuklarini, kac para maas aldigini falan bilmek isteriz.. 20 yil ayni isyerinde yan yana calisip, ufak istisnalar haric hic özel muhabbeti olmayan bir toplum ile bizim karakteristik özelliklerimiz aslinda hic uyusmuyor. Aslinda iki milletin de iyi huylarini alip cok güzel bir hayat sürmek mümkün burada, ben bunu yapmaya calisiyorum ve de burada mutluyum.
Kuralcilik, düzenli yasamayi seven insani rahatsiz etmiyor, ama Türkiye'den gelen - kurallarla yasamaya alismamis- bircok arkadasim, buradaki ortami begenmeyip geri dönmek istiyor.
Burada Türklerle-Almanlar arasinda beraberce bir yasamdan ziyade, paralel toplumlarda yanyana bir yasam söz konusu. Bu durum benim de, Almanlarin da hosuna gitmese bile, hatayi iki tarafta da % 50-50 olarak görüyorum. Almanya'da ilk yillarda (70'li yillar) yabanci iscilere hep misafir isci olarak bakildi, nasilsa geri gidecekler diye, onlarla hic ilgilenilmedi. Ne zaman ki belli oldu, temelli dönüs o kadar kolay degil, is isten gecmisti. Alman Belediyelerinin yabancilara hep ayni bölgelerde ev vermesiyle, gettolar olustu, orada yetisen genclik sorunlu oldu, isyerinde, okullarda, sosyal hayatta cok ayrimcilik vardi eskiden. Gettolasmanin sorumlusu Türkler veya diger yabancilar degildi, Almanlar da mümkün oldugunca yabancilardan uzak yasamaya calistilar. Belki simdi aleni bir sekilde ayrimcilik yok ama artik is isten de gecti. Iyi Almanca bilmeyen, ya da az bilen bir kusak, meslekte, okulda, özel hayatta her yerde problem yasiyor.
Tabii bizim de hatalarimiz cok oldu. Yeterince Almanca ögrenmeyince Alman toplumundan cok kopuk bir hayat sürmeye basladik, cocuklarimizi da bu yönde iyi yetistiremedik, derslerine destek olamadik, biz bize yasam, kolay ve hos geldi, türk TV'leri, onbinlerce Türk isyerleri, Türkce konusan doktor, avukat, polis memuru..vs sayesinde kendimizi memleketteymis gibi rahat hissettik, bunu gören Almanlar, bizden daha da sogudu..Kimin hakli oldugunu ``ilk önce tavuk mu yumurtadan cikar, yumurta mi tavuktan?´´ sorusu gibi tartisip durduk, hala da tartisiyoruz.
Almanya'da sehirlerde komsuluk iliskileri zayif, komsusuyla gelim gidim yapmak adetten degil. Onun yerine Guten Morgen (Günaydin), Hallo (Merhaba), schönes Wochenende (iyi hafta sonlari)...gibi laflarla gecistiriliyor. Ilginctir, bir Almanla biraz daha uzun muhabbet edebilmek icin, konunun mutlaka tatil'den, turizm'den acilmasi gerekiyor. Hangi ülkeye gitmis, hangi otel güzelmis..bu gibi seyleri konusmaya bayiliyorlar, hatta tatil resimlerini getirip göstermeye de bayilirlar. Hic tatil yapmamak, yaygin bir davranis bicimi degil, daha tatilden döner dönmez bir dahaki tatil icin planlar yapiliyor. Bu arada önemli bir hatirlatma yapayim; bu yazdiklarim daha cok sehirlerde yasayan kesimleri anlatiyor. Kirsal kesimde insan iliskileri daha sicak. Aslinda bizde de sanayilesmis, calisan nüfusun oldugu yerlerde insan iliskileri cok farkli degil. Almanlarin icindeki bu yabanci ülkelere gitme (özellikle de güneydeki sicak ülkelere) merakini cok iyi anliyorum. Yilin 11 ayinda burada monoton bir hayat sürülüyor, ayrica is hayati da cok stresli, herkes yogun calisiyor. Bos zamanlarda yapacak cok sey olmasina ragmen, burada olmayan, daha dogrusu az olan birsey var. Günes ve deniz. Kuzey denizini saymiyorum, orada cok güzel kumsallar var ama havasi yazin bile serin ve rüzgarli oldugundan tatmin etmiyor onlari. Dolayisiyla az günes ve az deniz Almanlara yetmiyor, sürekli günes pesinde kosmalarina sebep oluyor. Bir de tabii buranin düzenli, stresli atmosferinden kacis ta var isin icinde.
Tuhaf olaylar da oluyor bu memlekette. Avukatlik bürosunda calisan bir arkadas anlatmisti; Önüne gelen bir sikayet dosyasi söyleymis: Bir apartmana yeni tasinan bir kisi/aile, ayni apartmanda yasayan komsularinin posta kutusuna bir mesaj atmis. Aile, bu mesajda kendini tanitip, komsulariyla tanismak istedigini, bu amacla belli bir günde kendilerinde toplanilip bir tanisma faslinin gerceklestirilmesini rica etmis. Komsulardan biri bu mesaji ``taciz´´ olarak yorumlayip, onlari mahkemeye vermis. Iyi degil mi? Benzer durumlari ben de yasiyorum, üc ailelik binada oturuyorum, komsumu bazen haftalarca görmüyorum, görünce de merdivende veya kapi önünde cöp atarken görüyorum, toplam konusma süremiz en fazla iki dakikayi gecemiyor. Gecemiyor cünkü yukarida da belirttigim gibi, her karsilastigimizda ne kadar cok isi oldugunu belirtip, genelde konusmayi kisa kesmeye calisiyor.
Aparmanlarda durum böyle de bahceli evlerin bulundugu semtlerde farkli mi? Orada da birbiriyle cesitli nedenlerle kavgali –mahkemelik birsürü insan var, hatta gecenlerde bu konuda bir haber program vardi. Sebepler genelde cocuk, köpek, agac-yesillik, park yeri, izgara dumani..vs oluyor. Bu son sebep ilginc. Milli sporumuz mangalda et kizartmaktan dolayi Almanya’da da Türklerin basi belaya giriyor. Yine duydugum kadariyla Alman komsusu Türk’ü mahkemeye vermis; sebep; Türk komsu bahcede cok mangal yapiyor ve gelen kalabalik misafirlerin gürültüsü Alman komsuyu rahatsiz ediyormus. Türk; mangal yapmanin, milli sporumuzoldugunu belirtse de, mahkeme, Türk komsunun bahcede yilda 5 kez mangal yakabilecegine karar vermis. Bu komsuyu simdi ille de ``Türk düsmani´´ diye mi niteleyecegiz? Kesinlikle hayir. Burada bir kültür farkliligi söz konusu. Almanlar bos zamanlarinda okumayi, dinlenmeyi seven insanlar, -dogum günleri haric- pek öyle evlerine misafir falan davet etmezler, hele hele kalabalik misafir hic davet etmezler, ederlerse de iki hafta önceden bellidir randevu saati ve genelde aksamüstü, caya pastaya davet ederler. Bahcesi olan, hava iyiyse sezlongunu bahceye cikarip kitap okur, güneslenir, kafasini dinler. Hele yasli kusagin aksamüstü mutlaka kahve+pasta saati vardir. Gelen misafire genelde pasta ikram ederler. Ama özellikle pazar günleri ve genellikle yaslilarin oturdugu evlerden nefis pasta kokulari gelir. Alman kadinlari kalkip bir gün önceden börek, cörek, kisir yapmakla ugrasmaz. Biz ise tam tersiyiz, kalabaligi bulduk mu cosariz, gürültü olur, komsu rahtsiz olur gibi seyleri genelde hafife aliriz.
Pazar günü pek sokaga cikmazlar, caddelerde in-cin top atar, öylesine bostur ki sokaklar insanin adim atasi gelmez. Yine de sehir merkezine gidip Fussgängerzone'de (sehrin carsisinin oldugu, trafikten arindirilmis bölge) yürümeye karar verirseniz, orada göreceginiz sey, genellikle yabanci genclerin volta atisidir. Bazilari cekirdek te yer ve kabugunu yere tükürür, iste o zaman Türkiye'yi hayal eder az da olsa anilarimi canlandiririm.
Almanlar gida alisverislerini genelde kücük miktarlarda ve günlük yaparlar. Özellikle yaslilar buna cok dikkat eder, cünkü bir cogu icin kasiyerle, yolda karsilastigi bir tanidigiyla iki dakika sohbet etmenin tek yolu budur. Üzücü bir durum aslinda. Bu durum zenginligin bedeli herhalde. Resmi dairelerde, doktor..v.b.yerlerde hersey randevu ile olur, öyle cat kapi ``ben geldim´´, pek yaygin degil. Almanlar cok kuralci bir millet, bu özelliklerini büyük oranda takdir etmeme ve sevmeme ragmen bazen asiri kuralciliklari ile kendi hayatlarini kisitliyorlar. Yine bir örnekle anlatayim; mesela burada herkes her cumartesi kapisinin önünü, kaldirimini süpürür, ben ise bu cumartesi kuralina pek uymam, neden cumartesimi harcayacak misim? Eger vaktim varsa hafta ici süpürüyorum ve yoldan gecen özellikle de yasli insanlarin bakislarini üzerimde hissediyorum. Sanki ``suna bak, bugün persembe, bu adam ne yapiyor böyle..´´ dediklerini duyar gibi oluyorum. Yine baska bir örnek vereyim; Oturdugumuz üc ailelik binanin bahcesinde biraz yesillik te var, yazin hergün sulandigindan oldukca yüksek su parasi ödüyoruz. Bir artezyen kuyusu acalim dedik, (öyle ahim sahim 70-80 cm capinda kuyu degil, sadece 10 cm lik bir delik ve kücük, sessiz bir su motoru takacaktik) Ögrendik ki, bunu acmak icin izin gerekiyor ve de bahcenizde en az 65 m² yesil alan olmasi gerekiyor. Bizde de 55 m² varmis. Yapamadik. Burada öyle memurla`` ..idare et iste hemserim, nedir yani 10 m².. ´´ falan gibi muhabbetler de yapamiyorsunuz. Yani Allahin suyunu yer altindan cikartmanin bile bir sürü kurali var. Kurali var ve kural uygulaniyor. Bu kurallar da eyaletten eyalete farklilik gösteriyor. Kurallara uyabilirseniz ne mutlu size, Almanya'da cok güzel, düzenli, problemsiz yasarsiniz, ama uyamiyorsaniz, komsuyla, is arkadaslarinizla, resmi makamlarla basiniz hep belaya girer, Almanya size cehennem olur, kacmak istersiniz buradan. Benim bu konuda pek bir sorunum yok. Genel olarak Türkiye'deki kural tanimazliktan, vurdumduymazlik ve plansizliktan sikayetci oldugum icin, burada pek zorluk cekmiyorum.
Almanlar gida alisverislerini genelde kücük miktarlarda ve günlük yaparlar. Özellikle yaslilar buna cok dikkat eder, cünkü bir cogu icin kasiyerle, yolda karsilastigi bir tanidigiyla iki dakika sohbet etmenin tek yolu budur. Üzücü bir durum aslinda. Bu durum zenginligin bedeli herhalde. Resmi dairelerde, doktor..v.b.yerlerde hersey randevu ile olur, öyle cat kapi ``ben geldim´´, pek yaygin degil. Almanlar cok kuralci bir millet, bu özelliklerini büyük oranda takdir etmeme ve sevmeme ragmen bazen asiri kuralciliklari ile kendi hayatlarini kisitliyorlar. Yine bir örnekle anlatayim; mesela burada herkes her cumartesi kapisinin önünü, kaldirimini süpürür, ben ise bu cumartesi kuralina pek uymam, neden cumartesimi harcayacak misim? Eger vaktim varsa hafta ici süpürüyorum ve yoldan gecen özellikle de yasli insanlarin bakislarini üzerimde hissediyorum. Sanki ``suna bak, bugün persembe, bu adam ne yapiyor böyle..´´ dediklerini duyar gibi oluyorum. Yine baska bir örnek vereyim; Oturdugumuz üc ailelik binanin bahcesinde biraz yesillik te var, yazin hergün sulandigindan oldukca yüksek su parasi ödüyoruz. Bir artezyen kuyusu acalim dedik, (öyle ahim sahim 70-80 cm capinda kuyu degil, sadece 10 cm lik bir delik ve kücük, sessiz bir su motoru takacaktik) Ögrendik ki, bunu acmak icin izin gerekiyor ve de bahcenizde en az 65 m² yesil alan olmasi gerekiyor. Bizde de 55 m² varmis. Yapamadik. Burada öyle memurla`` ..idare et iste hemserim, nedir yani 10 m².. ´´ falan gibi muhabbetler de yapamiyorsunuz. Yani Allahin suyunu yer altindan cikartmanin bile bir sürü kurali var. Kurali var ve kural uygulaniyor. Bu kurallar da eyaletten eyalete farklilik gösteriyor. Kurallara uyabilirseniz ne mutlu size, Almanya'da cok güzel, düzenli, problemsiz yasarsiniz, ama uyamiyorsaniz, komsuyla, is arkadaslarinizla, resmi makamlarla basiniz hep belaya girer, Almanya size cehennem olur, kacmak istersiniz buradan. Benim bu konuda pek bir sorunum yok. Genel olarak Türkiye'deki kural tanimazliktan, vurdumduymazlik ve plansizliktan sikayetci oldugum icin, burada pek zorluk cekmiyorum.
Kesinlikle üzerine deginilmesi gereken bir konu da Almanlarin, herseylerini sigorta yaptirmalari. Bazilari önemli ama öylesigortalar varki, lazim mi degil mi demeden, pazarlaniyor, ve de insanlar aliyor bunlari. Mesela bunlardan en yaygini ve gereklileri sunlar;
Haftpflicht Versicherung (Temel sorumluluk sigortasi) : Diyelim, cocugunuz veya siz yanlislikla birinin bir esyasina zarar verdiniz, veya kapinizin önünde birikmis kari süpürmediniz, tuz atmadiniz, buzlu kaldirimda biri tam sizin kapinin önünde kayip düstü ve sakat kaldi, veya yolda yürürken, kirmizi isikta yürüyüp karsiya gectiniz, sizin yüzünüzden kaza oldu..bu durumlarda bu sigorta masraflari ödüyor. (Birsürü baska detaylari da var tabii ki).
Hausrat Versicherung (Esya sigortasi): Ev esyalariniza bir zarar geldiginde (yangin, hirsizlik..), bisikletiniz calindiginda, cam kirildiginda devreye giriyor.
Rechtschutz Versicherung (Mahkeme/ Avukat masraflari sigortasi): Avukata, Mahkeme’ye para ödememeniz icin yapilan sigorta. Almanlarin cogunda olan bir sigorta cesidi oldugundan, en kücük anlasmazlikta hemen avukata gitme huyu cok yaygin.
Buna benzer daha bircok sigorta daha Almanya'da cok yaygin.
Haftpflicht Versicherung (Temel sorumluluk sigortasi) : Diyelim, cocugunuz veya siz yanlislikla birinin bir esyasina zarar verdiniz, veya kapinizin önünde birikmis kari süpürmediniz, tuz atmadiniz, buzlu kaldirimda biri tam sizin kapinin önünde kayip düstü ve sakat kaldi, veya yolda yürürken, kirmizi isikta yürüyüp karsiya gectiniz, sizin yüzünüzden kaza oldu..bu durumlarda bu sigorta masraflari ödüyor. (Birsürü baska detaylari da var tabii ki).
Hausrat Versicherung (Esya sigortasi): Ev esyalariniza bir zarar geldiginde (yangin, hirsizlik..), bisikletiniz calindiginda, cam kirildiginda devreye giriyor.
Rechtschutz Versicherung (Mahkeme/ Avukat masraflari sigortasi): Avukata, Mahkeme’ye para ödememeniz icin yapilan sigorta. Almanlarin cogunda olan bir sigorta cesidi oldugundan, en kücük anlasmazlikta hemen avukata gitme huyu cok yaygin.
Buna benzer daha bircok sigorta daha Almanya'da cok yaygin.
Hafta Sonlari / Bos Zaman Faaliyetleri:
Burada en yaygin hafta sonu faaliyeti, cumartesi günleri alis-veris yapmak, aksamüstü olunca da bir yerde yemek yemek, pazar günülerini de evde gecirmektir. Yaz aylarinda göle ve havuza da gidilir. Her kasabanin, hatta bircok köyün yüzme havuzu vardir.
Almanya’da derneklesme cok yaygin durumda, özellikle de kücük yerlerde yasayip ta bir dernege üye olmayan yok gibi. Akla hayale gelmeyen dernekler var. Kümes hayvani besleyenler derneginden, demiryollarini sevenler dernegine kadar cok yönlü bir derneklesme mevcut. Musiki cemiyetleri de oldukca yaygin. Her köyde mutlaka bir iki dernek var. Buralar insanlarin hem bulusma yeri (bir nevi kahvehane) hem de bu faaliyetlerini düzenledikleri, provalarini yaptiklari yerler. Aradaki fark, bizim insanimiz kahvede bos bos oturup, ona buna takilip, pisti oynarken, onlar biraraya geldiklerinde bir faaliyette bulunuyorlar, bos oturan yok.
Almanya’nin en güzel taraflarindan biri, cok güzel ve büyük parklara sahip olmasi.(Kücük semt parklarindan bahsetmiyorum.) Bu parklar da kücük hayvanat bahcesinden tutun da, göllere, cocuk bahcesine, ücretsiz spor sahalarindan, kücük restoranlara kadar hersey var. Park-bahce olayini bizim vatandaslarimiz da cok seviyor. Genis cimenlik alanlara serilip, kalabalik gruplar halinde (10-15 kisi) evden getirdikleri pogaca-böreklerini yeyip, cay iciyorlar.Buralarda hem icinde Alman hem Türklerin bulundugu gruplara rastlamak neredeyse imkansiz. Genelde mutaasip, kapali ailelerin olusturdugu gruplarin yaninda, mini etegiyle, hatta bikinisiyle cimlere serpilmis güneslenen Alman bayanlar ilginc tezatlar olusturuyor. Genelde bu iki topluluk birbirinin kültürünü tanimak icin herhangi bir caba göstermiyor. Almanlarin bu konudaki yaklasimi: ``burasi Almanya, onlar burada yabanci olarak yasiyor, o bana yaklasmasi, benim kültürümü tanimasi lazim´´ seklinde. bizimkilerin görüsü de bambaska. Bizimkiler deyince burada bir mutaasip kapali kesimin varligindan, bir de Alman sosyal hayatina nispeten daha yakin duran diger kesimden bahsetmek lazim. Aslinda böyle bir ayrim da yoktu ama 90'lardan sonra oldukca mutaasiplasan, kendi- dini agirlikli- sosyal hayatini yasayan bir kesim cogaldi, böylelikle kopmalar oldu, gruplasmalar cogaldi.
Almanya'da her sehrin yakininda mutlaka bir ormanlik alan mevcut. Burada insanlar kosuyor, bisiklete biniyor, genis bir alanda yasayan, geyik, koyun, bizon, domuz gibi hayvanlari besliyor, yürüyüs yapiyor. Yani saglikli güzel bir is yapmis oluyorlar. Hic kimse de TV'de bas bas bagirip bu ormanin yanina dev bir insaat projesi yapiyorum diye reklam yapmaya, ``bu proje olmamis, bu da olmamis...iste bu, bu olmus ! ´´ seklinde uyaniklik yaparak firsattan istifade etmeye calismaz.
Almanya'da her sehrin yakininda mutlaka bir ormanlik alan mevcut. Burada insanlar kosuyor, bisiklete biniyor, genis bir alanda yasayan, geyik, koyun, bizon, domuz gibi hayvanlari besliyor, yürüyüs yapiyor. Yani saglikli güzel bir is yapmis oluyorlar. Hic kimse de TV'de bas bas bagirip bu ormanin yanina dev bir insaat projesi yapiyorum diye reklam yapmaya, ``bu proje olmamis, bu da olmamis...iste bu, bu olmus ! ´´ seklinde uyaniklik yaparak firsattan istifade etmeye calismaz.
Almanya’da Politika:
Ne yalan söyleyeyim, Türkiye’de yetistigim icin Alman politikasi bana yavan geliyor. Türkiye'de emeklilik yasinin bir yasayla 40'lardan 65‘e yükseltilmesi gibi seyleri yasadigimizdan, burada brüt maastan alinan emeklilik kesintisinin %19 dan, %19,2 ye cikarilsin mi, cikarilmasin mi, cikarilirsa nasil cikarilsin gibi aylarca süren tartismalari bana pek ilginc gelmiyor.
Almanya'da son sekiz yildir Angela Merkel hükümeti, Hür demokrat partiyle birlikte hükümeti olusturuyor. Buradaki Alman vatandasligina gecmis türkler genellikle SPD'yi seciyor.(Sosyal demoktat parti). Ama son yillarda daha özgürlükcü, cevreci ve yabancilara yakin duran Yesiller partisine de cok oy cikiyor yabancilardan. Burada cok komik olan bir durum var. Almanya'da SPD veya Yesiller'e oy veren bir vatandasimiz, Türkiye'de muhafazakar sag / milliyetci sag gibi partileri destekleyebiliyor. Yani nerede hangisi isine gelirse, onu destekliyor.
Her ne kadar burada da nispeten adam kayirmacilik ve kücük capli yolsuzluklar olsa da, Türkiye’yle kiyas bile olmayacak kadar kücük caplidir. Burada siyasetciler normal bir hayat sürer, halk ta politikaci gördügünde uzayli gelmis gibi muamele yapmaz, arkasindan alkislamaz, araba konvoyu yapip, dana veya deve kurban etmez. Basbakanin arkasinda 30-40 kisi aylak aylak dolasmaz, karsilama-ugurlama tantanasi yoktur. Herkesin isi-gücü vardir. Basbakanin arkasindan yürümekle is yapmis sayilmazsiniz.
Yanliz yolsuzluk olaylari son yillarda burada da artmaya basladi. Büyük lobi gruplari, özellikle banka,ilac,otomobil..vs lobileri politikacilari kukla gibi parmaginda oynatabiliyor.
Calisma Hayati/ Sosyal Haklar :
Almanya’da siyasileri en cok ugrastiran konu 2006'ya kadar Issizlik idi.. Rakam neredeyse 5 milyona yükselmisti, su anda ( 2012 sonu) bu rakam aslinda 3,6 milyon ama dünyanin her hükümetinin yaptigi gibi burada da cesitli kalem oyunlariyla rakam 2,75 milyon olarak gösteriliyor.
Issizler arasinda kacak calisma orani oldukca yüksek, bircok kisi 1 yil boyunca son aldigi net maasinin %60-70 ini issizlikparasi olarak alip, bir yandan da baska islerde calisiyor ve daha cok gelir elde ediliyor. Bazi politikacilar, kacak calismanin tam önlenebilmesi halinde fazladan 1-2 milyon kisiye is imkani dogacagini iddia ediyorlar. Rakam o kadar yüksek olur mu bilmiyorum ama , kacak calismanin-özellikle de insaat sektöründe- oldukca yüksek boyutlarda oldugu kesin.
Almanya capinda issizlik orani % 6,5 civarindayken, Türklerin calisan nüfusu icinde bu oran %15'i geciyor.
Meslek edinme konusunda da Türk gencleri arasinda isteksizlerin orani diger yabancilara veya Almanlara göre daha yüksek. Türk genclerinin önemli bir bölümü kimlik bunalimi icinde, bircogu meslek egitimine baslasa da cesitli nedenlerle yarida birakiyor. Is ve okul hayatinda baska, aksamlari ailelerinin yaninda cok baska ortamlarda yasiyorlar, bir degerler karmasasi yasiyorlar ve buna uyum saglayamiyorlar.
Emeklilik yasi 65 olmakla birlikte, günümüzde, genclere is alani acmak icin, calisanlar 60-62 yaslarinda cesitli sosyal planlar dahilinde emekli ediliyor.
Ancak Almanya’yi cok büyük bir sorun bekliyor. Nüfus yasli, su anda bile yaslilarin orani cok yüksek, yeni cocuk dogmuyor (Türkleri kasdetmiyorum, bizlerin masallahi var, ama Alman cocugu dogmuyor!!) Bu sartlarda 20 yil sonra falan, calisacak insan bulunamayacagini, emeklilerin maaslarini alamayacaklari konusuluyor. Bu korku hakli olmakla birlikte, özel emeklilik sigortalari ve devlet el birligiyle yeni sosyal planlar, sigorta policeleri hazirlandi ve bu sigorta -zaten Euro'ya gecildiginden beri fiyat artislarindan dolayi alim gücü en az %20 düsmüs olan - halka pazarlaniyor. Ben sahsen pek birsey getirecegine inanmayanlardanim.
Biraz agir kacacak belki ama Almanlarin kücük bir kismi da; bakimi daha ucuz, derdi daha az diye, cocuk yapmak yerine kedi-köpek besliyor. Cocuk olursa tatile gidemeyecegini, veya yapacagi tatilin kendine daha pahaliya patlayacagini düsünenler yok degil.
Issiz kalindiginda, eger en az bir yil prim ödediyseniz, issizlik parasi hakkiniz var; Bu rakam ( bu isin uzmani degilim, tam dogru olmayabilir.) calismis oldugunuz süreye göre,bir yil boyunca son alinan net maasin % 60 ila 70 ini olusturuyor. Bu arada tabii Is ve isci bulma kurumu size birkac is teklif ediyor, gidip görüsme yapmak zorundasiniz. Bu konuda da issiz kisi eger isi istemiyorsa, yan cizme olanaklari cok. Issiz kisi verilen adrese gidiyor, ama is görüsmesinde kendini öyle bir aptal halde gösteriyorki, isveren de ``bu bana yaramaz´´ deyip ise almiyor. Sonra yine yeni teklif gelene kadar durum idare ediliyor, ya evde ense yapiliyor, ya da kacak olarak bir iste calisilip, normalden daha fazla kazanc elde ediliyor.
Eger 1 sene icinde ise giremediyseniz, issizlik parasi/yardimi bitiyor, sosyal yardim almaya basliyorsunuz. Bu kurum, sizin asgari ihtiyacinizi hesaplayip, size aylik para ödüyor. Yanliz bu duruma düsen kisi, altindaki Mercedes arabayi satmak zorunda kaliyor.:-) Saka bir yana, o durumda üzerinize araba actiramiyorsunuz, buna benzer baska kisitlamalar da var. Cesitli haber programlarinda cikiyor bazen; iki cocuklu bir ailenin sosyal yardim aldiginda eline gecen para ile, aile babasinin calismis oldugu durumda ele gecen para arasinda cok cüzi bir fark var, bu durumda da cogu kisi bu durumu gurur meselesi yapmayip sosyal yardim almaya devam ediyor.
Ancak yukarida anlattiklarim devletin de mali olanaklarini asmaya basladigindan, artik uzun süre is bulamayanlar cesitli kurslara yollanip (bunlar birkac ay sürebiliyor) bir seyler ögrenmeleri saglaniyor, veya en azindan bu kisileri mesgul ederek - eger kacak calisiyorlarsa - bunun önüne gecilmek isteniyor. Almanya’da bir de cocuk parasi veriliyor. Birinci ve ikinci cocukta aylik cocuk basi 154.-€, ücüncü cocuktan itibaren biraz daha fazla. Bu miktar, cocuk 18 yasina gelene kadar, ama eger okula gidiyorsa 26 yasina kadar ödeniyor.
Son yillarda küresellesmenin de etkisiyle Alman isverenler ücretlerde kisintiya gitti, artik cok ucuza isci calistirma prensibi yayginlasti, hele hele bir ise yeni basliyorsaniz, büyük hayaller kurmamalisiniz. Bu konuda genc nesillerin isi daha zor olacak. 2010 yilindan beri sol partiler bir ASGARI ÜCRET uygulamasi getirmek istiyorlar, ancak Hükümet, özellikle de varliklilarin destekledigi Hür Demokrat Parti (FDP) kesinlikle buna karsi cikiyor. Karsi cikiyor ama 2012 yilinda yapilan istatistiklere göre ülkenin Gayrisafi Milli Hasilasinin neredeyse yarisina da en zengin % 10'luk kesim sahip olmus durumda. Ortadirek gitgide zayifliyor, fakirler daha da fakirlesiyor. Almanya gelismekte olan ülkelerdeki Zengin/Fakir arasindaki gelir farki ucurumuna yaklasiyor.
Saglik Sistemi:
Alman saglik sistemi örnek bir sistem. Zorunlu hastalik kasalarina brüt maasinizdan aylik % 7,5 kadar bir prim kesiliyor, bir o kadar da isveren yatiriyor. Geliri yüksek olanlar, isterse özel saglik kasalarina da üye olabiliyor.
Calissin calismasin herkes sigortali, istediginiz zaman doktora gidiyorsunuz (Önce aile hekimine gidildiginden, hastanelerde hicbir yigilma yok, hatta hastanelere yolunuz bile düsmüyor). Hastaneye gittiginizde de doktor elinize özel muayenehanesinin kartvizitini tutturmuyor, cünkü gerek yok. Özel muayenehanelerde de sigorta kartiniz ile muayene oluyorsunuz. Hastalik kasalarinin belirledigi tarifeden doktorlara muayene ettigi hasta basina/ uygulanan tedaviye göre para ödeniyor. Bu sistem Türkiye’de neden gerceklesmiyor anlamiyorum. Doktorun hastayi özele cagirmasi hem ahlaki acidan, hem maddi acidan..hangi acidan bakarsaniz bakin uygun degil.
Eczaneden aldiginiz ilacin da bir tarifesi var, katki payi son yillarda cok artti. Bir ilac alirsaniz genelde 5.- € ödüyorsunuz, iki üc ilacta bu miktar 10-11.- € ya kadar cikabiliyor. Sosyal yardim alanlar birsey ödemiyor. Sosyal hastalik kasalari tabii her gideri ödemiyor, özellikle dis ile ilgili islemlerde ( protez, köprü vs..) önemli bir miktari cebinizden ödemeniz gerekiyor.
Genel olarak, almanlarin saglikli yasadigini, en ufak bir hastalik belirtisinde doktora gittiklerini söyleyebiliriz. Zaten kadinlarda 82, erkeklerde 76 olan ortalama ömür de bazi seyleri kendiliginden anlatiyor.
Ücretler / Giderler :
Burada hep brüt maaslar konusulur. En az kazanan kesimin aldigi brüt ücret 1200-1500 € kadardir. Memurlar ortalama 2200-4000 €, Isciler 1800-3500 € kadar kaznir.(verdigim rakamlar yaklasik rakamlardir, yönetici pozisyonunda olanlar daha cok kazanir).
Bu rakamdan yaklasik % 7,5 hastalik kasasina, % 10 kadar emeklilik kasasina, % 3 kadar issizlik ödenegi..kesiliyor. Daha birkac kücük kesinti de eklenince maasin % 25'i gidiyor bile. Bu miktarin aynisi isverenden de kesiliyor. Bir de tabii gelir vergisi kesintisi var. Sonucta toplam brüt maastan kazanc durumuza ve vergi sinifiniza göre en az %25, en cok % 40-48 kadar kesiliyor.
Bir de aylik kazanci etkileyen vergi kademeleri var. Evliyseniz ve esiniz calismiyorsa 3.sinif vergi (en az vergi kesintisi), iki es de calsiyorsa biri 3. digeri 5.kademe (5.kademede cok yüksek gelir vergisi ödeniyor), eger bekar iseniz 1.kademe (bu sinifta da yüksek kesinti oluyor). Yani anlayacaginiz, Alman devleti kazanclari öyle bir düzenlemis ki, iki kisi calisip yüksek gelir elde eden ile ailede tek kisi calisan arasindaki gelir farki az, öyle büyük ucurumlar yok. Zaten ortadiregin cok güclü olmasi bu ülkenin kalkinmasinin temel taslarindan biri. Maaslarda da öyle dev gibi ucurumlar yok. Hatirliyorum, meslege ilk basladigim yillarda resepsiyonist maasim 900.000 TL iken, resepsiyon sefi 2.500.000 aliyordu. Önbüro müdürü 3.000.000 TL den fazla kazaniyordu. Burada bu tip kademeler arasindaki maas farkari cok cok daha az.
Almanya'da eger kendi is yeriniz var ise gelir-gider defteri tutuyorsunuz ama, maliye sizi takip edip fis kesip kesmediginize bakmiyor. Özelliklede gastronomi de, perakende satis ta falan vergiden kacirabilirsiniz belki, ama parayi kullanmaniz zor. Eger isinizde zarar gösterip te pesin parayla ev, araba falan aldiysaniz maliye yakaniza yapisiyor. ``Nereden buldun?´´ diyor. Hersey bilgisayar ortaminda, tek bir vergi numarasi var, bir tusa basmayla maliye her para hareketinizi takip ediyor. Bankadan zaman zaman aldiginiz hesap durumunu gösteren dekontlari belli süre saklamaniz zorunlu, bir inceleme halinde oradaki para hareketleri de takip ediliyor. Gerci simdi Türkiyede'de böyle oldu ya..
Sendika olan is yerlerinden haftalik calisma saati genelde 37,5, diger yerlerde 40 saat. Yillik izin genelde 25-32 is günü, yani 42 gün kadar. (1 hafta=5 is günü sayiliyor) Eskiden fazla mesailer ödenirdi, artik genelde ödenmiyor, onun yerine izin kullanabiliyorsunuz.
Bir de Mayis'ta Tatil Parasi, Kasim Sonunda da Noel Parasi ödemeleri var. Bu miktarlarla genelde toplam 1-1,5 maas daha ilave gelir elde ediliyor. Ama bu zorunlu bir ödeme degil, istemezse isveren vermeyebilir.
Calisan, hasta olursa iki gün evinde kalabiliyor, ücüncü gün ve daha fazla hasta olup ise gelemezse, doktor raporu getirmesi gerekiyor. Bu sürede maasta herhangi bir kesinti olmuyor. Bu konuda Almanya cok rahat. Kimse hasta olana laf söyleyemiyor, hasta olup ise gelmemek cok normal karsilaniyor (fazla abartmamak kaydiyla).
Almanya'da en büyük gider kalemini kiralar olusturuyor. Üc odali 80 m² bir apartman dairesinin yan giderler dahil kirasi aylik ortalama 700.-€ civarinda. Münih, Frankfurt gibi sehirlerin merkezinde bu paraya ancak iki odali kücük apartman daireleri bulabilirsiniz. Kücük köylerde ise tabii kiralar nispeten daha ucuz. Ancak Türkler ve diger yabancilar genelde sehirlerin merkezlerinde oturuyorlar. Buralardaki disi eski, ici tamir görmüs binalarda 400-450 € ya da kiralik ev bulmak mümkün. Almanlar ise, durumlari elverdigi sürece mümkün oldugunca sehir disina yeni kurulmus modern semtlerde oturmaya caba gösteriyorlar.
Diger yüksek gider kalemi de otomobil sigortasi, vergisi ve benzini. Taramvay veya otobüsle gezseniz de daha ucuza gelmiyor. Bir bilet yerine göre 2.-€ dan basliyor. Yine gida harcamalari önemli bir gider ama Almanya'da bu konuda bircok firsatlar var. Migros gibi süpermarketlerin yaninda, daha ucuz ama yine de kaliteli (markasiz) mallarin satildigi market zincirleri de var. Bunlardan en önemlisi ALDI, LIDL, PENNY ve PLUS. Bölgesel faaliyet gösterenler de var. Buralar hakikatten cok ucuz. Sarküteri ürünleri, süt, yumurta..vb seyler TL ye cevrildiginde Almanya'da daha ucuz (sübvansiyonlardan dolayi). Son 15 senedir de neredeyse her kösede bir Türk marketi var, bunlarda, sebze meyve de ucuz, ayrica Türkiye'de ne varsa bu dükkanlarda da var. Düsünün cay bardagina, raki bardagina, cali süpürgesine kadar hersey mevcut buralarda. Mesela dana kiyma su siralar 4,99.-€ yaklasik 11,5 TL yapiyor ki Türkiyede kiyma 25 TL civarinda. Sucuk, salam gibi ürünler de Türkiye'ye göre cok daha ucuz.
Yanliz 2002 yili basinda Euro'ya gecisle birlikte fiyatlarda anormal bir artis oldu, herkesin ortak kanisi en az % 20 lik artis oldugu yönünde. ancak ne hikmetse yil sonu enflasyonu yine de % 2 nin altinda cikti, cikti ama bu sefer buna kimse inanmadi.
Egitim (Genel):
Burada cok önemli bir hatirlatma yapmak istiyorum. Türkiye’de 8 yillik kesintisiz egitime gecilmeden önce, bazi siyasi parti yöneticileri (Mesela Recai Kutan, Erbakan...) 8 yillik kesintisiz egitimin, en geri kalmis ülkelerde uygulandigini..vs.. söylediler, o anda ben televizyonu kiracaktim neredeyse. Halkin gözünün icine baka baka yalan söylediler. Simdi de ayni numaralar cevriliyor, 4+4+4’ü savunurken dürüstce ``biz Imam Hatiplerin orta bölümünü yeniden acmak istiyoruz´´ diyeceklerine, tüm egitim sistemini alt-üst edip dolambacli yollari seciyorlar ki memleketin egitim sistemine, ögrencilere yazik ediyorlar. Sistemin Avrupa ülkelerinde de böyle oldugunu söyleyip düpedüz yalan söylüyorlar. Benim de cocuklarim Almanya’da okula gidiyor, diger Avrupa ülkelerindeki egitim sistemlerinden de az cok haberim var, burada 4. Sinifi, yani ilkokulu bitiren bir cocugun, kesinlikle meslek dersi sectigi falan yok. Not durumuna gore 5.sinifta ayrilma var ama ayrildiklari okullarda düz okullar, meslek okullari/dersleri yok. Burada siyasi propaganda yapmak istemiyorum, belli bir partiyi falan tuttugum da yok, AKP’nin iyi yaptigi seyler var, yapamadiklari var, ama su kesin ki 4+4+4 sistemi ile cok büyük bir yanlis yapiyorlar, gelecek nesillere yazik ediyorlar.
Almanya’da da zorunlu egitim en az 9 yil. Ilk 4 yil Grundschule (Ilkokul), ama 5.siniftan itibaren, ögrenciler not durumuna göre üc degisik okula gidebiliyor. Ancak bu okullara ayrilan ögrenciler orada hicbir meslek dersi görmüyor (bizim siyasiler Türkiye’de yaptiklari 4+4+4 sistemini anlatirken, Almanya’da da sanki 5.siniftan itibaren meslek egitimine baslaniyormus gibi anlatiyorlar).
En vasat ögrenciler Hauptschule’ye (toplam 9 yil), notlari daha iyi olanlar Realschule’ye (toplam 10 yil), en basarili olanlar da Gymnasium’a (toplam 12 yil) gidebiliyor. Gymnasium’u bitirip ABITUR (bitirme sinavlari) yapanlar, bitirme notuna gore ögrenci alan Üniversitelere giriyorlar. ÖSS, ÖYS benzeri sinavlar yok, bitirme notunuza göre basvurunuzu yapiyorsunuz ve gelecek cevabi bekliyorsunuz. Realschule'yi bitirenler, ticaretle, büro meslekleriyle ilgili egitim görebiliyorlar. Hauptschule'yi bitirenler ise daha cok, beden gücüne dayali meslekleri, sanayii mesleklerini..vb ögreniyorlar. Tabii zor olmakla birlikte bu okulu bitirip, sonradan ``ben daha okuyacagim´´ düsüncesine kapilip Realschule hatta Gymnasium'a devam etme imkani da hep var.
Egitim (Turizm Yüksek Okulu):
Ben Türkiye’de 4 yillik Turizm Isletmeciligi ve Otelcilik Y.O'nu bitirdim (1986-90). Almanya’ya ilk geldigim yil 1994 te yine Almanya’nin buradaki sayili Turizm Y.O larindan birinde (4 yillik) 3.sömestre den itibaren egitim görmeye devam ettim (iki yil devam ettim ama bitirmedim). O yüzden kendime iki ülkedeki turizm egitimi konusunda az da olsa yorum yapma hakki taniyorum. Teori konusunda cok fazla bir fark göremedim ama bazi konularda aramizda daglar kadar fark var.
Mesela Türkiye’de hicbir seyden habersiz gencler olarak 17 yasinda bir turizm okuluna baslamistik, yasimizin genc olmasini da o zamanlar övünc kaynagi olarak görüyorduk ve bu sekilde 21 yasinda mezun olduk. Hani yaz aylarinda otellerde calismisligimiz da olmasa yumurtadan yeni cikmis bir civciv kadar tecrübesiz olacaktik.
Sonra 24 yasinda burada tekrar okula gitmeye basladigimda önceleri utandim (sinif arkadaslarima göre cok yasliyimdir diye!). Sonralari baktimki, sinifin en genclerinden biriyim. Megerse herkes önceden turizm ile ilgili bir alanda meslek ögrenip (üc yil sürüyor) diploma almis, bir süre de calismis. Mesela hosteslik yapmis olan, otelcilik mesleginden mezun olan, veya yillarca bir ucak sirketinde calismis ögrenciler vardi sinifta. Haliyle de bu ögrenciler okudugunu daha iyi anliyordu, cünkü anlatilanlari yasamislardi. Ayrica okula kabul sartlarindan biri de zaten, bir turistik isletmede en az 8 ay calismis olmakti.
Bir diger önemli fark ta, hocalarin, sektörle son derece ic ice olmalariydi, hatta hepsi de bir özel sirketin ya danismani, ya da yöneticisi konumundaydilar. Derste verdikleri örnekler, rakamlar, istatistikler cok güncel oluyordu. Hic unutmam, bir hoca bize verdigi bir istatistigin iki yillik olmasindan dolayi özür dilemisti. Iyi hatirliyorum biz Türkiye’de okurken dagitilan ders bilgilerinden birinde 1969 yilindan bir istatistik vardi, hala unutamiyorum.
Yine cok büyük bir fark ta yabanci dil egitimi. Ingilizceyi zaten su gibi ögreniyorlar, bir de Fransizca ve Ispanyolca ögreniyorlardi. (Hem de ne ögrenme, valla adamin canini cikariyorlardi.) Yine bir hatirami aktarayim. Aydin’da okurken, liseden devam eden yabanci dilim Almancaydi, Ingilizceyi de ögrenmek icin sehir icindeki Halk Egitim’de düzenlenen ucuz ingilizce kurslarina katilmistik 10-15 kisi. Fakat kurs saatleri bizim yemekhanedeki (yurdun yemekhanesi) aksam yemegi saatine denk geldiginden ve bu duruma da bir care bulunamadigindan, karin doyurmak agir basmis, biz kursu birakmak zorunda kalmistik.Özel kurslara da bir ay gidip, paramiz yetmeyince ikinci ay birakiyorduk. Bir süreklilik saglayamiyorduk. Burada da ögrencilere ailelerinin verdigi para yetmiyor, ama buradakilerin sansi bu ülkede part time calisma olanaklari cok genis ve bu sekilde egitimlerini devam ettirebiliyorlar, hatta para biriktirip, 6 ay kadar yurt disinda da egitim görüyorlar.
Buradan, hocalarima, YÖK’e, müfredat programini kim yapiyorsa ona seslenmek istiyorum; Lütfen üniversitelerde Türkce, Müzik, Inkilap tarihi, Beden Egitimi..vs gibi dersleri vermeyin. Bunlar zaten lisede yeterince ögretiliyor. Bunu yerine iki yabanci dili cok iyi ögrenmeleri icin zorlayin onlari. Iyi derecede dil bilmeyen dersten gecemesin. Iki kelimeyi bir araya getiremeyen arkadaslar mezun oluyor, sonra `` Üniversite bitirdim, bak ne is yapiyorum!´´ diye isyankar oluyor. Dilsiz turizm olur mu? dil bilmeden bu kisi nasil yükselecek, yurt disindaki is iliskilerini nasil düzenleyecek? Acentacilarla, otelci ve ucak sirketi yöneticileriyle nasil pazarlik edip, yurt disi furalarina nasil katilacak? Bu yaziyi okuyan ögrenciler (..ki ögrenci arkadaslardan gelen maillerden de anliyorum ki sayfayi cok yakindan izliyorlar) mutlaka yabanci dillerine önem versinler. Her ders önemlidir ama yarin öbür gün is basvurusu yaptiginizda `` ben Mikro Ekonomi dersinden 90 not ortalamayla gectim´´ demeniz yetmiyor, yabanci diliniz iyi degilse iyi isleri kapmaniz bir mucize olur (Babanizin oteli veya acentasi varsa birsey diyemem!).
Almanya'da turizm:
Almanya'da turizm cok cesitli bölgelere yayilmistir, hatta diyebiliriz ki her yerde turizm vardir. Özellikle öne cikan bölgeleri kuzeyde Kuzey denizi, Baltik denizi kiyilari (Ostsee) ile Münih'in güneyinden, Avusturya Alplerinin basladigi yere kadar olan bölgeyi kapsayan Allgäu bölgesidir (Algoy diye okunuyor). Yine büyük sehirlerinden Berlin, Münih, Hamburg gibi sehirlere büyük miktarda ziyaretci gelmektedir. Berlin'de cok önemli müzeler mevcuttur. En cok turisti Bavyera bölgesi agirlar.
Almanya'da turist sayilari milyon'la degil, ziyaretcilerin yaptiklari geceleme sayisiyla ölcülür. Mesela 2011'de yerli turistler 303 milyon geceleme yaparken, yabanci turistler Almanya'da 64 Milyon geceleme gerceklestirmistir. Bu ziyaretcilerin ortalama 3 gece kalmis oldugunu farzetsek, 2011 yilinda 20 milyonun üzerinde yabanci turistin Almanya'yi ziyaret ettigi söylenebilir. Yani diyebiliriz ki, Almanya'da cok ciddi miktarda turizm faaliyeti gerceklesmektedir. Otelcilik cok gelismistir. Almanlar genelde yilda en az bir kere, bazilari iki kere ucakla deniz turizmi icin baska ülkelere gitmekte, yilda bir-iki kez de yurt icinde kisa tatiller yapmaktadir. Tabii ortalama ve üst düze geliri olanlardan bahsediyorum. Düsük gelirliler malesef ayni oranda tatile cikamamaktadir, hatta bütcesi iki üc senede bir ancak kisa bir tatile yeten bircok insa
Diger bir konu da buradaki turizmin cok cesitli olusudur. Türkiye'deki gibi deniz turizminin agirligi yoktur. Carpici bir örnek vermek gerekirse, Bisiklet turizminden Almanya'da 2011 yilindaki verilere göre 9,2 Milyar Euro ( milyon degil!!) ciro yapilmistir. Bircok yerli ve yabanci, hafif tepelik, virajli yollarin oldugu turistik bölgelerde hem tatil hem antrenman yapmaktadir(Kaynak: IHK-Hannover).
Alman Mutfagi :
Alman mutfaginin en taninmis yiyeceklerini söyle siralayabiliriz; Pizza, Spagetti Bolognese, Döner, Pommes Frittes (kizarmis patates), Asya Mutfagi, Hamburger...yani anlayacaginiz, günümüz Almani her cesit yabanci kökenli yiyecegi yiyor. Zaten kendi mutfaklari cok zengin degil. Yemekleri genelde et ve etin yaninda cesitli sebze garnitürlerinden (patates, lahana, kuskonmaz, havuc..) olusuyor. Bir de cok cesitli sosisleri cok meshur. Öyle dolmaymis, karni yarikmis, kadin budu köfteymis, börekmis, yok öyle seyler. Zaten Almanya'da sehirlerde söyle bir dikkat edin, restoranlar hep Italyan, Türk, Yunan, Tayland, Cin..vs dir. Gercek Alman yemeklerinin sunuldugu restoran bulmak icin cok aramaniz gerekir.
Almanlarin bana en tuhaf gelen iki huyu söyle; birincisi, ayaküstü atistirirken, bazen kocaman bir köfteyi, sosisi, ekmeksiz sadece hardalla veya ketcapla yemeleri, ikincisi de yemekte illa mendillerini cikarip burunlarini temizlemeleri.
Kahvaltilari, daha cok kahve, siyah ekmek, yag, recel, bal gibi seylerden olusuyor. Beyaz peynir ve zeytini ancak salata da bazen yiyorlar. Öglen yemeklerinde genelde sicak yemeyi seviyorlar, bunun yerine aksamlari hafif gecistiriyorlar. Ya kahvalti tipi ya da salata gibi hafif yemekleri tercih ediyorlar. Gecen gün süpermarkette kari koca yanimda konusuyor. Kadin kocasina dediki; ''aksama ne yemek yapsam, söyle güzel bir salata yapayim mi?, ne dersin?..'' Ben lafin devami gelecek diye bekledim ama gelmedi, yani aksam yemegi sadece salatadan olusacakti!! Dayanamayip az daha lafa girecek ve '' öyle salatayla doymazsiniz, yanina bir de fasulye-pilav yapsaniz ya! '' diyecektim.
Yanliz Alman mutfaginda özel övgüyü hak eden bir alan var ki o da Pastaneler (Bäckerei & Konditorei). O kadar degisik cesit ve lezzette kücük tatli hamur isleri var ki, yemeye doymuyorum. Bir de pastalari cok nefis, özellikle de meyveli pastalari nefis, bir de peynir pastasi. Almanlar cok tatli, cok tuzlu seyleri sevmiyor. Mesela bizdeki baklava tipi tatlilari sevmiyorlar. Daha cok kremali, meyveli, pudingli kek tipi az tatli seyleri yiyorlar. Olmazsa olmazlarin basinda filtrelenmis kahve geliyor. Evde, isyerinde sabah ilk yapilan is kahve demlemek. Icmesini pek sevmememe ragmen, sabahlari ortaliga yayilan kahve kokusuna bayiliyorum. Iyi ki Osmanlilar, Viyana'yi ele geciremeyip geri cekilirken yanlarindaki kahve cuvallarini orada birakmislar, yoksa ne icecekti bu millet.
Trafik / Ehliyet :
Almanya icin trafikte örnek ülke diyebiliriz. Burada, neredeyse herkes emniyet kemerini takar, cocuklar arka koltukta vecocuk koltugunda oturur, serit ihlali yapilmaz, hiz sinirina genelde uyulur ama az birsey gecilir. Sehir iclerinde cok radar vardir. Yollarda cizgi mutlaka olur. Levha sistemi örnektir. Her aracin yüksek rakamli bir trafik sigortasi mevcuttur, aksi düsünülemez bile. Kirmizida kesin durulur, gözlerinizi kapayip yaya gecidinden gecseniz bile, bir arabanin size carpma ihtimali düsüktür. Son on yilda sehir ici yollarin neredeyse her yerine, bisiklet yolu yapildi. Seridin saginda yaklasik 1 metre genisliginde kirmizi asvalt dökülmüs bölüm sadece bisiklet sürücülerine ait. Onlarda öyle bir gidiyorki, otomobil sürücüsü olarak dikkat etmezseniz, basiniz belaya giriyor. Mubarekler, ``nasilsa yol hakki benim´´ diyerek, karsidaki, veya yanindaki aracin kendisini görüp görmedigini önemsemeden, yolunda gidiyor. Sanki öldükten sonra, hakli olmasi birseyi degistirecek.
Bunca düzene ragmen burada da trafigin birbirine girdigi anlar oluyor. Ne zaman mi? Bir Türk takimi, veya milli takim önemli bir maci kazandigi zaman. Iste o anda kornalar, arabalarin üzerinde tur atmalar, saatlerce (genellikle geceleri sessizligin hakim oldugu saatlerde!) süren konvoylar Almanlarin cogunu sinir etse ve Türklerden daha da sogutsa da bir kismi da '' bak ne güzel eglenebiliyorlar '' deyip anlayisla karsiliyor. Zaten polisler de artik alisti, eger maci Türk takimi kazanacak gibiyse, hemen sehrin bazi bölgelerinde trafigin akisi degistiriliyor. Ayni konvoylar dügünlerden önce de oluyor. Artik Almanlar da yabancilarin bazi geleneklerini aldi, bazen Alman dügünlerinden önce de ciliz da olsa tek tük konvoylar, korna sesleri duyulabiliyor.
Almanya trafiginde en tehlikeli gördügüm konu, otobanlarda sol seritten saatte 200 kilometre hizla giden sürücülerdir. Diger tüm Avrupa ülkelerinde genelde 130 km hiz limiti olmasina ragmen, Almanya da bu limit (otobanin bazi bölgeleri haric) yoktur. Bunu nedeni de neredeyse tüm süratli otomobillerin Almanya’da üretilmesidir, bu konuda otomobil endüstrisinin baskisi var.
Sol seritte 140-150 km hizla otobanda bir kamyonu sollarken bile arkadan gelen bu terbiyesiz sürücü bozuntusu ve otomobilinin beygir gücünü kendi gücüymüs sanan tipler, sellektör yaparak sizi tehlikeye sokar. Gectigimiz yillarda otobanda bu sekilde meydana gelen kazada, telesa kapilan genc sürücü bayan ve arka koltuktaki iki yasindaki kizi, agaca carparak can verdiler. Arkadan hizla gelen otomobilin de Mercedes’in test sürücülerinden biri oldugu iddiasi ortaligi karistirdi.
Almanya’da ehliyet almak cok zordur, önce teori derslerine katilacaksiniz, sonra sürüs dersleri ve en son bir saatlik bir imtihan. Bu imtihan öyle bir imtihan ki yasamayan bilemez, burada anlatilamaz. Türkiye’den ehliyetiniz varsa Almanya’da bir yil kullanabiliyorsunuz, daha sonra tüm bu imtihanlaria girmeniz gerekiyor. Ben ilk önce bunu gurur meselesi yapmis`` neden Türk ehliyeti kabul edilmiyor?´´ diye söylenmistim. Sinavlara girince neden kabul edilmedigini anladim. Ilk girdigim imtihanda, arka koltukta oturan sinav görevlisi `` aferin, güzel, direksiyon hakimiyetin cok iyi..´´ gibi övgüler dizerken icimden `` tamam bu is, yirttik..´´diye düsünürken son anda sehir icine girdigimizi hatirlatan sari levhayi görmeyip, hizimi tam 50 km ye indirmeyip, 65 km hizla gittim diye ehliyeti vermemisti. Bu benim birkacyüz Mark masrafa girmeme ve büyük stres yasamama neden olmustu. Iki hafta sonra tekrarladigimda bu defa gecmistim. Bu bir saatlik imtihanda sehir icinde, disinda, otobanda, park ederken, en ufak bir hata bile yapmamaniz gerekiyor. Hele hele levha görmezseniz aninda otomobili sag kenara cektiriyorlar ve sinav bitiyor.!
Ben Türkiye‘de ehliyet aldigimda, yazili sinavda bir ara imtihan görevlisi disari cikmis, bizim kurs hocasi da tüm sorularin dogru cevabini sinifta okumustu ki, teorik egitim boyunca kursa bir defa bile ugramayan sosyetik ev hanimlarimiz ve bazi kazmalar sinavi gecebilsin diye.Yine de öyle kazmalar vardi ki, notlar aciklaninca 55,65 puan alan bir sürü insan oldu.Yine pratik sinav üc dakika sürmüs, hic arac gecmeyen yolda yaklasik 500 metre gittikten sonra saga durunca sinavi 89 ! puan alarak gecmistim. ( Bu kadar amatörce yapilan bir sinavda nasil bir puanlamayla 89 puana geldim, hangi kriterler bunda rol oynadi cok merak ediyorum.) ayrica sinav görevlisi olarak yanima Lisedeki tarih ögretmenim binince de cok sasirmistim. Umarim artik daha düzgün ve ciddi bir sinav sistemi vardir.
Aslinda Türkiye’de genel olarak kagit üzerinde sistem fena degil, sorun uygulamada, insanimizin, kiyak gecme, detaylara önem vermeme, yaptigi bir hatanin nelere mal olabilecegini düsünmeme gibi davranis yanlisliklarinda.
Almanya’daki Türk Toplumu:
1960 larin basinda baslayan göc hareketi bugüne dek sürdü ve su anda Almanya’da 2,5 milyon kadar Türk yasiyor. Bunlarin 500.000 kadari Alman Vatandasligina gecmis durumda. Son 15 senedir Türkiye‘de turizmin gerlismesiyle birlikte Almanlar Türkiye’yi daha iyi tanidi.
Hep söyledikleri bir söz vardir: ``Türkiye‘deki Türkler, buradaki (Almanya’daki) Türklerden cok farkli (olumlu anlamda)´´ Buradaki Türkler, maalesef diyecegim Türkiye‘nin imajina cok olumlu katkida bulunamadilar. Nasil bulunsunlar ki, bircogu hic okul okumadan, bir sehir görmeden, bir anda bir sanayi toplumunun icine düstüler. Üc-bes sene sonra-para biriktirip- geri dönmeyi planladiklarindan Almanca da ögrenmediler, sadece gece -gündüz calistilar (Alman hükumeti de bu konuda ``nasilsa dönecekler´´ diye hic caba göstermedi). Sonraki yillarda durumun öyle olmadigi anlasildi, esler ve cocuklarda Almanya‘ya geldi, dil sorunu cocuklarin okula gitmeye baslamasiyla daha da büyüdü. Bu nedenle ikinci kusak ta aslinda pek iyi egitim alamadi, iyi meslekler edinemedi. Almanlarin Türklere bakis acisi farkli farkli olmakla birlikte, genellikle, Türklerin buraya pek uyum saglamadiklarindan, kendi icinde yasadiklarindan falan yakiniyorlar. Ama kendileri de tanismak, konusmak icin hicbir sey yapmiyorlar. Hatta isminizi söylediginizde ilk reaksiyon`` ooo.., cok zor, aklimda tutamam´´ oluyor. Halbuki isterlerse, iki üc yabanci dili ögrenip, binlerce kelimeyi ögrenebiliyorlar, is Türklerin ismine geldiginde, nedense hafizalari almiyor. Bu bence Türkce'nin dünya dilleri arasinda, önem verilen bir dil olmamasindan kaynaklaniyor. Türkiye'ye gelen yabanci futbolcu ve antrönörler, yillarca ülkemizde kalip türkceyi ögrenmiyorlar, Italya'da oynayanlar ise, bir yilda su gibi konusmaya basliyor, hatta gitmeden kursa gidiyorlar.
Almanya’da yasayan Türkler icinde cok basarili bir kesim de yok degil, onbinlerde Türk genci üniversitelerde okuyor, ciddi Alman firmalarinin iyi pozisyonlarinda calisip, iyi kazananlarin sayisi sürekli artiyor.
1980 lerin ikinci yarisindan sonra ve de özellikle iki Almanya’nin birlesmesinden sonra Almanya’ya 3-5 milyon insan daha geldi (cocunlugu Rusya'da yasayan Alman kökenliler), esas zor dönem de zaten o andan itibaren basladi. Isini kaybeden, is bulamayan Türklerin sayisi artti. Bunlarin icinden bir kismi , birikimlerini iyi degerlendirip bir is kurdu ve su anda iyi kazaniyor. Genellikle dönerci, seyahat acentasi, terzi, berber, hali döseme, tur operatörlügü, sigortacilik, market..vb isler Türklerin gözde meslekleri haline geldi. Maalesef bircogu sadece Türklere hitap edip, daha da büyüyemiyor, bunlarin icinde büyük düsünüp isini gelistirenler de var.
Özellikle birinci kusak artik yaslandi, saglik sorunlari var, Almancayi iyi konusamadigi icin hala, cocugunu veya dili iyi bilen birinin yardimina ihtiyaci oluyor. Kendini istedigi gibi ifade edememek bu insanlari bunalima itiyor. Türkiye’ye dönmekle, istemeden burada kalmak arasinda iyice bunaliyorlar, iki arada bir derede yasiyorlar.
Deginilmesi gerek bir konu da Din. Buradaki Türk toplumu kendini 1990'larin ortalarindan sonra dine verdi. 1970‘lerde diz üstü etekler giyen iyi giyimli bayanlarla, fotör sapkali beyler artik, hacca gitti, sakal birakti, kapandi (kimisi, basörtüsü, kimisi carsaf) -bir kismi-karsi cinsin elini sikmaz oldu. Bu kesim ayrica cemaat olarak da bin parcaya bölündü. Kaplan‘cisindan, Nurcu‘suna, Süleymanci‘sindan, Milli Görüse, herkesin camiisi ayri, bayram günleri konusunda bile anlasamaz oldu Türk toplumu. Uc görüslere prim verir oldu. Dindarlasmaya evet, dincilesmeye hayir diyen bir insan oldugumdan, bu gerginlik, sevgisizlik ve zitlasma beni rahatsiz ediyor.
Bir diger genclik kesimi de sagda solda gezen, kiz ayarlamaya calisan, yine Almanca bilgisi ve okul durumu pek parlak olmayan, arada bir disco önlerinde -iceri alinmadiklari icin kavga cikartan- aksam eve geldiginde anne-babasiyla catisan, söz dinlemeyen bir kesim. Bunlarin da gelecekginin parlak oldugu söylenemez.
Son olarak ta Almanca’yi iyi ögrenmis, sosyal faaliyetlere katilan, ülkeye uyum saglamis ama Türk kültüründen de vazgecmeyen, okulda basarili, üniversite egitimini hedefleyen kesimin varligindan da bahsedelim. Bu grubun sayisi az olmakla birlikte iclerinde cok cok basarili olanlar var.
Almanya’da önemli bir konu da kar payi vaad eden sirketlere kaptirilan paralar. 90'larin sonunda cogalmaya baslayan, Kombassan, Jet-pa ve adini bilmedigim benzeri bir sürü sirket cikti ve camilerde milletin dini duygulariyla oynayarak yüksek kar payi vaadederek, milyarlarca mark para topladi, karsiliginda hukuken birsey ifade etmeyen senetler verdi. Maalesef diyecegim yine, bu paralarin toplanmasina bazi sözde din adamlari, camii hocalari da,``faiz haramdir, kar payi degil..´´ diyerek araci oldu (..ve söylentilere göre komisyonunu cebe atti.) Bu paralari kaptiranlar üzerine bir bardak soguk su ictiler. Bu sirketlerin ne durumda oldugu da zaten basinda yer aliyor. Gercekten üzücü bir durum. Kirk yildir Avrupa'da yasayan, gece-gündüz, hatta hafta sonu calisip para biriktiren, normalde artik emekli olup, huzur icinde keyfini süren toplumun icine düstügü duruma bakin. Hatta du dindar insanlar o derece kandirildilar ki, bir cogu, esinin bileziklerini satip, bankadan kredi cekip bu sirketlere yatirdi. Tabii bütün paralar buhar olup gitti, buradaki insanlarin sagligi, huzuru, yasama umudu kayboldu. Aklini kaciranlar bile oldu.
Buradaki evliliklerde eslerden birinin genellikle Türkiye'den gelmesi cok yaygin. Özellikle kirsal kesimden gelmis anne-babalar izin mevsiminde memleketlerinden bir gelin / damat bulup dügün yapip cocuklarini evlendiriyorlar. Bazi durumlarda ya cocugun yasi kücük, tecrübesiz oluyor ya da istemese bile zorlamayla evlilik gerceklesiyor, dolayisiyla bu evliliklerin bir kisminin sonu hüsranla bitiyor, ya da mutsuz bir hayat sürülüyor. Memleketten damat / gelin getirmenin sebeplerini sorarsaniz sebep genellikle su oluyor; ''Buradaki (Almanyadaki) gencler sorumsuz, serseri'' veya ''burada dogru düzgün evlenilecek kiz yok'' . Ebeveynleri bu düsünceye sevkeden gercekler mevcut tabii ama, hic tanismayan, hatta evlenmek bile istemeyen insanlari sirf ''adam olsunlar'', ''yuva kurup evine baglansinlar'' diye evlendirmek ne derece dogru, tartisilir. Böyle bir düsüncesi olup, bu yaziyi okuyan genc arkadaslara ``kesinlikle gelmeyin´´ derim. Gelip te burada is, para, aile problemlerinin icinde bogulmayin, kaynana, kaynata dirdiri cekmeyin. Hele hele okumus genclere sesleniyorum, burada para kazanma devri coktan bitti, illa yurt disi tecrübesi edineyim diyorsaniz 6 ayligina gelin, dil ögrenin ama burada kendinize yeni yasam kurma planlari yapmayin.Türkiye'de üniversite bitirip, sonra buraya gelip, burada market isciligi, taksilcilik yapan binlerce türk ve yabanci var burada.Türkiye'den alinan diplomalarin da cok degeri yok burada.
Hic hosuma gitmeyen birsey daha var Türk toplumunda. Özellikle gida alaninda cok miktarda sirket kuruldu burada, bunlardan et-sucuk-donmus hazir köfte, kebap ..v.s. gibi alanlarda faaliyet gösten sirketlerin marka isimlerine baktiginizda, hep dini kelimeler görürsünüz, Marka olmamis, ticari amacla kullanilmamis dini bir kelime kalmadi, hepsi ticaret icin kullanildi. Bunlarin icinde bazi markalar vardir ki dini hassasiyetleri güclü kesim, illa o markayi ister.
Yine unutamadigim bir animi anlatayim; Buradaki Milli Görüs taraftarlarinin, muhafazakarlarin özellikle sevdigi bir sucuk-salam markasi var, Türk marketlerine gittiklerinde mutlaka bu markayi sorarlar ( su anda bu markalar cok daha fazlalasti).
Bundan 5-6 sene önce bizzat gözlerimle gördügüm olay söyle gelisti. Bir markete gelen 11-12 yaslarinda türbanli bir Türk kizi, saticiya ''S.... marka sucuk var mi?'' diye sordu, satici da '' S...m yok ama E.....k marka var'' dedi (E.....k Almanya'daki en iyi ve taninmis sucuk markasi). Kizin yaniti söyle oldu: ''ama o Türk sucugu!, ben müslüman sucugu istiyorum!'' Satici sasirdi ve sordu; ''sen nereden ögrendin böyle seyleri?'', kiz da cevap verdi; ``Sen bilmiyor olabilirsin ama burada oturanlar (o semtte oturan Milli Görüs'cü, Kaplan'ci... gibi kesimleri kastediyor) böyle düsünüyor '' deyip sucuk almadan dükkandan cikti. Satici da ben de dona kaldik. Böyle birseyi baskasi anlatsa inanmazdim ama bizzat sahit oldum, hala da unutamiyorum.
Almanya'ya turistik gezi:
Almanya'ya turistik seyahat ile gelmek isteyenlere önerim, öncelikle nereyi gezeceklerini önceden belirlemeleridir. Bir türk vatandasi icin sanirim kuzey kiyilarindaki sahil bölgeleri cok ilginc olmayacaktir (Nordsee, Ostsee). Dolayisiyla Almanya'nin büyük sehirlerini gezebilirler. Mesela Münih, Berlin, Düsseldorf, Hamburg gibi sehirler. Özellikle Berlin'de cok ilginc müzeler var, bunlardan birkaci mutlaka geziilmeli. Yine Münih ile Avusturya Alpleri arasinda kalan Allgäu (Algoy) bölgesini özellikle tavsiye ederim. Buranin güzelliklerini gördügünüzde ruhunuzun temizlendigini hissedeceksiniz. Güzel doga, Alp daglari manzarasi, cicekli evler, bakimli sokaklar, göller.. Güzel, cok güzel bir bölge, tavsiye ederim.
Daha da net bir örnek vermek gerekirse mesela Avusturya sinirina cok yakin Füssen kasabasi civarinda konaklayip, cevreyi gezebilirler, müthis manzarasiyla Füssen'deki Neuschwanstein şatosunu gezebilirler, Avusturya'ya Salzburg bölgesine, Kitzbühel'e, Zell am Zillertal bölgesine gidebilirler.
ALINTIDIR
Ne yalan söyleyeyim, Türkiye’de yetistigim icin Alman politikasi bana yavan geliyor. Türkiye'de emeklilik yasinin bir yasayla 40'lardan 65‘e yükseltilmesi gibi seyleri yasadigimizdan, burada brüt maastan alinan emeklilik kesintisinin %19 dan, %19,2 ye cikarilsin mi, cikarilmasin mi, cikarilirsa nasil cikarilsin gibi aylarca süren tartismalari bana pek ilginc gelmiyor.
Almanya'da son sekiz yildir Angela Merkel hükümeti, Hür demokrat partiyle birlikte hükümeti olusturuyor. Buradaki Alman vatandasligina gecmis türkler genellikle SPD'yi seciyor.(Sosyal demoktat parti). Ama son yillarda daha özgürlükcü, cevreci ve yabancilara yakin duran Yesiller partisine de cok oy cikiyor yabancilardan. Burada cok komik olan bir durum var. Almanya'da SPD veya Yesiller'e oy veren bir vatandasimiz, Türkiye'de muhafazakar sag / milliyetci sag gibi partileri destekleyebiliyor. Yani nerede hangisi isine gelirse, onu destekliyor.
Her ne kadar burada da nispeten adam kayirmacilik ve kücük capli yolsuzluklar olsa da, Türkiye’yle kiyas bile olmayacak kadar kücük caplidir. Burada siyasetciler normal bir hayat sürer, halk ta politikaci gördügünde uzayli gelmis gibi muamele yapmaz, arkasindan alkislamaz, araba konvoyu yapip, dana veya deve kurban etmez. Basbakanin arkasinda 30-40 kisi aylak aylak dolasmaz, karsilama-ugurlama tantanasi yoktur. Herkesin isi-gücü vardir. Basbakanin arkasindan yürümekle is yapmis sayilmazsiniz.
Yanliz yolsuzluk olaylari son yillarda burada da artmaya basladi. Büyük lobi gruplari, özellikle banka,ilac,otomobil..vs lobileri politikacilari kukla gibi parmaginda oynatabiliyor.
Calisma Hayati/ Sosyal Haklar :
Almanya’da siyasileri en cok ugrastiran konu 2006'ya kadar Issizlik idi.. Rakam neredeyse 5 milyona yükselmisti, su anda ( 2012 sonu) bu rakam aslinda 3,6 milyon ama dünyanin her hükümetinin yaptigi gibi burada da cesitli kalem oyunlariyla rakam 2,75 milyon olarak gösteriliyor.
Issizler arasinda kacak calisma orani oldukca yüksek, bircok kisi 1 yil boyunca son aldigi net maasinin %60-70 ini issizlikparasi olarak alip, bir yandan da baska islerde calisiyor ve daha cok gelir elde ediliyor. Bazi politikacilar, kacak calismanin tam önlenebilmesi halinde fazladan 1-2 milyon kisiye is imkani dogacagini iddia ediyorlar. Rakam o kadar yüksek olur mu bilmiyorum ama , kacak calismanin-özellikle de insaat sektöründe- oldukca yüksek boyutlarda oldugu kesin.
Almanya capinda issizlik orani % 6,5 civarindayken, Türklerin calisan nüfusu icinde bu oran %15'i geciyor.
Meslek edinme konusunda da Türk gencleri arasinda isteksizlerin orani diger yabancilara veya Almanlara göre daha yüksek. Türk genclerinin önemli bir bölümü kimlik bunalimi icinde, bircogu meslek egitimine baslasa da cesitli nedenlerle yarida birakiyor. Is ve okul hayatinda baska, aksamlari ailelerinin yaninda cok baska ortamlarda yasiyorlar, bir degerler karmasasi yasiyorlar ve buna uyum saglayamiyorlar.
Emeklilik yasi 65 olmakla birlikte, günümüzde, genclere is alani acmak icin, calisanlar 60-62 yaslarinda cesitli sosyal planlar dahilinde emekli ediliyor.
Ancak Almanya’yi cok büyük bir sorun bekliyor. Nüfus yasli, su anda bile yaslilarin orani cok yüksek, yeni cocuk dogmuyor (Türkleri kasdetmiyorum, bizlerin masallahi var, ama Alman cocugu dogmuyor!!) Bu sartlarda 20 yil sonra falan, calisacak insan bulunamayacagini, emeklilerin maaslarini alamayacaklari konusuluyor. Bu korku hakli olmakla birlikte, özel emeklilik sigortalari ve devlet el birligiyle yeni sosyal planlar, sigorta policeleri hazirlandi ve bu sigorta -zaten Euro'ya gecildiginden beri fiyat artislarindan dolayi alim gücü en az %20 düsmüs olan - halka pazarlaniyor. Ben sahsen pek birsey getirecegine inanmayanlardanim.
Biraz agir kacacak belki ama Almanlarin kücük bir kismi da; bakimi daha ucuz, derdi daha az diye, cocuk yapmak yerine kedi-köpek besliyor. Cocuk olursa tatile gidemeyecegini, veya yapacagi tatilin kendine daha pahaliya patlayacagini düsünenler yok degil.
Issiz kalindiginda, eger en az bir yil prim ödediyseniz, issizlik parasi hakkiniz var; Bu rakam ( bu isin uzmani degilim, tam dogru olmayabilir.) calismis oldugunuz süreye göre,bir yil boyunca son alinan net maasin % 60 ila 70 ini olusturuyor. Bu arada tabii Is ve isci bulma kurumu size birkac is teklif ediyor, gidip görüsme yapmak zorundasiniz. Bu konuda da issiz kisi eger isi istemiyorsa, yan cizme olanaklari cok. Issiz kisi verilen adrese gidiyor, ama is görüsmesinde kendini öyle bir aptal halde gösteriyorki, isveren de ``bu bana yaramaz´´ deyip ise almiyor. Sonra yine yeni teklif gelene kadar durum idare ediliyor, ya evde ense yapiliyor, ya da kacak olarak bir iste calisilip, normalden daha fazla kazanc elde ediliyor.
Eger 1 sene icinde ise giremediyseniz, issizlik parasi/yardimi bitiyor, sosyal yardim almaya basliyorsunuz. Bu kurum, sizin asgari ihtiyacinizi hesaplayip, size aylik para ödüyor. Yanliz bu duruma düsen kisi, altindaki Mercedes arabayi satmak zorunda kaliyor.:-) Saka bir yana, o durumda üzerinize araba actiramiyorsunuz, buna benzer baska kisitlamalar da var. Cesitli haber programlarinda cikiyor bazen; iki cocuklu bir ailenin sosyal yardim aldiginda eline gecen para ile, aile babasinin calismis oldugu durumda ele gecen para arasinda cok cüzi bir fark var, bu durumda da cogu kisi bu durumu gurur meselesi yapmayip sosyal yardim almaya devam ediyor.
Ancak yukarida anlattiklarim devletin de mali olanaklarini asmaya basladigindan, artik uzun süre is bulamayanlar cesitli kurslara yollanip (bunlar birkac ay sürebiliyor) bir seyler ögrenmeleri saglaniyor, veya en azindan bu kisileri mesgul ederek - eger kacak calisiyorlarsa - bunun önüne gecilmek isteniyor. Almanya’da bir de cocuk parasi veriliyor. Birinci ve ikinci cocukta aylik cocuk basi 154.-€, ücüncü cocuktan itibaren biraz daha fazla. Bu miktar, cocuk 18 yasina gelene kadar, ama eger okula gidiyorsa 26 yasina kadar ödeniyor.
Son yillarda küresellesmenin de etkisiyle Alman isverenler ücretlerde kisintiya gitti, artik cok ucuza isci calistirma prensibi yayginlasti, hele hele bir ise yeni basliyorsaniz, büyük hayaller kurmamalisiniz. Bu konuda genc nesillerin isi daha zor olacak. 2010 yilindan beri sol partiler bir ASGARI ÜCRET uygulamasi getirmek istiyorlar, ancak Hükümet, özellikle de varliklilarin destekledigi Hür Demokrat Parti (FDP) kesinlikle buna karsi cikiyor. Karsi cikiyor ama 2012 yilinda yapilan istatistiklere göre ülkenin Gayrisafi Milli Hasilasinin neredeyse yarisina da en zengin % 10'luk kesim sahip olmus durumda. Ortadirek gitgide zayifliyor, fakirler daha da fakirlesiyor. Almanya gelismekte olan ülkelerdeki Zengin/Fakir arasindaki gelir farki ucurumuna yaklasiyor.
Saglik Sistemi:
Alman saglik sistemi örnek bir sistem. Zorunlu hastalik kasalarina brüt maasinizdan aylik % 7,5 kadar bir prim kesiliyor, bir o kadar da isveren yatiriyor. Geliri yüksek olanlar, isterse özel saglik kasalarina da üye olabiliyor.
Calissin calismasin herkes sigortali, istediginiz zaman doktora gidiyorsunuz (Önce aile hekimine gidildiginden, hastanelerde hicbir yigilma yok, hatta hastanelere yolunuz bile düsmüyor). Hastaneye gittiginizde de doktor elinize özel muayenehanesinin kartvizitini tutturmuyor, cünkü gerek yok. Özel muayenehanelerde de sigorta kartiniz ile muayene oluyorsunuz. Hastalik kasalarinin belirledigi tarifeden doktorlara muayene ettigi hasta basina/ uygulanan tedaviye göre para ödeniyor. Bu sistem Türkiye’de neden gerceklesmiyor anlamiyorum. Doktorun hastayi özele cagirmasi hem ahlaki acidan, hem maddi acidan..hangi acidan bakarsaniz bakin uygun degil.
Eczaneden aldiginiz ilacin da bir tarifesi var, katki payi son yillarda cok artti. Bir ilac alirsaniz genelde 5.- € ödüyorsunuz, iki üc ilacta bu miktar 10-11.- € ya kadar cikabiliyor. Sosyal yardim alanlar birsey ödemiyor. Sosyal hastalik kasalari tabii her gideri ödemiyor, özellikle dis ile ilgili islemlerde ( protez, köprü vs..) önemli bir miktari cebinizden ödemeniz gerekiyor.
Genel olarak, almanlarin saglikli yasadigini, en ufak bir hastalik belirtisinde doktora gittiklerini söyleyebiliriz. Zaten kadinlarda 82, erkeklerde 76 olan ortalama ömür de bazi seyleri kendiliginden anlatiyor.
Ücretler / Giderler :
Burada hep brüt maaslar konusulur. En az kazanan kesimin aldigi brüt ücret 1200-1500 € kadardir. Memurlar ortalama 2200-4000 €, Isciler 1800-3500 € kadar kaznir.(verdigim rakamlar yaklasik rakamlardir, yönetici pozisyonunda olanlar daha cok kazanir).
Bu rakamdan yaklasik % 7,5 hastalik kasasina, % 10 kadar emeklilik kasasina, % 3 kadar issizlik ödenegi..kesiliyor. Daha birkac kücük kesinti de eklenince maasin % 25'i gidiyor bile. Bu miktarin aynisi isverenden de kesiliyor. Bir de tabii gelir vergisi kesintisi var. Sonucta toplam brüt maastan kazanc durumuza ve vergi sinifiniza göre en az %25, en cok % 40-48 kadar kesiliyor.
Bir de aylik kazanci etkileyen vergi kademeleri var. Evliyseniz ve esiniz calismiyorsa 3.sinif vergi (en az vergi kesintisi), iki es de calsiyorsa biri 3. digeri 5.kademe (5.kademede cok yüksek gelir vergisi ödeniyor), eger bekar iseniz 1.kademe (bu sinifta da yüksek kesinti oluyor). Yani anlayacaginiz, Alman devleti kazanclari öyle bir düzenlemis ki, iki kisi calisip yüksek gelir elde eden ile ailede tek kisi calisan arasindaki gelir farki az, öyle büyük ucurumlar yok. Zaten ortadiregin cok güclü olmasi bu ülkenin kalkinmasinin temel taslarindan biri. Maaslarda da öyle dev gibi ucurumlar yok. Hatirliyorum, meslege ilk basladigim yillarda resepsiyonist maasim 900.000 TL iken, resepsiyon sefi 2.500.000 aliyordu. Önbüro müdürü 3.000.000 TL den fazla kazaniyordu. Burada bu tip kademeler arasindaki maas farkari cok cok daha az.
Almanya'da eger kendi is yeriniz var ise gelir-gider defteri tutuyorsunuz ama, maliye sizi takip edip fis kesip kesmediginize bakmiyor. Özelliklede gastronomi de, perakende satis ta falan vergiden kacirabilirsiniz belki, ama parayi kullanmaniz zor. Eger isinizde zarar gösterip te pesin parayla ev, araba falan aldiysaniz maliye yakaniza yapisiyor. ``Nereden buldun?´´ diyor. Hersey bilgisayar ortaminda, tek bir vergi numarasi var, bir tusa basmayla maliye her para hareketinizi takip ediyor. Bankadan zaman zaman aldiginiz hesap durumunu gösteren dekontlari belli süre saklamaniz zorunlu, bir inceleme halinde oradaki para hareketleri de takip ediliyor. Gerci simdi Türkiyede'de böyle oldu ya..
Sendika olan is yerlerinden haftalik calisma saati genelde 37,5, diger yerlerde 40 saat. Yillik izin genelde 25-32 is günü, yani 42 gün kadar. (1 hafta=5 is günü sayiliyor) Eskiden fazla mesailer ödenirdi, artik genelde ödenmiyor, onun yerine izin kullanabiliyorsunuz.
Bir de Mayis'ta Tatil Parasi, Kasim Sonunda da Noel Parasi ödemeleri var. Bu miktarlarla genelde toplam 1-1,5 maas daha ilave gelir elde ediliyor. Ama bu zorunlu bir ödeme degil, istemezse isveren vermeyebilir.
Calisan, hasta olursa iki gün evinde kalabiliyor, ücüncü gün ve daha fazla hasta olup ise gelemezse, doktor raporu getirmesi gerekiyor. Bu sürede maasta herhangi bir kesinti olmuyor. Bu konuda Almanya cok rahat. Kimse hasta olana laf söyleyemiyor, hasta olup ise gelmemek cok normal karsilaniyor (fazla abartmamak kaydiyla).
Almanya'da en büyük gider kalemini kiralar olusturuyor. Üc odali 80 m² bir apartman dairesinin yan giderler dahil kirasi aylik ortalama 700.-€ civarinda. Münih, Frankfurt gibi sehirlerin merkezinde bu paraya ancak iki odali kücük apartman daireleri bulabilirsiniz. Kücük köylerde ise tabii kiralar nispeten daha ucuz. Ancak Türkler ve diger yabancilar genelde sehirlerin merkezlerinde oturuyorlar. Buralardaki disi eski, ici tamir görmüs binalarda 400-450 € ya da kiralik ev bulmak mümkün. Almanlar ise, durumlari elverdigi sürece mümkün oldugunca sehir disina yeni kurulmus modern semtlerde oturmaya caba gösteriyorlar.
Diger yüksek gider kalemi de otomobil sigortasi, vergisi ve benzini. Taramvay veya otobüsle gezseniz de daha ucuza gelmiyor. Bir bilet yerine göre 2.-€ dan basliyor. Yine gida harcamalari önemli bir gider ama Almanya'da bu konuda bircok firsatlar var. Migros gibi süpermarketlerin yaninda, daha ucuz ama yine de kaliteli (markasiz) mallarin satildigi market zincirleri de var. Bunlardan en önemlisi ALDI, LIDL, PENNY ve PLUS. Bölgesel faaliyet gösterenler de var. Buralar hakikatten cok ucuz. Sarküteri ürünleri, süt, yumurta..vb seyler TL ye cevrildiginde Almanya'da daha ucuz (sübvansiyonlardan dolayi). Son 15 senedir de neredeyse her kösede bir Türk marketi var, bunlarda, sebze meyve de ucuz, ayrica Türkiye'de ne varsa bu dükkanlarda da var. Düsünün cay bardagina, raki bardagina, cali süpürgesine kadar hersey mevcut buralarda. Mesela dana kiyma su siralar 4,99.-€ yaklasik 11,5 TL yapiyor ki Türkiyede kiyma 25 TL civarinda. Sucuk, salam gibi ürünler de Türkiye'ye göre cok daha ucuz.
Yanliz 2002 yili basinda Euro'ya gecisle birlikte fiyatlarda anormal bir artis oldu, herkesin ortak kanisi en az % 20 lik artis oldugu yönünde. ancak ne hikmetse yil sonu enflasyonu yine de % 2 nin altinda cikti, cikti ama bu sefer buna kimse inanmadi.
Egitim (Genel):
Burada cok önemli bir hatirlatma yapmak istiyorum. Türkiye’de 8 yillik kesintisiz egitime gecilmeden önce, bazi siyasi parti yöneticileri (Mesela Recai Kutan, Erbakan...) 8 yillik kesintisiz egitimin, en geri kalmis ülkelerde uygulandigini..vs.. söylediler, o anda ben televizyonu kiracaktim neredeyse. Halkin gözünün icine baka baka yalan söylediler. Simdi de ayni numaralar cevriliyor, 4+4+4’ü savunurken dürüstce ``biz Imam Hatiplerin orta bölümünü yeniden acmak istiyoruz´´ diyeceklerine, tüm egitim sistemini alt-üst edip dolambacli yollari seciyorlar ki memleketin egitim sistemine, ögrencilere yazik ediyorlar. Sistemin Avrupa ülkelerinde de böyle oldugunu söyleyip düpedüz yalan söylüyorlar. Benim de cocuklarim Almanya’da okula gidiyor, diger Avrupa ülkelerindeki egitim sistemlerinden de az cok haberim var, burada 4. Sinifi, yani ilkokulu bitiren bir cocugun, kesinlikle meslek dersi sectigi falan yok. Not durumuna gore 5.sinifta ayrilma var ama ayrildiklari okullarda düz okullar, meslek okullari/dersleri yok. Burada siyasi propaganda yapmak istemiyorum, belli bir partiyi falan tuttugum da yok, AKP’nin iyi yaptigi seyler var, yapamadiklari var, ama su kesin ki 4+4+4 sistemi ile cok büyük bir yanlis yapiyorlar, gelecek nesillere yazik ediyorlar.
Almanya’da da zorunlu egitim en az 9 yil. Ilk 4 yil Grundschule (Ilkokul), ama 5.siniftan itibaren, ögrenciler not durumuna göre üc degisik okula gidebiliyor. Ancak bu okullara ayrilan ögrenciler orada hicbir meslek dersi görmüyor (bizim siyasiler Türkiye’de yaptiklari 4+4+4 sistemini anlatirken, Almanya’da da sanki 5.siniftan itibaren meslek egitimine baslaniyormus gibi anlatiyorlar).
En vasat ögrenciler Hauptschule’ye (toplam 9 yil), notlari daha iyi olanlar Realschule’ye (toplam 10 yil), en basarili olanlar da Gymnasium’a (toplam 12 yil) gidebiliyor. Gymnasium’u bitirip ABITUR (bitirme sinavlari) yapanlar, bitirme notuna gore ögrenci alan Üniversitelere giriyorlar. ÖSS, ÖYS benzeri sinavlar yok, bitirme notunuza göre basvurunuzu yapiyorsunuz ve gelecek cevabi bekliyorsunuz. Realschule'yi bitirenler, ticaretle, büro meslekleriyle ilgili egitim görebiliyorlar. Hauptschule'yi bitirenler ise daha cok, beden gücüne dayali meslekleri, sanayii mesleklerini..vb ögreniyorlar. Tabii zor olmakla birlikte bu okulu bitirip, sonradan ``ben daha okuyacagim´´ düsüncesine kapilip Realschule hatta Gymnasium'a devam etme imkani da hep var.
Egitim (Turizm Yüksek Okulu):
Ben Türkiye’de 4 yillik Turizm Isletmeciligi ve Otelcilik Y.O'nu bitirdim (1986-90). Almanya’ya ilk geldigim yil 1994 te yine Almanya’nin buradaki sayili Turizm Y.O larindan birinde (4 yillik) 3.sömestre den itibaren egitim görmeye devam ettim (iki yil devam ettim ama bitirmedim). O yüzden kendime iki ülkedeki turizm egitimi konusunda az da olsa yorum yapma hakki taniyorum. Teori konusunda cok fazla bir fark göremedim ama bazi konularda aramizda daglar kadar fark var.
Mesela Türkiye’de hicbir seyden habersiz gencler olarak 17 yasinda bir turizm okuluna baslamistik, yasimizin genc olmasini da o zamanlar övünc kaynagi olarak görüyorduk ve bu sekilde 21 yasinda mezun olduk. Hani yaz aylarinda otellerde calismisligimiz da olmasa yumurtadan yeni cikmis bir civciv kadar tecrübesiz olacaktik.
Sonra 24 yasinda burada tekrar okula gitmeye basladigimda önceleri utandim (sinif arkadaslarima göre cok yasliyimdir diye!). Sonralari baktimki, sinifin en genclerinden biriyim. Megerse herkes önceden turizm ile ilgili bir alanda meslek ögrenip (üc yil sürüyor) diploma almis, bir süre de calismis. Mesela hosteslik yapmis olan, otelcilik mesleginden mezun olan, veya yillarca bir ucak sirketinde calismis ögrenciler vardi sinifta. Haliyle de bu ögrenciler okudugunu daha iyi anliyordu, cünkü anlatilanlari yasamislardi. Ayrica okula kabul sartlarindan biri de zaten, bir turistik isletmede en az 8 ay calismis olmakti.
Bir diger önemli fark ta, hocalarin, sektörle son derece ic ice olmalariydi, hatta hepsi de bir özel sirketin ya danismani, ya da yöneticisi konumundaydilar. Derste verdikleri örnekler, rakamlar, istatistikler cok güncel oluyordu. Hic unutmam, bir hoca bize verdigi bir istatistigin iki yillik olmasindan dolayi özür dilemisti. Iyi hatirliyorum biz Türkiye’de okurken dagitilan ders bilgilerinden birinde 1969 yilindan bir istatistik vardi, hala unutamiyorum.
Yine cok büyük bir fark ta yabanci dil egitimi. Ingilizceyi zaten su gibi ögreniyorlar, bir de Fransizca ve Ispanyolca ögreniyorlardi. (Hem de ne ögrenme, valla adamin canini cikariyorlardi.) Yine bir hatirami aktarayim. Aydin’da okurken, liseden devam eden yabanci dilim Almancaydi, Ingilizceyi de ögrenmek icin sehir icindeki Halk Egitim’de düzenlenen ucuz ingilizce kurslarina katilmistik 10-15 kisi. Fakat kurs saatleri bizim yemekhanedeki (yurdun yemekhanesi) aksam yemegi saatine denk geldiginden ve bu duruma da bir care bulunamadigindan, karin doyurmak agir basmis, biz kursu birakmak zorunda kalmistik.Özel kurslara da bir ay gidip, paramiz yetmeyince ikinci ay birakiyorduk. Bir süreklilik saglayamiyorduk. Burada da ögrencilere ailelerinin verdigi para yetmiyor, ama buradakilerin sansi bu ülkede part time calisma olanaklari cok genis ve bu sekilde egitimlerini devam ettirebiliyorlar, hatta para biriktirip, 6 ay kadar yurt disinda da egitim görüyorlar.
Buradan, hocalarima, YÖK’e, müfredat programini kim yapiyorsa ona seslenmek istiyorum; Lütfen üniversitelerde Türkce, Müzik, Inkilap tarihi, Beden Egitimi..vs gibi dersleri vermeyin. Bunlar zaten lisede yeterince ögretiliyor. Bunu yerine iki yabanci dili cok iyi ögrenmeleri icin zorlayin onlari. Iyi derecede dil bilmeyen dersten gecemesin. Iki kelimeyi bir araya getiremeyen arkadaslar mezun oluyor, sonra `` Üniversite bitirdim, bak ne is yapiyorum!´´ diye isyankar oluyor. Dilsiz turizm olur mu? dil bilmeden bu kisi nasil yükselecek, yurt disindaki is iliskilerini nasil düzenleyecek? Acentacilarla, otelci ve ucak sirketi yöneticileriyle nasil pazarlik edip, yurt disi furalarina nasil katilacak? Bu yaziyi okuyan ögrenciler (..ki ögrenci arkadaslardan gelen maillerden de anliyorum ki sayfayi cok yakindan izliyorlar) mutlaka yabanci dillerine önem versinler. Her ders önemlidir ama yarin öbür gün is basvurusu yaptiginizda `` ben Mikro Ekonomi dersinden 90 not ortalamayla gectim´´ demeniz yetmiyor, yabanci diliniz iyi degilse iyi isleri kapmaniz bir mucize olur (Babanizin oteli veya acentasi varsa birsey diyemem!).
Almanya'da turizm:
Almanya'da turizm cok cesitli bölgelere yayilmistir, hatta diyebiliriz ki her yerde turizm vardir. Özellikle öne cikan bölgeleri kuzeyde Kuzey denizi, Baltik denizi kiyilari (Ostsee) ile Münih'in güneyinden, Avusturya Alplerinin basladigi yere kadar olan bölgeyi kapsayan Allgäu bölgesidir (Algoy diye okunuyor). Yine büyük sehirlerinden Berlin, Münih, Hamburg gibi sehirlere büyük miktarda ziyaretci gelmektedir. Berlin'de cok önemli müzeler mevcuttur. En cok turisti Bavyera bölgesi agirlar.
Almanya'da turist sayilari milyon'la degil, ziyaretcilerin yaptiklari geceleme sayisiyla ölcülür. Mesela 2011'de yerli turistler 303 milyon geceleme yaparken, yabanci turistler Almanya'da 64 Milyon geceleme gerceklestirmistir. Bu ziyaretcilerin ortalama 3 gece kalmis oldugunu farzetsek, 2011 yilinda 20 milyonun üzerinde yabanci turistin Almanya'yi ziyaret ettigi söylenebilir. Yani diyebiliriz ki, Almanya'da cok ciddi miktarda turizm faaliyeti gerceklesmektedir. Otelcilik cok gelismistir. Almanlar genelde yilda en az bir kere, bazilari iki kere ucakla deniz turizmi icin baska ülkelere gitmekte, yilda bir-iki kez de yurt icinde kisa tatiller yapmaktadir. Tabii ortalama ve üst düze geliri olanlardan bahsediyorum. Düsük gelirliler malesef ayni oranda tatile cikamamaktadir, hatta bütcesi iki üc senede bir ancak kisa bir tatile yeten bircok insa
Diger bir konu da buradaki turizmin cok cesitli olusudur. Türkiye'deki gibi deniz turizminin agirligi yoktur. Carpici bir örnek vermek gerekirse, Bisiklet turizminden Almanya'da 2011 yilindaki verilere göre 9,2 Milyar Euro ( milyon degil!!) ciro yapilmistir. Bircok yerli ve yabanci, hafif tepelik, virajli yollarin oldugu turistik bölgelerde hem tatil hem antrenman yapmaktadir(Kaynak: IHK-Hannover).
Alman Mutfagi :
Alman mutfaginin en taninmis yiyeceklerini söyle siralayabiliriz; Pizza, Spagetti Bolognese, Döner, Pommes Frittes (kizarmis patates), Asya Mutfagi, Hamburger...yani anlayacaginiz, günümüz Almani her cesit yabanci kökenli yiyecegi yiyor. Zaten kendi mutfaklari cok zengin degil. Yemekleri genelde et ve etin yaninda cesitli sebze garnitürlerinden (patates, lahana, kuskonmaz, havuc..) olusuyor. Bir de cok cesitli sosisleri cok meshur. Öyle dolmaymis, karni yarikmis, kadin budu köfteymis, börekmis, yok öyle seyler. Zaten Almanya'da sehirlerde söyle bir dikkat edin, restoranlar hep Italyan, Türk, Yunan, Tayland, Cin..vs dir. Gercek Alman yemeklerinin sunuldugu restoran bulmak icin cok aramaniz gerekir.
Almanlarin bana en tuhaf gelen iki huyu söyle; birincisi, ayaküstü atistirirken, bazen kocaman bir köfteyi, sosisi, ekmeksiz sadece hardalla veya ketcapla yemeleri, ikincisi de yemekte illa mendillerini cikarip burunlarini temizlemeleri.
Kahvaltilari, daha cok kahve, siyah ekmek, yag, recel, bal gibi seylerden olusuyor. Beyaz peynir ve zeytini ancak salata da bazen yiyorlar. Öglen yemeklerinde genelde sicak yemeyi seviyorlar, bunun yerine aksamlari hafif gecistiriyorlar. Ya kahvalti tipi ya da salata gibi hafif yemekleri tercih ediyorlar. Gecen gün süpermarkette kari koca yanimda konusuyor. Kadin kocasina dediki; ''aksama ne yemek yapsam, söyle güzel bir salata yapayim mi?, ne dersin?..'' Ben lafin devami gelecek diye bekledim ama gelmedi, yani aksam yemegi sadece salatadan olusacakti!! Dayanamayip az daha lafa girecek ve '' öyle salatayla doymazsiniz, yanina bir de fasulye-pilav yapsaniz ya! '' diyecektim.
Yanliz Alman mutfaginda özel övgüyü hak eden bir alan var ki o da Pastaneler (Bäckerei & Konditorei). O kadar degisik cesit ve lezzette kücük tatli hamur isleri var ki, yemeye doymuyorum. Bir de pastalari cok nefis, özellikle de meyveli pastalari nefis, bir de peynir pastasi. Almanlar cok tatli, cok tuzlu seyleri sevmiyor. Mesela bizdeki baklava tipi tatlilari sevmiyorlar. Daha cok kremali, meyveli, pudingli kek tipi az tatli seyleri yiyorlar. Olmazsa olmazlarin basinda filtrelenmis kahve geliyor. Evde, isyerinde sabah ilk yapilan is kahve demlemek. Icmesini pek sevmememe ragmen, sabahlari ortaliga yayilan kahve kokusuna bayiliyorum. Iyi ki Osmanlilar, Viyana'yi ele geciremeyip geri cekilirken yanlarindaki kahve cuvallarini orada birakmislar, yoksa ne icecekti bu millet.
Trafik / Ehliyet :
Almanya icin trafikte örnek ülke diyebiliriz. Burada, neredeyse herkes emniyet kemerini takar, cocuklar arka koltukta vecocuk koltugunda oturur, serit ihlali yapilmaz, hiz sinirina genelde uyulur ama az birsey gecilir. Sehir iclerinde cok radar vardir. Yollarda cizgi mutlaka olur. Levha sistemi örnektir. Her aracin yüksek rakamli bir trafik sigortasi mevcuttur, aksi düsünülemez bile. Kirmizida kesin durulur, gözlerinizi kapayip yaya gecidinden gecseniz bile, bir arabanin size carpma ihtimali düsüktür. Son on yilda sehir ici yollarin neredeyse her yerine, bisiklet yolu yapildi. Seridin saginda yaklasik 1 metre genisliginde kirmizi asvalt dökülmüs bölüm sadece bisiklet sürücülerine ait. Onlarda öyle bir gidiyorki, otomobil sürücüsü olarak dikkat etmezseniz, basiniz belaya giriyor. Mubarekler, ``nasilsa yol hakki benim´´ diyerek, karsidaki, veya yanindaki aracin kendisini görüp görmedigini önemsemeden, yolunda gidiyor. Sanki öldükten sonra, hakli olmasi birseyi degistirecek.
Bunca düzene ragmen burada da trafigin birbirine girdigi anlar oluyor. Ne zaman mi? Bir Türk takimi, veya milli takim önemli bir maci kazandigi zaman. Iste o anda kornalar, arabalarin üzerinde tur atmalar, saatlerce (genellikle geceleri sessizligin hakim oldugu saatlerde!) süren konvoylar Almanlarin cogunu sinir etse ve Türklerden daha da sogutsa da bir kismi da '' bak ne güzel eglenebiliyorlar '' deyip anlayisla karsiliyor. Zaten polisler de artik alisti, eger maci Türk takimi kazanacak gibiyse, hemen sehrin bazi bölgelerinde trafigin akisi degistiriliyor. Ayni konvoylar dügünlerden önce de oluyor. Artik Almanlar da yabancilarin bazi geleneklerini aldi, bazen Alman dügünlerinden önce de ciliz da olsa tek tük konvoylar, korna sesleri duyulabiliyor.
Almanya trafiginde en tehlikeli gördügüm konu, otobanlarda sol seritten saatte 200 kilometre hizla giden sürücülerdir. Diger tüm Avrupa ülkelerinde genelde 130 km hiz limiti olmasina ragmen, Almanya da bu limit (otobanin bazi bölgeleri haric) yoktur. Bunu nedeni de neredeyse tüm süratli otomobillerin Almanya’da üretilmesidir, bu konuda otomobil endüstrisinin baskisi var.
Sol seritte 140-150 km hizla otobanda bir kamyonu sollarken bile arkadan gelen bu terbiyesiz sürücü bozuntusu ve otomobilinin beygir gücünü kendi gücüymüs sanan tipler, sellektör yaparak sizi tehlikeye sokar. Gectigimiz yillarda otobanda bu sekilde meydana gelen kazada, telesa kapilan genc sürücü bayan ve arka koltuktaki iki yasindaki kizi, agaca carparak can verdiler. Arkadan hizla gelen otomobilin de Mercedes’in test sürücülerinden biri oldugu iddiasi ortaligi karistirdi.
Almanya’da ehliyet almak cok zordur, önce teori derslerine katilacaksiniz, sonra sürüs dersleri ve en son bir saatlik bir imtihan. Bu imtihan öyle bir imtihan ki yasamayan bilemez, burada anlatilamaz. Türkiye’den ehliyetiniz varsa Almanya’da bir yil kullanabiliyorsunuz, daha sonra tüm bu imtihanlaria girmeniz gerekiyor. Ben ilk önce bunu gurur meselesi yapmis`` neden Türk ehliyeti kabul edilmiyor?´´ diye söylenmistim. Sinavlara girince neden kabul edilmedigini anladim. Ilk girdigim imtihanda, arka koltukta oturan sinav görevlisi `` aferin, güzel, direksiyon hakimiyetin cok iyi..´´ gibi övgüler dizerken icimden `` tamam bu is, yirttik..´´diye düsünürken son anda sehir icine girdigimizi hatirlatan sari levhayi görmeyip, hizimi tam 50 km ye indirmeyip, 65 km hizla gittim diye ehliyeti vermemisti. Bu benim birkacyüz Mark masrafa girmeme ve büyük stres yasamama neden olmustu. Iki hafta sonra tekrarladigimda bu defa gecmistim. Bu bir saatlik imtihanda sehir icinde, disinda, otobanda, park ederken, en ufak bir hata bile yapmamaniz gerekiyor. Hele hele levha görmezseniz aninda otomobili sag kenara cektiriyorlar ve sinav bitiyor.!
Ben Türkiye‘de ehliyet aldigimda, yazili sinavda bir ara imtihan görevlisi disari cikmis, bizim kurs hocasi da tüm sorularin dogru cevabini sinifta okumustu ki, teorik egitim boyunca kursa bir defa bile ugramayan sosyetik ev hanimlarimiz ve bazi kazmalar sinavi gecebilsin diye.Yine de öyle kazmalar vardi ki, notlar aciklaninca 55,65 puan alan bir sürü insan oldu.Yine pratik sinav üc dakika sürmüs, hic arac gecmeyen yolda yaklasik 500 metre gittikten sonra saga durunca sinavi 89 ! puan alarak gecmistim. ( Bu kadar amatörce yapilan bir sinavda nasil bir puanlamayla 89 puana geldim, hangi kriterler bunda rol oynadi cok merak ediyorum.) ayrica sinav görevlisi olarak yanima Lisedeki tarih ögretmenim binince de cok sasirmistim. Umarim artik daha düzgün ve ciddi bir sinav sistemi vardir.
Aslinda Türkiye’de genel olarak kagit üzerinde sistem fena degil, sorun uygulamada, insanimizin, kiyak gecme, detaylara önem vermeme, yaptigi bir hatanin nelere mal olabilecegini düsünmeme gibi davranis yanlisliklarinda.
Almanya’daki Türk Toplumu:
1960 larin basinda baslayan göc hareketi bugüne dek sürdü ve su anda Almanya’da 2,5 milyon kadar Türk yasiyor. Bunlarin 500.000 kadari Alman Vatandasligina gecmis durumda. Son 15 senedir Türkiye‘de turizmin gerlismesiyle birlikte Almanlar Türkiye’yi daha iyi tanidi.
Hep söyledikleri bir söz vardir: ``Türkiye‘deki Türkler, buradaki (Almanya’daki) Türklerden cok farkli (olumlu anlamda)´´ Buradaki Türkler, maalesef diyecegim Türkiye‘nin imajina cok olumlu katkida bulunamadilar. Nasil bulunsunlar ki, bircogu hic okul okumadan, bir sehir görmeden, bir anda bir sanayi toplumunun icine düstüler. Üc-bes sene sonra-para biriktirip- geri dönmeyi planladiklarindan Almanca da ögrenmediler, sadece gece -gündüz calistilar (Alman hükumeti de bu konuda ``nasilsa dönecekler´´ diye hic caba göstermedi). Sonraki yillarda durumun öyle olmadigi anlasildi, esler ve cocuklarda Almanya‘ya geldi, dil sorunu cocuklarin okula gitmeye baslamasiyla daha da büyüdü. Bu nedenle ikinci kusak ta aslinda pek iyi egitim alamadi, iyi meslekler edinemedi. Almanlarin Türklere bakis acisi farkli farkli olmakla birlikte, genellikle, Türklerin buraya pek uyum saglamadiklarindan, kendi icinde yasadiklarindan falan yakiniyorlar. Ama kendileri de tanismak, konusmak icin hicbir sey yapmiyorlar. Hatta isminizi söylediginizde ilk reaksiyon`` ooo.., cok zor, aklimda tutamam´´ oluyor. Halbuki isterlerse, iki üc yabanci dili ögrenip, binlerce kelimeyi ögrenebiliyorlar, is Türklerin ismine geldiginde, nedense hafizalari almiyor. Bu bence Türkce'nin dünya dilleri arasinda, önem verilen bir dil olmamasindan kaynaklaniyor. Türkiye'ye gelen yabanci futbolcu ve antrönörler, yillarca ülkemizde kalip türkceyi ögrenmiyorlar, Italya'da oynayanlar ise, bir yilda su gibi konusmaya basliyor, hatta gitmeden kursa gidiyorlar.
Almanya’da yasayan Türkler icinde cok basarili bir kesim de yok degil, onbinlerde Türk genci üniversitelerde okuyor, ciddi Alman firmalarinin iyi pozisyonlarinda calisip, iyi kazananlarin sayisi sürekli artiyor.
1980 lerin ikinci yarisindan sonra ve de özellikle iki Almanya’nin birlesmesinden sonra Almanya’ya 3-5 milyon insan daha geldi (cocunlugu Rusya'da yasayan Alman kökenliler), esas zor dönem de zaten o andan itibaren basladi. Isini kaybeden, is bulamayan Türklerin sayisi artti. Bunlarin icinden bir kismi , birikimlerini iyi degerlendirip bir is kurdu ve su anda iyi kazaniyor. Genellikle dönerci, seyahat acentasi, terzi, berber, hali döseme, tur operatörlügü, sigortacilik, market..vb isler Türklerin gözde meslekleri haline geldi. Maalesef bircogu sadece Türklere hitap edip, daha da büyüyemiyor, bunlarin icinde büyük düsünüp isini gelistirenler de var.
Özellikle birinci kusak artik yaslandi, saglik sorunlari var, Almancayi iyi konusamadigi icin hala, cocugunu veya dili iyi bilen birinin yardimina ihtiyaci oluyor. Kendini istedigi gibi ifade edememek bu insanlari bunalima itiyor. Türkiye’ye dönmekle, istemeden burada kalmak arasinda iyice bunaliyorlar, iki arada bir derede yasiyorlar.
Deginilmesi gerek bir konu da Din. Buradaki Türk toplumu kendini 1990'larin ortalarindan sonra dine verdi. 1970‘lerde diz üstü etekler giyen iyi giyimli bayanlarla, fotör sapkali beyler artik, hacca gitti, sakal birakti, kapandi (kimisi, basörtüsü, kimisi carsaf) -bir kismi-karsi cinsin elini sikmaz oldu. Bu kesim ayrica cemaat olarak da bin parcaya bölündü. Kaplan‘cisindan, Nurcu‘suna, Süleymanci‘sindan, Milli Görüse, herkesin camiisi ayri, bayram günleri konusunda bile anlasamaz oldu Türk toplumu. Uc görüslere prim verir oldu. Dindarlasmaya evet, dincilesmeye hayir diyen bir insan oldugumdan, bu gerginlik, sevgisizlik ve zitlasma beni rahatsiz ediyor.
Bir diger genclik kesimi de sagda solda gezen, kiz ayarlamaya calisan, yine Almanca bilgisi ve okul durumu pek parlak olmayan, arada bir disco önlerinde -iceri alinmadiklari icin kavga cikartan- aksam eve geldiginde anne-babasiyla catisan, söz dinlemeyen bir kesim. Bunlarin da gelecekginin parlak oldugu söylenemez.
Son olarak ta Almanca’yi iyi ögrenmis, sosyal faaliyetlere katilan, ülkeye uyum saglamis ama Türk kültüründen de vazgecmeyen, okulda basarili, üniversite egitimini hedefleyen kesimin varligindan da bahsedelim. Bu grubun sayisi az olmakla birlikte iclerinde cok cok basarili olanlar var.
Almanya’da önemli bir konu da kar payi vaad eden sirketlere kaptirilan paralar. 90'larin sonunda cogalmaya baslayan, Kombassan, Jet-pa ve adini bilmedigim benzeri bir sürü sirket cikti ve camilerde milletin dini duygulariyla oynayarak yüksek kar payi vaadederek, milyarlarca mark para topladi, karsiliginda hukuken birsey ifade etmeyen senetler verdi. Maalesef diyecegim yine, bu paralarin toplanmasina bazi sözde din adamlari, camii hocalari da,``faiz haramdir, kar payi degil..´´ diyerek araci oldu (..ve söylentilere göre komisyonunu cebe atti.) Bu paralari kaptiranlar üzerine bir bardak soguk su ictiler. Bu sirketlerin ne durumda oldugu da zaten basinda yer aliyor. Gercekten üzücü bir durum. Kirk yildir Avrupa'da yasayan, gece-gündüz, hatta hafta sonu calisip para biriktiren, normalde artik emekli olup, huzur icinde keyfini süren toplumun icine düstügü duruma bakin. Hatta du dindar insanlar o derece kandirildilar ki, bir cogu, esinin bileziklerini satip, bankadan kredi cekip bu sirketlere yatirdi. Tabii bütün paralar buhar olup gitti, buradaki insanlarin sagligi, huzuru, yasama umudu kayboldu. Aklini kaciranlar bile oldu.
Buradaki evliliklerde eslerden birinin genellikle Türkiye'den gelmesi cok yaygin. Özellikle kirsal kesimden gelmis anne-babalar izin mevsiminde memleketlerinden bir gelin / damat bulup dügün yapip cocuklarini evlendiriyorlar. Bazi durumlarda ya cocugun yasi kücük, tecrübesiz oluyor ya da istemese bile zorlamayla evlilik gerceklesiyor, dolayisiyla bu evliliklerin bir kisminin sonu hüsranla bitiyor, ya da mutsuz bir hayat sürülüyor. Memleketten damat / gelin getirmenin sebeplerini sorarsaniz sebep genellikle su oluyor; ''Buradaki (Almanyadaki) gencler sorumsuz, serseri'' veya ''burada dogru düzgün evlenilecek kiz yok'' . Ebeveynleri bu düsünceye sevkeden gercekler mevcut tabii ama, hic tanismayan, hatta evlenmek bile istemeyen insanlari sirf ''adam olsunlar'', ''yuva kurup evine baglansinlar'' diye evlendirmek ne derece dogru, tartisilir. Böyle bir düsüncesi olup, bu yaziyi okuyan genc arkadaslara ``kesinlikle gelmeyin´´ derim. Gelip te burada is, para, aile problemlerinin icinde bogulmayin, kaynana, kaynata dirdiri cekmeyin. Hele hele okumus genclere sesleniyorum, burada para kazanma devri coktan bitti, illa yurt disi tecrübesi edineyim diyorsaniz 6 ayligina gelin, dil ögrenin ama burada kendinize yeni yasam kurma planlari yapmayin.Türkiye'de üniversite bitirip, sonra buraya gelip, burada market isciligi, taksilcilik yapan binlerce türk ve yabanci var burada.Türkiye'den alinan diplomalarin da cok degeri yok burada.
Hic hosuma gitmeyen birsey daha var Türk toplumunda. Özellikle gida alaninda cok miktarda sirket kuruldu burada, bunlardan et-sucuk-donmus hazir köfte, kebap ..v.s. gibi alanlarda faaliyet gösten sirketlerin marka isimlerine baktiginizda, hep dini kelimeler görürsünüz, Marka olmamis, ticari amacla kullanilmamis dini bir kelime kalmadi, hepsi ticaret icin kullanildi. Bunlarin icinde bazi markalar vardir ki dini hassasiyetleri güclü kesim, illa o markayi ister.
Yine unutamadigim bir animi anlatayim; Buradaki Milli Görüs taraftarlarinin, muhafazakarlarin özellikle sevdigi bir sucuk-salam markasi var, Türk marketlerine gittiklerinde mutlaka bu markayi sorarlar ( su anda bu markalar cok daha fazlalasti).
Bundan 5-6 sene önce bizzat gözlerimle gördügüm olay söyle gelisti. Bir markete gelen 11-12 yaslarinda türbanli bir Türk kizi, saticiya ''S.... marka sucuk var mi?'' diye sordu, satici da '' S...m yok ama E.....k marka var'' dedi (E.....k Almanya'daki en iyi ve taninmis sucuk markasi). Kizin yaniti söyle oldu: ''ama o Türk sucugu!, ben müslüman sucugu istiyorum!'' Satici sasirdi ve sordu; ''sen nereden ögrendin böyle seyleri?'', kiz da cevap verdi; ``Sen bilmiyor olabilirsin ama burada oturanlar (o semtte oturan Milli Görüs'cü, Kaplan'ci... gibi kesimleri kastediyor) böyle düsünüyor '' deyip sucuk almadan dükkandan cikti. Satici da ben de dona kaldik. Böyle birseyi baskasi anlatsa inanmazdim ama bizzat sahit oldum, hala da unutamiyorum.
Almanya'ya turistik gezi:
Almanya'ya turistik seyahat ile gelmek isteyenlere önerim, öncelikle nereyi gezeceklerini önceden belirlemeleridir. Bir türk vatandasi icin sanirim kuzey kiyilarindaki sahil bölgeleri cok ilginc olmayacaktir (Nordsee, Ostsee). Dolayisiyla Almanya'nin büyük sehirlerini gezebilirler. Mesela Münih, Berlin, Düsseldorf, Hamburg gibi sehirler. Özellikle Berlin'de cok ilginc müzeler var, bunlardan birkaci mutlaka geziilmeli. Yine Münih ile Avusturya Alpleri arasinda kalan Allgäu (Algoy) bölgesini özellikle tavsiye ederim. Buranin güzelliklerini gördügünüzde ruhunuzun temizlendigini hissedeceksiniz. Güzel doga, Alp daglari manzarasi, cicekli evler, bakimli sokaklar, göller.. Güzel, cok güzel bir bölge, tavsiye ederim.
Daha da net bir örnek vermek gerekirse mesela Avusturya sinirina cok yakin Füssen kasabasi civarinda konaklayip, cevreyi gezebilirler, müthis manzarasiyla Füssen'deki Neuschwanstein şatosunu gezebilirler, Avusturya'ya Salzburg bölgesine, Kitzbühel'e, Zell am Zillertal bölgesine gidebilirler.
ALINTIDIR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder