13 Nisan 2015 Pazartesi

TÜRKLERE YAPILAN SOY KIRIMLAR - Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN


2015 yılına doğru günler ilerlerken,  yeniden soykırım kavramı Türk kamuoyu önüne getirilmekte ve uluslararası bir insanlık suçu olan bu kavram üzerinden Türk devleti yargılanmağa ve suçlanmağa çalışılmaktadır. Bir yüzyıl önce tarihsel süreç içerisinde ortaya çıkmış olaylar üzerinden Türkiye Cumhuriyeti ve Türk ulusu dünya kamuoyu önünde zor durumlara düşürülmeğe çalışılmaktadır. Böylece; tarihte var olmayan ve ancak İkinci Dünya Savaşı sonrasında tanımlanarak ortaya konulan soykırım kavramı üzerinden,  dünyanın merkezi coğrafyasında var
olan Türk varlığı toplu bir mahkûmiyete doğru sürüklenmeğe çalışılmaktadır. Olayların gündeme geldiği tarihte var olmayan bir kavram üzerinden, Türklere yönelen bu haksız girişimler,  dünya siyaset tarihinde ibretlik bir olay olarak öne çıkmakta ve böylesine çelişkili bir duruma dayanılarak;  yüz yıl sonra, yüzyıl önceki olayların hesabı görülmeğe çalışılmaktadır. Böylece,  Türkiye Cumhuriyeti yüzüncü yaklaştıkça,  bir yandan da geçmişin hesaplaşması içine çekilmek istenmekte ve böylesine büyük bir hesaplaşma üzerinden Türk devletinin yüzüncü yıldönümüne ulaşması engellenmeğe çalışılmaktadır. Türkiye hiç de hak etmediği bir olumsuz durum ile karşı karşıya bırakılarak,   yüzüncü yıldönümüne doğru tasfiye edilmek istenmekte ve böylesine bir siyasal komplo için de 1915 olayları kullanılarak mahkûmiyet gerekçesi haline getirilmek istenmektedir. 
Birinci Dünya Savaşı yıllarında Doğu Anadolu’da yaşanan olaylar bir soykırım değil, yıkılan bir imparatorluğun topraklarında Müslümanlar ile Hristiyanların kendi devletlerini kurma çabalarının doğal bir sonucu idi. Öncelikle Osmanlı İmparatorluğu, Birinci Dünya Savaşı sürecinde yıkıldığı için ortaya çıkan devletsizlik ortamında herkes kendi devletini kurmak istemiş, Orta Doğu’ya gelen Fransızların ve kuzeyden Kafkasya’ya inmiş olan Rusların kışkırtma ve destekleri ile silahlanan Ermeni kökenli insanlar Doğu Anadolu topraklarında bir Büyük Ermenistan devleti kurmak istemişlerdir. Bu doğrultuda,  Türk ve Müslüman kökenli Osmanlı ahalisinin yaşadığı köylere ve ilçelere Emeni çeteleri,  komitacı subayların nezaretinde saldırılar düzenleyerek binlerce Türk ve Müslümanın yok yere yaşamlarını kaybetmelerine neden olmuşlardır. Osmanlı İmparatorluğu dünya savaşı sırasında kendisini kurtarmağa çabalarken,  devletin arkasında kalan geri topraklarında geleceğin Kafkasya ve Orta Doğu bölgeleri için çeşitli çekişmeler yaşanmış,   Fransızlar ile Ruslar Ermenileri kullanarak bu bölgelerde etkinliklerini artırmağa çalışırlarken, Almanlar Osmanlılara bir Kafkas Müslümanları ordusu kurdurarak,  Ruslara ve Ermenilere karşı bir çıkış yapmağa çalışmıştır. Ne var ki,  daha sonraki dönemde bir dünya egemenliğine kalkışacak olan Amerika Birleşik Devletlerindeki kapitalist ve Siyonist lobilerin destekleri ile Kızıl devrim gerçekleştirilince,  Sovyetler Birliğinin müdahaleleri ile eski Osmanlı hinterlandının geleceği bu yeni yapılanmaya paralel olarak gelişmiş ve ortaya bugünkü harita çıkmıştır. Tamamen dünya savaşından kaynaklanan ve yıkılan imparatorluğun eski toprakları üzerinde emperyal güçlerin çekişmesi yüzünden gündeme gelen karşılıklı çatışma olaylarını bir soykırım olarak nitelemek mümkün değildir. Tarafların karşılıklı olarak kendi devletlerini kurma çabası içerisine girdikleri aşamada yaşanan sıcak çatışmalar eski deyimi ile muketele olarak tanımlanabilmekte ve bu da karşılıklı çekişmelerin adlandırılması olarak gerçeği yansıtmaktadır. İkinci dünya savaşı sonrasında kabul edilen soykırım kavramı ise,  bir etnik topluluğun kendisinden daha büyük bir topluluk tarafından zor ve güç kullanılarak yok edilmesi anlamına gelmektedir. Burada böylesine bir durum hiçbir biçimde söz konusu olmamıştır. Türkler ve Müslümanlar savaşarak kendilerini korumuşlar ve daha sonra da bağımsız devletleri olarak Türkiye Cumhuriyetini ilan etmişlerdir. 
Misakı Milli sınırları içinde Türk devleti ilan edilince, Doğu Anadolu Ermenilerinin bir kısmı ülkeyi terk ederek güneye doğru inmişler ve bu siyasal göç hareketinin sonucunda bir kısım Ermeni Suriye’ye yerleşmiş,  bir kısmı da Akdeniz limanlarından gemilere binerek Fransa, Amerika Birleşik Devletleri ile bazı Latin Amerika ülkelerine gitmişlerdir. Birinci Dünya Savaşı sürecinde koskoca bir Sovyetler Birliği Doğu Bloku olarak örgütlenip Batı Bloğunun karşısına çıkınca,  Rusların sıcak denizlere inmesini önleyecek derecede güçlü bir devlete merkezi alanda gereksinme duyulmuş ve bu nedenle Batılı ülkeler,  Ulusal Kurtuluş Savaşı sonrasında Türkiye Cumhuriyetini Doğu bloğuna karşı bir tampon devlet olarak tanımışlardır. 1915 olaylarına rağmen ve Ermeni lobilerinin büyük engellemelerine karşılık,  dünyanın önde gelen büyük devletleri Lozan Antlaşması sırasında Türkiye Cumhuriyetini bağımsız bir devlet olarak resmen tanımışlardır. Türkiye’yi terk etmek zorunda kalan Ermeni grupları ise daha sonraki yıllarda gittikleri ülkelerde güçlü lobiler oluşturarak,  Türkiye aleyhine harekete geçmişler ve Türk devletini haksız yere soykırım suçlusu ilan ederek geçmişten gelen çekişmelerini sürdürmek istemişlerdir. Onların atalarının intikamını almak için sürekli gündemde tuttukları bu gibi girişimleri yüzünden soykırım suçlamalara dinmek bilmemiş ve Türkler böylesine ağır bir suçlama ile karşı karşıya bırakılarak Türk devletinin üniter yapısının bütünlüğü bozulmağa çalışılmıştır. Batının önde gelen emperyalist devletleri Türkiye’nin üzerine gelirken,  her fırsatta bu soykırım sözcüğünü öne çıkarmışlar ve haksız yere Türkleri suçlayarak Türk devletinden yeni tavizler elde edebilmenin yollarını aramışlardır. 
Dünya tarihi tarafsız gözle incelendiği zaman, gerçek soykırıma uğrayanların Türkler olduğu ortaya çıkmakta ve böylece batılı emperyalistlerin ve onların bu bölgedeki işbirlikçisi konumundaki Ermenilerin tamamen haksız oldukları anlaşılmaktadır. Yıkılan devletin altında kalmama çabaları yüzünden yaşanan 1915 olayları bir yana bırakılırsa,  dünya tarihinde yaşanan birçok üzücü olayın kurbanı olarak Türklerin öne çıktıkları ve birçok haksız girişim yüzünden çok büyük insan kaybına uğradıkları görülmektedir. Orta Asya steplerinde dünya sahnesine çıkan Türkler,  önce bulundukları bölgede daha sonra da göçler yolu ile doğu, güney, kuzey ve batı Asya toprakları üzerinde birçok devletler kurmuşlar ve bu yüzden de tarihin her dönemecinde sıcak çatışmalarla dolu dönemlere sürüklenerek kitlesel soykırımların mağdurları konumuna düşmüşlerdir. Türkler göçebe bir yaşam düzeni içinde at sırtında birçok bölgelere gittikleri için,  sürekli olarak bir bölgede Çin gibi kalıcı bir devlete sahip olmamışlar ama her gittikleri yeni bölgelerde zamanla kendi devletlerini kurarak bir egemenlik düzeni içinde yaşamlarını sürdürme olanağını ellerinde tutmuşlardır. Gittikleri bölgeleri ele geçirirken sahip oldukları toplumsal ve askeri güçleri sayesinde bir devlet düzeni oluşturma şansını elde etmişler,  ne var ki zamanla devlet düzeni içerisinde hanedan kavgaları ya da taht çekişmeleri yüzünden kurdukları devletlerin önce bölünmesine ve daha sonra da giderek yok olmasına sebep olmuşlardır. Bu tür nedenlerle Türk devletleri zayıflama ya da ortadan kalkma aşamasına geldiklerinde, Türk toplulukları büyük baskı ve saldırılar ile karşı karşıya kalmışlar,  Türk devletlerinin eskiden egemen olduğu bölgeleri ele geçiren yeni devletler Türk topluluklarına karşı açık bir saldırı ve toplu katliam girişimlerini gündeme getirerek,  açıkça Türklere karşı soykırım suçunu işlemişlerdir. Ural-Altay kökenli Türk topluluklarının bazıları da kendi aralarında rekabete girerek,  hanedan savaşlarına yönelmişler ve böylesine savaşlarda da gene çok büyük insan kaybına yol açan toplu soykırım örneklerine rastlanmıştır. Bir anlamda Türk tarihi hem egemenlik çekişmeleri,  hem de bu doğrultuda ortaya çıkan çatışmalar yüzünden karşılaşılan toplu katliam ya da soykırım örnekleri ile dolu geçmiştir. 
Öte yandan, insanlık tarihi incelendiğinde;  etnik topluluklar kadar dinler arasında da uzun süren savaş dönemleri yaşandığı ortaya çıkmaktadır. İlk tek tanrılı din olarak Yahudilik ortaya çıkmış,  daha sonra Hristiyanlık Milat dönemecinde gündeme gelince,  önce bu iki din arasında büyük bir çekişme ve çatışma yaşanmıştır. Üçüncü tek tanrılı din olarak Müslümanlık gündeme gelince,   yaklaşık olarak on beş asırdır bu iki büyük din mensupları arasında uzun süreli savaşlar yaşanmıştır. Önce İspanya ve Batı Avrupa’da,  daha sonraları da Avrupa kıtasının doğu kısmında Müslüman-Hristiyan çatışmaları sürekli olarak devam etmiş ve Osmanlı İmparatorluğu bu yüzden yedi yüzyıllık bir tarih diliminde sürekli olarak savaşmak zorunda kalmıştır. İspanya’daki Endülüs İslam devleti Hristiyan orduları tarafından yıkılınca,  çok büyük katliam olayları yaşanmış ve böylece daha sonraları soykırım olarak adlandırılan topluca yok etme girişimleri başlamıştır. Müslümanlar ile Yahudilerin İspanya’dan kovulmaları sırasında aynı zamanda büyük katliamlar yapılmış ve Hristiyan fanatizminin bu ilk örnekleri Müslümanları soykırım suçunun ilk mağdurları haline getirmiştir. Avrupa kıtasında Endülüs sonrasında tam bir Katolik faşizmi yaşanmış,  orta çağ denilen bin yıllık karanlık dönemde Vatikan önderliğinde bir dinsel fanatizm kıtanın üzerine çöreklenmiştir. Orta çağdan çıkarken,  gündeme gelen Protestanlık akımı mensuplarına ise,  Katolik faşizmi her fırsatta topluca yok etme girişimlerine kalkışmış,  bu yüzden Avrupa tarihi sürekli olarak dinler çatışması olarak geçmiştir. Böyle bir Avrupa’ya karşı merkezi coğrafyada ortaya çıkan bir büyük Türk devleti olarak Osmanlı İmparatorluğu yeni bir dünya dengesi oluşturmağa çalışmış ve Osmanlı gücünün Macaristan’a hakim olduğu bir aşamada Protestanlık Katolik Kilisesinin baskı ve toplu katliamlarından kurtularak yaşama şansını elde etmiştir. Osmanlılar Protestanlara yardım ederken,  Vatikan da,  İran’da Şiiliği destekleyerek Türk imparatorluğunu arkadan vurmağa çalışmıştır.    
        İslam gücünü temsil eden Osmanlı zayıflayınca,  Vatikan’ın yönlendirdiği Hristiyan orduları tıpkı Endülüs devleti gibi Osmanlılara Avrupa kıtasından kovmağa yönelmiş ve bu yüzden on dokuzuncu asır boyunca,  Osmanlılara karşı savaşı örgütlemiştir. Savaşların öncesinde ya da sonrasında Türklere karşı her dönemde çeşitli baskınlar yapılmış ve bu baskın girişimlerinin doğal sonucu olarak kitlesel katliamlar Türklere yönelik olarak birbirini izlemiştir. Osmanlı sınırları içerisinde altı asır boyunca yaşayan Balkan yarımadasındaki ülkeler sahip oldukları Müslüman ve Türk kimliklerini koruyabilmek üzere büyük mücadeleler vermişler ama Avrupa’nın Hristiyan ordularının toplu katliamlarından Osmanlı ahalisini kurtaramamışlardır. Bütün Avrupa kıtasını Vatikan’ın komutasında bir Hristiyan dünyasına dönüştürmek isteyen Katolik faşizmi, Müslümanlar ile beraber Yahudileri de hedef tahtasına oturtunca,  katliamlar birbiri ardı sıra gelmiş ve çok ciddi bir soykırım süreci Osmanlı devletine karşı dayatılmıştır. Osmanlı’nın son yüzyılı,  Türklerin ve Müslümanların Avrupa kıtasından atılma dönemi olmuş,  bu süreçte Balkan yarım adası çok kanlı katliam ve soykırım olaylarının gerçekleştirildiği bölge haline gelmiştir. Bu yüzden,  ikinci dünya savaşı sonrası dönemde gündeme getirilmiş olan soykırım suçunun esas faili olarak,  Türklere ve Müslümanlara sürekli olarak toplu katliam uygulayan Avrupa kıtası ve bu kıtanın emperyal Hristiyan devletleri olmuştur. Kendi içinde büyük bir rekabete yönelen Avrupa kıtasının büyük ulus devletleri,  hegemonya mücadelesinde öne geçebilmek üzere,  merkezi coğrafyaya yöneldiği zaman Balkan bölgesindeki Türk ve Müslüman varlığını temizlemek üzere doğrudan katliamlara yönelerek,  soykırım suçunun gerçek anlamda ilk örneklerini ortaya koymuştur. Osmanlı devletinden kopan küçük Balkan devletçikleri, Batı Avrupa’nın büyük emperyal devletlerinin bölgedeki işbirlikçisi olarak,  Türklere ve Müslümanlara karşı yürütülen soykırım suçunun hem ortağı hem de faili olarak birçok toplu katliam olayının kahramanı haline gelmişlerdir. Osmanlıların Avrupa kıtasından sürülmeleri,  insanlık tarihinin en önemli soykırım suçları ile dolu ve ders alınması gereken bir acı süreçtir. 
Türklerin Avrupa kıtasındaki geçmişleri,  Osmanlılara karşı yapılan soykırım örnekleri dolu olduğu gibi,  Asya kıtasında da benzeri soykırım saldırıları gelip gene Türkleri bulmuştur. Çinliler,  büyük Çin seddini Türklere karşı yaptıkları gibi,  Çin bölgesinde yaşayan Türkleri geri püskürtmek üzere çeşitli toplu katliam girişimlerini örgütlemişlerdir. Çin topraklarında bir dönem çeşitli devletler kurmuş olan Türkler,  Çinlilerin bölgeye egemen olmaları döneminde birçok saldırı ve toplu katliam olayı ile karşılaşmışlardır. Benzeri bir olumsuz süreç,  Babür İmparatorluğu sonrasında Hindistan’da yaşanmış,  bu ülkede Gazneli’ler ve Karahanlı’lar devletleri döneminde gelerek yerleşen Türk asıllı toplulukların geri gönderilmeleri doğrultusunda,   hem Hintlilerin hem de bu bölgede Babür İmparatorluğu sonrasında egemen olan İngiliz manda yönetiminin uyguladığı bir çok toplu katliam olayı Türklere karşı gerçekleştirilmiştir. İngilizler Hint yarımadasına tam anlamıyla egemen olmağa yöneldiklerinde geçmişten gelen Türk hegemonyasına tam olarak son verebilmek üzere son kalan Türk topluluklarının bütünüyle yok edilmelerine yönelmiştir. Çin gibi Hint bölgesi de Türklere yönelik soykırımların uygulandığı bir bölge olmuştur. Türklerin anavatanı olan orta Asya topraklarını çevreleyen bütün bölgelerde,  Türk topluluklarına yönelik toplu katliamlar uygulanmıştır. Özellikle Doğu Türkistan Çin faşizminin en yoğun uygulandığı alan olarak öne çıkmış ve Uygur Türklerinin anavatanı olan Doğu Türkistan Çin’in Sincan eyaletine dönüştürülürken,  Türk asıllı Uygurların tamamı temizlenmek istenmiştir. On dokuzuncu asırda başlayan Çin saldırıları Uygurların anavatanını bir Çin eyaletine dönüştürmeyi hedeflemiş ve bu yüzden de milyonlarca Türk asıllı Uygur insanı toplu katliamlara maruz kalmışlardır. 
Türklerin uzun süreli devlet kurduğu geniş alanlardan birisi de Kuzey Asya bölgesidir. Asya ile Avrupa’nın kesişmiş olduğu Avrasya bölgesinde bugün uçsuz bucaksız topraklara sahip olan Rusya Federasyonu eski Rus Çarlığının bugünkü temsilcisi olarak dünyanın altıda bir topraklarına hükmederken,  eskiden Türklerin büyük imparatorluklar kurmuş olduğu bu coğrafyadaki Türk boyları ve topluluklarına karşı yok edici bir toplu katliam politikasını kararlı ve istikrarlı bir doğrultuda uygulamıştır. Finlandiya’dan Kore ve Japonya’ya kadar uzanan Türk asıllı topluluklar coğrafyasının bugünkü sahibi olan Rusya Federasyonu,  gene eski Çarlık yönetiminin katı ve acımasız yok edici politikalarını Türk ve Müslüman asıllı topluluklara karşı uygulayarak soykırım suçunun şampiyonluğunu yapmaktadır. Özellikle Bosna’da Hristiyan Sırpların Müslüman Boşnaklara karşı uyguladığı soykırım suçunu geride bırakır bir doğrultuda,  Ortodoks faşizminin kararlı bir uygulayıcısı olarak Müslüman Çeçenlere karşı toptan yok etmek üzere tam anlamıyla bir soykırım suçunu gerçekleştirmiş ve bu yüzden yarım milyon Çeçen asıllı insanın soyunu kırıp dökerken, toplu katliam uygulamalarının şampiyonluğunu da kimselere bırakmamıştır. Rusya tarihi geriye dönük incelendiği zaman,  Rusların,  Hazar Türklerinin ülkesini ele geçirirken,  bütün Türk ve Müslüman asıllı topluluklara karşı toplu katliamlara yönelerek bölgeyi ele geçirdiği açıkça görülmektedir. İdil-Ural bölgesinde yaşamlarını sürdüren Türk boyları olarak Tatarları, Başkurtları ve Çuvaşları Birinci Dünya Savaşı sırasında aç bırakarak ölmeğe mahkûm eden Rusya,  ele geçirdiği bölgelerde yok edemediği Türk ve Müslümanları Orta ve Doğu Asya’ya zorla sürerek soykırımın bir başka türünü de gerçekleştirmekten uzak kalmamıştır. Birinci Dünya Savaşı sonrasında,  Sovyetler birliği olarak bütün Atom denemelerini Türk toprakları üzerinde gerçekleştiren Rusya,  böylece Türk boylarını Nükleer bir ölüme sürükleyerek soykırım suçunun farklı bir örneğini de gündeme getirmiştir. Rusya Federasyonu içinde varlığını sürdürmekte olan Türk Cumhuriyetlerinin hepsine karşı ikinci sınıf insan muamelesi yürütülürken,  Komünizmin getirmiş olduğu baskıcı faşist uygulamaların bütün kurbanları Türkler arasında çıkmıştır. İdil, Ural halklarıyla beraber Kafkasya Müslümanları da,  Türklere karşı kararlı bir biçimde uygulanan faşizmin kurbanları olmuşlardır. 
Asya kökenli Türk toplulukları bu büyük kıtanın her bölgesinde toplu katliamların ve soykırım uygulamalarının kurbanları olmaktan kurtulamamışlardır. Tarihte çok büyük devletleri bu büyük kıtanın çeşitli bölgelerinde kurmuş olan Türkler,  daha sonraki dönemlerde varlıklarını Rusya ya da Çin gibi bir büyük devlet yapılanmasının çatısı altında güvence altına alamadıklarından dolayı,  her dönemde ve her bölgede toplu katliamların hedefi olmuşlardır. Zamanla çöken ve yıkılan Türk devletlerinin kalıntısı olarak belirli bölgelerde yaşamlarını sürdürme mücadelesi veren Türkler,  daha sonraki aşamalarda ortaya çıkan başka büyük devletlerin hedefi olmaktan kurtulamamışlar ve bu yüzden de sürekli bir soykırım mağduru konumunda kalmışlardır. Atlas Okyanusundan Pasifik okyanusuna kadar uzanan çok geniş bölgede tarihin her döneminde çeşitli devletler kurmuş olan Türkler,   zamanla yıkılan devletlerinin altında kalmışlar ve daha sonra da çöken devletlerin yerini alan yeni devlet yapılanmalarının soykırım saldırılarına maruz kalmışlardır. Asya’daki büyük imparatorluklarını kaybeden Türkler,  yirminci yüzyıla doğru Rusya, Çin ve Hindistan üçgeninde birçok savaş ya da sıcak çatışmanın tarafı olmağa doğru yönlendirilmişler ve bunların sonucunda da çeşitli soykırım girişimleri Türklere dayatılmıştır. On dokuzuncu ve yirminci yüzyıl tarihi incelendiğinde bu gibi birçok olumsuz gelişmenin birbirini izleyerek tarih sahnesine geldiği görülmektedir. Doğu Türkistan’da Çinlilerin Türklere karşı uyguladığı sistemli ve sürekli soykırım girişimlerinin benzerlerinin Ruslar tarafından Kafkasya Türklerine karşı uygulandığı görülmekte,  Doğu Türkistan ile Azerbaycan birbirine benzer bir tür olayların fazlasıyla görüldüğü ülkeler olarak öne çıkmaktadır. Çinliler sistemli bir kürtaj siyaseti ile Uygur Türklerinin önünü kesmeğe çalışırken,  bölgede Türk asıllı nüfusun yarısını yok edebilmekte,  Ruslar ise İdil-Ural bölgesi ile beraber Kırım ve Kafkasya’daki Türklerin varlığına kesin olarak son vermek üzere,   her zaman askeri seferler düzenleyerek sistematik yok etme operasyonlarını Türklerin soyunu yok etme doğrultusunda kararlı bir çizgide sürdürmüşlerdir. 
Büyük Selçuklu İmparatorluğunun ön Asya’ya taşıdığı Türk toplulukları ise,  Osmanlı İmparatorluğu döneminde yaşamlarını güvence altında sürdürebilmişlerdir. Ne var ki,  imparatorluğun cihan savaşı sonrasında ortadan kalkması üzerine merkezi alana gelen İngiliz ve Fransız ordularının kararlı saldırıları ile karşılaşmışlar ve bu yüzden birçok Orta Doğu ülkesinde Türklere karşı kararlı soykırım girişimleri gündeme getirilmiştir. İngilizler Irak’ta ve Mısır’da, Fransızlar Suriye’de ve Lübnan’da, İtalyanlar Libya’da Türk topluluklarını yok etme yoluna gitmişlere, böylece eski Osmanlı İmparatorluğunun son kalan kalıntılarını da ortadan kaldırarak,  işgal ettikleri ülkelerde daha mutlak bir sömürgeci düzen kurmağa çaba göstermişlerdir. Savaş yıllarında İran’da da çeşitli karışıklar ve isyanların çıkması nedeniyle,  İran’da ülkesinde yaşamakta olan bazı Türk topluluklarına karşı soykırım denebilecek bazı toplu yok etme operasyonlarını gündeme getirebilmiştir. İran nüfusunun büyük çoğunluğunun Türk asıllı olması yüzünden,   bu devletin yönetiminde Türklere karşı büyük bir güvensizlik yaratmış ve bu yüzden gündeme gelen olumsuz duygular,  Türk topluluklarına karşı yok edici bazı olumsuz uygulamaları öne çıkarmıştır. İran’daki olaylara benzeyen bazı girişimlerin daha sonraki dönemde Afganistan’da,  Pakistan’da ve diğer Asya ülkelerinde de zaman zaman ortaya çıktığı görülmüş ve böylece Türkler çeşitli Asya ülkelerinin istenmeyen adamları haline getirilmişlerdir. Bölge devletleri arasındaki çekişmeler ya da sınır anlaşmazlıkları sırasında Türk asıllı toplulukların öne çıkarılarak kullanıldığı görülmüş ve bu yüzden de karşı devletler tarafından Türk toplulukları saldırılar ve toplu katliamların mağdurları olma durumuna sürüklenmişlerdir. Bir büyük Türk devletinin eksikliği yüzünden,   Asya’nın çeşitli bölgelerinde tarihteki Türk devletlerinin uzantısı olarak kalan Türk toplulukları her zaman için saldırı ve katliamların hedef haline gelmekten kurtulamamışlardır. Asya’daki bu olumsuz durum,   eski Osmanlı hinterlandı üzerinden ön Asya ve merkezi coğrafyaya da yayılmıştır. 
Türklere yönelen soykırım suçlarının en önemlisi Hocalı katliamıdır. Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında yeni bir dünya düzenine doğru yerküre yol alırken,  birden beklenmedik bir biçimde Azerbaycan’ın Hocalı bölgesinde bir köy basılarak üç yüze yakın köylü insan bir gecede öldürülmüş ve beş yüzden fazla insan da yaralanmıştır.  Ruslar tarafından silahlandırılmış Ermeni çetelerinin Hocalı köyünü basmasıyla gerçekleşen bu olay sonrasında küçük Ermenistan devleti kendisinden beş kat daha büyük bir devlet olan Azerbaycan Cumhuriyetinin topraklarının yüzde yirmisini işgal etmiştir. İki devlet arasında geçmişten gelen bir büyük sorun olan Karabağ yüzünden sürüp giden çatışma ortamında küçücük Ermenistan’ın Azerbaycan’a böylesine bir saldırıya kalkışmasında,  bölgedeki Türk nüfus çoğunluğundan rahatsız olan Rusya, Fransa, ABD ve İsrail gibi devletlerin de payı olduğu daha sonra görülmüş ve bu batılı emperyal devletlerin gelecekte bir Hazar bölgesi hegemonyası için küçük Ermenistan’ın arkasında olduğu ortaya çıkmıştır. Koskoca bir Türk ve Müslüman köyünü haritadan silen bu büyük soykırım olayında dünya kamuoyu ayağa kalkmış ama Ermenistan üzerinden bölge politikası yürüten batılı Hristiyan emperyal devletlerin araya girmesiyle beraber Ermenilerin Türklere karşı uygulamış olduğu en büyük soykırım olayı olan Hocalı katliamı karşılıksız kalmıştır. Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun almış olduğu beş ayrı karar ile soykırım suçu olduğu belgelenen Hocalı katliamının daha sonraki dönemde cezasız kalması insanlık açısından son derece düşündürücüdür. Bosna, Ruanda, Vietnam gibi ülkelerde yaşanan kitlesel soykırım suçlarında uluslararası mahkemeler kurulurken,  Hocalı soykırım suçu için bir mahkeme kurulmaması gene batı dünyasının Hristiyan kimliği nedeniyle açıklanmağa çalışılmış ve böylece insan hakları sorunlarında her zaman olduğu gibi gene çifte standartlı bir olumsuz durum yaşanmıştır. Uluslararası ceza mahkemesine bile gidilememiş,  Hocalı köyünü haritadan silen Ermeni çetelerine,  insanlık suçu yüzünden ceza verilememiştir. Karabağ bölgesi ile beraber Azerbaycan’ın beşte birini de Ermeni işgaline terk eden batı dünyası,  Azeri Türklerinin başına gelen bu büyük faciada gereken ilgiyi göstermeyerek dünya kamuoyunun vicdanının kanamasına neden olmuştur. 
Gelecekte Büyük İsrail’in uzantısı olarak Büyük Kürdistan ve Büyük Ermenistan devletlerini birbirlerine bağlı olarak Orta Doğu bölgesinden Hazar bölgesine bir köprü kurmak üzere oluşturmak isteyen Batılı emperyalist ve Siyonist güçler hem Türkiye hem de Azerbaycan Türklerine yönelen çeşitli soykırım girişimlerinin dolaylı ya da açık destekçileri olmuşlardır. Hocalı katliamını görmezden gelenler daha sonraki dönemlerde “Hepimiz Ermeni’yiz “ diyerek Türkiye’de de Ermenistan’dan yana bir ortam yaratmağa çaba göstermişler, kardeş Azerbaycan’ın başına gelen bu büyük felaket ile ilgili olarak hiçbir girişimde bulunmamışlardır. Azerbaycan’da,  Hocalı katliamını görmeyenler,  bu ülkedeki haksız Ermeni işgalinin destekçisi olarak,  soykırımın yaratmış olduğu olumsuz ortamı daha da derinleştirmişlerdir. Karabağ’ı Ermenistan’a bağlayarak büyük Ermenistan Projesine destek sağlayan batılı emperyalist güçler Türkiye ile Azerbaycan’ın iki kardeş ülke olarak birleşmelerini önlemeğe çalışmışlar ve bu doğrultuda iki kardeşi devletin birbirinden uzak kalması için ellerinden gelen her yolu denemişlerdir. “Hepimiz Ermeni’yiz“ diyen batılı güçler ve onların yerli işbirlikçileri Azerbaycan’ın haklı davasına karşı çıkarak Hocalı katliamının bir çağdaş soykırım örneği olarak dünya kamuoyunun önüne gelmesini önlemişlerdir. Türklerin içinde yaşayan Türk olmayanlar ya da Türk kimliğinden uzak duranlar,   yabancı güçlerle işbirliğini açık bir Türk düşmanlığına kadar götürmüşler ve bu doğrultuda Türklere yönelen soykırım benzeri ağır insanlık suçlarının karşılıksız ve cezasız kalmasına yardımcı olmuşlardır. Uluslararası kuruluşların Birleşmiş Milletlerin üst üste almış olduğu kararlara rağmen pasif kalması ve Türklere yönelmiş olan bu büyük soykırımı önemsememeleri hala uygar olduğunu öne süren batı dünyasının ne derece çıkarcı bir emperyal düzen içerisinde olduğunu bir kez daha kanıtlamıştır. 
 Türkler olmadan tarih yazılamayacağını Batılı bilim adamları her fırsatta dile getirmektedirler. Tarihin ilk dönemlerinden bu yana Türkler tarihsel sürecin dinamik güçleri oldukları için olumlu ya da olumsuz birçok olayla karşı karşıya kalmışlardır. Batılı emperyalist güçlere karşı her zaman için doğu bölgesinin ve Türk dünyasının temsilcisi olan Türk devletleri tarih boyunca sürekli olarak savaşmak zorunda kalmışlar ve bu doğrultuda da Türk devletlerinin uzantısı olan Türk topluluklarının başına birçok soykırım ya da benzeri büyük katliam olayları gelmiştir. Yıkılan devletler sonrasında Türklerin geri çekilmek zorunda kaldığı bütün bölgelerde,  Türk varlığına son vermek isteyen birçok soykırım girişimi birbiri ardı sıra gündeme getirilmiştir. Bu yüzden Türk tarihi bir anlamda da toplu katliamların tarihidir. Dünyanın orta yerlerinde bir biri ardı sıra çeşitli devletler kurmuş olan Türklerin başına bu tür olumsuz girişimlerin gelmesi de siyasal yaşamın acımasızlığını ortaya koymaktadır. Bosna’da, Çeçenistan’da, Azerbaycan’da, Doğu Türkistan’da ve Kırgızistan’da yaşanan birçok toplu katliamlar Türklerin tarih boyunca maruz kaldığı soykırım girişimlerinin açık örnekleridir. Her katliam bir soykırım olayı olarak tarihe geçerken,  olayların geçtiği bölgelerdeki Türk topluluklarının da ya sürülmelerine ya da göçe zorlanmalarına giden yolları açmıştır. Tarihin her dönüm noktasında merkezi coğrafyaya yansıyan siyasal gelişmeler Türk topluluklarının başına çeşitli soykırım girişimlerini beraberinde getirmiştir. 
Küreselleşme sürecinde uluslararası tekelci şirketler bütün dünyaya ekonomi üzerinden egemen olmağa çalışırlarken,  ulus devletleri karşılarına almakta ve daha küçük eyalet devletçiklerine geçiş için,  ulus devletlerin çatısı altında yaşamakta olan çeşitli etnik ve kültürel toplulukları self-determinasyon üzerinden ayrılmağa ve kendi devletlerini kurmağa doğru yönlendirmektedirler. Özellikle son dönemde bu tür girişimler çok artmış ve yeni dönemde etnik çatışmaları ulus devletlerin bölünmesine doğru zorlamıştır. Bu tür bölücü ve parçalayıcı girişimler ulus devletlerin geleceğini tehdit etme noktasına geldiğinde,  var olan devletler ile etnik topluluklar karşı karşıya gelmektedir. İşte bu aşamada demokrasinin karanlık yüzü ortaya çıkmakta ve etnik çatışmaları iç savaşlara doğru sürüklemektedir. Bu durumda,  ulus devletler kendi varlıklarını koruma doğrultusunda eskiden olduğu gibi etnik temizliğe doğru zorlanmaktadırlar. İmparatorluklardan ulus devletlere geçerken yaşanan toplu katliamlar benzeri etnik temizlik meseleleri günümüzde yeniden tartışma alanına getirilmek istenmektedir. Böylesine tehlikeli bir gidiş,  yeni Yugoslavya gibi dağılma senaryolarını ortaya çıkarabilecektir. Tarih boyunca,  toplu katliamlardan ve soykırım uygulamalarından çok çekmiş olan Türkler ve Türk dünyası bir araya gelerek böylesine olumsuz bir yeni sürecin önüne geçmelidirler. Bir avuç aşırı zenginin çıkarları uğruna dünya devletleri ve halkları birbirlerini boğazlamamalıdırlar. Soykırımdan çok çekmiş olan Türkler,  bu konuda daha aktif bir tutum içerisine girerek,  kültürel haklar üzerinden kışkırtılan etnik çatışmaları önleyecek yeni bir uluslararası barış inisiyatifini devreye sokabilmelidirler. Var olan devletlerin dayanışması,  dünya halklarının kardeşliği ile daha farklı bir yenidünya düzenine barış ortamı içerisinde gidilirse o zaman,  Türkleri çok uğraştıran soykırım benzeri olayların önü kesilebilecektir. Soykırım gibi ağır bir insanlık suçunun bütün dünyadan kaldırılabilmesi için,  her türlü soykırıma karşı yeni bir barış girişiminde Türkler Türk dünyası ile birlikte öncü olabilmelidirler. Emperyalizm tarafından dünya haritasını değiştirme doğrultusunda yeniden gündeme getirilen etnik temizlik senaryoları da,  ancak böylesine bir yeni çıkış ile önlenebilecektir. Dünya zenginliklerine el koyma peşinde koşan emperyalizmin,  etnik temizlik senaryoları ile kendi planlarını gerçekleştirmesine izin verilmemelidir. Etnik temizlik senaryolarının yeniden soykırım suçlarına elverişli bir ortam yaratacağı da hiçbir zaman akıldan çıkartılmamalıdır. 

Hiç yorum yok: