Le Monde Diplomatique, Paris merkezli olarak yayınlanan ve daha çok Fransız devleti’nin dünyaya bakış açısı ile siyasal gelişmeler karşısındaki tutumunu ele aldığı, yazı ve makaleler aracılığı ile dünya kamuoyuna yansıtmaya çaba gösteren bir yayın organıdır. Özellikle, Büyük Britanya İmparatorluğu sonrasında gündeme gelen ABD-İngiltere ortaklığına dayanan Atlantik inisiyatifinin dünyayı biçimlendirmesi doğrultusunda ortaya çıkan Atlantik emperyalizmi ile birlikte, Avrupa ve Amerika’da çok etkin bir konumda olan Yahudi lobilerinin Atlantik inisiyatifini kullanarak Siyonist bir dünya planı gerçekleştirmeye çalışmaları sürecinde bir Avrupa ve Atlantik ülkesi olarak Fransa, her zaman için yeni dengeleri arayan ve diğer Atlantik ülkelerinin emperyal saldırganlıklarına karşı başka bir yol bularak sorunların aşılmasına çalışan bir batı inisiyatifi geliştirmeye çalışmıştır. Avrupa ülkesi olarak Avrupa Birliğinin öncülüğünü yaparken, Almanya’nın Avrupa kıtasının patronu konumuna gelmesi noktasında bir Atlantik ülkesi olarak da aynı zamanda Atlantik ülkeleriyle birlikteliği geliştirmeye çalışmıştır. Daha çok diplomatların ve devlet adamlarının izlediği Le Monde diplomatique isimli dergi, Fransa’nın bütün dünyaya yansıttığı farklı tutumun yansıtılmaya çalışıldığı bir ayna görevini yerine getirmektedir. Çeşitli dillerde yayınlanan bu dergi aynı zamanda aylık olarak bir de Türkçe kopya olarak basılmaktadır. Bu makalenin daha iyi anlaşılabilmesi için, ilgili röportajın yayınlandığı Le Monde Diplomatique dergisinin konumunun öncelikle belirtilmesi gerekmektedir.
Yukarıda sözü edilen derginin birkaç ay önce sonbahar aylarında yayınlanan bir nüshasında, ABD’nin Sırbistan’a askeri müdahalede bulunarak, Kosova bölgesinin ABD bayrakları altında bağımsızlık ilan etmesini sağlayan eski NATO Avrupa Müttefik Orduları komutanı Amerikalı General Wesley Clark ile son derece ilginç bir röportaj “5 yılda 7 ülkeyi ortadan kaldıracağız. Irak, Suriye, Lübnan, Libya, Somali, Sudan ve İran“ başlığı altında yayınlanmıştır. General Wesley Clark bu söyleşisinde görev yaptığı Bush dönemini değerlendirdiği gibi, içine girilmiş olan siyasal konjonktürün devamı sırasında yakın gelecekte ortaya çıkabilecek gelişmeleri de açık sözlü bir tutumla değerlendirerek, dünya kamuoyunu bazı gelişmelere karşı uyarmaktadır. Askerlerin siyasete girmesiyle ilgili konuları tartışan general, yaşanan siyasal gelişmelerde askeri durumların ortaya çıkmasına da açıklık getirmeye çalışmaktadır. Amerikan emperyalizmi için Sırbistan’ı bombalamaktan çekinmeyen bu eski NATO komutanı, Bush döneminde büyük hatalar yapıldığını, Irak ile savaşmanın yanlış olduğunu, esas savaşılacak ülkenin İran olması gerektiğini de açık yüreklilik ile, gene bu röportajında ortaya koymaktadır. Irak ile savaşmanın elle tutulur bir nedeni olmadığını, bu bölgede esas tehdit olan İran’ın hedef alınması gerektiğini Avrupa müttefik Kuvvetleri komutanı olarak Wesley Clark açıkça söylemiştir. Irak ile başlatılan siyasal karışıklık sürecinde sırasıyla, Suriye, Lübnan, Libya, Somali, Sudan ve İran’ın da devreye alınacağını ve tıpkı Irak’ın çökertilip dağıtılması gibi, diğer Orta Doğu devletlerinin de benzeri bir biçimde ortadan kaldırılacağını, geçmişte hazırlanmış olan bir bilgi notuna dayanarak açıklamıştır. ABD’nin, Irak’taki varlığını kendisi için büyük bir tehdit olarak algılayan İran’ın, Irak ile savaştırılma yolu ile on yıla yakın bir süre savaş ve bir milyondan fazla insan kaybı ile çökertilmeye çalışıldığını, Saddam Hüseyin ile Baas rejiminin ABD tarafından kaldırılmasına İran’ın dolaylı olarak destek verdiğini, geçmişten gelen büyük bir devlet birikimine sahip bulunan İran’ın, sonradan olma bir devlet olan Irak ile hiçbir zaman benzerlik göstermediğini, bölgede ABD’nin esas rakibinin İran olduğunu Wesley Clark açıklamıştır.
General Clark İran ve savaşları sırasında bölgede silah kullanan ve bombalar patlatan terörist grupların Amerika tarafından desteklendiğini açıkça ifade ederken, bölgede gerçekleştirilen gizli operasyonlara da büyük miktarda parasal destekler sağlandığını belirtmekten kaçınmamıştır. Irak savaşı sırasında bölgedeki Sünni ülkeler tarafından destek aldıklarını söyleyen eski komutan savaş sırasında Suudi Arabistan ile ABD arasında ciddi bir yakınlaşmanın ortaya çıktığını belirtmiştir. İran merkezli bir Şiilik düzeninin Orta Doğu’da yaygınlık kazanmasını önlemek üzere, Suudiler ile bir İran savaşına hazırlanmak gerektiğini, gene eski NATO komutanı dile getiriyordu. Irak’taki Sünni Baas yönetiminin çökertilmesi, Şii İran’ın önünü açıyor ve Saddam sonrasında Orta Doğu bölgesinde bir Şii düzenin kurulmasının önlenebilmesi için, Sünni Arabistan’ın Şii İran ile savaştırılması gerekiyordu. Merkezi alanda bir Atlantik hegemonyası ya da İsrail Siyonizm’i düzenlerinin kurulabilmesi için, Sünni tehdit olan Baas yönetimi sonrasında Şii tehdit olan İran’ın da önünün kesilmesi gerekiyordu. Şiiler ile Sünnilerin savaştırılmaları için, El Kaide gibi aşırı grupların devreye girmesi ve bunlar aracılığı ile oluşturulacak terör girişimlerinin bölgesel savaşı tetiklemesi isteniyordu. Orta Doğu’da başlamış olan karışıklıklar, terör ve iç savaşlar gibi olumsuz gelişmelerin batı açısından kontrol edilebilmesi için bu bölgeye yeni bir Amerikan ordusunun gönderilmesi gerekiyordu. Irak’ta savaşmanın ABD açısından büyük bir hata olduğunu öne süren komutan, parlamentonun bu doğrultuda bir karar almasının yanlışlığı düzeltemeyeceğini öne sürmektedir. Amerika’nın siyasal gücünü koruyabilmek için elinden gelen her yolu denemesi gerektiğini belirten Wesley Clark, şimdiye kadar yapılan yanlışlar yeniden tekrarlanırsa Amerikan politikasının sonunda büyük bir buzdağına çarparak batacağını söylemiştir.
Bir emperyalist devlet olarak ABD’nin, her yerde çıkarlarının bulunduğunu ve bu doğrultuda Orta Doğu petrolünden ABD’nin hiç bir zaman vazgeçemeyeceğini, petrol ve enerji kaynakları için ABD’nin bölgedeki bütün ülkelere müdahale edebileceğini, bu doğrultuda güç kullanarak bölge ülkelerinin çökertilmesine giden yolun açılabileceğini, eski NATO komutanı açıklıkla dile getirmiştir. Bütün Orta Doğu ülkelerinin batı emperyalizminin tehdidi altında bulunduğunu da itiraf etmektedir. Her ABD başkanının İsrail’e sahip çıkmasının bir ABD politikası olduğunu ve bu doğrultuda İsrail’in güvenliği için ABD’nin her şeyi yapabileceğini, Sırbistan’ın bombalandığı gibi istenirse, bütün Orta Doğu ülkelerinin ABD ve İsrail’in çıkarları doğrultusunda bombalanabileceğini, sivil insanlarının kayıplarının bile göze alınabileceğini, savaş sırasında insan kayıplarının her zaman için olabileceğini, bir dünya gücü olarak ABD savaşmaya devam ettiği sürece, Irak sonrasında bütün Orta Doğu ülkelerinin bir askeri müdahale sonrasında iç savaş yolundan çökertilebileceğini, batı ittifakının en büyük askeri gücünün eski komutanı açıkça ifade etmektedir. Sovyetler Birliğinin dağılması sonrasında, emperyal güçlerin yarattığı bir provokasyon aracılığı ile önce Körfez sonrasında da Irak savaşı yaratılmış ve böylece her iki savaş sonrasında merkezi alanda bir Amerikan hegemonya düzeni ABD ordusu aracılığı ile gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasından sonra, eski Osmanlı hinterlandı üzerinde İngiliz ve Fransızların emperyal destekle oluşturdukları devletlerin hiç birisini ciddiye almayan bir emperyalist tavır eskiden bu yana sürüp geldiği için, İsrail’i çevreleyen Orta Doğu ülkelerine benzin istasyonları adı verilmiş ve böylece bu devletlerin hiç birisi batılı ülkeler tarafından ciddiye alınmayarak, geleceğe dönük bir belirsizliğe terk edilmişlerdir. Batı Avrupa ülkeleri gibi üç yüz yıllık ulus devlet olma sürecine son derece uzak kalan eski Osmanlı ülkeleri, Birinci Dünya Savaşı sonrasında bağımsız devletler olarak tarih sahnesine çıkmışlardır ama hiçbir zaman batılı devletler tarafından ciddi muhataplar olarak kabül görmemişlerdir. Birinci Dünya Savaşı sonrası konjonktürde bağımsız devlet olma hakkını elde eden eski Osmanlı eyaletleri, bir imparatorluğun dağılmasının sonucunda tüzel kişilik kazanan bir siyasal yapılanma içerisinde gündeme gelmişler ama küreselleşme dönemi ile ortaya çıkan yeni dönemde varlıkları tartışılmıştır.
2015 yılına girerken, İsrail Ordusunun ilgili birimleri yeni yılda karşılaşılabilecek askeri ve güvenlik sorunlarını bir resmi rapor ile hazırlayarak kendi devletlerinin ilgili birimlerine aktarmaları ülkedeki gerçek durumun belirlenmesi açısından yararlı olmuştur. Merkezi coğrafyanın en önemli orta bölgesinde yer alan İsrail gibi bir devlet kendi geleceğini de tehlikeye atarak bir kaos raporu yayınlamaktan çekinmemiştir. Bu rapora göre, İslam ülkelerinde başlamış olan karışıklıklar dönemi sona ermeyecek, aksine gelecek dönemde daha da tırmanarak bütün bölgeye yayılacaktır. Irak sonrasında Suriye’de de benzeri olayların hızla tırmanarak gelişmeler göstermesi, bölgedeki diğer Arap ve İslam ülkelerini benzeri bir sürece doğru zorlamaktadır. Irak’ta olduğu gibi iç karışıklıkların başladığı bütün Arap ülkelerinde devletlerin parçalanması, aşiretler ve cemaatler üzerinden gündeme gelmektedir. Irak’ın üçe bölündüğü gibi, Suriye’nin beşe, Libya’nın üçe, Sudan ile Somalinin ikiye, Suudi Arabistan’ın ise Mekke-Medine arasında oluşturulacak bir kutsal İslam devletine yer verecek biçimde üçe, İran’ın ise yaratılacak bir karışıklık dönemi sonrasında beşe bölünebileceği bazı siyasal merkezler tarafından dile getirildiği gibi, İsrail gibi bir bölge ülkesinin yeni yıl raporunda da resmen yer alabilmektedir. İsrail istihbarat raporuna göre terör ve sıcak çatışmaların girdiği Orta Doğu ülkelerinde Irak ve Suriye benzeri parçalanma ve çöküş senaryolarının hızla devreye girebileceği öne sürülmektedir. Hamas, Hizbullah, El Kaide, El Nusra ve IŞİD gibi, dini kimlik olarak ortaya koyan terör örgütlerinin bölgesel etkinlikleri sayesinde, Orta Doğu devletlerinin çöküşleri ve parçalanmalarının daha kolay olacağı görülmektedir. Bölge ülkeleri birer birer bölünürken, İsrail giderek bütün bölgeye egemen olacak ve ABD’de bu doğrultuda Siyonist devlete arka çıkacaktır.
Arap baharı adı verilen karışıklık olayları, Tunus’ta bir seyyar satıcının kışkırtılması sonrasında dışarıdan müdahaleler üzerinden sıcak çatışma olayları, Kuzey Afrika bölgesindeki Arap ve Müslüman devletlerin içini karıştırmak üzere planlı bir biçimde tırmandırılmıştır. Küresel emperyalizmin, giderek yoksullaştırdığı bölge insanları bulundukları ülkelerdeki yaşam standartlarını zaman içerisinde yitirmek tehlikesi ile karşı karşıya kalmışlar ve bu yüzden de halk kitlelerinin ayaklandırılması girişimleri, kısa zaman dilimleri içerisinde son derece başarılı gelişmeler göstermiştir. Orta Doğu bölgesinde eski Osmanlı ülkelerini terör üzerinden iç savaşlara doğru yönlendiremeyen batılı emperyalistler, Akdeniz ülkelerini karıştırarak bir Arap baharı senaryosu ile amaçlarına ulaşabilmenin yollarını aramışlardır. Irak savaşı sonrasında gündeme gelen dünya ekonomik krizi uluslararası kuruluşlar aracılığı ile Avrupa ülkelerine doğru paslanınca, Avrupa kıtasının güneyinde yer alan ülkeler zamanla ekonomik krizlere sürüklenmişlerdir. Akdeniz’deki Avrupa ülkeleri çalkalanırken, Akdeniz’in güneyinde yer alan Müslüman ülkeler de Arap baharı adı altındaki provakasyon hareketleri ile ayaklandırılmaya çalışılmıştır. Bu gibi girişimlerin sonucunda Tunus’ta neoliberal ılımlı İslamcı bir hareket iktidara gelerek, bu ülkenin sömürge yapısını perçinlemiştir. Kırk yıllık Kaddafi iktidarına ise ABD-İsrail ikilisinin girişimleri son vermiş ve bu eski Osmanlı ülkesi de, İngiltere, Fransa ve Almanya arasında bölüşülen bir yeni sömürgeleşme sürecinin kurbanı konumuna düşürülmüştür. Mısır’da ise İsrail’in kontrolü altındaki bazı terörist grupların Kıptilerin kutsal yerlerini bombalamaları sonrasında büyük karışıklık hareketleri tırmandırılmış ve bunların sonucunda da Müslüman kardeşlerin bir İslami demokrasi arayışına son verilerek, dıştan destekli bir askeri darbe rejimi emperyalizmin isteklerine uygun bir tarzda devreye girmiştir. Böylece Orta Doğu ülkelerinin yanına kuzey Afrika ülkeleri de eklenince, geleceğe dönük bir yeni yapılanma genişletilmiş Büyük Orta Doğu ve Kuzey Afrika projesi doğrultusunda öne çıkarılmıştır. ABD saldırısı ve işgali ile başlayan Körfez savaşı sonrasında Irak savaşı ile devam eden merkezi alandaki devletleri çökertme operasyonları, sonunda Suriye’ye gelmiş ve bir süre bu ülkede odaklanma yarattıktan sonra bölgedeki diğer devletlerin üzerine benzeri sıcak olaylar sıçratılmıştır.
Bir Amerikan gizli belgesine dayanarak, NATO eski komutanının beş yıl içinde yedi devletin yıkılacağını açıklaması, Orta Doğu sürecinde yeni bir boyutun ortaya çıkmasını sağlamıştır. Şimdiye kadar, Orta Doğu bölgesine demokrasi getirdiklerini, merkezi coğrafyada yaşayan Müslüman kitleleri batı dünyası gibi uygarlaştıracaklarını, merkezi alanının olduğu gibi dışa açılarak normalleştirileceğini söyleyen batılı çevrelerin ve emperyalistlerin sahtekarlıkları ve ikili tutumları eski Osmanlı coğrafyasında yer alan bütün devletlerin sonunda parçalanarak yıkılacağını dile getirmektedir. Şimdiye kadar antiemperyalist çevrelerin üzerinde ısrarla durarak dile getirdikleri hususların gerçek olduğu, batılı emperyal ülkelerin dünya kamuoyunu uyutmak üzere dile getirdiği demokrasi, insan hakları ve ekonomik dışa açılma masallarının bölge ülkelerini parçalayarak küçültme operasyonunun kılıfı olarak kullanıldığını açıkça ortaya koymaktadır. Batılı politikacılar ağızlarında geveleyerek eski masallar ile bölge halklarını uyutmaya devam ederken, emperyal merkezlerin gizli orduları ile istihbarat servisleri her türlü terör ve kışkırtma operasyonları ile bölünme senaryolarını devreye sokmuşlardır. Clark’ın saydığı ülkelere bakılırsa, onun kehanetlerinin gerçekleştiğini gösteren çok hızlı gelişmeler ile karşı karşıya gelinmektedir. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte Basra körfezine gelen Amerikan ordusu, bir türlü merkezi coğrafya topraklarından çıkmamış ve her geçen gün bölgeye daha fazla nüfuz ederek, İngilizler ile Fransızların çizmiş olduğu bölge haritasının değiştirilmesi doğrultusunda siyasal gelişmeleri kendi plan ve programları doğrultusunda yönlendirmeye başlamıştır. Tarihi Mezopotamya topraklarının yer aldığı Irak’ta başlatılan olaylar. Soğuk Savaş döneminin ön hazırlıklarını da kullanarak tırmanmaya başlayınca, önce körfez savaşı ve daha sonra da Irak’ın işgal savaşı birbirini izleyerek siyasal gündeme gelmiştir. Saddam’ı kışkırtarak Kuveyt’in işgali bahanesini yaratan ABD, daha sonraki aşamada bütün Irak’ı işgal ederek, İsrail’i kurtaracak ikinci bir İsrail konumunda Kürdistan’ın fiilen kurulmasını sağlamıştır. Bir Kürt sorunu ile bölgedeki beş devletin parçalanması gündeme getirilirken, esas hedef merkezi alanda İsrail’den daha büyük bir devlet bırakmamak olarak belirlenmiştir. İki büyük dünya savaşı sonrasında kurulabilen İsrail’in tüm merkezi alana egemen olabilmesi için, bütün bölge devletlerinin parçalanması düşünülüyordu. Bu doğrultuda soğuk savaş döneminde Lübnan merkezli bir terör dalgası başlatılmış, silah tacirlerinin bölgede bütün etnik grupları silahlandırması sonrasında da terör hem etnik hem de mezhepsel boyutlarda bölge ülkelerinde tırmandırılarak, eski Osmanlı ülkelerinin uzun süreli bir kaos ortamına doğru sürüklenmeleri sağlanmaya çalışılmıştır. Irak savaşı sonrasında, bütün bölge devletlerini çökertecek düzeyde bir büyük dünya savaşı küresel güçler tarafından orta dünya ülkelerine zorla dayatılırken, demokrasi görünümlü yıkıcılık ile kültürel haklar görünümlü bölücülük, dışa açılma görünümlü yeni mandacılık ile uzlaştırılmaya çalışılıyordu. Bölgede yaşayan gayri Müslim unsurlar batılı Hristiyan devletler ile bölgedeki tek Müslüman olmayan ülke olarak İsrail’in işbirlikçiliğine yönelerek, yeni bir tür mandacılığın bölgede gelişmesinin önünü açıyorlardı. Bu doğrultuda, İsrail merkezi alana egemen olabilmek doğrultusunda kaos raporları yayınlayarak, yaşanmakta olan olayların normal gelişmeler olduğu biçiminde bir kamuoyu yaratarak, kendisine karşı gelişebilecek tepkileri önleme doğrultusunda medyayı kullanabilmenin çabası içerisine giriyordu. İsrail’i rahatsız eden büyük komşuları devlet olarak çökertilecek, ülke olarak da parçalanacaktı. Terör, alt kimlik çatışmaları ve mezhep kavgaları bu doğrultuda batılı gizli servisler tarafından kışkırtılırken, kutsal kitaplardaki kutsal savaş doğrultusunda bir üçüncü dünya savaşı da Suriye’deki karışıklıklardan yararlanılarak çıkartılmaya çalışılıyordu. İsrail’i çevreleyen Suriye, Irak, Lübnan, Ürdün, Mısır ve Arabistan gibi ülkelerin tamamının çökertilmesi ve devlet yapılarının yıkılması istenirken, kutsal kent ilan edilen Kudüs, hem İsrail’in hem de bütün bölgenin doğal başkenti olarak ilan ediliyordu. Bölge devletlerinin bir araya gelerek dayanışma içerisine girmeleri ise her aşamada önleniyordu.
İsrail sonrasında merkezi alan Büyük Orta Doğu olarak ele alınmış ve bu doğrultuda ve genişletilmiş kavramı ile bu alana hem Kuzey Afrika hem de Kafkasya üzerinden Orta Asya bölgeleri de dahil edilmeye çalışılmıştır. Eskiden Osmanlı İmparatorluğunun sınırları içerisinde yer alan bütün Kuzey Afrika ülkeleri de bu alana dahil edilince, Libya’da iç savaş çıkartılarak ve Kaddafi öldürülerek bu büyük petrol ülkesi üçe bölünerek yıkılmıştır. Daha sonraki aşamada Mısır’da meydanlara halk kitleleri toplanınca, bu büyük ülkede bir iç savaş çıkartarak Sina bölgesinde yaşayan Hristiyan Kıptilerin ayrı devlet oluşturmalarına destek verilmiştir. Libya ve Mısır’da iç savaşlar devam ederken bölgenin güneyinde yer alan Mali ve Çad Cumhuriyetlerinde zenciler ile Tuarek’lerin çatışmaları tırmandırılmış, Orta Afrika Cumhuriyetinde ise Müslümanlar ile Hristiyanlar aşiretler düzeyinde iç savaşlara doğru yönlendirilmişlerdir. Boko Haram isimli yeni yetme terör örgütü de, bölgenin en büyük ülkesi olan Nijerya’nın bölünmesi doğrultusunda Hristiyan ve Müslüman savaşlarını sürekli olarak tırmandırmış ve böylece batı emperyalizminin bölge ülkelerini parçalama senaryolarına bir terör örgütü olarak yardımcı olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu sonrasında Kuzey Afrika’ya giren İngiliz ve Fransız emperyalizmlerinin kurmuş olduğu devletleri ABD-İsrail ikilisi kontrol edebilmek açısından çok büyük görünce, bunların küçültülmesi doğal olarak gündeme gelmiş ve bu doğrultuda hem etnik hem de dinsel kökenli gruplar birbirlerine karşı kışkırtılarak, bölge ülkelerinin çökmesine ve giderek parçalanmasına giden yol açılmaya çalışılmıştır. Bugün Libya, Nijerya, Mali, Çad ve Orta Afrika Cumhuriyetlerinde devletleri çökertecek ve ülkeleri parçalayacak düzeyde iç savaşlar sürüp gitmektedir. Orta Doğu bölgesinin güneyi sayılabilecek Kuzey Afrika’da yer alan hem Sudan hem de Somali gibi ülkeler hızla parçalanmışlardır. Somali ülkesinden bir de Somaliland adı altında küçük bir ülkeyi ortaya çıkaran emperyalistler, Kızıl deniz girişinde giderek Çin’in kontrolü altına giren Somali’yi parçalayarak kendileri açısından daha büyük bir tehdidin oluşmasını önlemişlerdir. Nil nehrinin sularının doğduğu kutsal ülke olan Sudan ise, son dönemde ikiye bölünerek ortaya yapay bir ülke olarak Güney Sudan adı altında yeni bir devlet yapılanması çıkartılmıştır. Sudan’ın güneyindeki petrol sahalarına el koymak isteyen İsrail, bu büyük ülkeyi bölerek bir petrol ülkesi olarak Güney Sudan’a el koymuştur. Güney Sudan bağımsızlığını ilan ettikten sonra İsrail bu ülkede bir askeri üs tesis ederek bölgedeki su ve petrol kaynaklarının yönlendirilmesinde etkili olmaya çalışmıştır. Aynı uygulamayı daha önceleri Habeşistan Federasyonunun parçalanması sırasında Falaşaların ülkesinde gündeme getiren İsrail, önce Eritre halk kurtuluş ordusunu kurdurarak desteklemiş, bu kuruluşun silahlı mücadelesi ile Habeşistan gibi büyük bir ülkenin tek denize çıkışı olan Eritre bölgesi bu ülkeden kopartılarak bağımsız devlet yapılmış ve ertesi gün de İsrail bu küçük ülkeye gelerek, askeri bir üs kurmuş ve Eritre üzerinden bütün Kızıldeniz alanını kontrol altına almıştır. Orta Doğu’nun güneyinde yer alan Habeşistan’ın bölünmesi ile başlatılan parçalanma süreci, daha sonra Somali’nin ikiye bölünmesi ile devam etmiş ve son olarak da Sudan’ın ikiye bölünmesiyle parçalanma bölgede daha da yaygınlaştırılmıştır. Şimdi sırada Orta Afrika Cumhuriyeti ile birlikte, Nijerya, Çad, Mali ve de Cezayir’in bölünmesi gibi meselelerin olduğu görülmekte ve genişletilmiş Kuzey Afrika politikasına önümüzdeki dönemde terör üzerinden parçalanma senaryoları ile devam edileceği anlaşılmaktadır. Bölgedeki devletlerin sınırlarının yapay olduğu, sömürgeci devletlerin çıkarlarına göre sınırların çizildiği ve hiç birisinin yaşayan aşiretler ile toplumsal bir bütünlük arz etmediği gibi gerekçeler günümüzün emperyalistleri tarafından savunulmakta ve bu doğrultuda, Orta Doğu bölgesindeki terör ve kaos senaryoları kuzey Afrika bölgesine taşınılarak, devlet yıkıcılığına devam edilmek istenmektedir. Wesley Clark’ın yıkılacak ülkeler olarak ilan ettiği Libya, Somali ve Sudan aslında daha şimdiden parçalanmış ve dağılma süreci içine sürüklenmiş ülkeler olarak dünya haritasındaki yerlerini kaybetme riski ile karşı karşıya kalmışlardır.
Amerikan Genel Kurmay dergilerinde yayınlanan yeni Orta Doğu haritalarında, Suudi Arabistan’da üçe bölünen bir ülke olarak ortaya konulmakta ama bu ülke ile parasal ilişkilerini iyi sürdüren İsrail Suudi Arabistan’ın üçe bölünmesi meselesini hiç ağzına almayarak bu ortaklıktan en üst düzeyde yararlanmaya çalışmaktadır. Irak’ın üçe bölünmesi, Suriye’nin beş parçaya ayrılması, Suudi Arabistan’dan üç ayrı ülke ortaya çıkarılması, Mekke ve Medine kentlerinin tıpkı Vatikan gibi kutsal İslam devletine dönüştürülerek başına bir halife oturtulması, Filistin halkının bugünkü Ürdün bölgesine taşınması, Ürdün devletinin daha da büyütülerek bir Filistin devleti olarak Arabistan’ın Kuzey topraklarına doğru genişletilmesi, Amerikalıların gönüllerinden geçen haritalarda açıkça yer almaktadır. Gazze ile birlikte Batı Şeria ve Lübnan ülkesinin de İsrail tarafından işgal edilerek Yahudilerin merkez ülkesine dahil edilmek istenmesi , on milyonluk çekirdek Yahudi devleti ideali doğrultusunda geleceğe doğru planlanmakta ve bu doğrultuda bölge ülkelerinin de yapılandırılması çeşitli girişimler aracılığı ile zorlanmaktadır. Avrupa ve Amerika’dan sürekli olarak Yahudi nüfus transfer etmek isteyen İsrail yönetimi, on milyonluk çekirdek ülke peşinde koşarken, bölgedeki bütün devletlerde ya parçalanma, ya çökertilme ya da nüfus kaydırma gibi girişimler öne çıkartılmaktadır. Araplara karşı bir tampon ülke olarak kurulan Ürdün bir Çerkez ülkesi olmasına rağmen yeni dönemde Filistinlilerin Ürdün’e taşınmak istenmesi yüzünden, bölgedeki birkaç milyonluk Çerkez nüfus, Hazar bölgesini Rusların elinden alacak bir Çerkezistan projesi doğrultusunda kuzey Kafkasya’ya doğru kaydırılmaya çalışılmaktadır. Suriye ve Türkiye’de yaşayan Çerkez toplulukları da Rus hegemonyasına karşı oluşturulacak Çerkezistan yapılanması doğrultusunda Hazar bölgesine doğru kaydırılmaya çalışılmaktadır. Son sıcak olaylara Ürdün’ün de karıştırılmak istenmesinin sebebi bu ülkenin eski yapısının değiştirilmek istenmesidir. İngilizlerin Çerkezler ile birlikte kurduğu Ürdün devletini, İsrailliler Gazze ve Batı Şeria’dan kaydıracakları Filistinlilerin yaşayacağı yeni bir Arap devletine dönüştürmek istemektedirler.
Orta Doğunun kuzeyinde başlayan olayların diğer bölgelere doğru yayılması, yeni Orta Doğu projesinin emperyal yüzünün açık bir göstergesidir. Şimdiye kadar bölgenin kuzey ülkeleri ile uğraşılırken, Somali ve Sudan üzerinden Orta Doğu’nun güneyinde yer alan ülkeler de karışıklık senaryoları ile öne çıkmışlardır. ABD-İsrail ikilisi NATO üzerinden batının çıkarlarını öne koyarak Türkiye’nin deniz gücünü Somali bölgesinde Asya devletlerine karşı kullanmaya çalışmıştır. Türkiye Somali’de Çin’in önünü kesmeye çalışırken, Kızıldeniz’de korsanlar gezmeye başlamıştır. Daha önceleri Somali çekişmesi yüzünden Hint denizi karışırken, Somali’deki çekişmenin karşı kıyıya taşması önlenememiş ve ortaya bir de Yemen meselesi çıkartılmıştır. Soğuk savaş döneminde kuzey ve güney olarak ikiye bölünen Yemen ülkesindeki halk çoğunluğunun Şii mezhebinden olması ortaya bir Şii-Sünni çekişmesi yaratmış ve İran Şii çoğunluk ile yakından ilgilenmeye başlayınca, Yemen’e batılı ülkeler bölgedeki Sünni ülkeleri bir araya getirerek, bir koalisyon yapılanması üzerinden müdahale etmeye kalkışmıştır. Wesley Clark’ın bölünecek ülkeler listesinde yer almayan Yemen, bölgedeki Şii-Sünni çekişmesi yüzünden bir iç savaşa sürüklenmiş ve eskiden olduğu gibi gene batı ile doğu güçleri arasında kalacak bir biçimde Yemen gene doğu ve batı olarak ikiye bölünebilecektir. Son zamanların en sıcak cephesi Yemen’de açılırken, Şii-Sünni çatışması tırmandırılarak, Arabistan ve diğer bölge ülkelerinde de mezhep çatışmaları kışkırtılmaya çalışılmaktadır. Irak, Suriye, Mısır gibi bölgenin büyük ülkelerinin yeniden bir Şii-Sünni çekişmesine doğru sürüklenmesi, bölgeden kutsal kitap senaryolarına uygun bir üçüncü dünya savaşı çıkartmak için yıllardır uğraşan savaş lobilerinin işini kolaylaştıracak gibi görünmektedir. Yemen’de yönetimi şimdilik ele geçiren Husilerin arkasında Şiiliğin olması, İran’ı batının hedefi haline getirmiştir.
Orta Doğu’nun genişletilmiş haritası Kuzey Afrika’yı içine aldığı kadar İran’ın merkezinde yer aldığı Kafkasya ve Hazar bölgeleri ile birlikte, bütün Orta Asya’yı da içine almaktadır. İran bu noktada hem bir Orta Doğu hem de bir Orta Asya ülkesi olarak dünya haritası üzerinde yer almaktadır. Yemen sorununda taraf olan İran aynı zamanda bir bir Orta Asya ülkesi olduğu için , Şii-Sünni çatışması Orta Doğu üzerinden Kafkasya’ya ve Hazar bölgesine kadar yayılma riski göstermektedir. Doğu İran’ı kapsayan Belucistan’ın yarısının Pakistan’da bulunması da, İran gibi bir büyük Müslüman ülke olarak Pakistan’ı da Orta Doğu’daki çekişmeler ile karşı karşıya getirmektedir. Andrew Krepinevich isimli Amerikalı yazarın 2009 yılında New York’ta yayınlamış olduğu “Ölümcül Senaryolar “ isimli kitabının birinci bölümü Pakistan’ın çöküşü ile ilgilidir. Tıpkı Afganistan gibi eski dönemlerin jeopolitik dengelerinde oluşmuş olan Pakistan isimli büyük İslam ülkesinin, tam bu aşamada Amerikalı bir yazar tarafından çöküş ile açıklanmaya çalışılması, Wesley Clark gibilerin Amerikalı bakış açısının bu bölgedeki devletleri kalıcı görmediğini bir kez daha doğrulamaktadır. Yirmi birinci yüzyıl savaşları üzerine hazırlanmış olan bir kitapta geleceğe dönük bir askeri öngörü geliştirilmeye çalışılırken, suni bir ülke olarak Pakistan’ın çökebileceğinden bahsedilmektedir. İngilizler Afganistan’ı Ruslar ile aralarında bir tampon ülke olarak yaratırlarken, Pakistan’ı da Hindistan geri çekilirken, bu ülkenin hem küçültülmesini hem de Müslümanlar ile Hindular arasında bölgesel bir denge oluşturulmasını hedeflemişlerdir. İkinci dünya savaşı sonrasında İngilizler Hindistan’dan geri çekilirken, aynı dönemde İsrail kurulmuş ve bölgenin jeopolitik dengeleri değişmiştir.
Bir büyük İslam devleti olarak İran mezhep savaşının içine çekilirken, bütünüyle batı emperyalizmine ve İsrail Siyonizm’ine hedef olmaktadır. Yemen’de tırmanan mezhep savaşı İran’a yönelirse ve bu devlet mezhep savaşına girmek zorunda kalırsa, batıdan Kürdistan sorunu, doğudan da Belucistan meselesi ile karşı karşıya kalabilecektir. Belucistan’ın yarısının İran’da diğer yarısının da Pakistan’da yer aldığı dikkate alınırsa, İran’ın savaşa sürüklenmesi Pakistan’ı da savaşa çekecektir. ABD haritalarında bağımsız bir Belucistan’ın başkenti Gwadar kenti batının yeni petrol limanı olarak yer almakta ve bu durumda Wesley Clark’ın söylediği gibi sonunda İran’ı da hedef alarak bölünmeye doğru sürükleyecektir. İran’ın bölünmesi beraberinde bağımsız Belucistan’ı getireceği için, bu durum aynı zamanda Pakistan’ın da bölünerek çökmesi anlamına gelecektir. Pakistan’dan bağımsız bir Belucistan ortaya çıkacağı gibi ayrıca bir de Paştunistan devleti yeni bir ulusal yapılanma olarak devreye girecektir. Belucistan’ın ortaya çıkışı nasıl İran ve Pakistan’ı bölüyorsa, Paştunistan’ın doğuşu da hem Pakistan’ın hem de Afganistan’ın bölünmesini gündeme getirerek, Orta Doğu’daki etnik ve dinsel savaşları Orta Asya bölgesine doğru taşıyacaktır. Nereden bakılırsa bakılsın, Yemen üzerinden İran’ın hedef alınmasının Kafkasya ve Hazar bölgesi ile birlikte Orta Asya ülkelerini de savaşa doğru sürükleyebilecektir. İşte bu noktada iki büyük İslam ülkesi olarak İran ve Pakistan hem batı emperyalizminin hem de İsrail Siyonizm’inin hedef tahtasında yan yana durmaktadırlar. İran batıdan gelebilecek saldırılara karşı tek başına direnemezse, Pakistan ile ortak kadere sahip bir ülke olarak ikili dayanışma içine girebilir ve en önemlisi, İslam dünyasının tek atom bombasına sahip olan gücü olarak Pakistan’dan yararlanmak isteyebilir. İran’a yönelebilecek bir batı saldırısının Pakistan ile atom silahı kullanma işbirliğine gitmek gibi bir ortak İslam dayanışmasını ortaya çıkarabilir. Batı bloku, Orta Doğu’da kışkırttığı mezhep savaşı sonunda İran ile karşı karşıya gelebileceğini iyi hesap ederek hareket etmeli ve Pakistan’ın elindeki atom silahının kullanılmasıyla, bir üçüncü dünya savaşı olarak doğu batı savaşını Asya toprakları üzerinde gündeme getirmemelidir. İran’a yönelebilecek bir askeri saldırı, Pakistan ile dayanışmayı gündeme getirebileceği gibi aynı zamanda, Rusya, Çin Hindistan ve Endonezya gibi dev ülkelerin batı saldırganlığına karşı İran’ın yanında yer almalarını da sağlayabilecektir. Yemen’deki çatışmalar gerekirse, Afganistan’a kadar yayılabilecektir.
Amerikalı general beş yılda yedi devletin yıkılacağını söylerken eksik söylemiş, çünkü Yemen şimdiden bölünme aşamasına geldi, Arabistan, Mısır ve Ürdün gibi ülkelerinde yaşanmakta olan etnik ve dinsel terör sürecinde parçalanacakları açıkça görülmektedir. Yarın İran’ın savaşa girmesiyle birlikte Pakistan ve Afganistan’ın da yeni dönem savaşlarının içinde yer alacakları görülmektedir. İslam ülkelerine batılı emperyalistlerin saldırıya geçmesi ile çeşitli İslam akımları giderek aşırılığa doğru kaymakta ve bu nedenle de sadece savunma yapacaklarına, siyasal İslam ve cihat çağrıları üzerinden terörü tırmandırarak, batılı emperyalistlerin merkezi alanda geliştirmeye çalıştıkları savaş ortamının genişlemesine dolaylı olarak katkıda bulunmaktadırlar. El Kaide’den El Nusra’ya, İşid’den Boko Haram isimli örgütlere kadar bütün fundamentalist örgütler savaş lobilerine dolaylı olarak yol açmaktadırlar. Merkezi coğrafyada büyük devlet istemeyen batılı emperyalistler, Orta Doğu’nun enerji yataklarına el koyarlarken, bölge ülkelerini etnik ve dinsel farklılıklar üzerinden birbirleriyle çatıştırarak, bölge halklarının savaş saldırganlığına karşı direnmesini önlemektedirler. İran’a savunma için Atom bombası yaptırtmayan batılı emperyalistler, Pakistan’ın soğuk savaş konjonktüründe sahip olabildiği atom bombasını elinden alabilmek için de, Afganistan üzerinden savaş senaryoları ile Pakistan’ı köşeye sıkıştırmaya çalışmaktadırlar. Gelecekte batının hedef aldığı bu iki ülke emperyalizme karşı bir işbirliğine girerse o zaman bütün dünya dengelerinin değişeceğini ve batı hegemonyasını esas alan savaş senaryolarının biteceğini şimdiden görmek gerekmektedir.
Dünyanın merkezi coğrafyasında yer alan Türkiye Cumhuriyeti, yanı başındaki bütün komşuları sıcak çatışmalar ve iç savaşlar üzerinden parçalanmaya ve çökmeye doğru sürüklenirken bu gibi gelişmelerin dışında kalamayacaktır. Soğuk savaş döneminde batı ittifakı içinde yer alan Türkiye’nin bu durumunu, batılı emperyalistler merkezi alan devletleri tasfiye ederlerken her açıdan kullanmışlardır. İsrail’i koruyan İncirlik üssü yüzünden Türkiye bütün komşuları ile karşı karşıya gelmiştir. Kuzey Irak’taki Türkiye’yi bölme senaryosuna destek olan Çekiç Güç, Türkiye’yi tehdit etmesine rağmen gene Türk topraklarında konuşlandırılmıştır. Dünya konjonktürü doğrultusundaki önemli gelişmelerin yaşandığı bu bölgede kendi çıkarlarını korumasını beceremeyen bir Türkiye’nin batılı emperyalistlerin bölge plan ve senaryolarına alet olması şimdiye kadar önlenememiştir. Bu durumda, bütün bölge ülkelerine yönelen bölünme, dağılma ve parçalanma senaryolarına alet olan Türkiye’yi de aynı akıbetin beklediği söylenebilir. Batılı dostlar Türkiye’nin bütün komşularını böleceklerini açıkça ifade ederlerken, ayıp olmasın diye Türkiye’yi liste dışında tutmaktalar ama bölgedeki yıkım operasyonlarında Türkiye’nin olanaklarını tepe tepe kullanmayı iyi bilmektedirler. Soğuk savaş dönemi alışkanlıkları ile Türkiye’yi kendi planları doğrultusunda kullanmayı iyi bilen batılı emperyalistler, Türkiye’nin kendisini toparlamasına izin vermedikleri gibi, gene eskisi gibi bölge ülkelerinin parçalanmasında ve kendilerinin gelerek merkezi alana yerleşmelerinde sonuna kadar bu ülkeyi kullanmaya çalıştıkları gözlerden kaçmamaktadır. Batılılar, merkezdeki ülkeleri parçalayarak küçültürken, on ülkenin açık olarak hedefe konulduğu görülmektedir. Türkiye Cumhuriyeti ‘de bölgedeki batının tek resmi müttefiki devlet olarak hem dağılma hem de yıkılma senaryoları ile karşı karşıyadır. Türkiye bu çıkmazdan ya toparlanarak ve komşuları ile bir güvenlik örgütlenmesine giderek kurtulacaktır, ya da batı mandacısı kadroların elinde hem dağılma senaryolarına alet olacak hem de bölgede batı emperyalizminin İsrail merkezli yapılanmasında sonuna kadar kullanılarak yıkılacaktır. Sonuna kadar savaş isteyen silah ve petrol lobilerine karşı, bölge devletleri yıkılmamak üzere merkezi bir güvenlik örgütlenmesini acilen oluşturmak durumundadırlar. Orta dünyanın savaş alanı olmaktan kurtulması, merkezi bir güvenlik örgütünün kurulmasına bağlıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder