29 Ocak 2014 Çarşamba

ATATÜRK ADASI

Foca aciklarinda bulunan bu kücük adanin Ata´nin profil görünüsüne benzedigini ve adinin da Atatürk Adasi oldugunu biliyor muydunuz?

26 Ocak 2014 Pazar

ATATÜRK'ÜN EKONOMİK KALKINMA MODELİ

Atatürk'ün asker ve kumandan, devlet kurucusu ve yöneticisi, toplumsal ve siyasal önder olarak büyük dehası bütün dünya ülkelerinde kabul görmüş bulunmaktadır. Büyük Önder'in görüşleri ile ilgili araştırmalarımız, O'nun ekonomi alanında da, dehasının ışıklarını yansıtan bir ekonomik kalkınma modelini geliştirdiğini, uyguladığını ve büyük ekonomik sonuçlar aldığını göstermektedir (1) . Dünyanın ezilen uluslarına bağımsızlık konusunda verdiği büyük örnekle birlikte, dünyanın ekonomik ve toplumsal kalkınmada geri kalmış ülkelerine bir kalkınma modeli örneği de vermiştir. Bugünkü bilgilerimizle dahi bizlere ve dünyanın gelişmekte olan ülkelerine yol gösterici özellikler taşıyan bu model, toplum refahının bölgeler ve kişiler arasında dengeli dağılımı açısından türlü güçlükleri olan gelişmiş ekonomileri yönetenlere de önemli yararlar sağlayabilir. Su özellikleri ile, Atatürk'ün ekonomi politikası, uygulaması ve uygulamada aldığı sonuçlar, gelişmiş, gelişmemiş, sosyalist, kapitalist bütün ülkelerin yönetici ve uzmanlarınca önemle incelenmelidir. Bu incelemelerin dünyanın kıt doğal kaynaklarının iyi kullanılmasını sağlamak açısından insanlık yararına büyük sonuçlar vermesi beklenebilir.

ATATÜRK'ÜN EKONOMİK KALKINMA POLİTİKASININ TEMEL KAVRAMLARI.

Atatürk'ün ekonomi alanında kendinden önce öne sürülmüş ekonomik sistemlerle ilgili ideolojilerden hangisini benimsediği konusunda çok tartışma yapılmıştır. Oysa Atatürk'ü sağ veya sol ekonomik ideolojilere kapılmış ya da onları benimsemiş bir lider olarak göstermek, O'nun anısına yapılmış büyük haksızlıklardan biri olsa gerektir. O, kendi ekonomik ideolojisini zaman içinde oluşturmuş ve onu yıllarca uygulamıştır.

Bu ekonomik kalkınma modeli, sosyalist bir model değildir; kapitalist bir model de değildir; O'nun ifadesi ile "ferdiyetçi" değildir; "bolşevik" değildir. "İhtilalci sendikalist" değildir. (2) Araştırmalarımız bu kalkınma modelinin, günümüzdeki deyimlerle "demokratik düzen içinde dengeli ve hızlı bir plânlı karma ekonomi kalkınma modeli" olduğunu göstermektedir. Kendine has özellikleri ve diğerlerinden önemli farkları olan bu modeli "Kemalist Ekonomik Kalkınma Modeli" olarak adlandırıyor ve burada onun temel özelliklerini açıklamak istiyoruz.

Çağdaş anlamda bir "model" in bütün unsurlarını taşıyan Atatürk'ün ekonomi politikasının, belirli ve ölçülebilir amaçları vardır; bu amaçlara uygun araçlar vardır; araçların topluca amaçlara yöneltilmesini sağlayan bir sistem yaklaşımı vardır; ekonomik sistemin bütün alt-sistemlerle belirlenebilen ve ölçülebilen sonuçları vardır; ve bu sonuçların amaçlarla karşılaştırılmasından sonra ulaşılacak yargılara göre düzeltilmesini sağlayacak bir geri-besleme düzeni vardır. Bu özellikleri olan ekonomik kalkınma politikası ile Atatürk, askerî stratejide uyguladığı o eksiksiz "sistem yaklşımını", amaçladığı toplumsal kalkınma sisteminin bir alt sistemi olan ekonomiye de uygulamıştır.

Atatürk'ün ekonomik kalkınma amacına ulaşmak için benimseyip uyguladığı bu sistem yaklaşımının en, özlü ifadesi yine kendisine aittir :


''Şimdi arkadaşla, ekonomi hayatımızı gözden geçireğim. Derhal bildirmeliyim ki ben ekonomik hayat denince, ziraat, ticaret, sanayi faaliyetlerini ve bütün nafıa (bayındırlık) işlerini, birbirinden ayrı düşünülmesi doğru olmayan bir kül (bütün) sayarım. Bu vesile ile şunu da hatırlatayım ki, bir millete müstakil (bağımsız) hüviyet ve kıymet veren siyasi varlık makinasında, devlet fikir ve ekonomi hayat mekanizmaları, birbirlerine bağlı ve birbirlerine tâbîdirler. O kadar ki, bu cihazları birbirine uyarak aynı ahenkte çalıştırılmazsa, hükümet makinasının motris (önde gelen, sürükleyici) kuvveti israf edilmiş olur; ondan beklenen tam verim elde edilemez. Onun içindir ki, bir milletin kültür seviyesi üç sahada, devlet, fikir ve ekonomi sahalarındaki faaliyet ve başarıları neticelerinin hasılası ile ölçülür". (3)

KEMALİST EKONOMİK MODELİNİN AMAÇLARI

Atatürk'ün söz ve eylemlerinden çıkarabildiğimize göre kalkınma modelinin temel amaçları şöyle özetlenebilir :



1.Tam istihdamın,

2.Hızlı ve dengeli sermaye birikiminin,

3.Dış ödemeler dengesinin,

4.Dengeli gelir dağılımının,

5.Enflasyonsuz yüksek bir büyüme hızının,

6.Dengeli bir bölgesel kalkınmanın,

7.Özel girişim işletmelerini geliştirmenin,

8.Hızlı teknolojik gelişmenin, sağlanması, (4)

Kemalist Kalkınma Modelinin Stratejileri de şöyledir :

1. Kişisel girişim gücü korunmalı ve desteklenmelidir.

Ekonomik kalkınmanın temelinde kendi deyimiyle, ''ferdî teşebbüs ve menfaatin bulunması'' doğaldır ve bunun böylece kabul edilmesi, demokratik rejimin temel koşulu ve kalkınmayı hızlandırmanın en etkin yoludur. (5)

2. Devlet, özel girişim alanını izlemeli, denetlemeli ve temel ekonomik amaçlara yöneltmek için teşvik etmelidir.

Devletin bu denetim ve yöneltmeyi etkinleştirebilmesi için, ekonomik faaliyete, doğrudan yatırımlar yaparak katılması ve özel girişimcilere öncülük etmesi gerekir, Ancak, devletin bu tür faaliyetlerinin, kişisel girişim gücünü engelleme noktasına, getirilmesi önlenmelidir. (6)

3. Kişisel girişimin engellenmesini önlemek için Devletin doğrudan yatırımlarına ve devlet işletmesinin ekonomi içindeki rol ve önemine sınırlar çizilmesi çok önemlidir.

Bu sınırlar, ekonomik hayatın dinamizmi içinde katı ve değişmez olamaz. Hükümetlerin temel görevlerinden biri, zaman içinde bu sınırları sık sık gözden geçirerek yeniden saptamak olmalıdır. Hükümetler, bu görevi aksattıkları takdirde "Ilımlı Devletçilik Politikası", katı ve derimsiz bir "Devlet Kapitalizmi" ne dönüşecek ve ideolojik biçimler alacaktır. Bu tehlikeden kaçınabilmek için Hükümetler, devletin girişimde bulunduğu alan ve bölgeler geliştikçe, bu alan ve bölgelerde halk girişimcileri ve yöneticileri yetiştikçe, işletmelerdeki devlet mülkiyetinin halkla devredilmesini sağlamalıdır. Bu suretle halktan sağlanacak fonlarla, gelişmemiş alan ve bölgelerde yeni devlet yatırımları yapılmalıdır. Diğer deyişle, belirli işletmelerdeki devlet mülkiyeti geçici, ama "Devletçilik" sistemi kalıcı olmalıdır. (7)

4. Devlet yatırım ve işletmeleri için en uygun alanlar, alt-yapı yatırımlarıdır ve bu tür yatırımlar, devlet için en yüksek önceliğe sahip olmalıdır.

5. Devletin yatırım harcamaları yapılırken, devletin temel işlevleri ile ilgili öncelikler unutulmamalıdır.

Devletin harcamaları politikasının temelini oluşturan bu harcama öncelikleri, Atatürk tarafından yazılmış olan "Vatandaş için Medenî Bilgiler" kitabında şöyle sıralanmıştır :


1) Ülkede asayiş ve huzurun sağlanması,

2) Ulusal savunma ve Dış İşleri,

3) Ulaştırma,

4) Millî Eğitim,

5) Sağlık,

6) Sosyal Güvenlik,

7) Ziraat, ticaret, zanaate ait iktisadî işler. (8)

Görüldüğü gibi Atatürk'ün iktisadî politikasında, "İktisadî işler" devlet işlevlerinin görülmesi açısından son sırada bulunmaktadır. Bu öncelik sırasının doğal sonucu olarak devlet harcamaları, önce devletin temel işlevlerinin gerçekleştirilmesi ve ulaştırma, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik gibi alt-yapı yatırım ve hizmetlerinin gerçekleştirilmesi için yapılacak, daha sonra devlet hazinesinin harcama imkânı kalırsa iktisadî işlere harcama yapılacaktır. Devletin iktisadî işlere harcama yapabilmesi için ancak devlet bütçesi fazlalarından, devlet tekellerinin ve işletmelerinin yarattığı fonlardan ve iç ve dış borçlanmadan elde edilen harcama imkânlarından yararlanılmalıdır. Atatürk'ün çok önemli olan bu stratejisinin uygulama biçimlerinden oluşan "bütçe politikası", "maliye politikası", "para politikası", "yatırım politikası" gibi politikalar incelenirken bu konu yeniden ele alınacaktır.

6. İktisadî işler için yukarda sayılan sağlıklı kaynaklardan elde edilen fonlar da bir öncelik sırasıyla harcanmalıdır.

Bu öncelikler de şöyle sıralanmalıdır :


1) Bayındırlık,

2) Tarım ve öncelikle sulama projeleri,

3) Tanmsal endüstri,

4) Ağır sanayi,

5) Hafif sanayi, ticaret, hizmetler.

Bu öncelik sırası, halkın kendi gücüyle yapabileceği yatırımlar ile ticaret ve hizmetler alanlarına devletin fazla yatırım yapmasının gerekli olmadığını, ifade etmektedir. (9)

7. Ekonomik klakınmanın sonuçları, toplumdaki bütün kişi, grup, zümre, ya da sınıflara eşit dağıtılmalıdır.

Atatürk'ün ekonomik kalkınma stratejisinde toplumun türlü kesim ve sınıfları arasında çatışma ve zıtlaşmaların önlenmesi amacı önemli bir yer almıştır. Bu konudaki sözleri şöyledir :


''…..Bizim nazerımızda çiftçi, çoban, amele, tüccar, saaatkâr, doktor, velhasıl herhangibir içtimaî (sosyal) müessesede (kurumda) faal bir vatandaşın hak, menfaat ve hürriyeti müsavidir (eşittir). (10)

8. Ekonomi, pazar ekonomisinin kurallarına, göre işletmeli; pazarları denetlerken, yönlendirirken ve doğrudan endüstri ve ticaret işletmeleri kurup işletirken Devlet, pazar ekonomisinin kurallarına uymalıdır (11).

KEMALİST EK0NOMiK KALKINMA MODELİNİN TEMEL POLİTİKALARI

Yukarıda listesi verilen amaçlara, yine yukardaki stratejilerle ulaşabilmek için, hızlı, dengeli ve plânlı bir ekonomik kalkınma modelinin uygulamaya konması gerekmiştir. Bu tür bir ekonomik kalkınmanın uygulama araçlarından olan özel gieişim işletmeleri ile devlet işletme ve faaliyetlerinin tümü, ortak bir strateji çerçevesinde ekonomik kalkınmaya yöneltilmelidir. Atatürk'ün tayin ettiği ekonomi politikaları, böyle bir temel anlayıştan kaynaklanmıştır. Kuşkusuz Atatürk, bu politikaları, bizim şimdi böyle bütün yönleri ile yazdığımız bir tek bir metinde ve ayrıntıları ile ortaya koymamıştır. Ancak, 1922 -1938 arasında ekonomik politikalarla, ilgili söylev ve demeçleri uygulamaları ve davranış biçimleri üst üste konup incelendiğinde, insana hayranlık veren bir sistem yaklaşımı içinde, bütün politikaları çelişmez biçimde yan yana gelmekte ve ikinci Dünya Savaşı sonrasında "mazlum milletler" için ortaya konan "Kalkınma Ekonomisi" politikalarına benzer olgunlukta bir kalkınma modeli ortaya çıkmaktadır. Şimdiye kadar bu üst üste koymanın yapılmamış olması, milletimize ve diğer "mazlum milletler"e çok zaman kaybettirmiştir. Aşağıda Atatürk'ün bu temel ekonomik politikalarının temel özellikleri açıklanacaktır :

ATATÜRK'ÜN MALİYE POLİTİKASI

Yukardaki ekanomik kalkınma amaçlarına ve temel stratejilere uygun olarak Atatürk'ün maliye politikasının temel amacı, halka işkence etmeden devlet bütçesi dengesinin sağlanmasıdır. Hatâ, kurduğu yeni Türk Devletinin hızla kalkınması gerektiği için, devlet bütçelerinin, yatırımlara tahsis edilmek üzere bütçe fazlaları vermesi de sağlanmalıdır. (12) Ancak, Atatürk'ün maliye politikası'nda devlet bütçesinin açık vermesi, kesinlikle yasaktır. Bütçeler, yıl başlarında denk olarak hazırlanmalı, kesin hesaplar da denk olarak kapatılmalıdır. Yıl içinde ek ödeneklerle bütçe denkliğinin bozulmasına izin verilmemelidir. Denklik'ten anlaşılan devletin normal gelirleri (vergi gelirleri ve vergi dışı normal gelirler) ile normal devlet harcamaları (yukarda önceliklere uygun olarak tesbit edilecek devletin temel işlevleri ile ilgili hizmetler için yapılan harcamalar) arasında denkliğin sağlanmasıdır. İç ve dış borçlanmadan sağlanan devlet gelirleri ile bütçe denkliğinin sağlanması kabul edilemez. (13)

Atatürk'ün bütçe dengesi üzerinde bu ölçülere varan titizlikle durmasının temel nedeni, Devlet Hazinesi'nin yurt içinde ve yurt dışında güçlü ve güvenilir olmasını zorunlu görmesidir. O'na göre, ekonomik bağımsızlığı sağlamanın başka yolu yoktur.

Bu anlayışla ve Atatürk'ün yakın ilgisi ile yapılan 1924 - 1938 arasındaki 11 bütçenin kesin hesabı denk bağlanmış, 3'ü fazla vermiş, sadece 1'i açıkla (içinde Aşar vergisinin kaldırıldığı 1925 yılı ) kapanmıştır. (14) (EK-1).

Atatürk'ün Maliye Politikası, Devlet Hazinesi'nin yurt içinde ve dışında güçlü olması temel amacını gütmektedir. Ancak, bu amacı gerçekleştirirken vergilerin, halk için işkenceye dönüşmesi önlenmelidir. Bunun için, vergi artışlarının halkın gelir düzeyi artışları ile oranlı olması sağlanmalıdır. Çağdaş Maliye Politikası'rıın temel amacı olarak gösterilen bu ilke, Atatürk'ün konu ile ilgili bütün konuşmalarında açık ve seçik olarak ortaya çıkmaktadır. Nitekim, Atatürk döneminde halka ağır gelen ve sosyal zararları çok olan bütün vergi, resim ve harçlar kaldırılmış; onlar yerine halkın gelir düzeyine göre ayarlanabilen vergiler getirilmiştir.

Çağdaş Maliye Politikalarının, amaçları arasında, şimdi açık ve seçik olarak ortaya konmuş olan, vergilerin ekonomik etkilerinin üretimi azaltmasının önlenmesi ilkesi de Kemalist Maliye Politikasının temellerinden birldir. O'nun yönetiminde ekonomi ve özellikle üretim üzerindeki etkileri olumsuz olan hemen bütün vergi, resim ve harçlar da kaldırılmıştır. (15)

ATATÜRK'ÜN PARA POLİTİKASI

Atatürk'ün para politikasının temel amacı, devlet harcamaları ile kaynaklar arasında sürekli bir dengenin korunması suretiyle enflasyonun önlenmesidir.

Atatürk'ün enflasyon karşısındaki tutumunu en iyi ifade eden İsmet İnönü'nün şu sözlerinin burada tekrarlanmasında yarar vardır ;

''Hükümet olarak yılda iki kez ödeme yapamayacak duruma düştüğümüz olurdu. Gider konuşurdum. Birkaç milyon liralık emisyonun bizi ferahlatacağını anlatmaya çalışırdım. Bir defa bile ''evet" dedirtemedim.'' (16)

O'na göre çok muhtaç durumda bulunan halkın refahını artırmak için yatırımları hızlandırmak gerekliydi. Ancak, yatırımları hızlandırmak amacıyla, devletin sağlıklı yollardan sağladığı gelirlerden fazla harcama yapması önlenmeliydi. Bunu önleyebilmek için ,bütçe fazlası, devlet tekelleri ile işletmelerinin gelir fazlaları ile iç ve dış borçlanmadan sağlanan fonlar tutarından fazla yatırım harcaması yapılmamalıydı ve T.C. Merkez Bankası'nın emisyonu artırması (yani para basması) yolundan sağlanan kaynaklarla yatırım yapılması kesinlikle engellenmeliydi. Atatürk döneminin kaynak ve harcama rakamları ile ilgili olarak elde edilebilen bilgiler, bu ilkenin de eksiksiz uygulandığını göstermektedir. Nitekim O'nun yönetimindeki 15 yılda ortalama yıllık % 4-6 oranında reel büyüme hızı (Ek-6) elde edildiği halde enflasyon yoktur. 1929'da çeşitli nedenlerle ortaya çıkan dengesizlik, alınan tedbirlerle, 1930 yılı sonunda giderilmiştir. Türkiye'nin ilk "istikrar programı" olan 1929 istikrar programı ile devlet harcamalarının kısılması ve gelirlerinin arttırılması, yabancı ülkeler borsalarında, Türk lirası değerinin desteklenmesi yolundan O'nun deyimi ile "Millî Para Buhranı", 1930 yılı sonuna kadar kontrol altına alınmıştır, (Ek-3),

Atatürk, enflasyonun en önemli nedeni olarak T. C. Merkez Bankası'nın emisyonu arttırmasını (yani para, basmasını) görmektedir. En önemli yurt ihtiyaçları için olsa bile T. C. Merkez Bankası'ndan finansman yapılmasına, kesin olarak karşı çıkmasının temel nedeni budur. O'nun enflasyona karşı bu kesin tutumu sayesinde 1919'da Osmanlı İmparatorluğu'ndan 158 milyon TL. olarak devralınan banknot hacmi, 20 yılda (1938'e kadar) ancak % 20 oranında artmış ve 194 milyon TL'sına yükselmiştir. (Ek 2) yaklaşık % 1 oranında bir yıllık artışı ifade eden bu banknot artışı, ekonominin % 4-6 düzeyinde bir ortalama reel büyüme hızına ulaştığı bir dönemde, aslında, deflasyonist bir para politikasını ifade etmektedir.

O'na göre paranın iç değeri ile dış değeri arasında çok yakın bir ilişki vardır. Ülkede enflasyonu önlemenin temel gerekçelerinden biri de yurtdışında Türk Lirası'nın ve Hazine'nin itibarını, gücünü korumaktır. (17)

Ancak Yeni Türk Devleti Hazinesi'nin ve Türk Lirası'nın dış pazardaki gücünü ve itibarını yükseltmek kolay olmamış, "Düyun'u Umumiye'' taksitlerinin yükü ve Lozan Antlaşması'nın 1929'a kadar gümrükleri sınırlayan hükümleri Türk Lirası'nın dış değerini 1929'a kadar düşürmüş, 1929'da bu gidiş bir "Millî Para Buhranı" biçimine dönüşmüş, yani düşüş hızlanmıştır. Ancak 1929'u izleyen yıllarda alınan önlemlerle; Türk Lirası'nın İngiliz Sterling'i karşısındaki değeri 1921'de ortalama 605 kuruş iken, 1930'da 1032 kuruşa kadar düşmüş, ama 1938'de yeniden 616 kuruş düzeyine yükseltilmiştir. (Ek-2) Bu başarıda Atatürk'ün enflasyon karşısındaki tutumunun, (18) yukarda özellikleri açıklanan Maliye Politikası'nın ve aşağıda özellikleri açıklanacak "Dış Ekonomik İlişkiler Politikası" 'nın önemli etkileri vardır. Bütün bu yıllarda alınan temel ekonomik kararlarda Atatürk'ün bazı hallerde ince ayrıntılara inen müdahaleleri vardır. (Ek 2 ve 5)

Atatürk, Türk Para Piyasası'nın Türkler'in yönetiminde ve Türkler'in elinde olmasını istemiş ve ekonomiyi bu amaca ulaştırmıştır. 1930'da T.C. Merkez Bankası'nı kurarken danıştığı Dünya'nın iki ünlü Merkez Bankacısının (Almanya'yı korkunç "Weimar Enflasyonu"ndan kurtaran ve bu hizmeti nedeniyle "Mali Sihirbaz" ünvanı verilen zamanın Alman Merkez Bankası Başkanı Dr. Hjalmar Schacht ve yardımcısı Karl Müller'in) olumsuz görüşlerine rağmen Türk Emisyon Bankasını kurmuştur. (19) Bu iki ünlü Merkez Bankası uzmanı ülkemizde belirli bazı iktisadî ve mali tedbirler alınarak para istikrarının sağlanması güven altına alınmadan bir emisyon bankası'nın kurulmasını "mevsimsiz" bulmuşlardır. (20) 1930'da verilen bu raporlara göre, T.C. Merkez Bankası, gelecek 5 yılda, tedavüldeki banknotların % 30'u oranında altın, % 10'u oranında döviz mevcutları, devlet bütçesi ve dış ödemeler dengesi sağlandıktan ve ekonomi, bu mevcut ve dengeleri zaman içinde koruyacak kadar güçlendirildikten sonra kurulabilir. Bu şartlar yerine getirilmeden kurulabilecek bir Merkez Bankası, ülkede para istikrarını bozabilir ve bunun çok olumsuz sonuçları olacaktır.

Millî Para'nın Türkler'in yönetimine geçmesini isteyen Atatürk, 1930'da T.C. Merkez Bankası'nı kurmuş, bankanın hisselerini de Türk Bankaları ile devlet memurlarına dağıtmıştır. Ancak 1930'dan sonra yabancı uzmanların önerilerine uygun olarak 1931'de 6127 kilo olan, T.C. Merkez Bankası âltın mevcudunu, 1938'de 26190 kiloya ulaştırmış, Düyun-u Umumiye Borçlarının, 1933'te yapılan anlaşmaya uygun olarak ödenmesini sürdürmüş, ödemeler dengesi ile devlet bütçesi dengesini kurarak korunmasını sağlamış ve fiyat istikrarının bozmasını da kesin kararlarla önlemiştir. (21)

Atatürk'ün görüşüne göre, Türk Bankacılığı da Türk'lerin yönetiminde ve mülkiyetinde olmalıdır. O, yabancı bankaların Türkiye'de çalışmalarına karşı değildir. Ancak, Türk mevduatanın büyük çoğunluğunun yabancı bankalar elinde olmasını da uygun görmemektedir. O'na göre 1920'de % 68'i yabancı kaynaklar elinde bulunan mevduatın ancak % 32'sinin Milli Bankalar elinde bulunması uygun değildir.

Atatürk'ün Türk Bankacılığı'nı millileştirme karar ve düşüncesinin bir sonucu olarak, 1924'te kendi kurduğu T. İş Bankası da dahil olmak üzere Millî Bankalarımız, 1937'de Mevduat'ın % 81'ini elde edebilmişler, âynı yılda yabancı bankaların payının % 18'a inmesi sağlanabilmiştir. (Ek : 4) 1920-1937 yılları arasındaki dönemde 6 katına yükselmiş bankalardaki mevduat toplamı, Atatürk'ün tasarrufu teşvik yönündeki önderliğinin bir sonucu olarak, bu dönemdeki kalkınmanın finansmanında da önemli katkıda bulunmuştur.

O'na göre, enflasyona gitmeden yatırımların hızlandırılabilmesi için, halkın tasarrufa yöneltilmesi ve halk tasarruflarının büyük yatırımları gerçekleştirebilmek için birleştirilmesini sağlayan bir mali yapımın kurulması gereklidir. Atatürk'ün kararı ile başlatılan "Millî İktisat ve Tasarruf Hamlesi" ve "Yerli Mallar Haftaları" ile T.İş Bankası'nın kurulması, bu amaca yönelik uygulamalar'dır. (22)

ATATÜRK'ÜN DIŞ EKONOMİK İLİŞKİLER POLİTİKASI

Atatürk'ün dış ekonomik ilişkiler politikasının temel amacı, Türk Lirası'nın yabancı pazarlar karşısındaki değerinin düşmesini önlemek ve Türk Hazinesi'nin Uluslararası Pazarlardaki itibarını yükseltmektir. Bu amaca ulaşabilmek için; yukarıda özetlenen maliye ve para politikalarına uygun olarak dış ödemeler dengesi de sağlanmalı, yabancı devletlere karşı girişilen ödeme taahhütleri, gecikmesiz ve eksiksiz yerine getirilmelidir. O'na, göre bu ilke, tam temel koşuludur. (23)

Ödemeler Dengesi'nin temelinde Dış Ticaret Dengesi vardır. Bu denge sağlanmalı ve yatınmları hızlandırabilmek, Hazinenin altın ve döviz mevcutlarını artırabilmek ve Düyun-u Umumiye Borçlarını ödeyebilmek için Dış Ticaret Dengesi'nin "fazla"larla kapanması sağlanabilmelidir. Nitekim 1930-1937 arasındaki dönemde sürekli olarak dış ticaret fazlası sağlanmıştır (Ek 3). O'na göre toplam ithalât ve ihracat arasında denge sağlanması da yeterli değildir; ülkeler itibarile dengeye ulaşmak da, dış ticaret politikasının temel amaçlarından biri olmalıdır. Yabancı Sermaye ve Dış Borçlanmadan sağlanacak kaynaklar, ödemeler dengesinin sağlanması açısından tali önemi olan faktörlerdir. (24)

Bu amaca ulaşmak için halkı yurt içinde yerli mallar tüketimine ve bu tüketimi en düşük düzeyde tutabilmek için tasarruf yapmaya özendirmek zorunluluğu vardır. Böylece, ithalatın azalması ve yerli tüketimden ihracata yöneltilecek mal fazlalarının yaratılması ile birlikte dış ticaret dengesinin elde edilmesinde halkın katkısı sağlanabilecektir. Aynı politikanın uygulanması, yüksek yatınm harcamaları için sağlıklı (enflasyona sebep olmayan) kaynakların yaratılması amacına da yararlı olacaktır. Bunlara ek olarak, yerli tüketime özendirilen halk, bu yerli tüketim mallarının üreticilerinin canlanmasına ve büyümesine yardımcı olacaktır. Ayrıca, bu politikanın tasarrufları arttırdığı ölçüde millî bankacılık sistemi, küçük tasarrufların büyük yatırım sermayelerine dönüşmesini de sağlayabilecektir.

 ATATÜRK'ÜN YATIRIM POLİTİKASI

Atatürk'ün yatırım politikasının temel amacı, sağlam kaynaklarla finanse etmek şartıyla, en kısa zamanda ülkenin bütün faaliyet alanlarının ve bütün bölgelerinin kalkındırılmasıdır.

Yukarda özetlenmiş ekonomik kalkınma amaçları ve daha önce açıklanmış bulunan temel stratejilere uygun olarak Atatürk'ün yatırım politikasının temelinde kendi deyimi ile "ılımlı devletçilik" ilkesi vardır. 1930'dan başlayarak her fırsatta tekrarladığı ve her ekonomik girişimde hatırlattığı bu "ılımlı devletçilik" politikası devletin özel kesim işletmelerine denetleyici, yönlendirici ve teşvik edici öncülüğünü öngörmektedir. Buna ek olarak özel kesimdeki girişim, sermaye ve yönetim gücü eksiklikleri nedeniyle halkın ve kişilerin yapamadıkları ve işletme yönetemedikleri iş dalları ve bölgelerde bu öncülük işlevi, devletin doğrudan yatırım yapmasını ve yatırımla doğan işletmeyi doğrudan yönetmesini de kapsamına almaktadır. Ekonomiye temel mal ve hizmetlerin sağlanması için yukarda belirlenen stratejik önceliklere göre yapılacak alt yapı yatırımlarında devletin doğrudan işletme yönetmesi, olağan ve sürekli olabilir. Ancak, ekonomide temel mal ve hizmetlerden başka tüketim mal ve hizmetlerine duyulan halk ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla, özel kesim işletmelerinin türlü nedenlerle geliştirmediği alan ve bölgelerde üst yapı yatırımlarının doğrudan devletce yapılması ve yönetilmesi de ekonomik kalkınma amaçları için gerekli bulunacaktır. Bu tür üst-yapı mal ve hizmetleri üreten ve satan devlet işletmelerinin, piyasa ekonomisinin kurallarına göre kurulması, işletilmesi ve yönetilmesi gereklidir. (25)

Üst yapı alanında çalışan devlet işletmelerinin özel kesim işletmeleri ile kıyasıya bir rekabete girişmesi söz konusu olamaz. Bu alanlarda devletin görevi, öncülük yapmakla sınırlı olmalıdır ve hükümetlerin en önemli sorumluluk , özel kesim işletmeleri ile devlet işletmeleri arasında gelişebilecek yıkıcı bir verimsiz rekabetin gelişmesini önlemek olmalıdır. Kemalist Ekonomik Kalkınma modelinin bu özelliği, onu zamanın kalkınma modellerinden ayırmaktadır.

Bu amaca ulaşabilmek için, devletin üst-yapı mal ve hizmetleri üreten kuruluşlarının geliştikçe halka devredilmesini sağlayacak bir yöntemin uygulanması gereklidir. Devletin tüketim malı üreten üst yapı işletmelerinin çalıştığı alanlar geliştikçe bu alanlarda, halk sermayeleri biriktikçe bu alanlarda işletmeleri yönetecek yönetim yetenekleri geliştikçe, bu işletmelerin hisseleri halka, satılmalıdır. Bu hisse satışından sonra da işletmelerdeki devlet yönetimi bir süre daha sürdürülebilir; ancak, devlet bu işletmelerin tümüyle satışlarından elde edilecek fonları, gelişmemiş diğer alanlarda, ve bölgelerde yeni devlet yatırımlarının yapılması için kullanmalıdır.

Dört dengeli Kemalist Ekonomik Kalkınma Modeli'nin, en önemli dengelerinden biri, daha önce de belirtildiği gibi bu Devlet İşletmesi - Özel İşletme dengesidir. Ticarî-Sınaî türden devlet işletmelerini sonsuzlaştırmak, sonunda bütün ekonomiyi devletin elinde toplayacağı için Kemalizmin temel stratejisine uygun değildir. Devletin hiç üst-yapı yatırımı yapmaması da, ekonomik kalkınmanın sonuçlarını halka ulaştımayı geciktireceği için sakıncalıdır. Bu yüzden, bu alanda devlet-özel işletme dengesinin korunması zorurıludur.

SONUÇ

Atatürk'ün Ekonomik Kalkınma Modelinin temelinde yukarıda açıklanan dörtlü bir denge görüşü vardır. Bu dengeler, Devlet Bütçesi Dengesi, Kaynak-Harcamalar Dengesi, Dış Ödemeler Dengesi, Devlet İşletmesi-Özel İşletme Dengesi biçiminde özetlenebilir.

Ülkemize yaşanmış olan yüksek enflasyon, döviz darboğazı, işsizlik, şiddetli doktriner akımlar ve hattâ sosyal huzursuzluklar, hep bu dengelerden uzaklaşmamızın sonucunda ortaya çıkmıştır. Cumhuriyetin O'nun yönetimindeki 15 yıllık Atatürk Dönemi, ekonominin en istikrarlı hızı gelişme dönemidir.

Kemalist Ekonomik Kalkınma Modeli'nin özelliklerini Dünya'ya anlatabildiğimiz ölçüde, Dünya'nın bütün "mazlum milletleri" de O'na şükran duyacaktır.
Prof. Dr. Mustafa A. Aysan
İ.Ü. İşletme Fakültesi

23 Ocak 2014 Perşembe

KEMALIST HEYECANA YENIDEN DÖNMELIYIZ - ORHAN ÖZKAYA

Halkimiz, bugün yasamakta oldugu her alandaki cürümüslügü, yok olusu ve tasfiyeyi hak etmemektedir. Bir an önce yapilanlarin ayirdina varilarak, toparlanma kalkinma yoluna girilmeli, kurtulus günlerinin heyecanina yeniden kavusulmalidir. 80 küsur yildir Cumhuriyet´in yikilmasi icin distan ve icten yapilan her türlü saldiri, bugünkü sinir tanimaz düzeye ulasmistir. Sözde demokrasi denilen sermaye sinifi ve feodal agalik sisteminin baslangici, 1964 yili emperyalist sandik demokrasisi oyunu, ülke gündemine, dönemin aymazligi altina girdi. Iktidari ele geciren egemen sinif, diktatörlügünü kurdu ve birakmasi da beklenmezdi. 27 Mayis Ihtilali ile devrimci bir cikis yapilmak, Atatürk Cumhuriyeti´ne geri dönüs cabalariyla feodal yapi kirilarak aydinlanma süreci devam ettirilmek istendi ve bunun icin de dünyanin en iyi anayasasi ortaya kondu... Ancak emperyalist kiskactan, NATO´dan cikilmadigi icin ABD emperyalizminin agina daha korkunc boyutlarda düsüldü. Ne kadar Kemalist, cumhuriyetci, ilerici, devrimci ve solcu varsa, iki ABD darbesiyle tanklar altinda birakildi. Icerde bulunan isbirlikci hainler ve sahte, sözde Atatürkcüler tarafindan bugünkü ilimli Islam altyapisinin dösenmesi saglandi. 12 Eylül fasizmi, 12 Mart´la bitirilemeyen devrimci birikimi, antiemperyalist yapiyi yerle bir etti. Türk Ordusu adina yapildigi dayatilan bu temizlik hareketi, Atatürk´ün kurdugu ve dünyada bir esi benzeri olmayan halk ordusunu yine halkina karsi ABD adina kullandi. Bugün Ordu´nun yeniden kazanmaya calistigi Kemalist onur, antiemperyalist cizgiye dönüs ve halk yakinligi, bütün bu karanlik ortami yirtip atma savasimindan baska bir sey degildir. O nedenle Güneydogu´da emperyalist bölücü etnik teröre karsi halk destegini bütün komuta kademesiyle birlikte aramakta ve almaktadirlar. 12 Mart ve 12 Eylül fasizmi altinda ülkeyi karanligin käbusu altina alan ABD emperyalizmi, bugün düstügü küresel cikmaz ve dünyanin cok kutuplu ortaminda, Türk Ordusu´nun Kemalist cizgiye geri dönüsünün tedirginligiyle, ordumuza amansiz bir kusatma ve saldiriyla, ic hainlerle birlikte cepheden yüklenmektedir.
Bugün yasanan, sivil 12 Eylül iktidarinin sürdürülmesine ABD ve AB olanca gücüyle destek vermekte, icerdeki hainleri de Soros fonlariyla beslemektedir. Ordu, Kemalizm´e dönüsün olumlu izlerini halkiyla birlikte yasamakta ve tüm ic ve dis saldirilari oyuna gelmeden sabirla bozmaktadir. Kuruldugu günden bu yana Cumhuriyet, hicbir dönemde bu kadar caresiz, korumasiz konuma ve devlet de karsi devrimin aginda yorgun düsmemistir. Her türlü yolsuzluk, karanlik ve yabancilara boyun egme, demokrasi adi altinda halka kabul ettirilmeye calisiliyor. Halk, yoksul ve sadaka kültürüyle cok cocuklu, issiz, assiz dilenci toplum haline dönüstürülerek Banglades, Pakistan, Afganistan, Irak ve Afrika halklari düzeyinde dilencilestirilmek isteniyor. Cünkü kralliklar ya da diktatörlükler ancak bu sekilde kurulabilir ve yasayabilir. Ama bu halkin icinden bir Atatürk ciktigi unutuluyor. Iste onun icin önce kamu kurumlarindan O´nun resimleri indirtiliyor, heykellerinin de kaldirilmasi icin bilim adami kilikli kisilerle halkin nabzi yoklaniyor...
Sonuc
Ülkenin dört bir kösesinde "milli" anlayisla kurulmus fabrikalarin, "KIT"lerin, bankalarin, limanlarin, tersanelerin, savunma sanayisinin, Milli Egitimin ve tarim gibi her alandaki heyecanin yeniden baslatilmasi geciktirilmeyecek bir ivedilik kazanmistir. Aksi takdirde Cumhuriyet ve Kemalist heyecani santim santim tüketilen bir toplum yaratilmaya calisilmakta, bu kusatma isbirlikci yönetimlerle adim adim gerceklestirilmektedir. Anayasa Mahkemesi tarafindan laiklige karsi odak durumuna gelmis bir iktidarin demokratik secenegi mutlaka olmalidir. Bir de Deniz Feneri adi verilen uluslararasi yolsuzluklarla ahtapotun kollari Avrupa´ya, dünyaya uzanmakta; icerdeki kollarina ulasilamamakta olup ülke gündemi isgal edilerek emek ve zaman kaybina neden olunmaktadir. Ülke, fenerin karanliginda, yogun bakimda yasamini sürdürmemelidir. Bu, Kemalist ülkeye yakismaz. Halkimiza ve ülkeye yazik olmaktadir. Isler bu anlayisla giderse yikilip yok olacagiz. Deniz Feneri´nin kayaliklarina kafasini carparak dagilmasi gerekenlerin ayakta kalamamasi gerekir. Bu fener, ampulün devre disi kalmasina neden olacak kadar yikici ve patlayicidir. Fenerin karanliginda, yogun bakimda yasamlarini sürdürmeye calisanlarin, ülkenin yazgisina daha fazla hükmetmelerine seyirci kalinmamalidir. Cumhuriyet, etnik ve dinsel bölücülügün kusatmasi altinda bugünkü kadar güc yitirmemistir. Darbe söylemleriyle, ülkenin yazgisina sahip cikan dinamik güclerini saf disina itmeye calismak ve emperyalizmin uyguladigi psikolojik savasa destek olmak, ülkeye yapilabilecek en büyük kötülüktür. Kurdugu Yugoslavya Sosyalist Federasyonu´nun emperyalizm tarafindan parcalanacagini son günlerinde fark eden Josip Broz Tito, bu saldirilarin yine Mustafa Kemal´in ülkesinden geri püskürtülecegini acikca ifade etmekten mutluluk duymustur. Cumhuriyet´i, yeniden Atatürk dönemindeki o görkemli, örnek, önder olan konumuna ve tertemiz ellerine kavusturmak zorunda oldugumuzu unutmamaliyiz.
Orhan Özkaya Anahtar Teslimi Türkiye adli kitabinin 185, 186 ve 187 nci sayfalarindan alintidir...

13 Ocak 2014 Pazartesi

ATATÜRK'TEN SON MEKTUP


ATATÜRK'TEN SON MEKTUP


Siz beni hâlâ anlayamadınız
Ve anlamayacaksınız çağlarca da...
Hep tutturmuş "Yıl 1919, Mayıs'ın 19'u" diyorsunuz
Ve eskimiş sözlerle beni övüyor, övüyorsunuz.
Mustafa Kemal'i anlamak bu değil
Mustafa Kemal ülküsü, sadece söz değil ..



Bırakın o altın yaprağı artık
Bırakın rahat etsin anılarda şehitler.
Siz bana, neler yaptınız ondan haber verin .
Hakkından gelebildiniz mi yokluğun, sefaletin ?
Mustafa Kemal'i anlamak yerinde saymak değil
Mustafa Kemal'in ülküsü, sadece söz değil ..


Bana, muştular getirin bir dahaUygar uluslara eşit yeni buluşlardan .
Kuru söz değil, iş istiyorum sizden anladınız mı ?
Uzaya Türk adını Atatürk kapsülüyle yazdınız mı ?
Mustafa Kemal'i anlamak avunmak değilMustafa Kemal ülküsü, sadece söz değil ..


Hâlâ, o, acıklı ağıtlar dudaklarınızda
Hâlâ oturmuş, 10 Kasımlarda bana ağlıyorsunuz .
Uyanın artık diyorum, uyanın, uyanın !
Uluslar, fethine çıkıyor, uzak dünyaların .
Mustafa Kemal'i anlamak göz boyamak değil
Mustafa Kemal ülküsü, sadece söz değil ..



Beni seviyorsanız eğer ve anlıyorsanız
Laboratuvarlarda sabahlayın, kahvelerde değil .
Bilim ağartsın saçlarınızı, kitaplar .
Ancak, böyle aydınlanır o sonsuz karanlıklar.
Mustafa Kemal'i anlamak ağlamak değil
Mustafa Kemal ülküsü, sadece söz değil ..



Demokrasiyi getirmiştim size, özgürlüğü
Görüyorum ki, hâlâ aynı yerdesiniz, hiç ilerlememiş
Birbirinize düşmüşsünüz, halka eğilmek dururken .
Hani köylerde ışık, hani bolluk, hani kaygısız gülen ?
Mustafa Kemal'i anlamak itişmek değil
Mustafa Kemal ülküsü, sadece söz değil ..



Arayı kapatmanızı istiyorum uygar uluslarla
Bilime, sanata varılmaz rezil dalkavuklarla .
Bu vatan, bu canım vatan, sizden çalışmak ister
Paydos övünmeye, paydos avunmaya, yeter, yeter !
Mustafa Kemal'i anlamak aldatmak değil
Mustafa Kemal ülküsü, sadece söz değil ...


~ Halim YAĞCIOĞLU ~

11 Ocak 2014 Cumartesi

SÖZLERİ AĞLATIR MÜZİĞİ OYNATIR - NEZAHAT GÖCMEN yazisi

SÖZLERİ AĞLATIR MÜZİĞİ OYNATIR
Doğduğum büyüdüğüm yer, memleketim… Anılarımla birlikte astral gezi yaptığım tek yer…
Yolları büklüm büklümdür, Ankara´nın.
Düğün, bir çiftin en mutlu olduğu gece. Hayat döngüsünün en eğlenceli kesiti.  Özel Bir gece,  güzel bir gün. Tüm eş, dost, akrabalar gelmiş, bu mutlu anı paylaşıyorlar. Az sonra başlayacak asıl eğlence. Gelin süslenmiş, ışıl ışıl, başlıyor oynamaya. Damat desen takmış takıştırmış,  gelinin karşısında adeta sarhoş.  Ankaralı Coşkun’a eşlik ediyor.” Ne zaman sarhoş oldun da kaldıramıyon kolları…” Ankara’nın Bağları ile başlıyorlar hayata… Gelecekleri ne olur bilinmez.
2013 yılında ülkemizde yapılan düğünlerin %94’ünde çalınmış ve bazı düğünlerde iki - üç kez tekrarlandığı da saptanmıştır. Düğünlerden sonra istemsiz bir şekilde söylendiği fark edilmiş bu türkünün.
Bu türkü çalınmazsa nikâh geçersiz mi sayılacak acaba? Medeni kanunda da yer verilsin bu türküye.
Anadolu’daki düğünlerin gözde parçasının sözlerine dikkat edildiğinde, tam bir hüzün ve kaybediş türküsü. Bir haykırış, bir nevi ağıt da denilebilir.  Uzaktakine, gidene, özlenene sesleniştir adeta. …
Eski bir anonim türkü olan,  efsane bir Ankara havası. İnsanda hem kalkıp oynama isteği yaratan hem de hüzünlerinden bir parça. Hepimizin tarzı olmamasına rağmen bir sempati oluşmuştur, bu türküye.
Aslında bu bir oyun havası değildir. “Ben sevdim eller aldı. İçimde acı kaldı.” diye devam eder türkü.  Bazen elinizle ritim tutarken gözünüzden yaş akıtabilen oldukça hüzünlü bir Ankara klasiği. Ayrıca bu türkü okunurken”… Ne zaman sarhoş oldun da kaldıramıyon kolları…” dizelerindeki sarhoş ’un okunuşu  “…zerhoş” şeklinde telaffuz edilmesi şart olan bir türkü…
Peki ya Ankara’nın gerçekten bağları var mıdır?
Şehrin içinde kalan, daha önce Karargâh Tepe olarak bilinen ve Ziraat Fakültesi içinde yer alan bağlar varmış. Papazın Bağı, papazın olmadığı, eskiden papaza ait olan bir mekân. Beton yığını binalar arasında yeşil kalmış yemyeşil bir ortam.  Ankara´da çiçekli, böcekli, ördekli bir ortam diyorsanız buyurun Papazın Bağına…
İçinde şarap bağları barındıran semt Kavaklıdere Ankara’nın bağlık mekânıymış. Yıllar önce,  Ulus semtinde evi olan Ankaralılar dinlenmek için yazları bağ evine giderlermiş.
Bir daha bir daha dinleyelim… Duyulduğu anda kollar havaya kalkıyor, haydaaa modunda ağızlar mırıldanırken parmaklar şıkırdıyor… Şıkır şıkır, fıkır fıkır.
Yaz mevsiminde, gaza basarken ön iki camı ve müziğin sesini sonuna kadar açan, cadde boyunca müzik son ses açık, camlar açık yoluna devam eden gençleri görmek sıradanlaştı.
Cep telefonlarına, kapı zillerine alarm melodisi olmuş, AŞTİ’ye indiğiniz anda, karşınıza çıkan ilk kişinin telefon melodisi olarak duyarsanız şaşırmayın.
Çok canınız sıkılınca düğün beklemenize gerek yok… Nakaratında içi kıpırdamayan insan yoktur. İlk dinleyişten sonra dile dolanan ve kafa içinde sürekli çalan bir türküyü açın başlayın birlikte söylemeye.
Tek başınıza nerede dinliyorsanız zevkle dinler, düğün havası yaşarsınız. Düğünlerde farklı din dil ve ırklardan birçok kişiyi aynı anda sahneye çıkaran bu evrensel türkümüz, Pop olarak düzenlense de Eurovision şarkı yarışmasına katılsak. İnsanlar kendi ülkelerinin bayraklarını sallayarak o coşkuyu yaşasa ve o görsel şöleni yaşatsalar bize.
Senin,  kiminle, nerede, ne zaman evleneceğin belli değil ama belli olan bir şey var ki; Düğününde Ankara’nın Bağları çalacak.
Caz uyarlaması yürekleri dağlıyor. Adını altın harflerle yazılmış olan bu türkü duygusallığın doruğunu da yaşatır.
  Ankara´da Rock müzik barlarda bile belirli bir saatten sonra çalınan, tüm düğünlerde kayıtsız olarak çalınan, tekne turlarında, kına gecelerinde, üniversite şenliklerinde ,doğum günlerinde en az bir kere dinlemek zorunda kaldığımız türküyü, bir aşığın üzüntüden göbek atışının namelerini bizlere ulaştıran emeği geçen herkese selam olsun.
Bu türkü üzerine, Ankara’da Papazın Bağında yapılabilecek bir ekinlik oluşturmak dileğiyle…
Sözleri ağlatan müziği oynatan türküyü hep birlikte Müslüm Babanın yorumu ve caz uyarlaması ile dinlemeye ne dersiniz?
 İyi dinlemeler…

http://www.youtube.com/watch?v=6pCHAgYaPkQ