1 Aralık 2013 Pazar

KÜRESELLESMENIN AGINA DÜSÜRÜLEN GÜZEL: TÜRKIYE

KÜRESELLESMENIN AGINA DÜSÜRÜLEN GÜZEL: TÜRKIYE

21. yüzyil küresellesmesi, dogrudan ulus-devletleri ve ulusal kimlikleri hedef almaktadir. 21.yüzyil küresellesme girisiminden, Türkiye acisindan günümüzde ABD´nin bütün yerküreyi icine alan küresellesme girisimi ile AB´nin simdilik belli bir cografya ile kisitli kalan küresellesme girisimini anlamak gerekmektedir.Her iki küresellesme girisimi de benzer söylemleri dillendirmekte ve Türkiye´yi ayni noktalardan vurmaktadir. Fakat, isin askeri ve ekonomik boyutu ile savas ve isgal sürecini gözönüne aldigimizda, ön plana cikan ABD küresellesmesi olmaktadir.(Atatürk Türkiye´sinin ulus-devletten federasyon yapisina gecisi ve parcalanisi konusunda emperyalist Bati´nin sehvetli bir isbirligi icersinde oldugunu ve istihbarat paylasimi ile ortak gladyo operasyonlari yaptigini burada kaydetmemiz gerekiyor. MG) Türkiye´de bazi cevrelerce ABD küresellesmesine teslimiyet, askeri ve ekonomik dayatmalarin bir geregi olarak algilanirken, AB küresellesmesi, bir medeniyet projesi olarak tanimlanmaktadir. Oysa, kendi aralarinda rekabet eden her ikisinin de sistemli bir sekilde ulus-devleti ve ulusal kimligi ortadan kaldirmaya calistigi kusku götürmez bir gercektir. AB ülkelerinin sömürgecilik  tarihindeki  yeri ve yakin dönemde Türkiye´ye dayattigi Sevr gercegi dikkate alindiginda, AB küresellesmesinin hic de kücümsenemeyecegi görülecektir. Her iki girisimin de kendi iclerinde "din", "ulus", "dil", "devlet" kavramlari cercevesinde bütünlesmeyi, homojenlesmeyi öngörürken "öteki"lere ayrismayi, bölünmeyi öngörmesi de dikkat cekicidir. Nitekim Almanya, kendi bünyesinde yasayan Türkleri, Alman vatandasi olmaya ve Alman diliyle kültürüne entegre olmaya tesvik ederken, Türkiye´deki Kürtleri, Cerkesleri, Alevileri Türkiye Cumhuriyeti Devleti yani, "Kemalist devlet"le baglarini koparmalari yönünde örgütlemekte, kiskirtmaktadir. Ayni Almanya, Türkiye´de yasayan Almanlarin haklarinin sonuna kadar korunmasini talep ederken, Türklerin AB ülkelerinde serbestce dolasmalarina razi olmamaktadir.
Ister ABD´nin askeri ve ekonomik gücü ile dayattigi küresellesme girisimi, isterse AB´nin "medeniyet projesi" diye allanip pullanan girisimi olsun, siyasi, askeri ve ekonomik alanlarda bagimsizligini 1940´li yillardan bu yana hizla kaybeden ve daha bir bagimli hale gelen Türkiye´yi her anlamda olumsuz sekilde etkilemektedir. AB´ye üyeligi, baslangicta sadece ekonomik baglamda ele alan Türkiye, günümüzde hazirladigi uyum paketleri ve ulusal programlarla kendi eliyle tek uluslu, tek dilli, tek vatanli, tek bayrakli yapisina, yani, Mustafa Kemal Atatürk ideolojisine son vermektedir. AB projesinin ABD tarafindan da sistemli bir sekilde desteklendigi gün gibi ortadadir. Hatta bu nedenle, Türkiye´nin hemen her anlamda AB ile ABD arasinda paylasildigi iddialari ciddi sekilde tartisilmaktadir. Marshall plani ile Amerikan emperyalizminin agina düsürülen Türkiye, Gümrük Birligi anlasmasi ve cikarilan uyum yasalariyla Sevr´in dayaticisi Avrupa ülkelerinin kucagina da itilmistir.
Türkiye´nin bölünme tehlikesine dogru sürüklendigini görüp de harekete gecenleri statükocu, gerici-Kemalist, soven-irkci, ice kapanmaci vs. diye damgalamaya calisanlar, ellerindeki devlet imkanlarini ve kitle iletisim araclari üstünlügünü sonuna kadar kullanmaktadirlar. Özellikle de yabanci örgütlerin (Vakif, dernek vs.) maddi ve manevi destegini arkasinda bulan bu cevre, önce ulus-devleti, ulusal kimligi acik bir sekilde tartisma konusu haline getirmis, daha sonra da üzerine toprak atar konuma gelmistir. TSK´ne yönelik iceriden ve disaridan kusatma girisimlerinin belli ölcüde netice vermis olmasi ve belli cevrelerce Türk Ordusu´nun "en degerli ihrac ürünü" ve Türkiye´nin dis borc batagindan kurtulmasiyla kredi musluklarinin acilmasinda en önemli koz olarak görülmeye baslanmasi, ulus-devletin en güclü hamisi olan TSK´ni gercek görevini yerine getirmede zorlar hale getirmistir.
ABD ve AB kaynakli girisimleri dayatan ve destekleyen cevrelerin israrla gündemde tuttuklari görüslerin basinda, ulus-devlet sisteminin (onlara göre versiyonu "Kemalist sistem"dir) alt kimlikleri yok ettigi, "sanal" bir Türk kimligini diger etnisitelere dayattigi ve bunun da demokratiklesmenin önünü tikadigi görüsü gelmektedir. ABD´nin 11 Eylül saldirisindan sonra izledigi uluscu, bütünlestirici ve "öteki"ni dislayici politikalari ile AB´nin bütün Avrupalilari, AB´nin ortak degerleri olarak sundugu Hristiyanlik ve Avrupalilik kimligi etrafinda birlestirmeyi amaclayan ve "öteki"ni kendi degerler sistemine uymaya zorlayan politikalari gözönüne getirildiginde, küresellesmenin arkasindaki güclerin Türkiye, Orta Dogu, Orta Asya, Uzak Dogu ve Güney Dogu Asya´ya yönelik bu tür dayatmalarinin neyi amacladigi daha iyi anlasilacaktir. Hedef ülkelerdeki siyasileri, sanayicileri, basin kuruluslarini ve "sivil toplum örgütleri" ni cesitli yöntemlerle etki altina alan ABD ve AB merkezli büyük gücler, gecmis dönemlerde yine kendilerinin dayattigi ekonomik ve siyasi politikalar neticesinde köseye sikismis olan hedef ülkelerin bunalim ve caresizliklerini sonuna kadar kullanmakta, Türkiye gibi güclü orduya sahip olan bazi ülkelere, ordularini, ABD ve AB´nin hizmetine sunmalari gerektigini dikte edebilmektedirler. 19. ve 20. yüzyillarda hedef ülkelerdeki etnileri ustalikla harekete gecirebilen ve herhangi bir direnis karsisinda bu etnileri besinci kol faaliyetlerinde kullanmayi basarabilen AB ülkelerinin, özellikle de Almanya´nin Türkiye´yi tehdit eden yasadisi örgütleri kollamaktaki israrini anlamk icin terör ve uluslararasi iliskiler uzmani olmaya gerek yoktur. Kabul edilmelidir ki, küresellesmenin arkasindaki gücler, her türlü besinci kol faaliyetlerinden basariyla istifade edebildikleri gibi, terör örgütlerini de taseron olarak kullanmaktan cekinmemektedirler. Olusturduklari küresel örgütlenmelerle, siyasi ve ekonomik alanlarda terör estiren bu gücler, 20. ve 21. yüzyilin en güclü silahlarindan olan demokrasi ve insan haklari emperyalizmini, hedef ülkelerin sosyolojik dokusunu bozmak icin acimasizca devreye sokmaktadirlar. Türkiye gibi, farkli etnik kökenden gelenlerin rahatkikla devletin tüm kademelerinde görev yapabildigi bir ülkeye, önce Kürt realitesinin taninmasi, ardidan da taninan realiteye her türlü haklarin verilmesi yönünde baskilar yapilmis, baskilardan önemli kazanimlar elde edilmistir. Ne yazik ki, baskilar ve yürütülen basarisiz politikalar neticesinde, Türkiye, Türklerin kan ve can pahasina elde ettigi haklarinin irili ufakli farkli etnik gruplara devredildigi bir ülke konumuna getirilmistir. Masum taleplerle baslatilan sürec, demokrasi ve insan haklari boyutunu coktan asmis, ayrilma ve ayri devlet kurma taleplerinin acik bir sekilde dillendirildigi bir noktaya gelmistir. Gelinen noktanin korkunclugu, besinci kol rolünü üstlenen siyasiler ve basin kuruluslari tarafindan halktan gizlenmekte, hakin bir bölümü de duyarsizligini israrla sürdürmektedir. Türkiye´de, önce ulus-devletin temelleri zayiflatilmis, bir süre sonra da Ankara, cok uluslu sirketlerle küresellesmeci güclerin taleplerini onaylayan bir merkez haline getirilmistir. Savunma araclarindan sistemli bir sekilde mahrum birakilan Türkiye, küresel talepleri yerine getirme telasina düserken, farkli etnik gruplar da küresel gücler sayesinde akitilan cesmeden küplerini doldurma telasi icersine girmislerdir.
Türkiye´de bir yandan alt kimlikler ön plana cikarilirken diger yandan da Türk kimligi "resmi tarih", ya da "resmi yalan" baglaminda sorgulanmaya baslanmis, toplumun tarih, kültür ve dil alanlarinda ortaya konulan gerceklere kuskuyla (sözü edilen kuskuculuk, bilimsel kuskuculuktan cok, her ne olursa olsun reddedici bir yaklasimi iceren kuskuculuktur) bakmasi saglanmak istenmistir. Mustafa Kemal Atatürk zamaninda kurulan "Türk Tarih Kurumu" ve "Türk Dil Kurumu" gibi son derece önemli kurumlar, Kemalist Türkiye´nin toplum mühendisligi ile sanal bir ulus yaratma projesinin merkezleri olarak gösterilerek yerlerine AB´nin "medeniyet projesi"ne uygun alternatif kurumlar ikame edilmeye calisilmaktadir. Alman enstitüleri ile birlikte tarihi, AB kriterleri dogrultusunda yeniden yorumlama isini yürüten "Tarih Vakfi" ile, üzerine hic de vazife olmadigi halde tarih kitaplari yazdiran TÜSIAD´i bu noktada zikretmek gerekmektedir. Evliya Celebi´nin Seyahatnamesi ile Ulubatli Hasan adindan yola cikilarak Türklerin tarihinin efsane ve yalanlarla dolu oldugu izlenimi verilmeye calisilmakta, bunun icin de küresel güclerin kompradorlugunu yapan holdinglerin cikardigi gazetelerde tarih yazilari yazan amatör ve akademik kalemler devreye sokulmaktadir.Bilinen bir gercektir ki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti´nin Türk tarihine yaklasimi, ulus-devletci bir yaklasim icermektedir. "Yeni Osmanlicilik"in ulus-devletin alternatifi olarak gündeme getirildigi ve Amerika´nin eski Osmanli cografyasina yönelik politikalariyla örtüstügü de bilinen bir husustur. Bu noktada, "Yeni Osmanlicilik" akiminin, hem etnik ve dinsel taleplerini hayata gecirmek isteyen cevrelerin hem de Türkiye Cumhuriyeti Devleti´ni ulus-devlet yapisindan uzaklastirmak isteyen küresel güclerin cikarlarina hizmet ettigini ifade etmek gerekmektedir. Mustafa Kemal Atatürk döneminin tarih yaklasimini "sanal" bir Türk kimligi ya da Türk ulusu meydana getirmeyi amaclayan irkci bir yaklasim olarak nitelendirenlerin ileri sürdükleri yaklasimlar, Türklerin tarihi daha objektif ve daha dogru sekilde ögrenmelerine hizmet etmeyi amaclamamaktadir.Unutulmamalidir ki, tarihi, küresel güclerin Türkiye´ye yönelik talepleri ve dayatmalari dogrultusunda yorumlamak isteyenlerin, Atatürk dönemindeki yaklasim hakkinda herhangi bir elestiride bulunmaya haklari olmayacaktir.
Küresellesme dalgalariyla AB kriterlerinin ulus-devleti temelinden sarstigi günümüzde, aga düsürülen Türkiye´den talep edilenler arasinda Türkcenin yaninda diger "dil" ve " lehce"lerle de egitim ve yayin yapma özgürlügünün taninmasidir. Nitekim, son düzenlemelerle bu "özgürlükler" taninmis, Türkcenin tek devlet, egitim, kültür ve yayin dili olma vasfi büyük oranda asindirilmistir. Ulus-devletin vazgecilemez niteliklerinden olan Türkcenin yaninda diger "dil" ve "lehce"lerin de taninmasi, durumu icinden cikilamaz noktaya götürmüstür. Görevi, Türk dilinin gecmisini, zenginligini ortaya koymaya, Türk dilini gelistirmeye ve korumaya yönelik calismalar yapmak olan "Türk Dil Kurumu" nun adinin da "Anadolu Dilleri Kurumu"na dönüstürülebilecegini düsünmek hic de imkansiz olmasa gerek. Daha zikrederken bile tüyleri diken diken eden muhtemel gelismelerin "Türk Tarih Kurumu" bünyesinde de gerceklesebilecegini düsünmek mümkündür. Ulus-devlet modelinden vazgecmek, Türkler aleyhine korkunc gelismelerin yasanmasi anlamina gelecektir.
Özellikle 19. yüzyilda Ingiliz liberalizminin etkisiyle hedef ülkelerde popüler hale getirilmeye calisilan "adem-i merkeziyetcilik"in yerel yönetimleri güclendirme ve Ankara´nin yetkilerini yerel yönetimlere devretme adi altinda yeniden gündeme getirilmesi "Eyalet sistemi"ne gecis icin merkezin yetkilerini yerel yönetimlere devredilmesi, yerel yönetimlerin sinirlari icinde yasayan topluluklarin dillerini, kültürlerini, inanclarini, ayrilikci hareketlerini güclendirir ve Türkiye´nin dogusu ve güneydogusundaki 1071´in de cok öncesine uzanan Türk varligini bütünüyle yok sayar bir sekilde arastirip gelistirme girisimlerini gündeme getirecektir. Bu da dogal olarak ulus-devletin ortadan kalkmasini saglayacaktir.

Sonuc
Ulus-devletlerin ortadan kaldirilmasina ve buna bagli olarak ulusal kimliklerin parcalanmasina yönelik girisimlere ve bunlarin olumsuz etkilerine, Türkiye bazinda daha pek cok örnegi vermek mümkündür. Aci olani da, yasanan sürecin Türkiye´deki siyasetci, is adami, aydin, gazeteci ve üniversite hocalarindan olusan belli cevrelerce de kayitsiz sartsiz desteklenmesidir. Yasanan sürecin Türkleri 19 Mayis 1919 öncesi sartlarina getiren sürece cok benzedigi, hatta, cok daha vahim oldugu artik gizlenemez bir gercektir. 1940´li yillardan beri izledigi siyasi, ekonomik ve kültürel politikalar sonucunda gittikce bagimli bir hale gelen Türkiye´nin önüne tek cikis yolu olarak teslimiyetin, ipini kendi eliyle cekmenin konuldugu günümüzde, Türklerin acilen köklü cözüm önerileri üretmeleri gerekmektedir.  Cözüm yollari üretmedikleri ve hizla hayata gecirmedikleri takdirde Türkleri, Sevr´in yeni versiyonu anlamina gelecek "Anadolu Federe Devleti" ya da "Anadolu Konfederasyonu"nun verilen haklarla yetinen siradan bir unsuruna dönüsme tehlikesi bekleyecektir. Gelinen nokta, Türkler acisindan hic de iyi bir nokta degildir. Fakat bu, Türkleri bütünüyle umutsuzluga sevk etmemelidir. Yasanan her büyük felaket, sikinti ve acinin yaninda düsünmeyi, hal careleri aramayi da getirmistir. Türkler, yeni yeni acilarla tanistikca ve isin sonunun yok olusa dogru gittigini gördükce, bugüne kadar sirtlarini dayadiklari ve dediklerini yerine getirdikleri sürece karinlarini doyuracaklarina inandiklari ABD ve AB´nin kendi siyasi ve ekonomik cikarlarindan baska bir sey düsünmedigini anlayacaklardir. Anladiklari andan itibaren de kendilerini kurtarmak adina diriltmeleri gereken ruhun "Kuva-yi Milliye ruhu" oldugunu bilecekler, kurtulusun Mustafa Kemal Atatürk ilke ve devrimlerine yeniden sahip cikmaktan  ve günün sartlarina göre yeniden hayata gecirmekten gectigini göreceklerdir. Türkler, baskalarinin kendi cikarlari adina "lejyoner birlikleri" olarak görmeyi arzuladiklari ordularina sahip cikmak, ordunun Türklerin geleceginin teminati olmaktan cikarilmasini engellemek durumundadirlar. Bireysel ve toplumsal bazda her alanda üzerine düsen isi layikiyla yerine getiren, dünyanin yeni sartlarini ve gerekliliklerini iyi anlayan ve bu dogrultuda donanan, toplumsal dayanisma ruhunu yeniden canlandiran, Mustafa Kemal Atatürk´ün her daim dile getirdigi iyi hasletleri yeniden kendisinde toplayan Türkler, yasanan olumsuz süreci tersine döndürerek hem kendilerinin hem de dünyanin özlemini cektigi huzur ve refah ortamini yeniden yaratabileceklerdir. Bilinmelidir ki, dünyanin bekledigi huzur, refah ve baris ortami, insanlik icin vazgecilemez olan temel degerleri bile siyasi ve ekonomik cikarlari ugruna sömürgeciligin temel araclari haline getirn, küresellesme adi altinda yerkürenin önemli bir kismini, tipki 19. yüzyilda oldugu gibi, beyaz adamin egemenlik alani haline getirmeye calisan, zenginlestikce yoksullastiran, mutlu oldukca mutsuz kilan batili unsurlar tarafindan saglanamayacaktir. Bunu ancak, tarihin daha önce de birkac kez sahit oldugu üzere, Türkler basarabileceklerdir. Özgür, bagimsiz, onurlu ve güclü bir gelecek ile bagimli, onursuz ve gücsüz bir gelecek arasinda tercih yapmak durumunda olan Türkler, eger birinci secenegi tercih edeceklerse derhal kollari sivayip calismaya baslamak zorundadirlar. Kölelesip onursuzca yasamak yerine, istiklali ve onurlu bir yasami tercih edenler icin, bikip usanmadan calismaktan baska bir yol da yoktur!
(*)Doc.Dr.Mehmet Aca - Küresellesen Dünya ve Türk Kimligi sayfa 73-85 den alinti...

Hiç yorum yok: