2 Haziran 2014 Pazartesi

Türk Cumhuriyetleri Arasında Enerji-Politik Üzerine Kurulu İşbirliği

Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından Kafkasya ve Orta Asya’da Azerbaycan, Türkmenistan, Kazakistan, Özbekistan ve Kırgızistan’ın bağımsızlıklarını kazanması şüphesiz ki en çok Türkiye’yi memnun etmiş, en çok Türkiye halkı tarafından coşkuyla karşılanmıştı. Bulunduğu stratejik konum nedeniyle Sovyetler Birliği ile batı bloğu arasındaki mücadelenin içerisinde kalmış olan Türkiye, yeni dönemle birlikte dış politika açılımının en önemli atılımlarını yeni bağımsız Türk cumhuriyetlerinin olduğu coğrafyalarda yapmıştır. “Adriyatik’ten Çin’e” ya da “Türk Yüzyılı” gibi aşırı söylemlerin de içinde bulunduğu politikalarla Türkiye’nin bölgelere yönelişi, başta başarılı olsa da daha sonra hem uluslararası gelişmeler, hem bölgesel olaylar hem de Türkiye’nin iç dinamikleri nedeniyle etkisiz hale gelmeye başlamıştır ve Türkiye, etkin ve etkili olmak istediği bu bölgelerden çekilmek zorunda kalmıştır. Fakat, Orta Asya ülkeleriyle ilişkilerin önce aksadığı sonra da durduğu Sovyet sonrası döneminden bugüne kadar,Türkiye-Azerbaycan ilişkileri güçlü bir şekilde -zaman zaman bazı sorunlar nedeniyle sekteye uğrasa da- devam etmiştir. Bu durumunun nedeni olarak pek çok unsur sayılabilse de, iki ülke arasında yabancı şirketlerin de yardımıyla oluşturulan enerji projelerinin etkisi oldukça önemlidir.



Tüm devletlerin nihai amacının gelişme ve modernleşme yoluyla güçlenme olduğu göz önünde bulundurulduğunda, enerji-politiğin giderek devletler arası ilişkilerin en önemli ayaklarından birini hatta en önemlisini oluşturduğunu söylemek doğru olacaktır. Çünkü ülkelerin, gelişmeleri ve artan nüfuslarının ihtiyaçlarına cevap vermeleri için, enerji gereksinimlerinin karşılanmasının güvence altına alınması gerekmektedir. Bugün, bazı devletler kendi ihtiyaçlarını karşılamada yeterli birincil fosil enerji rezervlerine sahipken ve ihtiyaç fazlasını ihraç ederlerken, büyük bir grup ise petrol, doğalgaz ve kömür gibi maddeleri ithal etmekte ve bir yandan da ithalata bağımlılıklarını azaltmak için de yenilenebilir enerji kaynaklarının etkin kullanımı da olmak üzere çeşitli projeler geliştirmektedirler. Bu bağlamda, ülkeler arası enerji ticareti, enerji bilgisinin ve teknolojisinin paylaşılması tarihte hiç olmadığı kadar yoğunlaşmıştır ve enerji pazarlığı üzerinden yeni ittifaklar/ düşmanlıklar oluşmaktadır.

Günümüzde, Türkiye’nin dış politika anlayışı kendisini çevreleyen bölgelerden başlamak üzere dünya genelinde etkin bir politika izlemek üzerine kuruludur. Dış politikada diplomasi, kamu diplomasisi, yumuşak güç gibi araçların da etkin şekilde kullanılması ile Türkiye bugün dünyanın pek çok yerinde adından söz ettiren bir ülke konumuna gelmiştir. Bu bağlamda Dışişleri Bakanlığı, Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA) ve Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı gibi kurumların etkin çalışmalarıyla 1990’ların ikinci yarısıyla azalan Türkiye-Kafkasya-Orta Asya Türk devletleri arasındaki ilişkiler için sağlam bir zemin oluşturulmaya başlanılmıştır. Hiç şüphesiz ki yapılan bu yoğun çalışmalar, enerjipolitik alanında atılacak adamlarla daha da anlamlı olacak ve Türk devletleri arasındaki ilişkiler, sağlam ve gelecekte zedelenmeyecek bir altyapıya kavuşacaktır.

Girişte de bahsedildiği üzere, Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından günümüze Türkiye- Azerbaycan ilişkilerinin sıcak kalmasının nedenleri araştırıldığında enerji-politiğin ülkeler arasında nasıl bir uyumlaştırıcı/yakınlaştırıcı rolü olduğu kolayca anlaşılabilmektedir. “Asrın Anlaşması” ile başlayan, ikiz boru hatları olan Bakü-Tiflis-Ceyhan Ham Petrol ve Bakü-Tiflis-Erzurum Doğalgaz Boru Hatları’nın inşasıyla somutlaşan ve Nabucco, TANAP gibi projelerle de ileriye taşınan Türkiye- Azerbaycan enerji ilişkileri, aslında bugün ve gelecekte Türkiye’nin Kafkasya ve Orta Asya’da yürütmesi gereken politikanın temelini hangi konu üzerine kurması gerektiğini ortaya koymaktadır. Daha önceki başarısız deneyimin aksine, bugün Türkiye Kafkasya ve Orta Asya’daki Türk devletlerine salt bir heyecandan uzak, gerçekçi ve söylem-eylem uyuşmasının sağlandığı politikalarla yaklaşmaktadır. Hem söz konusu devletleri korkutmadan hem de bölgesel-küresel güçlerin tepkisini çekmeden, bölgede etkili olmak Türkiye’nin birinci amacıdır ve yukarıda da sayılan kurumların etkin çalışmalarıyla Türkiye’nin barışçıl ve maceraya dayanmayan politikası muhataplara iletilmektedir. Tam da bu noktada, tüm bölgeye yarar sağlayacak bir enerji işbirliğinin eşgüdüm merkezi olma rolünü üstlenerek Türkiye, bölgenin istenilen devleti konumuna gelebilecektir. Hiç şüphesiz ki bugün dünyanın en gözde enerji merkezlerinden biri Hazar Havzası’dır. Zengin kaynaklar bulunan Hazar’ın üç kıyıdaşının Türk cumhuriyeti olması, yine Özbekistan’ın zengin yer altı kaynaklarına sahip olması, Türkiye’nin batı pazarlarına ve Kırgızistan’ın doğu pazarlarına giden önemli güzergahlarda yer alması, Türk dünyası için bir enerji işbirliği girişiminin bir an önce yapılması gerekliliğini ortaya koymaktadır.


 Türk devletlerinin arasındaki enerji ilişkilerinin düzenlenmesi için bir enstitünün kurulması önemli bir adım olacaktır. Bu enstitü bünyesinde bir araya gelecek enerji-politik uzmanları, akademisyenler ve enerji mühendisleri çalışmalarıyla hem ortak bir anlayışın oluşmasını sağlayacaklar hem de siyasi liderlerin projeler geliştirmeleri için öneriler hazırlayabileceklerdir. Ayrıca daha sonradan uluslararası bir üniversite haline getirilebilecek bu enstitü, devletler arası enerji ilişkisinin sadece ticaretten ibaret olmadığını, enerji bilgisinin ve teknolojisinin de bir paylaşım zemini olabileceğini gösterecektir.

Türkiye, Azerbaycan, Türkmenistan, Kazakistan, Özbekistan ve Kırgızistan arasındaki enerji ilişkisinin ilk adımı şüphesiz ki birincil fosil kaynaklar olan petrol ve doğalgaz alanında olacaktır. Ne yazık ki, bugün pek çok ülke rezervlerinin miktarını, üretim ve tüketimlerini farklı yansıtabilmekte ya da kendi bilgilerini oluşturmak yerine diğer devletlerin ve şirketlerin yayınladıkları raporları esas almaktadırlar. Bu bağlamda, Türkiye, Azerbaycan ve Orta Asya Türk cumhuriyetlerinin petrol, doğalgaz ve kömür rezervlerinin miktarlarının, yıllık üretim ve tüketim verilerinin bulunduğu ortak raporların hazırlanması gerekmektedir ve yapılacak çalışmalar bu somut veriler üzerinden gerçekleştirilmelidir. Ayrıca, bugün Türk Dili konuşan devletlerin büyük çoğunlukla bireysel bazda yürüttükleri petrol ve doğalgaz temelli enerji projelerinin, ortak bir politika kapsamında ve uzun vadeli sonuçların da tasarlandığı bir süreç sonucunda oluşturulması tüm taraflara faydalı olacaktır. Unutulmamalıdır ki, Nabucco projesinin uzun zamandır sürüncemede kalmasının en önemli nedenlerinden birisi de Türkiye-Türkmenistan-Azerbaycan arasında tam bir anlaşma zemininin oluşmamasıdır. Bu yüzden, sadece enerji konularının tartışıldığı bir enstitü, devletler arasında anlaşmazlık yaratacak konuları da önceden değerlendireceği için projelerin geliştirilirken tüm tarafların yararına olan esasları da belirleyecektir.

Türkiye’nin söz konusu bölgelere yönelik petrol ve doğalgaz üzerine kurulu projeleri, mevcut rezervlerle sınırlı kalmamalıdır. Bugün, ABD’nin başını çektiği dünyanın büyük ithalatçıları geleneksel olmayan yöntemlerle petrol ve doğalgaz üretmektedirler. “Yeni Petrol” üretim çalışmaları henüz yaygınlaşmasa da, kaya gazı ve sentetik doğalgaz üretimi, dünya doğalgaz piyasasını olumlu yönde etkilemeye devam etmektedir. Türkiye hem yeni yöntemlerle petrol ve doğalgaz üretimine bir an önce geçmeli, hem de bu konuda sahip olduğu bilgi ve teknolojiyi Türk cumhuriyetlerine aktarmalıdır. Bunun yanı sıra, yararlı-zararlı tartışmalarının ötesinde Türk devletleri nükleer enerji alanında da işbirliğine gitmelidir. Kazakistan başta olmak üzere, Sovyetler Birliği zamanından nükleer enerji tecrübeleri olan Türk devletleri, bugün Türkiye’nin nükleer enerji alanında anlaşmalar yaptığı Rusya, Çin ve Güney Kore gibi ülkelere eklenmelidir. Böylece hem bu devletlerdeki nükleer enerji üretimi konusundaki potansiyel açığa çıkarılabilirken, hem de Türk devletleri gelecekte nükleer enerji santrallerinin kurulması için gerekli teknolojik altyapıya kavuşabilecektir.

Günümüzde devletler, enerjipolitikalarının en önemli amaçlarından birisini kendi kendine yeterli olabilmek olarak açıklamakta ve dışa bağımlılıklarını en az seviyeye indirmeye çalışmaktadırlar. Fosil kaynaklara sahip olmayan ya da kaynakları giderek azalan, nükleer enerjiye eksi yönleri yüzünden sıcak yaklaşmayan, petrol ve doğalgaz üretmek için yeni yöntemlerin teknolojisini geliştiremeyen ülkelerin, şüphesiz ki gelecekte de enerjiye olan gereksinimleri artarak devam edecektir. Bu bağlamda, yenilenebilir enerjinin gelecekte dünyanın enerji ihtiyacını karşılamada birinci konuma geleceği pek çok otorite tarafından dile getirilmektedir ve ABD, Çin, Japonya ve Almanya gibi enerji tüketim devlerinin başını çektiği pek çok ülke güneş, rüzgar, jeotermal ve su (hidrogüç, dalga, gelgit ve hidrojen ayrıştırılması) gibi doğal ve tükenmez kaynakları, gelişmelerinde duydukları enerji ihtiyacını karşılamada daha etkin kullanabilmenin yollarını aramaktadır. Yapılan çalışmalar yenilenebilir enerji kaynaklarının, bugünkü teknolojiyle tam olarak enerji üretim ilişkilerine dahil edilemediğini göstermektedir. Tam da bu noktada Türkiye ve söz konusu Türk devletlerinin yapacakları işbirliği ile, gelecekte yenilenebilir enerji çalışmalarının merkezi konumuna gelebilme olasılığı yüksektir.

Türkiye’de merkezlenecek böyle bir çalışma ortamı, Türk dünyasından ve diğer ülkelerden katılacak bilim insanlarının araştırmalarıyla fosil yakıtlara bağımlılığın azaltılmasında öncü olabilecektir. Çünkü bugün, yenilenebilir enerji teknolojisinin geliştirilmesi faaliyetleri ülkelerin bireysel çalışmalarıyla yürütülmekte ve bu çalışmalarda bazı ülkelerin/ çok uluslu şirketlerin fosil enerji kaynaklardan elde ettikleri çıkarlarının ardında kalmaktadır. Fakat Türk devletleri arasında günümüzde oluşan anlayış ve güven ortamı, yenilenebilir enerji çalışmalarının fosil kaynakların ihraç politikalarının gerisine konulmamasını sağlayacaktır. Günümüzde Türk dış politikasının genel eğilimiyle birlikte, ülkemizin pek çok kurumu Kafkasya ve Orta Asya’da oldukça etkin faaliyetler sürdürmektedir. Yürütülen sosyal ve kültürel çalışmalar ve yapılan kalkınma yardımları, Türkiye ve bölge ülkeleri arasındaki uzun bir tarihsel arka planı olan, fakat unutulmaya yüz tutmuş pek çok bağı kamuoylarına hatırlatmakta ve böylece ülkeler arasında geliştirilecek siyasi ve ekonomik işbirliğinin zeminini hazırlamaktadır. Bu bağlamda, Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından bölgelere ilk yöneliminden sonraki yıllarda yaşadığı hayal kırıklığının tekrar yaşanmamasını, Türkiye’nin Türk cumhuriyetleriyle arasında geliştireceği somut işbirliği projelerine bağlıdır. Buradan hareketle, bugünkü sosyalkültürel faaliyetlerin ve gelişen siyasi-ekonomik ilişkilerin ”Türk Devletleri Enerji İşbirliği” gibi somut bir projeyle tamamlanması, yapılan tüm girişimlerinin kalıcı ve değerli olmasını sağlayacaktır

Kaynak: Arti90dergi com.tr - 16.09.2013

Hiç yorum yok: