20 Ocak 2016 Çarşamba

DÜNYA ZENGINLERE GÖRE DIZAYN EDILIYOR - Prof. ANIL CECEN


 Küreselleşme döneminin en önemli  siyasal  sonuçlarından birisi olarak gündeme gelen  bölücülük  hareketleri ,bütün dünya ülkelerinde ön plana geçmekte ve , bugünün  dünya haritasında yer alan  tüm devletler yıllar geçtikçe yoğun bir bölücülük tehdidi ile karşı karşıya kalmaktadır . İnsanlık yirminci yüzyıla geçerken dünyada yirmi devlet varken , yirminci yüzyılın sonlarında yirmi birinci yüzyıla geçerken iki yüz civarında devlet ortaya çıkmıştır .Birinci ve ikinci dünya savaşları sonucunda imparatorluklar ortadan kalkmış , sömürgeler tasfiye edilmiş  daha sonrada sosyalist sistem  ortadan kaldırılarak  yirminci yüzyıl içinde bu üç büyük dönüşüm sayesinde devlet sayısı on misli artarak, iki yüz civarında  yeni siyasal  yapılanmalar  üzerinden  büyük bir artış göstermiştir . Bu  gibi konularla ilgilenen bazı uzmanlar , küresel emperyalizm çağında daha da ileri giderek  insanlık için iki yüz devletin yeterli olmadığını gene geçen yüzyılda olduğu gibi devlet sayısının en az on misli artırılması gerektiğini  hiç çekinmeden ileri sürmektedirler . Onlara göre , insanlık yirmi birinci yüzyılın sonlarında artık  iki bin devlete sahip olmalıdır .
     Dünya üzerinde yeni kıtalar oluşmadığına göre , devlet sayısının  on misli artırılması geçen yüzyılda olduğu gibi var olan devletlerin bölünmesi ile sağlanarak , dünya haritası çok parçalı bir siyasal yapılanmaya doğru yönlendirilecektir . Uzaydan ya da başka gezegenlerden yeni devletler dünyaya gelmeyeceğine göre , devlet sayısının ciddi bir bölücülük faaliyeti sayesinde  en az  on misli artırılacağı anlaşılmaktadır .
              Fransız devriminin getirdiği ulusculuk akımları imparatorlukları bölünce  ve daha sonra da eski sömürgelerde dışarıdan desteklenen ulusculuk akımları aracılığı ile yeni ulus devletler dünya kıtaları üzerinde yer almaya başlayınca, var olan devlet sayısı kısa bir zaman dilimi içinde  on misli artarak yeryüzü haritası üzerinde fazlasıyla parçalı bir siyasal yapılanma  ortaya çıkmıştır . Bugün geçmişten gelen bu sürecin bir başka benzeri ısrarlı bir biçimde ve dışarıdan desteklenerek ulus devletlere yönelik bir doğrultuda  sürdürülmek istenmektedir . Ulusculuk akımları sayesinde  öne çıkan ulus devletler imparatorlukların bölünmesine yol açarken , bugün  alt kimlikçi ve etnikçi bir mikro milliyetçilik aracılığı ile var olan ulus devletler parçalanarak dünyanın her bölgesinde yeni eyalet devletçikleri oluşturulmaya çalışılmaktadır . Yerelleşme ya da yerel yönetim reformları  görünümünde gündeme getirilen yeni bölücülük akımı sayesinde , bugünün dünya haritası üzerinde yer alan ulus devletlerin  yarısından fazlası ciddi bir bölünme tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır . Özellikle alt kimliklerin kışkırtıldığı ve bunların mikromilliyetçi bir harekete yönlendirilerek , daha küçük bir ulus devlet  olmaya doğru  sürüklenmeleri ,küresel emperyalizmin kapitalist merkezleri tarafından açıkça desteklenerek ,batının dışında kalan bütün doğu ve güney ülkeleri bölünmeye  doğru  giden yolda  zorlanmaktadırlar . Ulus devletlerin dışa açılmaları teşvik edilerek ekonomik yoldan kapitalist sistemin etkisi artırılmakta ve ekonomi üzerinden ulus devletlerin parçalanmasına giden yolda ,hem etnik gruplar hem de yeni oluşturulan cemaatlar  büyük parasal olanaklar ile desteklenmektedir . Her ülkenin ekonomisi devletlerin elinden alınarak dışa açılırken , serbest piyasa üzerinden dünyanın her ülkesine kaydırılan sermaye gücü sayesinde , ulus devletlerin bölünerek ortadan kalkmalarını sağlayacak bir  eyaletleşme , etnik gruplar ile cemaat  oluşumlarına  sağlanan büyük maddi olanaklar aracılığı ile gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır . Küresel emperyalizmin örgütleyicisi olan batı kapitalist sistemi , bütün dünya kıtalarını kendi hegemonyası altında bir baskı düzenine bağlayabilme doğrultusunda  evrensel düzeyde bölücülüğü sistemli bir biçimde desteklemektedir .
              Mısır’ın  Kıpti asıllı hrıstıyan eski  dışişleri bakanı Butros Gali ,soğuk savaş sonrasında Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliğine getirilince , küreselleşme olgusunu “Önce mikromilliyetçilik ,sonra makro devletçilik “ olarak tanımlamıştı . Uluslar arası alanın bu önde gelen temsilcisinin açıkça itiraf ettiği gibi , küreselleşme aşamasında mikromilliyetçilik akımları batı kapitalist sistemi tarafından desteklenerek ulus devletler sistemi dağıtılacak ve daha sonraki aşamada dünya haritasında yer alan küçük eyalet devletleri , kıtalar düzeyinde ya da büyük bölgesel oluşumların çatısı altında kurulacak  makro devletler yapılanmasının  içinde bir araya getirilecekti . İki yüz ulus devletin bölünmesi ile ortaya çıkacak iki bin eyalet devleti , beş kıta üzerinde oluşturulacak  on büyük federasyonun çatısı altında birleştirilecek  ve en sonunda on büyük federasyonun , bir dünya konfederasyonu çatısı altında birleşmesiyle de , yüzyıllardır zenginlerin  hayal ettiği bir dünya devleti yapılanmasına geçilecekti . Zenginlerin yönetiminde bir dünya devleti ancak ulus devletlerin parçalanmasıyla kurulabileceği için , küresel kapitalizm çatısı altında bir araya gelen , her ülkenin zenginleri  içinde yaşadıkları ülkelerinin kapitalist sistemin çıkarları doğrultusunda parçalanarak eyalet devletlerine geçilebilmesi için, açıktan bölücülük yaptıkları görülmektedir . Yeryüzünün bütün ticaret merkezlerine dağılarak sermaye akışını kontrol altına alan bir dini ya da etnik grubun,  ulusal kimliklere karşı çıkan bir tutum içerisine girmesiyle , ulus devletlerin parçalanmasını sağlayan bölücülük akımları her ülkede öne çıkarak  bütün devlet düzenleri açısından ciddi bir tehdit süreci başlatmıştır . Her ülkenin zengini kendi milleti ve devletinin desteği ile zenginleşerek bir ekonomik güç haline gelmesine rağmen , zenginleşme aşamasından sonra dışa açılarak ve yeni piyasa yapılanması sayesinde küresel sermaye düzeni ile işbirliği doğrultusunda   kendi ülkelerine sırtlarını dönerek , doğrudan ya da dolaylı yollardan bölücü akımlara destek vermektedir.
              Tarih boyunca siyasal dönemeçler dönülürken , yeni ortaya çıkan devlet modelleri ile eski devlet yapılarının çatıştığı görülmüştür . Bugün gelinen aşamada ise  eski  ile yeni devletler arasında bir çekişme değil ama büyük şirketler ile devletler arasında gelişmekte olan şiddetli bir rekabet ve çatışma süreci göze çarpmaktadır . Dünyanın en büyük sermaye örgütlenmesi olan  uluslar arası finans kapitalin emirleri doğrultusunda hareket etmek zorunda kalan bütün sermaye kuruluşları ve şirketler , dünya devletlerine ve yeryüzü halklarına karşı bir hegemonya savaşı açarken , etnik gruplar ile dini cemaatları  millet ve devlet düzenlerine karşı bir işbirliği ortağı olarak kabül etmiştir . Her yerde etkinlik gösteren şirketler azami kazanç peşinde koşarken , asgari masraf ile daha çabuk zenginleşebilmenin  arayışı içinde olmuştur . Siyaset sahnesinin en büyük kuralı olan Makyavelizmi ekonomik alanda gerçekleştirme çabası içerisinde bulunan tekelci şirketler ,hiçbir kural dinlemedikleri gibi , kendilerinden vergi almaya kalkan ya da sınırlarda gümrük almaya çalışan devletlere karşı da kendi aralarında işbirliği yaparak  sistemli bir savaş halinde olmuşlardır . Dünyanın patronu olmak isteyen para babaları , sahip oldukları zenginlik gücünü ana hedeflerini gerçekleştirme doğrultusunda kullanmakta ve bu doğrultuda da zenginliklerine yeni zenginlikler katma girişimleri içerisinde ,kendileri için sınırlayıcı bir güç merkezi olarak var olan  ulus devlet  düzenlerinin tasfiye edilmesi için çaba göstermektedirler .  Ekonomik alanın öne geçirilmesiyle birlikte zenginlik ciddi bir  siyasal güç haline gelmiştir . Büyük parasal birikimlere sahip olan zenginler sınıfı , hem kendi konumlarını korumak ,hem de küresel emperyalizmin dayatmaları doğrultusunda kapitalist  merkezler ile işbirliği içerisinde  ortaklıklar geliştirebilmek doğrultusunda ,vatandaşı oldukları ülkelerin ya da çatısı altında yaşadıkları devletlerin  ulusal çıkarını görmezden gelerek , bir grup azınlığı oluşturan zengin kesimlerin çıkarlarına öncelik verilmesini savunabilmektedirler . Böylesine çıkarcı ve bencil tutumların kesin ve katı yaklaşımlar çerçevesinde öne çıkarılması ,bölücülüğün giderek artmasına ve güçlenerek  ulus devletlerin ortadan kalkmasına yol açmaktadır . Bu yüzden artık , dünyanın her ülkesinde yaşayan toplumların zengin  kesimleri  yeni bölücüler olarak siyaset sahnesinde öne çıkmaktadırlar .
              Zengin bölücülüğü,  Amerika Birleşik Devletlerinde olduğu gibi Avrupa Birliği ülkelerinde de zaman zaman gündeme gelmiş ve Avrupa kıtasının büyük devletlerinin bölünmesine yol açabilecek yeni eyalet devletçiklerinin   ortaya çıkmasına neden olmuştur .Yüzyıllarca dünya kıtalarını sömürge imparatorlukları aracılığı ile yönetmiş olan Batı Avrupa’nın üç büyük devleti olan İngiltere,Fransa ve İspanya ile birlikte gene benzeri bir konumda olan Belçika günümüzde bölünme tehlikesi ile karşı karşıya kalmışlardır . Kuzey buz denizinde petrol bulunmasından sonra zenginleşen İskoçya  İngiltere’yi , zengin endüstri  bölgeleri  olan Katalanya ve Bask yerel yönetimleri İspanya’yı , daha önceleri bağımsız bir devlet olan  Korsika adası ise, Fransa’yı  bölerek bu devletlerin üniter yapılarını ortadan kaldırmaya çalışmaktadırlar . Benzeri bir biçimde , Roma İmparatorluğunun çöküşünden sonra bir şehir devleti olarak Akdeniz üzerinde hegemonya kuran Venedik bölgesi  İtalya’yı , Almanya’nın zengin Katoliklerinin toplandığı Bavyera  eyaleti  ise Protestan Alman Birliğini  parçalama doğrultusunda açıktan bölücülük yapmaktadırlar . Vestfalya Antlaşması sonrasında üç yüz yıllık bir oluşum süreci geçiren Avrupa’nın büyük ulus devletleri , kendi eyaletleri konumundaki küçük devletçikler tarafından bölünmek istenirken , küresel sermayenin bu küçük yeni devlet adaylarını dışarıdan büyük destekler sağlayarak  meşrulaştırmaya çalışan küreselci güçler ,ülkelerin zengin sınıfları ile devlet ve millet yapılarına karşı , ekonomik ilişkiler ve piyasalar üzerinden etkili bir işbirliği ve ortaklık dayanışmasını sürdürmektedirler . Bu yüzden , bazı ülkelerde dışarıdaki küresel sermaye ile  bütünleşen  zengin kesimler kendi toplumlarının ya  dışında kalmakta ya da toplumlar  tarafından dışlanmaktadırlar. Uluslararası kapitalist düzenin çıkarları doğrultusunda ulus devletlerin parçalanmasına göz yuman ya da dolaylı olarak destek veren süper  zengin kesimler , bir aşamadan sonra bölücülük yaparak  kendi devletleri ve toplumları ile karşı karşıya gelmektedirler .
              Fransa,İtalya ve İspanya gibi büyük Avrupa devletleri  ,merkeze bağlı bulunan eyaletlerin ya da bölgelerin  ülke birliğinden ayrılarak bölücülük yapmalarını önlemeye çalışırken   küresel emperyalizme karşı bir var olma savaşını vermek zorunda kalmışlardır . Kapitalist sistemin dönemsel krizleri ile istikrarsız yapılarının yol açtığı  belirsizlikler ,zengin kesimleri korkutmuş ve sermaye sahiplerini öncelikli olarak kendilerini kurtarma düşüncesine doğru sürüklemiştir . Sermayenin ürkekliği zengin sınıflara korkaklık olarak yansımış ve  kendi çıkarları doğrultusunda hareket eden  zenginler,  üyesi oldukları toplumların ya da ulusal yapıların çıkarlarını görmezden gelerek kendileri açısından , çıkarcı bir bencilliği genel  olarak geçerli bir hareket tarzına dönüştürmüşlerdir . Avrupa Birliği  kendi bütünlüğünü koruma doğrultusunda , ayrılıkçı eyaletlerin bulunduğu bölgelerde merkeze bağlı bölge devletlerinin kurulmasını bir alternatif olarak düşünmüş ve anayasalara konan bölge devletleri ile ilgili maddeler üzerinden, ayrılıkçı bölgelerin  büyük ulus devletlerden kopmalarını  önleyerek ,Atlantik kökenli bir küresel saldırganlığa karşı  direnmeye çalışmıştır . Avrupa’nın zenginleri de tıpkı Amerika’nın zengin kesimleri gibi  kendi çıkarlarına öncelik verirken , diğer kesimlerin ekonomik sorunlarına karşı ilgisiz kalmıştır . Zengin Katalanlar yoksul Endülüslere ya da zengin Bavyeralılar yoksul Bremenlilere  para kaptırmak istemezken ,  zengin Venedikliler de  İtalya’nın güneyinde yaşayan yoksul   Napolilileri beslemek istemediklerini açıkça dile getirmektedirler . İngiltere’de zengin İskoçyalılar geri kalmış Gallileri beslemek istemedikleri gibi ,Türkiye’nin İstanbul kentinde toplanan zengin kesimlerinde ,kasıtlı olarak yoksul bırakılan doğu Anadolu’nun  veya Güneydoğu bölgesinin yoksul kalan kitlelerini beslemek istemedikleri için , sürekli olarak kendi kurdukları derneklerinin çizdiği  bölücü rota da , eyalet devletçiklerinden oluşacak bir federasyon arayışı sürdürülmektedirler . Büyük sermaye yapılarının  bulundukları ülkelerde eyalet devletlerinin belirli bölgelerde oluşumunun gündeme gelmesiyle birlikte ,zengin kesimlerin bölücülük yaptıkları açıkça görülmektedir . Zengin bölge ya da ülke ayrılıkçılığının , bağımsızlık istekleri ile gündeme getirilmesinde zengin kesimlerin  ulus devletlere karşı  bölücü hareketleri dolaylı ve açık yollardan destekledikleri görülmektedir .
              Zenginler ödedikleri vergiler ile, yoksulların beslenmesini , ya da  geri kalmış bölgelerin desteklenmesini istememekte , aksine  devletin zengin kesimlerin çıkarları doğrultusunda isteklerini  öncelikle gerçekleştirmesini  talep etmektedirler . Avrupa Birliği’ne giden yolda büyük ve zengin Avrupa ülkelerinin küçük ve yoksul diğer Avrupa ülkelerine destek olmaları beklenirken , bu durumun  tamamen tersi gelişmeler olduğu görülmüştür .Irak savaşında beş trilyon dolar masrafa giren ABD , içine sürüklendiği ekonomik krizi kendi denetimi altındaki uluslar arası ekonomik kuruluşlar aracılığı ile Avrupa kıtasına doğru yönlendirince , Avrupa kıtasının Akdeniz’e kıyısı olan bütün güney  ülkeleri ekonomik olarak çökmüş ama hiçbir büyük Avrupa ülkesi bu ekonomisi çöken güney ülkelerine yardım etmemiştir . Yunanistan, Portekiz,İrlanda ,İspanya ve İtalya ekonomik olarak iflas ederken ,büyük ve zengin Avrupa devletleri bu harcanan ülkelere sahip çıkmamışlardır . Bir anlamda altta kalanın canı çıksın anlayışı ile hareket eden zengin kesimler ve büyük devletler ,yoksul halklar ile çöken devletlere gereken yardımları yapmayarak çöküşe ortak olmuşlardır . Zenginden alınan vergilerin yoksullara yardım olarak gitmesini sağlayan ulus devletlerin  sosyal devlet uygulamalarını ortadan kaldıran küresel sermaye ve işbirlikçisi zengin sınıflar , bütün dinlerin ortak bir çizgide savunduğu yoksullara ve zayıflara sahip çıkarak destek olma  işinden her geçen gün uzaklaşarak daha haksız ve adaletsiz yeni bir dünya düzensizliğinin ortaya çıkmasına yol açmışlardır . Ulus devletlerdeki milliyetçi partiler ve  örgütler zenginlerin eline geçince , sosyal devlet gibi yoksulları koruyan ulus devlet uygulamaları da kendiliğinden devre dışı kalmıştır . Zengin yoksul ayırımının  dışarıdan destekli politikalar ile giderek tırmanmasıyla birlikte , ulusal toplum yapılarında dağılma  ve parçalanma eğilimleri öne çıkmış ve böylece küresel emperyalizmin istediği gibi ulusal toplum ve devlet yapılarının  ortadan kaldırılması daha da kolaylaşmıştır .
              İnsanlığın genel gidişi doğrultusunda daha fazla demokrasinin temel hak ve özgürlüklerin korunması doğrultusunda gündeme gelmesi beklenirken , siyasal gelişmeler daha fazla demokrasi yerine daha çok para ilkesini  öne çıkararak , bütün toplumları  ekonomik çıkar beklentisine mahkum etmiştir . Gereğinden fazla büyük bir İtalyan devletini maddi olanakları ile beslemek istemeyen Venedikli tüccarlar ve zenginler ,güney bölgesinden koparak daha küçük bir Kuzey İtalya devleti çatısı altında yaşamak istemektedirler . Po ovası  çevresinde uzanacak bir   Padanya devleti sayesinde daha zengin ve kaliteli bir yaşam düzenine kavuşacağını hayal eden Venedik kentinin temsilcilerinin ,artık Napoli bölgesi ile aynı çatı altında olmak istemediği kesin olarak ortaya çıkmaktadır . Belçika devletinin çatısı altında Valonlar ile yüzyıllardır birlikte yaşayan Flamanların artık kendi bağımsız eyalet devletçiklerini  kurmak istediği göze çarpmaktadır . Çalışkan Flamanlar zengin olurken ,tembel Valonlar  Flamanların ödedikleri vergiler sayesinde yaşama   olanaklarına sahip olabiliyordu .  Zengin Venedik yoksul Napoli’nin masraflarını karşılamak istemediği bir aşamada, İtalya’daki ulus devlet yapılanması  ortadan kalkmak durumuna getirilmiştir . Venedik bölgesine benzer bir biçimde İtalya’ya resmen bağlı bulunan Güney Tirol  bölgesi de ,zaman zaman ayrılmak isteğini dile getirerek , dolaylı anlamda bir bölücülük girişimini daha öne çıkarmaktadır. Bavyera eyaleti , Katolik inancı doğrultusunda bütünüyle Protestan bir yapılanma olan Almanya Birliğinden ayrılma eğilimi gösterirken aynı zamanda zenginliğini diğer eyaletler ile paylaşmaktan kaçınmaktadır . Daha fazla demokrasi isteği gibi kutsal bir talep doğrultusunda ,bütün etnik ve dinsel gruplar sahip oldukları hak ve özgürlükleri en üst düzeyde kullanabilecek bir duruma  geldiği zaman, siyasal açıdan daha ileri bir ülke konumuna gelecek iken , etnik çizgide alt kimlikçiliğin hortlatılarak zengin azınlıklara   özel olarak  çeşitli olanakların tanınması ,genel olarak eşitlik düzenini ortadan kaldırdığı gibi ,ülkelerin bölünmesine giden yolda  hızlı bir ilerleme sağlayabilmektedir . Sahip oldukları para gücünü kullanarak siyaseti kontrol etme ve kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirme şanslarını elde etmiş bulunan  süper zenginler , bir anlamda  demokrasi  ve insan hakları görünümü altında cumhuriyet yıkıcılığı yapmaktadırlar . Halk kitlelerinin ekonomik haklarının  göz ardı edilmesi  ile ayrılık yaratan  kültürel hakların  öncelikli bir kategori olarak öne çıkarılması ,toplumsal çatışmalar yaratarak  ulus devletlerin  dağılmasına giden  yolu  kendiliğinden açmaktadır . Kopenhag kriterlerine öncelik tanınırken , Maastricht kriterlerinin görmezden gelinmesi tam anlamıyla bir çifte standart olarak  küresel sermayenin uzaktan kumandalı  emperyal manüplasyon planlarını  gözler önüne sermektedir .
              Zengin sınıfların  ekonomik düzeni ele geçirdikten sonra , sahip oldukları parasal güç ile  siyaseti yönlendirmeye başlaması  , dünya ülkelerinde önemli değişikliklere neden olmuştur. Mülkiyet merkezli ekonomiye olan tutkunluk  , insanlığı tüketirken , kapitalizmin hızla gelişmesine yardımcı olmuştur . İnsanlık  toplum yerine ekonomi üzerinden değerlendirilirken , para ve  maddiyatçılık ana kriter  olarak ele alınarak ,insanlığın kapitalin işgali altına girmesine yol açılmıştır . Bütün dünyayı beş yüz yıllık bir büyük zaman dilimi içinde sömüren batı kapitalizmi  , para gücü üzerinden  insanlık için tam bir teslimiyet düzenini zorla ve baskı ile dünya halklarına kabül ettirmeye çaba sarf etmektedir . Tüm dünya ülkelerinin yoksul kesimlerinin çalışan proleterlerinin  birleşmesi  hedefi , kapitalistlerin birleşerek oluşturduğu uluslar arası kölelik düzenine son verilmek istenmesini amaçlamaktadır . Zenginler  paralarını ve büyük sermayelerini yoksul halk kitleleri ile bölüşmek istemedikleri için , halkın genel olarak çıkarlarını ele alacak ve bu doğrultuda bir  kamu yönetimi gerçekleştirecek  çizgide hiçbir adım atmamaktadırlar . Parayı ve iktidarı paylaşmayan zenginler , kendi çıkarlarının tehlikeye doğru sürüklendiğini gördükçe  ,demokrasi dışı yollara da başvurabilmektedirler . Para babalarının çıkarları doğrultusunda , devlet ve kamu düzenlerini  ayakta tutarak , devletlerin çöküşünün önlenmesi gerekirken , tamamen tersi bir çizgide ulus devletlerin parçalanması , zenginlerin bölücülüğü doğrultusunda  gündeme getirilmektedir . Ekonomik sömürüye  her  türlü riske rağmen,  kararlı bir biçimde devam eden  süper zengin kesimler , ellerindeki ekonomik birikimi içinden çıktıkları ulusal yapı ya da halk kitleleriyle paylaşmayarak ,oluşturdukları  uluslar arası dayanışma düzeni içinde  toplumların  bölünmesine giden yolda ,dışa dönük bir çizgide bencil ve çıkarcı tutum ve davranışlarını  küreselleşme görünümü altında, kararlı bir biçimde sürdürdükleri görülebilmektedir .
              Ekonomik güç ile her şeyi satın almaya kalkışan zenginler , medya ve basın organlarını kendi bültenlerine dönüştürdükleri gibi , siyasal partileri de finanse ederek kendi çıkarlarının temsilcisi konumuna düşürebilmektedirler . Kurdukları  büyük şirketleri ile zenginleşme fırsatını yakalayan  zengin kesimler , aynı şirketçi zihniyeti siyaset alanına taşıyarak şirket-parti modellerini de  çeşitli ülkelerde gerçekleştirebilmektedirler .Para gücü ile kendi çıkarları için siyasal partiler kurdurabilen zengin kesimler ,siyasetin finansmanı üzerinden satın aldıkları kişilerin siyaset sahnesinde ön plana çıkmalarını sağlayabilmektedirler . Bu gibi taşeronları ya da kendi adamlarını parasal destekler ile siyaset sahnesinde öne çıkarabilen  aşırı zengin kesimler  , şirket yönetir gibi partileri de uzaktan kumandalı bir biçimde yönetebilmekte ve bu yüzden de , siyasal alanda büyük çarpıtmalara  neden olabilmektedirler . Ekonomi ile siyasetin  karıştığı bir ortamda , iş adamları kendileri açısından güvenilir buldukları bazı temsilcilerini siyaset alanına taşıyarak , bunlar üzerinden devleti   kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirebilmektedirler . Milleti ve dini olmayan küresel  sermaye sahipleri hep kendilerine çalışan bir siyasal sistem ile ekonomi üzerinden insanlığın tepesinde büyük bir baskı düzeni kurulabilmişlerdir . Kendi ülkelerinden çıkarak uluslar arası alanlara açılan şirketler büyürken , siyasal açıdan da güçlenebilmekte ve  küresel siyasetin belirlenmesinde etkili bir konuma gelmektedirler . Kendi ülkelerinin bölünmesine giden yolda küresel emperyalizm merkezlerinden gelen destekler ile etkin olan zengin kesimler , dışarıya açıldıkları zaman daha küresel politikalara yönelebilmekte ve bu çizgide bazı plan ve programlara angaje olabilmektedirler . Sermayenin önündeki bütün sınırlar kaldırılırken  ve serbest olarak sermayenin dünyanın her yerinde dolaşımının sağlanması doğrultusunda güvenceli bir sistem oluşturulurken , bütün ulusal sistemlerin , evrensel bir sermaye diktatörlüğüne teslim olmasının önü açılmaktadır . Kendi ülkesinde bölücülük yapan zenginler ve onların şirketleri uluslar arası alana çıktıkları zaman , dünyanın diğer ülkelerindeki zenginler ve onların şirketleri ile bir araya gelerek küresel bir ortaklığın ,insanlığın tepesinde bir baskı düzenine dönüşmesinin aracılığını yapabilmektedirler . Zenginlerin bölücülüğü bu durumda sadece kendi ülkeleri için geçerli olmakta ama dışa açılan şirketler bir evrensel diktatörlük dayanışmasının öncüsü olmaktadırlar . Liberal görünümlü yeni finans kapital faşizmi , geliştirmekte olduğu   evrensel baskı düzenine kılıf olarak  neoliberalizmi  kullanmaktadır .Liberalizm  adına ulus devletler  yıkılmakta ama küresel sermayenin dünya faşizmine giden baskı düzeni  tekelci şirketler aracılığı ile  son  hızla oluşturulmaktadır . Önümüzdeki dönemde ülkeler üzerinden tek tek faşist düzenler düşünülmemekte ama , piyasalar üzerinden  evrensel bir faşist düzen süper zenginlerin  küresel imparatorluğu  doğrultusunda bütün dünya ülkelerinin üzerine gidilerek dayatılmaktadır .
              Yirmi birinci yüzyılda  dünya yolunda ilerlerken , insanlık batı kaynaklı  ve   insan hakları görünümlü bir yeni  sömürü düzenine sürüklenme tehlikesi ile karşı karşıyadır . Süper zenginler kontrolu altında tuttukları finans kapital düzeni sayesinde  , dışarıdan güdümlü ekonomik programlar aracılığı tüm insanlığı yeniden kapitalin işgali altına sürüklemektedirler .  Çeyrek yüzyıllık bir dönemin geride bırakılmasından sonra ,küresel imparatorluk peşinde koşan süper kapitalizmin insanlığın pek de hayrına olmadığı ortaya çıkmaktadır . Batı ekonomileri ile piyasa ilişkileri üzerinden bağlantı içine girmiş olan  ulus devletler de halk kitleleri giderek yoksullaşırken , dolar milyarderlerinin sayıları hızla artmaktadır . Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra beşte bir toplumu yaratmak üzere yola çıkan küreselleşme akımı kısa bir zaman dilimi içinde yeni bir emperyalizme  dönüşünce  ortaya yüzde bir toplumu gibi son derece dengesiz bir durum çıkmıştır . İnsanlığın beşte birinin zengin , beşte dördünün orta düzeyde olacağı bir küreselleşme akımı dile getirilmiş ama kısa bir süre sonra , bütün dünya ülkelerinde sayıları hızla artan dolar milyarderleri üzerinden  yüzde bir aşırı zengin yüzde doksan dokuzu yoksulluk sınırında sürünen halk kitleleri düzeyinde  haksız ve adaletsiz yeni bir sömürge düzeni  ortaya çıkartılmıştır . Bir avuç süper zengin dünya ekonomisini kontrol altına alırken , süper zenginler bir an önce kendi evrensel imparatorluklarını oluşturabilmek üzere  ulus devletleri baskı altına almakta ve yoksul kitlelerin küresel sermayenin denetimi altındaki medya ve basın organları ile  de etnik ve dinsel kışkırtıcılık yaparak , dünya halkları iç çatışmalara ve hesaplaşmalara doğru  sürüklenmektedir . Çeyrek asır boyunca  bu doğrultuda oynanan oyunların sonuna gelinmiştir . Küresel sermayenin merkezi konumunda olan New  York’ta başlatılan  %I e karşı %99 tepki hareketi  ,kısa bir zaman dilimi içinde bütün dünya ülkelerine yayılarak zenginlerin aşırılaşmasına karşı  küresel tepkinin  örgütlenmesinde başlangıç noktası olmuştur . Dünya halkları  kapitalizmin kalesine karşı isyan ederken , geleceğin süper gücü olmaya çalışan Çin’e karşı da , Hong-Kong  adasındaki yoksullar da benzeri bir tepki hareketini örgütleyerek  %ı e karşı %99 un haklı direnişini gündeme getirmişlerdir . Asya ve Afrika ile Latin Amerika’nın bütün geri kalmış ülkelerinde yavaş yavaş uyanmaya başlayan  yoksul halk kitleleri ,  küresel emperyalizmin dayattığı  süper emperyalizmin faşizmine karşı  tepki göstermeye başlamışlardır . Şirketler ile devletler arasında başlayan çekişme ,daha sonraki aşamada milletler ile ümmetler arasındaki ayrışmaya dönüşmüş ve günümüzde yeni bir siyasal gündemin ortaya çıkmasına neden olmuştur . Şirketler büyürken devletler küçülmüş yeni cemaatlar ortaya sürülürken  milletler ortadan kaldırılarak ümmetler dönemine geri dönüş  körüklenmiştir .
              Dünya ticaret Örgütü üzerinden küresel egemenlik kurmak isteyen batı kapitalizmine karşı  Çin ve Rusya’nın öncülüğünde bir karşı hareket örgütlenmiş , Brezilya ve Hindistan gibi dev ülkelerin katılımı ile  küresel sermayenin batı kapitalizmi üzerinden bütün dünyaya yaymak istediği egemenlik  düzenine karşı  BRİC ülkeleri dayanışması yeni bir alternatif olarak öne çıkmıştır .  Dolar milyarderleri aracılığı ile süper zenginlerin  azınlık egemenliğini  dayatan  küresel sermaye, Dünya Ticaret Örgütünü kullanırken , var olan devletler  de Birleşmiş Milletler çatısı altında  bu  gidişe karşı  duvar oluşturmak üzere, dört büyük devletin öncülüğünde  BRİC  örgütlenmesi yeni bir alternatif arayış olarak ortaya çıkmıştır . Küreselleşme döneminde son derece haksız,adaletsiz ve eşitsiz bir duruma sürüklenen insanlığın kitlesel tepki gösterme noktasına geldiği aşamada , küresel sermayenin yeni terör örgütleri kurdurarak  yaygın terör uygulamaları üzerinden insanlığı yeni bir cihan savaşına sürükleyerek , tüm insanlığın küresel sermayenin dünya imparatorluğuna karşı çıkmasını önlemeye çalıştığı görülmektedir .  Uluslararası tekellerin ve silah şirketlerinin  yönlendirmesi altında etkinlik gösteren terör örgütlerinin  bütün dünya ülkelerinde etnik çatışmalar yarattığı ve giderek büyük bir din kavgasını körüklediği  yeni aşamada , küresel bir kaosa sürüklenmemek için  ,hala ayakta olan ve yıkılmayan ulus devletlerin bir şeyler yapmasına ihtiyaç vardır .Küresel sermayenin Dünya Ticaret Örgütünü ve Dünya Bankasını  ve Uluslar arası Para Fonunu kullanarak  evrensel  diktatörlük kurması girişimlerine karşı çıkması gereken ulus devletlerin , yeniden yapılandırılacak  Birleşmiş Milletler çatısı altında  güçlü bir dayanışma içerisine girerek  ,süper emperyalizme karşı bir uluslar arası dayanışma düzeni  oluşturmaları evrensel barış açısından zorunlu görünmektedir . Birleşmiş Milletler çatısı altında yeni uluslar arası örgütlenmelere gidilmesi , tekelci şirketlerin önünün kesilmesi açısından zorunlu görünmektedir .  Batı kapitalizminin yönetimi altındaki Dünya Bankasına karşı  Birleşmiş Milletlere bağlı bir İnsanlık Bankası  kurularak ,daha adil bir ekonomik düzene geçilebilir . Batı kapitalizminin bekçisi konumundaki Nato , Birleşmiş Milletlere bağlanarak bir Dünya Ordusuna dönüştürülebilir ve böylece  batı blokunun dışındaki büyük güçlerin süper ordular kurarak üçüncü dünya savaşını tırmandırmaları önlenebilir . Dünya Ordusu ,Birleşmiş Milletler genel kuruluna katılan bütün devletlerin ortak kararı ile hareket edeceği için ,batılı kapitalistlerin sömürü düzenleri için savaş çıkartmalarına izin verilmeyecek ve bu örgütün sermayenin bekçisi olması önlenerek , dünya barışının kurulmasında evrensel bir güvenlik şemsiyesi olarak  çalışması sağlanacaktır .
              Her ülkede görülen alt kimlikçilik ve bu doğrultuda geliştirilen etnik ve dinsel kökenli sosyal çatışmalara , Atatürk Cumhuriyeti de sahne yapılmaya çalışılmaktadır . Dünyanın merkezi coğrafyasındaki  merkez ülke olan Türkiye Cumhuriyetinin ,Vatikan merkezli Hrıstıyan Avrupa emperyalizmi ile İsrail merkezli  Siyonist emperyalizm arasında  tarihte olduğu gibi yeni bir çekişme alanına dönüştüğü görülmektedir .Avrupalı emperyalistler  Avrupa kıtasından bölgeye müdahale ederlerken , İsrail’in arkasındaki  küresel emperyalistler de  Atlantik ötesinden, Amerikan devletinin gücünü ve ordusunu kullanarak müdahale etmeye çalıştığını artık herkes görmektedir . Selçuklu ve Osmanlı İmparatorluklarından gelen bin yıllık devlet geleneğinin bu topraklardaki temsilcisi olarak Türkiye Cumhuriyeti ,dünyanın yeniden yapılanması sırasında  hem  ulusal kurtuluş savaşından gelen kazanımlarını korumak hem de  yeni bir dünya düzeni kurulurken , Türk devlet geleneğinin birikiminden yararlanarak  kendi ulusal alternatifini ortaya koymak zorundadır . Aksi takdirde gayrimüslim çevrelerin temsil ettiği Büyük Orta Doğu, Büyük Avrupa ,Yeni Bizans ve de Büyük İsrail projelerinin  ya taşeronu ya da uygulama alanı olmak gibi ,büyük bir değişim zorlaması ile Türk devleti karşı karşıya kalmaktadır . Selçuklu ve Osmanlı tarihinde sürekli olarak Türkler ve Müslüman halk kitleleri dünya ticaret yollarını güvence altına almak doğrultusunda savaştıkları için ,Türkler iki  büyük imparatorluk kaybetmişlerdir .Bugün onların mirasçısı olan Türkiye Cumhuriyeti de benzeri bir akibete doğru sürüklenmeye çalışılmaktadır . Bizans döneminden kalma bir doğrultuda merkezi coğrafyadaki ticaret gayrimüslimlerde olduğu için , Türkiye’nin ve merkezi bölgenin süper zenginleri de ,  yeni Bizans ya da Büyük İsrail hedefleri doğrultusunda bu alanda  küresel sermayenin kontrolu altında bir merkezi federasyon oluşturma çabası içerisindedirler . Son yıllarda Anadolu’dan kaynaklanan İslami tepki yüzünden  sahil kesimlere sığınan  lövanten kesimler  , Türkiye Cumhuriyetinin eyaletlere bölünmesi doğrultusunda  açıktan bölücülük yaparak , ülkenin değişik kökenden gelen halk kitlelerini  etnik çatışmalara ya da iç savaş senaryolarına doğru zorlamaktadırlar . Dünyanın diğer ülkelerinde olduğu gibi , Türkiye’nin süper zenginleri de,  küresel sermayenin yönlendirmesi doğrultusunda içinde yaşadıkları ulus devletin bölünmesinden yana bir tavır almaktadırlar.Var olan devlet düzenlerinin getirdiği yasal düzenlemelerden kurtulmak isteyen süper zenginler ve tekelci şirketler , kendi denetimleri altındaki medya organları ile sürekli bir biçimde alt kimlik kışkırtıcılığı yaparak ulus devletlerin bölünmesinde önemli rol oynamaktadırlar . Zenginlik gayrimüslimlerin elinde toplandıkça , zenginlerin Yeni Bizans ya da lövantenlerin yeni Levant   arayışları  ile  Musevilerin  Roma İmparatorluğuna karşı  ,  Akdeniz de kurulacak bir Kudüs İmparatorluğunu , Büyük İsrail  biçiminde ortaya çıkarma doğrultusunda bölücülük    girişimleri daha da öne çıkmaktadır .
              Küresel sermaye Amerikan devletini ve ordusunu kullanarak yeni bir sömürge imparatorluğu peşinde koşarken , geçmişten gelen dünya düzenini alt üst etmiştir . Sermayenin imparatorluğu için yoksul halk kitlelerinin birbirini boğazlamasına giden yollar, hem kışkırtılmış hem de çeşitli siyasal senaryolar halinde , farklı  ülkelerde  ve bölgelerde sahneye konulmuştur . Soğuk savaş dönemi sonrasında insanlığın gelmiş olduğu nokta, eskisine oranla daha dengesiz ve eşitliksizlikçi  olduğu için ,sermayenin imparatorluğu yerine bütün halkların kardeşçe kaynaştığı barışçı bir yeni dünya düzenine  olan gereksinme her geçen gün daha da artmaktadır . Gelinen yeni aşamada zengin düşmanlığı yapılmadan , süper zenginlerin küresel sermaye imparatorluğu doğrultusunda kendi ülkelerinde bölücülük yapmalarının önlenmesi gerekmektedir . Küresel sermaye kendi denetimindeki medya ile etnik,dinsel  ve kültürel farklılıkları bölücülük çizgisinde  kullanarak ulus devletleri  bugüne kadar ortadan kaldıramamıştır .Çeyrek asırdır devam eden  şirketler ile devletler arasındaki savaşı devletler kazanmıştır . Bu yüzden, küresel sermaye bir üçüncü dünya savaşı arayışını tırmandırmaktadır . Ulus devletler bulundukları bölgelerde, komşuları ile bölgesel güvenlik örgütlenmelerine giderek bölgesel barışı öncelikle sağlamak durumundadır. İkinci aşamada ise Birleşmiş Milletler çatısı altında dünya devletlerinin küresel dayanışması  sağlanarak  , kalıcı bir dünya barışı uluslar arası güvenceye kavuşturulmalıdır . Ham madde kaynakları ile dünya pazarlarını bütünüyle ele geçirmek isteyen küresel sermayenin yerli ortakları konumundaki  süper zenginlerin  bölücülüğü  , ülkelerdeki milli sermaye kesimlerinin bir araya gelmesiyle önlenebilmelidir . Süper zenginler bölücülük yaparken , milli sermaye sahiplerinin ve bunlara bağlı kesimlerin de, yeni bir ulusalcılık rüzgarı estirerek  var olan ulus devlet yapılanmalarını koruyacak girişimlere ihtiyaç her geçen gün artmaktadır . Ulus devletlerin çökertilmesiyle hedeflenen kaos ortamının önlenebilmesi  ve  her devletin kendi ülkesindeki kamu düzenlerinin korunması  için, hem devletlerin milli programlar ile toparlanması hem de ulus devletlerin kendi bölgelerindeki komşularıyla ortak bir dayanışma ve güvenlik örgütlenmesine gitmesi gerekmektedir .Silah şirketlerinin  terör örgütleri üzerinden üçüncü dünya savaşını gündeme getirmesi acilen önlenmelidir .Önümüzdeki dönemde  zenginlerin bölücülüğünü ,ulus devletlerin örgütleyeceği  yoksul halk kitlelerinin  kardeşlik dayanışması sayesinde önlemek mümkün olacaktır .

Hiç yorum yok: