6 Haziran 2015 Cumartesi

CUMHURİYET VE KÜRT AYAKLANMALARI - Metin Aydogan


Emperyalizmin Kürtlere olan ilgisi, petrolün öneminin artması ve Ortadoğu’da zengin petrol yataklarının bulunmasıyla yoğunlaşmıştır. Bölgeyi denetim altında tutabilmek için, bölgedeki devletlerin güçlenmesine izin verilmemiş, yörenin geri unsurları bu amaçla kullanmıştır. Kurtuluş Savaşıiçindeki gerici ayaklanmalarla, Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki İslamcı-Kürtçü ayaklanmaların yoğunluğu bundandır.

Emperyalist Karışma

Kürt ayaklanmaları, gerek Kurtuluş Savaşı süresince ve gerekse, Cumhuriyet döneminin ilk on beş yılında; Ankara hükümetini uğraştırmış ve kıt olan akçalı olanakların önemli bir bölümünün bu yönde harcanmasına neden olmuştur. Ayaklanmaların hemen tümü, emperyalist devletlerle bağlantılıdır ve dinsel gericiliğe dayandırılmıştır.
Tarihsel ve toplumsal bir gerçeklik olarak, yüzyıllar boyu birlikte yaşamış ve iç içe geçmiş olan Türkler ve Kürtler, güçlerini ve gelecek umutlarını birleştirip, yoksulluktan ve gerilikten kurtulmaya giriştikleri bir dönemde, birbirlerine düşman edilmeğe çalışıldı. Ancak, özellikle İngilizlerin bu tasarı (planı), Kemalizmin uyguladığı gerçekçi politikalarla bozuldu, bu iki halk, özgür ve bağımsız bir ulusun eşit haklara sahip yurttaşları olarak birleştirildi.
Batılı büyük devletler, Kurtuluş Savaşı’nda ve Cumhuriyetin ilk yıllarında uygulamaya çalıştıkları ancak başarılı olamadıkları Kürt politikasını, hemen aynısıyla bugün yeniden gündeme getiriyor. Atatürk döneminde tam anlamıyla bozulmuş olan bu oyunu, 21.Yüzyılın başında yeniden oynuyor ve ne yazık ki bu kez daha başarılı oluyorlar. Devrim ilkelerinin resmi politikadan çıkarılmış olmasının olumsuz sonuçları, her alanda olduğu gibi bu konuda da etkisini gösteriyor ve 1930’lu yıllarda çözülmüş olan sorun, izlenen yanlış politikalar nedeniyle yeniden sorun durumuna geliyor.

Mustafa Kemal ve Kürtler

Mustafa Kemal Kurtuluş Savaşı’na başlarken, Misak-ı Milli sınırları içinde kalan Kürt unsurların, emperyalizmin ayrılıkçı yaymacasına (propagandasına) ve maddi çıkar sözverilerine kanarak, ulusal savaşıma zarar verecek bir davranış içine girmemeleri için yoğun çaba göstermiştir. Çabası, girişeceği savaşıma güç katacak bağlaşıklar (müttefikler) bulmak değildi.
Atatürk, Kürtleri hiçbir zaman, bağlaşma (ittifak) yapılacak bir dış, ya da yabancı unsur olarak görmemiştir. O’nun için, Kürtler, tarihsel, toplumsal ve kültürel olarak, Türk unsurlarla kaynaşmış çıkarları ve gelecek umutları Misak-ı Milli sınırları içinde yaşayan tüm insanlarla birlikte, bağımsız bir ulusun yaratılmasında saklı olan yerel unsurdur.
Savaşıma başlarken 15.Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa’ya gönderdiği yazıda şöyle diyordu: “... Ben Kürtleri ve hatta öz kardeş olarak bütün milleti bir tek nokta çevresinde birleştirmek ve bunu bütün dünyaya Müdafai Hukuk’u Milliye Cemiyetleri aracılığıyla göstermek karar ve azmindeyim. Esasen milli vicdandan doğan bu kadar büyük başka bir kuvvet tasavvur edemiyorum...”1
Erzurum Kongresi Kararları’nın 1.Maddesinde konuya şöyle değinilir.“Doğu Vilayetleri adını taşıyan, Erzurum, Sivas, Diyarbakır, Mamuretülaziz (Elazığ),Van, Bitlis... bölgesinde yaşayan bütün İslam unsurları, birbirlerine karşı hürmet ve fedakarlık hissi ile doludurlar ve ırksal, toplumsal ve çevresel koşullarına saygılı özkardeştirler.” 2
İsmet İnönü Lozan’da Türkiye adına okuduğu bildiriye; “Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti Türklerin olduğu kadar Kürtlerin de hükümetidir; çünkü, Kürtlerin gerçek ve meşru temsilcileri, Millet Meclisi’ne girmiştir ve Türklerin temsilcileriyle aynı ölçüde ülkemiz hükümetine ve yönetimine katılmaktadırlar” der.3

Yurttaşlık Bağı

Anadolu’da yaşayan ve Türk ulusunu oluşturan tüm unsurların, birbirlerine yurttaşlık bağıyla bağlı, eşit ve özgür bireyler olduklarının kabul ve ilanı, ‘günün gereği olarak’ ortaya sürülen siyasi bir davranış değildir. Özellikle Türk ve Kürtlerin birbirlerinden ayrılmaları; gerek kültürel ve tarihsel oluşum, gerekse yaşadıkları coğrafya nedeniyle olanaksızdır. Kemalizmin konuyla ilgili saptamaları içtendir, bilimsel ve toplumsal gerçeklere dayalıdır.
Mustafa Kemal Türk ulusunun tanımını; “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” biçiminde yapmıştır.4 Burada kullanılan ‘Türkiye Halkı’ tanımı, bilinçli olarak seçilmiştir ve ulusu oluşturan, değişik etnik kökenden unsurları kapsamaktadır.
Belirleyici olan unsurun, ulusa adını ve dilini vermesi ise olağan bir sonuçtur. Önemli olan, ulus bireylerinin her yönden eşit olmaları ve bu eşitliğin, gerek devletin ve gerekse toplumun bütün birimlerinde gerçek anlamda yaşama geçirilmesidir.
Fransız Ulusunun adını Franklar verdi ancak Fransa Franklardan başka,NormanlarBasklarBrötonlarProvensaller vb. gibi birçok etnik yapı ve ırkların karışımından meydana geldi. İtalyan Ulusu ise adını aldığı İtalyot’lardan başkaRomalılarGermenlerEtrüskler ve Yunanlılardan oluştu. Türk Ulusu ise bunlardan çok daha zengin bir etnik yapı üzerine oturmuştur. SümerlerHititler,Lidyalılarİyonlar’dan geçerek ve her çeşit Türk boyuyla birleşerek, Çerkezler,ArnavutlarKürtlerTürkmenlerLazlar’dan oluşmuştur. Türk ulusunun asal unsuru kuşkusuz ki Türlerdir.

İzmit Konuşması

Mustafa Kemal’in 16 Ocak 1923 günü İzmit’te yaptığı konuşmada, Kürt sorunuyla ilgili dile getirdiği görüşler, o güne dek yaptığı açıklamalara, verdiği sözlere uygundur ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin resmi görüşünün temeli niteliğindedir. Vakit Gazetesi başyazarı, Ahmet Emin Yalman’ın, “Kürt sorunu nedir?” sorusuna verdiği yanıtta şunları söylemişti: “... Bildiğiniz gibi bizim milli sınırlarımızda var olan Kürt unsurlar, o şekilde yerleşmişlerdir ki, pek az yerde yoğundurlar. Fakat yoğunluklarını yitire yitire ve Türk unsurunun içine gire gire öyle bir sınır doğmuştur ki, Kürtlük adına bir sınır çizmek istersek Türklüğü ve Türkiye’yi mahvetmek gerekir. Sözgelimi, Erzurum’a kadar giden, Erzincan’a, Sivas’a kadar giden, Harput’a kadar giden bir sınır aramak gerekir. Ve hatta Konya çöllerindeki Kürt aşiretlerini de gözden uzak tutmamak gerekir. Dolayısıyla başlı başına bir Kürtlükdüşünmektense, bizim Teşkilat-ı Esasiye Kanunu gereğince zaten bir tür yerel özerklikler oluşacaktır. O halde hangi livanın (Osmanlı’da il ve ilçe arasında bir yönetim birimi) halkı Kürt ise onlar kendilerini özerk olarak idare edeceklerdir. Bundan başka Türkiye’nin halkı söz konusu olurken onları da beraber ifade etmek gerekir. İfade olunmadıkları zaman bundan kendilerine ait sorun yaratmaları daima mümkündür. Şimdi Türkiye Büyük Millet Meclisi, hem Kürtlerin ve hem de Türklerin yetki sahibi vekillerinden oluşmuştur ve bu iki unsur bütün çıkarlarını ve kaderlerini birleştirmiştir. Yani onlar bilirler ki bu ortak bir şeydir. Ayrı bir sınır çizmek doğru olamaz.”5

Özerklikten” Kasıt

Burada sözü edilen “özerk yönetim” tanımını kimi çevreler, ayrımlı bir biçimde yorumlamış ve Cumhuriyet hükümetlerinin verilen bu söze uymadığını ileri sürmüştür. Oysa, burada ‘Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’ gereğince oluşturulacak ‘bir tür yerel özerklik’ sözleriyle anlatılan yerel yönetim biçimi, ırk ve etnik kökene dayanan ve bu unsurlara özel ayrıcalıklar tanıyan bir biçim değildir. Böyle bir anlayış, ulusal birliğe büyük önem veren ve yurttaşlar arasında hiçbir ayrıcalığa izin vermeyen Kemalizmin özüne aykırıdır.
Burada anlatılan, bütün ülkede geçerli olacak biçimde halka tanınacak yerel yönetimleri oluşturma hakkını, Kürtler de kullanacağı için, çoğunlukta oldukları yerlerde yerel örgütleri onların oluşturacak olmasıdır. “Bir tür özerk yönetimler” olarak tanımlanan yerel örgütler; belediyeler, belediye meclisleri, il özel idareleri gibi seçimle oluşturulan devlet kurumlarıdır.
Şunu da belirtmek gerekir ki, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, bu açıklamanın yapıldığı 1923’den 1938’e dek tam 15 yıl, Kürt-İslam ayaklanmalarıyla uğraşmıştır. Büyük çoğunluğu emperyalizme dayanan bu ayaklanmalar, yalnızca Kürt sorununda değil, tüm toplumsal yaşamda, demokratik açılımların gecikmesine neden olmuş ve Cumhuriyet yönetimlerini sürekli olarak tedirgin etmiştir. Buna karşın, Türkiye Cumhuriyeti Devleti verilen sözü tutmuş ve katılımcılığa dayanan yerel kurumları çeşitli desteklerle yaşatmış ve geliştirmiştir.

Kurtuluş Savaşı’yla Başlayan Ayaklanmalar

Mustafa Kemal, Samsun’a çıkıp ulusal savaşımı başlattıktan sonra, Kürt ayaklanmalarında büyük bir artış görüldü. Ayaklanmaların çıkış zamanlaması bunların bir merkezden yönlendirildiğini gösteriyordu. Nitekim 50 yılı aştığı için bugün açıklanmış bulunan, ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya gizli belgelerinde bu durum çarpıcı bir biçimde görülmektedir.
Mustafa Kemal, durumu bu belgeleri görmeden saptamıştı. Elazığ ValisiAli Galip ve Noel’in Sivas Kongresi’ni basacağı duyumunu aldığında Kongre’de şu konuşmayı yapmıştı: “İngilizlerin amacı, para ile memleketimizde propaganda yapmak ve Kürtlere Kürdistan kurma sözü vererek, aleyhimize ve bize karşı suikast düzenlemeye yöneltmek olduğu anlaşılmış, karşı önlemler alınmıştır.” 6

İngiliz Belgeleri ve Ayaklanmalar

İngiltere’nin İstanbul’daki Yüksek Komiser Yardımcısı Amiral Webb, Dışişleri Bakanı Lord Curzon’a gönderdiği 19 Ağustos 1919 günlü yazanakta (raporda) şunları yazıyordu: “Amerika, Trabzon ve Erzurum’u içine alan bir Ermenistan’ı himaye edecek, geri kalan dört il ise bir Kürt devleti olarak İngilizler’in himayesine bırakılıyor.”7
Kürt aşiret reislerinin nasıl satın alındıklarını ve kime karşı kışkırtıldıklarını gösteren iki gizli belgeyi, bir başka İngiliz Yüksek KomiseriAmiral Calthorpe, 9 Temmuz 1919 ve 21 Temmuz 1919 tarihlerinde hazırlar ve Londra’ya gönderir: “Binbaşı Noel (Kürtler içinde çalışan binbaşı rütbeli bir İngiliz ajanı) Abdülkadir ve Bedirhanoğulları ile görüştü. Abdülkadir satın alındığı takdirde güçlük çıkarmaz.”8 “Binbaşı Noel, Kürt şefleriyle görüş birliğine varırsa, bundan büyük yararlar sağlayacağını söylüyor... Kürtler henüz Mustafa Kemal’e karşı ayaklanmadı. Noel bunu başarabileceğinden emin.”9
İngilizler’in, Kürtleri çıkarları için nasıl kullandığını gösteren kendilerine ait iki gizli yazanak, o gün olduğu gibi bu gün de geçerliliğini korumaktadır ve emperyalizmin az gelişmiş ülke insanlarına bakışını göstermesi açısından ilginçtir. Hohner imzalı ve 27 Ağustos 1919 tarihli yazanakta şöyle söylenmektedir: "Kürt sorununa verdiğimiz önem Mezopotamya’ya verdiğimiz önemdendir. Yoksa Kürtlerin ve Ermenilerin durumu bizi hiç ilgilendirmez.”10
Öbür yazanak, 28 Kasım 1919 tarihlidir ve İngiliz ajanı Kindston kaleme almıştır: “Kürtlere ne kadar inanmasak da onları kullanmamız çıkarımız gereğidir.”11

ABD Görüşü

O günlerin genç ve istekli yeni emperyalist ülkesi ABD’nin, İstanbul’a Yüksek Komiserlik göreviyle gönderdiği, İspanya Savaşına katılmış deneyimli subayı Amiral Bristol; Kürt sorununun gerçek temellerini, Washington’a gönderdiği, 20 Şubat 1922 tarihli gizli yazanakta ortaya koyar: “... Şimdi Kürdistan Mezopotamya’nın ünlü petrol yatakları nedeniyle yabancı entrikalar başladığı için kuşkusuz ciddi sorunlar yaratabilecektir. İngilizler herhalde, Kürdistan’ı denetim altına almak için Kürtleri Türklere karşı kullanmak isteyecektir... Batıdaki savaş Türklerin lehine biterse, Türkler yetenekli askeri liderlerinin biriyle Kürt sorununa son verebilir. İngilizler kuşkusuz bu durumu bilmektedir. Gene de Kürt sorunu ile uğraştığı sürece, Mustafa Kemal’in Musul’a el koyamayacağını düşünmektedirler. Dolayısıyla Kürtçülük hareketlerini desteklemektedirler.”12

Mayıs 1919: Ayaklanmalar Başlıyor

Kurtuluş Savaşı örgütlenip kalıcı bir güç olmaya başlayınca önce gerici ayaklanmalar, hemen ardından da Kürt ayaklanmaları ortaya çıktı. 1920 ve 1921 yıllarında irili ufaklı tam 60 gerici ayaklanma oldu. BandırmaGönenSusurluk,KirmastiKaracabeyBigaİzmitAdapazarıDüzceHendekBoluGeredeNallıhan,BeypazarıBozkırKonyaIlgınKadınhanıKaramanÇivrilSeydişehirBeyşehir,KoçhisarYozgatYenihanBoğazlıyanZileErbaaRefahiyeZaraViranşehir bu ayaklanmaların bir bölümüydü.13
Mustafa Kemal, Samsun’a çıkmadan bir hafta önce 11 Mayıs 1919’da, ilk Kürt ayaklanması başladı. Midyat’ın güneyindeki aşiretlerin reisi olan Ali Batı, Kürt devleti kurmak üzere ayaklandı. Üç ay süren ayaklanma, 19 Ağustos 1919’da bastırıldı.
Ankara Hükümeti’nin kurulmasından sonra arka arkaya patlak veren Kürt ayaklanmalarının ilki Koçgiri Ayaklanması’dır. 135 köye yayılmış olan Koçgiri aşireti, Yunan ordusunun Bursa’dan saldırıya geçmesinden iki hafta önce, saldırıya destek olurcasına, 6 Mart 1921 günü ayaklandı.
Bunların da amacı bir Kürt devleti kurmaktı. Oysa Mustafa Kemal, bu aşiretin ileri gelenlerinden Alişan ile Sivas’ta görüşmüş ve onu milletvekili adayı göstermişti. Ayaklanmanın çıktığı günlerde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 72 Kürt milletvekili vardı.14 Ayaklanma yaklaşık üç ay sonra 17 Haziran 1921’de bastırıldı.

Musul ve Nasturiler

Musul’un kime kalacağı tartışmalarının olduğu günlerde, İngiltere Musulsorununun ele alınması için Milletler Cemiyetine (dönemin Birleşmiş Milletleri) başvurdu. Bundan bir gün sonra, 7 Ağustos 1924’de Nasturi Ayaklanmasıbaşladı. İngilizler; ErbilKerkük ve Rewanduz bölgelerinde silahlandırdıklarıNasturileri (bölgede yaşayan bir Hıristiyan topluluğu) Hakkari bölgesinde ayaklandırdı.
Ayaklanma 28 Eylül 1924’de bastırıldı ve ayaklanmacılar İran’a kaçtı.Musul’u denetimi altına almak isteyen İngilizler bu ayaklanmayı tasarlı (planlı) ve örgütlü bir biçimde çıkarmıştı. Milletler Cemiyeti’nde, ‘Türklerin, kendi sınır boylarına bile hakim olamadıkları, Musul’u almalarıyla orayı da istikrarsızlaştıracakları’ yönünde yaymaca (propaganda) yaptılar.

Şeyh Sait

Nasturi Ayaklanması’nın bastırılmasından yaklaşık dört ay sonra, Sunni Şafi mezhebinden bir Nakşibendi olan Şeyh Sait, ayaklandı. Hamidiye alay komutanlarından Mutki aşireti reisi Muşlu Hacı Musa, Mayıs 1923 de Erzurumda, Kürt Azadı Cemiyeti’ni kurmuştu.
Şeyh Sait bu derneğin üyesiydi. Kürt Azadi Cemiyeti’nin 1924 yılındaki ilk kongresinde; en geç Mayıs 1925 tarihinde bir ayaklanma başlatılacağı, gerekli dış yardımın İngiliz ve Fransızlar tarafından yapılacağı, kongreye katılan delegelere bildirilmişti. Ayaklanma biraz da rastlantı sonucu saptanan günden önce, 13 Şubat 1925’te başladı. Türkiye’de düşünülen demokratik açılımların, zorunlu olarak, gerilemesine neden olan bu ayaklanma, 3,5 ay süren etkili bir savaşım ile 31 Mayıs 1925 tarihinde bastırıldı.
Şeyh Sait ayaklanması, aynı Nasturi Ayaklanma’sında olduğu gibi İngiltere kaynaklıydı ve Musul petrol bölgesinin ele geçirilmesine yönelikti. Bu durumu açık bir biçimde gösteren gizli belgelerden birisi de, Fransa’nın Bağdat’taki Yüksek Komiserliği’nin, Paris’e gönderdiği yazanaktır : “Şeyh Sait ayaklanması kendiliğinden birdenbire meydana çıkmadı. Kürdistan dağları yabancıların kışkırtması ve desteği ile ayaklandı. Ayaklanma işareti İstanbul’daki Kürt yanlısı çevrelerden geldi. Bu bölgede ortaya çıkan olaylar, İngilizlerin uğradıkları yenilgiden sonra hiç affetmedikleri Mustafa Kemal’e ve Ankara’daki Meclise karşı yürüttükleri siyasetin bir parçasıdır... Kürt ayaklanması bundan daha iyi koşullarda patlak veremezdi. Ayaklanma, Türklerin Musul üzerindeki iddialarını araştıran komisyonda, Türklerin kendi topraklarındaki Kürtler arasında bile huzuru sağlayamadığını gösterecekti.”15
Kürt ayaklanmaları, Şeyh Sait Ayaklanması’ndan sonra da sürdü. 1938’e dek süren bu ayaklanmaların adları ve tarihleri şöyleydi; Sasan Ayaklanması (1925-1937), Ağrı Ayaklanmaları (1926-1930), Koçuşağı Ayaklanması (1926), Zeylan Ayaklanması (1930), Oramar Ayaklanması (1930). Cumhuriyetin ilanından sonra meydana gelen bu ayaklanmalardan başka; Roçkotan ve Raman (1925), Biçar(1927), Tendürük (1929), Savur (1930), Pülümür Tedip (yola getirme) eylemceleri (harekatları) meydana gelmiştir.

Dersim’in Önemi


Dersim Ayaklanması’nın, gerek ayaklanmacılar gerekse genç Cumhuriyet açısından ayrı bir önemi vardır.

Hiç yorum yok: