21 Aralık 2014 Pazar

KEMALİZM-EMPERYALİZM İLİŞKİSİ – YAPISAL KARŞITLIK



Türk Devrimi’nin dünya siyasetine etkisi bilinenden ve sanılandan çoktur. Kemalizm tarihsel olarak Batı kapitalizminin “kabuk değiştirerek” dünyanın tümünü yatırım alanı durumuna getirmeye giriştiği bir dönemde ortaya çıkmıştır. Bu dönem, dünyanın yeniden paylaşımı için ilk büyük küresel çatışmanın yaşandığı, emperyalizmin yayılma evresidir. Emperyalizm yerleşik dünya düzeni durumuna gelemeden, daha “gençlik” döneminde, Kemalizmle karşılaşmış ve yenilgiye uğramıştır.


Dünya Siyasetine Etki

Türk devriminin 90 yılı göz önüne alındığında iki tarihsel dönemle karşılaşılır. 1923-1938 toplumsal dönüşümlerin gerçekleştirildiği Kemalist dönem (devrimler dönemi) ve 1939’da başlayan özellikle 1945 sonrasında hızlanan Kemalist politikalardan uzaklaşma dönemi (geri dönüş dönemi). Dönemler arasındaki ayrım açıkça ortaya koyulmadan ne Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu sorunlar kavranabilir ne de bu sorunların kaynağı olan Yeni Dünya Düzeni’ne karşı uygulanabilir politikalar üretilebilir.
Türk Devrimi’nin dünya siyasetine etkisi bilinenden ve sanılandan çoktur. Kemalizm tarihsel olarak Batı kapitalizminin “kabuk değiştirerek” dünyanın tümünü yatırım alanı durumuna getirmeye giriştiği bir dönemde ortaya çıkmıştır. Bu dönem, dünyanın yeniden paylaşımı için ilk büyük küresel çatışmanın yaşandığı, emperyalizmin yayılma evresidir. Emperyalizm yerleşik dünya düzeni durumuna gelemeden, daha “gençlik” döneminde, Kemalizmle karşılaşmış ve yenilgiye uğramıştır.
Kemalist Devrim, sömürge ya da yarı-sömürge olarak büyük devletlerin egemenliği altında bulunan dünya uluslarına, emperyalizmin yenilebilirliğini göstermiş ve onlara örnek olmuştur. Batı, Türk Devrimi’nden sonra, denizaşırı ülkelere yönelik politikasını değiştirmek zorunda kalmıştır. Askeri işgale dayalı sömürgecilik dönemi sona ermiş, o güne dek sömürge ilişkileriyle baskı altında tutulan yoksul uluslar teker teker bu bağlardan kurtulmuştur. Ulusal Kurtuluş savaşımları 20.yüzyılın büyük bölümünde, dünya siyasetini etkisi altına almıştır.

Uluslararası Ulus Devinimi

Kemalizm, emperyalizm çağında ulusal bağımsızlığını elde eden yoksul bir ulusun, ekonomiye ve toplumsal gelişime dayanan gerçek kurtuluşunun kuramını oluşturmuş ve bu kuramı uygulamıştır. Kuram ve uygulamadaki özgünlüğü, Türkiye’yle sınırlı kalmamış ve evrensel bir boyut kazanmıştır. Kemalizm, uluslararası bir ulus devinimi yaratmıştır.
Kemalist politikalar Türkiye’de, 1939’da başlayan ve 1945’ten sonra yoğunlaştırılan girişimlerle adım adım uygulamadan kaldırılmıştır. Anti-Kemalist girişimin büyük bölümü dış kaynaklıdır. Türk Devrimi’nin yarattığı bağımsızlıkçı etkinin, kendi ülkesinde ve dünyada ortadan kaldırılması; emperyalizmin 20.yüzyıl boyunca değişmeyen stratejik amacı olmuştur.

Yeni Yüzyıl

Dünya 21.yüzyıla da yüz yıl öncesindeki koşulların hemen aynısıyla girdi. Etkinlik bölgeleri için savaşım, ekonomik gerilim, sömürgeleşen yoksul ülkeler, silahlanma yarışı, kotalar, büyük devlet kısıtlamaları, tekeller, şirket birleşmeleri, kazanç aktarımı, her alandaki şiddet eğilimleri ve tek kutuplu bir dünya... Bunlar günün yaşanan gerçekleri.
Açlık, yoksulluk ve savaş insanlığın gündeminden çıkmış değil. Teknoloji ve sermaye dolaşımı olağanüstü arttı ancak yürürlükteki dünya düzeninde yani emperyalist işleyişte bir değişiklik yok. Yüksek teknolojiye sahip, dünya ticaretini denetleyen ve akçalı gücü yüksek az sayıdaki gelişmiş ülke birlikte ya da ayrı olarak tüm dünyayı özgürce kullanıyor. Etkinlik alanları için birbirleriyle çatışıyorlar ancak yoksul ülkelere karşı birlikte davranıyorlar. Rusya ‘çarlığa’ geri döndü, İngiltere’nin yerini ABD aldı. Artık korkutucu olan İngiltere’nin donanması değil, ABD’nin hava gücü.
Kemalizmin temel kavramları bugün yeniden konuşuluyor. Yeni Dünya Düzeni’nin yarattığı küresel sorunlardan yakınıp çözüm arayanlar, ister istemez Kemalizme ulaşıyor. Bağımsız ulusal kalkınma, sosyal pazar ekonomisi, korumacılık, milli kambiyo, yerli üretim, denk bütçe, karma ekonomi, sosyal devlet, ulusal tarım ve madencilik... Yalnızca Türkiye’de değil dünyanın her yerinde tartışılıyor, araştırılıyor. Çin bu yöntemlerle dünya devi oldu.
Amerikalı ekonomist Jeffrey T.Berger, “Yeni Dünya Düzeni” adlı kitabında, 21.yüzyıla hangi koşullarda girildiğini şöyle açıklıyor: “20.yüzyıla girerken dinamik, yeni sanayileşmiş üç ülke, İngiliz İmparatorluğu’nun üstünlüğüne kafa tutmaya başlamışlardı. Özellikleri Sanayi çağının gereklerine pek uygun düşen bu üç ülke, Almanya, Japonya ve Birleşik Amerika idi. Sömürgeleştirme ve sömürgecilikten kurtulma dönemlerinden, 2. Dünya Savaşından, Rusya’daki Marksist deneyimden sonra, 20. yüzyıl hemen hemen başladığı biçimde bitecek. Almanya, Japonya ve Birleşik Devletler arasındaki ilişkiler, bir kez daha dünyanın geleceği açısından belirleyici olacak.”1
Azgelişmiş ülkelerdeki ulusçu eğilimlerin oluşturduğu güç de göz önüne alınırsa, Amerikalı ekonomistin saptaması tamamlanmış olacak. Kemalizmin, azgelişmiş ülkelerin günümüzdeki sorunlarına çözüm yeteneğini koruyarak hala yaşıyor olması, isteğe bağlı bir olgu değil dünyanın içinde bulunduğu koşulların zorunlu bir sonucudur. Kendisini yaratan koşullar ortadan kalkmadıkça, başarıları denenerek kanıtlanmış olan Kemalizm de doğal olarak ortadan kalkmayacaktır. Emperyalizm var oldukça Kemalizm de var olacaktır.

Kemalizm - Emperyalizm İlişkisi; Yapısal Karşıtlık

Emperyalist devlet politikalarıyla Kemalizm ve ulusal kurtuluş savaşımları arasında, yapısal, uzlaşmaz ve kalıcı bir karşıtlık vardır. Karşıtlığın boyutu, iki yanın da varlık nedenini oluşturacak kadar derindir ve 20.yüzyıl bu karşıtlığın yol açtığı çatışmaların tarihi gibidir. Emperyalist devletler, Kemalizmi önce tanımayarak ezmek istemiş, sonra denetim altına almaya çalışmış, daha sonra da yok etmek için elinden geleni yapmıştır. 1938 yılına dek amacı yönünde herhangi bir başarı elde edememiş ancak daha sonra, başta Türkiye olmak üzere bütün dünyada önemli adımlar atmıştır.

Batıya Karşıtlık

Mustafa Kemal Batı’nın Türkiye ve Türkler için ne anlama geldiğini her yönüyle ele almış, Batı’yla bağımlılık doğuracak herhangi bir ilişkiye girmemiştir. Kurtuluş Savaşı’nın en zorlu günlerinde, 1921 sonlarında şunları söyler: “İlkbahara kadar üç ay içinde bu silahları elde edemezsek diplomasi kanallarıyla bir çözüm yolu aramak zorunda kalacağız. Bunu arzu etmiyorum. Biliyorum ki Batı ile uyuşma Türkiye’nin kaçınılmaz olarak köleleştirilmesi anlamına gelecektir.”2 Bu sözler, savaşın olanaksızlıkları ve silah gereksiniminin yarattığı gerilimlerin duygusal dışavurumları değildir. Devlet politikasına dönüştürülecek bir anlayıştır.
Aynı yıl, Kurtuluş Savaşı’nın uluslararası boyutunu açıklarken şunları söyler: “Bana göre, Türkiye, Doğu ve Batı Dünyası’nın sınırındaki coğrafi konumuyla ilginç bir rol oynuyor. Bu durum, bir yanı ile yararlı iken, diğer yandan tehlikelidir. Batı Emperyalizminin Doğuya yayılmasını durdurabileceğimiz için, Türkiye’yi öncü olarak gören bütün Doğu halklarının sevgisini kazanmış bulunuyoruz. Diğer yandan bu durum bizim için tehlikelidir. Çünkü Doğuya yönelen saldırıların bütün ağırlığı öncelikle bizim üzerimizde yoğunlaşmış bulunuyor. Türk halkı bu konumu ile gurur duymakta ve Doğuya karşı bu görevi yerine getirmekten mutlu olmaktadır.”3
Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı’nın anti-emperyalist niteliğini tüm boyutlarıyla saptar ve saptamalarını eyleme dönüştürür. Batı emperyalizmi için şunları söyler: “Biz, Batı emperyalizmine karşı yalnızca kurtuluşumuzu sağlamak ve bağımsızlığımızı korumakla yetinmiyoruz. Aynı zamanda, Batı emperyalistlerinin, güçleri ve bilinen araçlarıyla Türk milletini emperyalist politikalarına araç olarak kullanmak istemelerine engel oluyoruz. Bununla bütün insanlığa hizmet ettiğimize inanıyoruz.”4
Mustafa Kemal’in emperyalist ülkelere ve bunların yoksul uluslar üzerindeki sömürgen politikalarına karşı duyduğu nefret, bilinçli bir içtenliğe ve kalıcı bir kararlılığa sahiptir. 31 Ocak 1923’te şunları söyler: “Bizim öcümüz zalimlerin zulmüne karşıdır. Onlarda zulüm duygusu ölmedikçe, bizde de öç duygusu sürecektir.”5
Ulusal Bağımsızlığa verdiği önem kendi özgürlüğüne verdiği önemden ileridir. Kişisel özgürlüklerin ulusal bağımsızlığı korumadan sağlanamayacağını bilir ve bu bilgiyi ileri bir anti-emperyalist bilince yükseltir. 1924 yılında şunları söyler: “Ben yaşayabilmek için mutlaka bağımsız bir ulusun evladı olmalıyım. Bu nedenle Ulusal bağımsızlık bence bir yaşam sorunudur. Ulus ve ülkenin yararları gerektirdiğinde tüm insanlığı oluşturan uluslardan her biriyle uygarlık gereği olan dostluğa dayalı ilişkilere büyük değer veririm. Ancak, benim ulusumu tutsak etmek isteyen herhangi bir ulusun, bu isteğinden vazgeçinceye kadar amansız düşmanıyım.”6

Emperyalizm ve Ulusal Bağımsızlık Savaşımı

Emperyalizmin Kemalizmle olan karşıtlığı Türk Devrimi’yle sınırlı değildir. İlk örnek olarak Kemalizmi baş tehlike saymış ve dünyadaki tüm ulusal bağımsızlık savaşımlarına düşmanca yaklaşmıştır. 1960’lı yıllarda Johnson Doktrini’nin mimarlarından Profesör Rostow şunları söylüyordu: “Bütün ulusal kurtuluş hareketleri komünist olmaya mahkumdur. Bu nedenle ezilmelidir. Bunların önlenmesi, ABD’nin dünya yüzünde duruma el koyabilmesine bağlıdır.”7
Bir başka Amerikalı Profesör Noam Chomsky’nin görüşleri de farklı değil: “ABD için en tehlikeli düşman ve tehdit, bağımsızlık tehditidir. Asla hoş görülemez.”8
Bu görüşler iki Amerikalı profesörün kişisel yorumları değil, Batı devletlerinin yüz yıldır sürdürdüğü politikanın ana doğrultusudur. Bu sözler, yoksul ülkelerle emperyalist ülkeler arasındaki yapısal karşıtlıklara dayanan savaşımın dile getirilmesidir. Bu profesörler bilinçli ve açık sözlüler. Ancak, bilinçli ve açık sözlü olanlar yalnızca onlar değildir.

Anti-Emperyalist Bilinç

Mustafa Kemal’in emperyalizme karşı olan görüşleri ve bu görüşleri yaşama geçiren eylemleri de, son derece açık ve bilinçlidir. Kemalizm’deki anti-emperyalist bilinç, toplumsal içeriklidir ve yüksek düzeylidir. Irkçılıkla bezenmiş yabancı düşmanlığından uzaktır. Ülke savunmasıyla sınırlı değildir. Ulusçu ve toplumcu temeller üzerinde yükselir. Evrensel boyutludur. Anti-emperyalist eyleme ve bilimsel araştırmaya dayanır.
Mustafa Kemal, 1921 Aralığı’nda Meclis’te yaptığı konuşmada şunları söyler: “Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, yaşam ve geleceğini biricik amaç bildiği halkını emperyalizm ve kapitalizmin tahakküm ve zulmünden kurtararak, yönetim ve egemenliğimizin gerçek sahibi olmakla amacına ulaşacağı kanısındadır.”9
Büyük Taarruz’un hazırlıklarının sürdüğü günlerde, 3 Mart 1922’de yaptığı konuşma emperyalizmin küresel boyutuna değinir: “İstilacı saldırgan devletler yerküresini kendilerinin malikanesi ve insanlığı, kendi hırslarını tatmin için çalışmaya mahkûm esirler saymaktadırlar. Sonuç olarak Dünya iki zümreye ayrılmaktadır. Birisi Doğu’dur. Ki kendi varlığını, istiklalini kavramıştır, bu bilinçle el ele vermiştir. Diğeri ise, sırf kendi hırslarını tatmin için çalışan zümredir. Bunların amacı zulüm ve baskı olduğu için, onları lânetle anmakta kendimizi haklı görürüz.”10

Ulusal Öç

Mustafa Kemal emperyalizme karşı tavrını bütün açıklığıyla askeri zaferden sonra da sürdürür. 16 Mart 1923’te Adana Türk Ocağı’nda yaptığı konuşmada şunları söyler: “Ulusların kalbinde öç duygusu olmalı. Bu gelişigüzel bir öç değil, yaşamına, rahatına, zenginliğine düşman olanların yapabilecekleri zararları yok etmeğe yönelik bir öçtür. Bütün dünya bilmelidir ki, karşımızda böyle bir düşman oldukça, onu bağışlamak elimizden gelmez ve gelmeyecektir. Düşmana acıma, acizlik ve zayıflıktır. Bu insanlık göstermek değil, insanlık özelliklerinin sona erişini ilan etmektir.”11
1927 yılında okuduğu Nutuk’ta şunları söyler: “Ulusumuzun kurduğu devletin alınyazısına, bağımsızlığına sanı ne olursa olsun hiç kimseyi karıştırmayız.”12 “Milletimizin temel yararı ile ilgili konularda yabancıların bizce hiç önemi yoktur. Biz gidişimizi yabancıların görüşlerine uydurma güçsüzlüğünü kötü görenlerdeniz.”13

Atatürk, 1938’de ölene dek söylediklerinin tümünü uygulamış ve ulusal bağımsızlığa zarar verecek hiçbir dış ilişkiye girmemiştir. Bu tutum, 1923-1938 döneminin değişmeyen dış politikası olmuştur. Türkiye’nin zararına yol açacak bilgi ve denetim dışı dış kaynaklı eylemler vatan ihaneti sayılmış, Lozan’da başlatılan süreç bütün olanaksızlıklara karşın ödünsüz sürdürülmüştür. Emperyalist devletler kararlı tutum karşısında Türkiye’den uzak durmak zorunda kalmıştır. 1923-1938 dönemi, Türkiye’nin tarihi boyunca saygınlığı en yüksek dönemini oluşturur.


Hiç yorum yok: