9 Ağustos 2013 Cuma

TÜRK KIZILDERILILERLE MUHTESEM BIR GÜN !


AKRABALARIMIZIN TOPRAKLARINDAYIZ! Türk Kızılderililerle Muhteşem Bir Gün Geçirdik!

Turk North Amerika bu hafta sonunu sizler için Kızılderililerin yılda sadece bir kez 3 günlüğüne düzenledikleri Pow Wow’da geçirdi.

Muhteşem bir hafta sonu geçirdik akrabalarımızla. Her anı görülmeye değerdi. Uzun, zor ve meşakatli bir yolculuğun sonunda vardığımız Withlacoochee River Park 1991 yılının aralık ayında Pasco county valiliği tarafından Natıve American’lara yani Kızılderililere kültürlerini tanıtıp biraraya gelebilmeleri için tahsis edilmiş. Pow Wow ‘un tam olarak Türkçe karşılığı olmasa da “bir araya gelmek” anlamına geldiğini söyleyebiliriz.

ZORLU BİR YOLCULUK

İlk olarak yolculuğumuzdan başlamak istiyorum. Şehir merkezinden ayrılan bir otoban üzerinden çıkıp dar, küçük, sağı ve solu at ve inek çiflikleriyle dolu olan yemyeşil sessiz bir yolda saatlerce ilerledik. İnanılmaz bir yoldu, sanki yolun sonunda cennete varacakmışız duygusunu yaşattı bize.

Ancak o bitmek bilmiyen ağaçlar, çiftlikler, sessiz ama bir o kadarda gizemli yolun sonuna varıp gideceğimiz Withlacoochee River Parkın 3 mil ötesine yaklaştığımızda, her tarafı asfaltla kaplı olan Amerika’nın değil, sanki terk edilmiş ıssız bir köyün, toz duman olmuş, taş ve toprak dolu yolunda zor bela ilerleyerek parka vardık.

ÇEKİNEREK YAKLAŞTIK

Aslında ilk başta çok çekiniyorduk onların arasına girmeye, çünkü yıllarca eziyet gördükleri beyaz adamlardan biriydik, fakat karşımıza ilk çıkan Kızılderili kadın oldukça sıcak bir karşılamayla parka giriş için çok cüzi bir miktar ödememiz gerektiğini bize söyledi. Bunun nedeni ise her sene tekrar eden Pow Wow’u düzenleyebilmeleri için gereken miktarın toplanması. 3 doları ödedikten sonra ilk an itibariyle hissettiğimiz duygular cana yakınlık, samimiyet, sevgi dolu bakışlar oldu.

İçeriye aracımızla giriş yapıp birazda içimiz acıyarak yemyeşil çimenlerin üzerine park ettik. Artık onların topraklarındayız. Parkın nehir kenarını ortada kocaman bir pist haline dönüştürecek şekilde etrafını ise kocaman bir daire halinde çadırlarla kaplamışlardı.

Her çadır aynı kültürden ama farklı sanat eserleriyle bezenmişti. Bir şey almadan çıkmanız üstelik bir de bayansanız imkansız bir durum. Söz konusu ben olunca gözümün gördüğü her şeyi hemen hemen istedim sanırım.

BU ÇADIRLARDA TARİH YATIYOR

İlk girdiğim çadırda el yapımı oklar, hayvan derisinden ve kemiklerinden yapılmış av aletleri mevcuttu. İkinci girdiğimiz çadırda ise tamamı el yapımı olan Kızılderili kültürüne ait özel taşlarla bezenmiş takılar vardı, herbir taşın onlarda farklı bir inanca ve özelliğe sahip olduğunu bize tek tek anlattılar. En özel taşın ise Turkuaz olduğunu, Turkuaz’ın onların ruhlarını tüm kötü enerjilerden koruduğunu ve onlara pozitif enerji verdiğini öğrendik. Bir diğer çadırda ise Kızılderili erkeklerin kafalarına taktığı tüylerle bezenmiş şapkalar vardı. Bu şapkaların en basitinin en az 3 ayda yapıldığını öğrendik. Bunlardan sadece birine $400 karşılığında sahip olabiliyorsunuz.

Diğer çadırlar ise Kızılderili kültürünü anlatan kıyafetler, takılar, süsler ve özel yapılmış av aletleriyle doluydu. En son girdiğim çadırda “White Sage” diye tanıttıkları bizim bildiğimiz ismiyle Ada Çayını küçük istiridye kabuklarında yakıp onun dumanıyla kutsandıklarını, ruhlarının bütün kötülüklerden arındığını bize anlatan Silver Cloud yani (gümüş bulut) ile tanıştık.


YÜRÜYEN KÜTÜPHANE: SILVER CLOUD İLE TANIŞTIK

Bu tesadüfen tanıştığımız Silver Cloud masmavi cam gibi gözleri ve sevgi dolu bakışları olan 78 yaşında eski bir eğitim bakanı. Bizi çadırında öylesine iyi ağırladı ki, o ilk girerken hissettiğimiz çekingenlikten eser kalmadı bizde. 78 yasındaki genç delikanlı öylesine espirili ve sevgi doluydu ki bizi hayran bıraktı kendisine.

Sohbete başlamadan önce, röportaj için izin istedik. Onun bize cevabı ise “tabiki bu çadıra girip soru sormadan çıkarsanız geldiğiniz gibi giderseniz, fakat sorarsanız öğrenir beyninizi bilgilerle doldurup zekanıza zeka katar çıkarsınız” oldu.

İlk sorumuza yanında oturan bembeyaz saçlı mavi gözlü tonton mu tonton bir teyzenin onun neyi olduğunu sorarak başladık. Çünkü pek Kızılderililere benzemiyordu her ne kadar onların yöresel kıyafetlerini giyse de. Onun eşi olduğunu ve adının Sweet Waters yani (tatlı su) olduğunu öğrendik. Eşinin aslında başka bir ırktan olduğunu fakat ailesinin onu çok küçük yaşta evlat edinerek tam bir Kızılderili gibi yetiştirdiğini anlattı. Ardından Sweet Waters söze girdi ve bize “kanınızın ne olduğu değil, kalbinizin ne hissettiği önemlidir, ben kendimi saf bir Kızılderili olarak hissediyorum” dedi.

Sohbetimizin ilerleyen bölümlerinde biraz korkarak biraz da çekinerek o malum soruyu sorduk.

ACILAR HALA TAZE

Neler yaşadınız?

Mavi Gözlü dev Silver Cloud masmavi gözlerini açarak cevapladı: “Bize eskiden İngilizler çok çektirdi. Kimsenin yaşamak istemediği, timsahların ve yabani hayvanların dolu olduğu bu toprakları bizim atalarımız gelip yaşanır bir hale getirdi. Sonra beyaz adam geldi. Önce hayvanlarımızı öldürdü, ardından topraklarımıza göz dikti. Sonra kadınlarımızı kaçırıp tecavüz etti. Ve en sonunda da bizi öldürüp kalanlarımızı topraklarından sürdü.

Aslında Beyaz adamın başlattığı savaşın ilk kıvılcımını söyle açıklıyor Siver Cloud: “Bir yerli çocuğun toprağı eşelerken bulduğu altını gören beyaz adamların onlara ait toprakları almaya çalışmalarıyla körüklenmiş herşey ve bu beyaz adamlar yine aynı sebeplerden topraklarımıza gelip 11 kadınımızı kaçırdı ve bir daha haber alamadık” diyor.

Cloud’un bu cümlesi ise belki de herşeyi özetliyor: “onlar bize ait olan ne varsa almak istediler ve biz kutsal topraklarımız ve kadınlarımız için savaştık”.

Cloud’un anlattıklarınndan sonra aklımıza gelen ilk soruyu sorduk. Peki halen bu sorunlar devam ediyor mu?

Acısı gözlerinden okunan Siver Cloud sorumuzu “elbette ama bunu söylemeye bile korkuyoruz” şeklinde cevaplıyor ve ekliyor “21. yüzyılda bile halen tam olarak özgür değiliz, kendi kültürümüzü yaşamak istiyoruz ve kültürümüzden asla kopmamaya çalışıyoruz. Aslında çok zorluklar çekiyoruz halen kadınlarımız çok zor şartlarda yaşıyor.”

YAŞAYAN TARİH

Siver Cloud tam bir yaşayan tarih. Aynı zamanda kabilesinin de bilgesi. O konuşurken biz gözümüz yaşlı dinliyoruz, duygulandığımızı görünce bir anda konuyu değiştiriyor. Kolumuzu ısıran sivrisineği öldürmeye çalışmamızın bize ne kadar yanlış olduğunu anlatmaya başlıyor.

Bu Dünya’daki var olan her şeyin ve her olayın bir nedeni olduğunu söylüyor. “Biz asla o sinekleri öldürmeyiz biliriz ki, bizden aldığı kanla göle yavrularını bırakır, o yavruları yiyen balıklar senin akşam yemeği için masana koyduğun o büyük balıklardır. Sen o sinek sayesinde akşam yemeğinde kocaman, sağlıklı bir balık yiyebilirsin ailenle”

Onların inançları hakkında biraz bilgi istediğimizde ise bize “Kartalların onlar için çok kutsal olduğunu, gök yüzünde uçarak onları koruduğunu ve aslında kartalların gözlerinin tanrının bizi görme şekli olduğunu anlatıp ekliyor: “Her bir Kızılderili erkeğin sahip olmak istediği o büyük, yüce Kartal tüyünü elde edebilmek için günlerce, haftalarca Kartalı takip edip, ondan düşecek bir tüyü bekleyip, o düşen tüyü alabilmek için ne zorluklar çekiyoruz düşünebiliyor musunuz?.

Bu anlatımdan Kartal tüyünün satılmasının yasak olduğunu da öğrenmiş oluyoruz. Çünkü Kartal onlar için kutsal bir hayvan.

İnandıkları Tabiat Anaya verdiği her şey için teşekkür eden Kızılderililer doğayı öylesine seviyor ki anlattıklarını dinledikten sonra onlara bir kez daha hayran kalıyoruz. Artık Silver Cloud’dan ayrılma vakti gelip çatıyor. Diğer etkinliklere göz atabilmek için vedalaşma isteğimiz, kocaman bir kucak ve sevgi dolu öpücüklerle karşılık buluyor. Onun masmavi gözlerine ve gülen yüzüne son bir kez bakarak ayrılıyoruz çadırdan.


HER YER KIZILDERİLİ!

Çadırdan çıktığımızda biraz şaşırıyoruz. Çünkü az önce normal kıyafetleriyle ortalıkta gezinen insan kalabalığı bir anda yok olmuş onların yerini yüzlerce Kızılderili almıştı. Her biri günlük hayatında kariyerleri, işleri, çok güzel ve düzgün yaşamları olan sıradan insanlar yarım saat içinde hazırlanıp yani özlerine dönüp, yöresel kıyafetlerini giyip, takılarını takıp meydana çıkmışlardı.

Çemberin ortasında bulunan dans pistinin önü onlarca Kızılderili ile dolmuştu. Her birinin kendi kabilesinden kalma, onur ve cesareti temsil eden ölü hayvan iskeletleri, figürleri ve tüylerinden hazırlanmış aksesuarlarla dolu kıyafetleri vardı.


İnanışlarına göre kıyafetleri, her yakaladıkları veya avladıkları hayvanın vahşiliğine ve büyüklüğüne göre cesaret ve gücü simgelermiş, o yüzden her avladıkları hayvandan bir parça bulmak mümkündür kıyafetlerinde.

GÖRKEMLİ DANS BAŞLADI

Kültürlerinin en büyük temel kurallarından biri olan saygı bana bizden çok şeyi anımsattı. Büyüklerine olan saygıları ile aynı Türk kültürünü yaşayan Kızılderililer ilk şarkılarını ve danslarını bayrakları ve kaybettikleri için söylemeye hazırlanırken pistin girişinde demirden bir kasede yakılan ada çayı ile kutsanıp bu dumanı bütün vücutlarında gezdirdikten sonra, saygıyla eğilip piste ilk adımlarını atmaya başladılar.

Başımızı döndüren bu koku onlar için çok kutsal, bebeklerinden çocuklarına, yaşlı dedelerine kadar her biri tek tek kutsandı bu dumanla. Ve kutsal dans başladı. İlk ezgilerini başları eğik bir şekilde bayrakları için söylediler, ikinci ise kurtuluş ve özgürlük için söylenen bir ezgiydi. Bu ezgi eşliğinde çemberin etrafında dönerek dans ettiler.



Bu seneki Pow Wow anneler gününe de denk gelmişti, onlarda bu sebeple 3. şarkılarını kadınlarına ve tabiat anaya adayarak söyleyip dans ettiler. Bu 3 şarkı boyunca herkesin ayakta olmasını saygı göstermelerini rica ettiler, bu onlar için çok önemliydi.

Fark ettiğimiz bir şey daha oldu, dans arasında ve sonunda pistten ayrılmak durumunda kalanlar yüzleri sahneye dönük bir şekilde geri geri gelip elleri kalplerinde yere eğilip o şekilde alandan ayrılıyorlardı, bu bana birazda Osmanlı dönemindeki saygıyı anımsattı.

Bu törende en dikkat çekici olan ise aralarında birbirlerine hediyeler verdikleri dakikalardı. Ancak bu dakikaları fotoğraflayamadık. Çünkü onlar birbirlerine yaptıkları iyiliklerin ve yardımların reklam malzemesi olmasını istemiyorlar. Biz bu geleneklerine saygı göstererek kameralarımızı kapadık.

Aralarında dolaşırken farklı duygulara kapıldık. Çünkü hepsi o kadar sıcaktı ki biz istemeden tek tek fotoğraflayabildik hepsini. 7′den 70′e her kuşak oradaydı. Ve bize Hollywood filmlerinde anlatılmaya çalışılan tek tip insandan çok farklıydılar. Ki mi Alaska’dan gelmişti, ki mi California’dan. Yaşadıkları her topraktan akın etmişlerdi Pow wow’a.

BÜYÜK ŞEFİN HUZURUNDAYIZ

Kabilenin büyük lideri ile dansın sonunda ancak yanyana gelebildik ve onunla da çok keyifli ve hayli ilginç bir röportaj yaptık.

Onda gözümüze çarpan ilk duygu çok heybetli ve asaletli bir adam oluşuydu. O yürürken herkes önünü açıyor, tek tek elini uzatıyordu. Dansta da en önde o vardı.

Trol ile röportajımıza başlarken ilk sorumuz halen kültürünüzü yaşaya biliyor musunuz oldu.

Büyük Şef ”Az da olsa zamana ayak uydurmaya çalıştıklarını, eskisi gibi değilse de halen kültürlerinin hayatlarının vazgeçilmez bir parçası olduğunu” söyledi.

Bize “her Kızılderili ailenin çocuklarını bu kültür içerisinde büyütüp, o sevgiyi aşıladığını, oğlunun da şu an dans ve dil eğitimi aldığını ve kültürlerinden asla vazgeçmeyecekleri anlattı.

Artık kültürlerinin biraz daha günümüz Dünyasına ayak uydurmaya başladığını söyleyen Troy, ama asla gücünü kaybetmediğini de dile getirdi.

Fakat yeni jenerasyonla aralarında büyük bir boşluk olduğunundan da bahsetmeden geçemedi.

O EN CESUR VE SAVAŞÇI KABİLEDEN

Komançi kabilesinden Wild horse yani (vahşi atlardan ) gelen Troy’un dedesi kabilenin en cesur en korkusuz ünvanına sahipmiş. O da bu ünvanı gururla taşıyor. Troy, büyük annesinin ona öğrettiklerini şimdi milyonlara anlattığını ve onları daha iyi tanımaları için elinden gelen herşeyi yaptığını da ekliyor sözlerine. ”Sadece tek bir kişi bile bizi gerçekten kalbinden anlarsa işte o zaman amacıma ulaşmış oluyorum” diyor Troy.

Bu seneki Pow Wow’un anneler gününe denk gelmesi nedeniyle bizleri var eden tabiat ana için ve daha sonra da annelerimizi onurlandırmak adına bir dans yapacaklarını belirtirken aslında kabilelerinde erkek güçlü görünse de, onları yöneten ve en son sözü söyleyenin kadınlar olduğunu, kadınların onlar için çok önemli olduğunu söylüyor.

Kültürünüzü bize de öğretir misiniz dediğimiz de ise Troy’un cevabı, “Bizim kültürümüz sadece bize ait değil öğrenmek isteyen herkese açık, tabiat ananın bize verdiği bir hediyedir ve biz bunu paylaşmaktan mutluluk duyarız, yeterki öğrenmek isteyin” şeklinde oluyor.

KÜLTÜRÜMÜZÜN TEMELİ SAYGI

Kültürlerinin temelinin saygıdan geldiğini söyleyen Troy, biz herşeye saygı duyarız, ağaç bize gölge verir, fırtınalardan korur, tabiata zarar vermeden yaşarız, saygı duyarız, aile bizim için çok önemlidir, asla onları utandıracak birşey yapmayız, tam tersi onların bizimle gurur duyabilmeleri için elimizden gelen herşeyi yapmaya çalışırız” diyor.

DUYGULANDIRAN KONUŞMA

Troy’la sohbetimizin bu kısmında ise bizi çok duygulandıran o cümleler dökülüyor ağzından. “Biz birbirine sıkı bağlarla bağlı büyük bir aileyiz, biliyorum ki bir gün bana bir şey olursa burada gördüğünüz kadınların her biri benim oğluma çok iyi bakacaktır, bundan adım gibi eminim. Benim ailem benim ülkemdir. Ben ailemi ve ülkemi onurlandırırım ve bir çok savaşta da bulundum ülkem için. Geçmişte kazandığımız, bize ait olan toprakları paylaşmayı öğrendik ve paylaşıyoruz. Benim böyle güvendiğim büyük sevgi dolu kocaman bir ailem var”

NÜFUSLARI HER YIL ARTIYOR

Toplamda 1800 farklı kabilenin kaldığını söyleyen Troy belki de günün en güzel haberini de verdi. Biz son yıllarda bir önceki yıla nazaran 3 kat daha fazla artmaya başladık.Yani nüfusumuz küçülmüyor tam tersine büyüyoruz.

KIZILDERİLİLER TÜRK MÜ?

Bunların duymak beni çok duygulandırmıştı. Ancak ona sormak istediğimiz birşey daha vardı. Geçtiğimiz aylarda yapılan bir araştırmada alınan sonuçları yani Kızılderililerin Türk olduğunu soracaktık. Önce aramızda biraz konuştuk. Bu soru onları kızdırabilir, bizi de zaten yok edilmeye çalışılan Irklarının ve kültürlerinin bir düşmanı olarak görebilirler diye düşündük. Ama birazda kendimizi tutamayarak o soruyu dolambaçlı bir şekilde sorduk.

Troy’a yakın tarihte Rus bilim adamlarının yaptığı bir araştırmadan bahsettik ve bu araştırmanın sonunda elde edilen bütün kanıtlarda ortaya çıkan sonucun Kızılderililer ve Türklerin Orta Asya’da yıllar önce beraber yaşadığını yani akraba olduğunu söyledik. Tam sorumuza geçiyorduk ki bizi şoke eden bir yanıt aldık.

TARİHE GEÇECEK YANIT: “BİZ AKRABAYIZ”

“Evet biz akrabayız. Çok eskiden yaşadığımız topraklarda bizi sizinle büyük felaketler ayırdı. Olan büyük depremler kıtaları birbirinden kopardı ve kopan parçanın bir tarafında anadoluya göç eden siz diğer tarafında buraya göç eden biz kaldık diyerek, Kızılderililerle Türklerin akraba olduğunu söyledi. Korkarak sormaya başladığımız soruyu bitiremeden şok olduğumuz ve bizi çok sevindiren bu cevabı aldık. Belki Kızılderililer bizden çok daha fazla bu işin bilincinde. Köklerini inkar etmiyorlar nereden geldiklerini ve kim olduklarını ve hatta neden yok edilmeye çalışıldıklarını çok iyi biliyorlar.

Kızılderililerin ağzından biz de Türküz lafını duymak bizi tam anlamıyla şaşırtmıştı, bunu hiç beklemiyorduk. Troy bizim kendisine söylemeye çalıştığımız araştırmayı bize anlatmaya başladı: “İnançlarımızın ve kültürel bir çok özelliğimizin aynı oluşundan yola çıkan bilim adamları bu benzerlikleri araştırmaya başlamışlar ve sonuç ortada bizim köklerimizin Türklerden geldiğini keşfetmişler”.

TÜRKLERE ÇOK ACI BİR MESAJ

Fakat Troy’un bize en son olarak söyledikleri hem bir ders hem de çok üzücüydü. Troy “Benim Türklere bir mesajım var dedi ve ekledi: “Türklerin fark etmesi gereken tek şey kültürlerine sahip çıkmaktır. Sahip olabileceğiniz en büyük zenginlik, sizin kendi kültürünüzdür. Kültürsüz yaşamanın hiç bir anlamı yoktur. kültürsüz yaşayan bir insan bu Dünya’da sadece nefes alan bir yaratıktır. Bizler kültürümüz olmazsa birer hiçiz. Asla kültürünüzü öldürmeyin yaşamak var olmak için kültürünüzü yaşatın, ölümsüzleştirin. Ruhunuz kültürünüzle yaşar, kültürünüz ruhunuzla hayat bulur ve asla nereden geldiğinizi unutmayın.”

Troy’un bu son cümleleri karşısında adete yıldırım çarpmışa döndük. İçimizden kendisine sarılıp bizim ülkemize de buyur gel bu söylediklerini orada da bizimkilere anlat demek geldi. Ancak bunun mümkün olmadığını iyi biliyoruz. Bizler kültürümüzü kaybederken, Türklüğümüz her platformda elimizden alınıp, sanki utanılacak birşeymiş gibi bize anlatılırken Türkiye’den binlerce kilometre uzakta Kızılderililer bize de ait olan kültürü hala bin yıl önceki gibi yaşıyor ve yaşatıyor. Troy’un sözlerinin içimize düşürdüğü mutluluk ve acıyla artık ayrılma vakti gelmişti.

Herkesle vedalaşıp oradan ayrılırken kalbimin yarısının onlarla kaldığını söylemeden edemeyeceğim. Akrabalarımızla muhteşem bir gün geçirmenin verdiği mutluluk ve biraz da hüzünle oradan ayrıldık. Unutmadan bir de selam götürdük onlara California’dan Angel Spirit’ten. Bu haberimiz ve bizim onları bulmamız onun sayesinde gerçekleşti.

Şimdi bir zaman makinesine binip sanki geçmişe gitmiş gibiyim. Atalarımızın nasıl yaşadığını, nelere inandığını ve nasıl insanlar olduğunu görmek istiyorsanız bir Kızılderili ile sohbet edin yeterlidir.

______________

TURK NORTH AMERICA sitesinden alintidir.

Hiç yorum yok: