16 Mayıs 2015 Cumartesi

Batı Trakya Türk Cumhuriyeti

Batı Trakya Türk Cumhuriyeti
Batı Trakya Türk Cumhuriyeti 28.8.1913-29.10.1913
Tarihte bilinen ilk Türk Cumhuriyetidir. Bayrağındaki beyaz özgürlüğü, siyah Balkanlardaki zulmü, yeşil İslamı, ay-yıldız Türklüğü simgeler.

Trakya dediğimiz bölge üçe ayrılır; doğusu Türkiye’de (Edirne, Kırklareli, Tekirdağ), kuzeyi Bulgaristan’da (Burgaz, Hasköy, Kırcaali, Tatarpazarcığı, Filibe, İslimye, Paşmaklı, Eski Zağra, Yanbolu), batısı Yunanistan’da (Dimetoka, Dedeağaç, Gümülcine, İskeçe hatta Türk nüfus kalmadığı için sayılmayan Kavala, Serez, Drama şehirleri de dahildir.) Kuzeyde Tunca, batıda Karasu nehirleri sınır teşkil eder.

I.Murad döneminde 1363 yılında Gazi Evrenos Paşa tarafından fethedilen Batı Trakya, 1913 yılına kadar 650 yıl Türk devleti sınırları içinde yer almıştır.

1877-78 Türk-Rus Savaşından sonra 3 Mart 1878  Ayastefanos (Yeşilköy) Anlaşması ile Bulgaristan Devleti kuruldu, Batı Trakya ve ayrıca Batı Trakya’nın batısındaki Üsküp, Manastır, Debre ve Ohri Gölü ile Doğu Trakya’nın önemli bölümü (Edirne ve Kırklareli) Bulgaristan’a verildi.

Mart 1878 Meriç’in batısındaki ve kuzeyindeki Türkler, Rus işgaline ve topraklarının Bulgarlara verilmesine karşı Rodop’ta örgütlenerek silahlı direnişe başladı. Çirmen yakınlarında başlayan Türk halk direniş hareketi tüm bölgeye yayılıp Rus güçlerinin bölgeye girmesine mani olmuştur. (Kaynak: Prof.Dr. Umay Türkeş – Türklerin Tarihi sayfa 610-611)

Batı Trakya Türkleri yapılan baskı ve zulümlere daha fazla dayanamayarak ayaklanma başlattılar. Bu ayaklanmalar giderek yaygınlaştı. Bu ayaklanmalar devam ederken Rumeli ileri gelenleri Bab-Ali nezdinde girişimlerde bulunarak Rus ve Bulgarlardan zulüm gördüklerini, mallarının yağma edildiğini ve bunların sonucu olarak da göç etmek zorunda kaldıklarını bildirerek kendilerine bir yer temin edilmesini istediler. Ancak Rus Savaşı’nın etkisini üzerinden atamayan Osmanlı Devletinden istenilen yanıt gelmedi.

16 Mayıs 1878 Türk direnişçiler Rodop Türk Mukavemet Hükümeti’ni kurdu. Zor durumda kalan Batı Trakya Türkleri tek çare olarak çözümü batıya şikayet etmekte aradı. Rusya ile Batının o dönem zıt kutuplarda yer alması belki Rus baskısı altında kalan Batı Trakya için bir fırsat olabilirdi. 16 Mayıs 1878’de “Hükümet-i Muvakkate” mührünü taşıyan bir dilekçe yazarak birer nüshalarını 1856 Paris Antlaşmasını imzalamış olan İngiltere, Fransa, Rusya, Avusturya ve Prusya’nın İstanbul’daki büyükelçilerine gönderdiler. Rodop direnişçileri İstanbul’daki büyük devletlerin elçilerine verdikleri 16 Mayıs 1878 tarihli ve “Hükümet-i Muvakkate” mührünü taşıyan muhtırada ayaklanma sebeplerini şöyle açıklıyorlardı:

Avrupa devletleri, geçici olarak idare etmekte olduğumuz halkın niçin silaha sarıldığını sorup araştırmak zorundadırlar. Biz hiçbir şahsa karşı isyan etmiş değiliz. Silaha sarılmaktan maksadımız, kendi mal, can ve ırzımızı korumaktan ibarettir. Biz hiçbir meşru hükümete karşı ayaklanmadık. Kendi şahsi haklarımızı korumakla, en tabii haklarımızı kullanıyoruz. Ayastefanos Antlaşması, Paris Antlaşması’nı imzalamış olan devletlerin tasdikinden geçmedikçe, hükümsüzdür. Ayastefanos Antlaşması’nın yerine yenisi konmalıdır. Bulgarların irtikâp ettikleri cinayetler, tarif olunamayacak kadar büyüktür. İleri karakollarımıza silahlı bir kuvvetin yaklaşmasını kabul edemeyiz. Bölgemizin ahalisi kâmilen Türk ve Müslüman olduktan başka buraya, aramıza, yüz bin Müslüman göçmen sığınmış bulunmaktadır… Eğer biz, muvakkat bir hükümet kurmamış ve zabıta heyeti düzenlememiş olsaydık, memleketimizde karışıklıklar çıkabilirdi. Bugün bölgemizde emniyet ve asayiş, Rus askerlerinin bulundukları yerlerde ise huzursuzluk ve karışıklık vardır. (Kaynak: H.Bülent Demirbaş – Batı Trakya sorunu sayfa 18 )
Direnişin liderleri Osmanlı haricinde hiçbir devletin yönetimi altına girmeyeceklerini bildirmiş ve geçici bir Türk hükümeti kurmuşlardır.(Kaynak: Prof.Dr. Umay Türkeş – Türklerin Tarihi sayfa 610-611)

13 Temmuz 1878       Berlin Anlaşması ile Bulgaristan Prensliği kuruldu. Ayastefanos ile Bulgaristan’a verilmiş olan Batı Trakya (Arda Nehri güneyi), tekrar Osmanlı Devleti’ne verildi. Berlin Antlaşmasının 13.maddesinde ‘’Balkan Dağlarının güneyinde, Doğu Rumeli olarak adlandırılan ve doğrudan doğruya Osmanlı İmparatorluğunun siyasi ve askeri hâkimiyeti altında bir vilayet kurulmuştur. Vilayetin bir Hıristiyan valisi olacaktır’’ diye belirtilir. Osmanlı Devleti balkanlardaki topraklarının büyük bir çoğunluğunu kaybetti. Rusya ve Balkan devletleri, Ayastefanos Antlaşmasındaki kadar olmasa da önemli ayrıcalıklar ve toprak kazanımları elde ettiler. (Kaynak: Ercan Tay – Batı Trakya Türkleri )

15 Ağustos 1913’te Türklere karşı başlayan Bulgar saldırıları üzerine Osmanlı Akıncı Birliği’nin de desteğiyle bölgedeki Türkler ayaklanıp bölgenin büyük bölümünü kontrol altına alarak 31 Ağustos 1913’te merkezi Gümülcine olmak üzere Garbi Trakya Hükümet-i Muvakkatesi’nikurdu. Avrupalı devletlerin baskısı altındaki Osmanlı, Batı Trakya Devletini destekleyemedi. (Kaynak: Prof.Dr. Umay Türkeş – Türklerin Tarihi sayfa 610-611)

Süreç şöyle gelişti. 1912–1913 Bulgaristan, Yunanistan, Sırbistan ve Karadağ topraklarını genişletmek amacıyla Osmanlı Devleti’nin Avrupa’daki topraklarına saldırdı. Edirne hariç Doğu Trakya ve Batı Trakya tamamen elden çıktı.16 Ekim 1912 Osmanlı Devleti Bulgaristan’a savaş ilan etti.18 Ekim 1912 Bulgaristan Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etti. Bulgaristan, Batı Trakya’ya saldırdı ve işgale başladı. Ekim-Kasım 1912 Bulgaristan Batı Trakya’yı işgal etti. 26 Kasım 1912 Batı Trakya’yı savunmakla görevli Osmanlı Kırcaali Müfrezesi Meriç nehrini geçerek Doğu Trakya’ya çekildi. 27 Kasım 1912 Kırcaali Müfrezesi Bulgaristan’a teslim oldu. Böylece Batı Trakya’da Türk hakimiyeti son buldu.

30 Mayıs 1913 Londra Anlaşması ile Osmanlı Devleti Midye (Kıyıköy) - Enez çizgisinin batısını Balkan devletlerine bıraktı. Edirne ve Kırklareli Bulgaristan’a verildi. 29 Haziran 1913 I.Balkan Savaşı’nda kazanılan Osmanlı topraklarının paylaşılamaması nedeniyle İkinci Balkan Savaşı çıktı. Bulgarlar, Sırp ve Yunanlılara saldırdı, Romanya da Bulgaristan’a saldırdı.

11 Temmuz 1913’te   Bulgaristan’ın işgal ettiği Serez bu kez de Yunan işgaline sahne oldu. 13 Temmuz’da Doğu Trakya’daki Türk kuvvetleri, Balkan devletlerinin birbiriyle savaşmasından yararlanarak topraklarını kurtarmak amacıyla, Çatalca hattından ileri harekata geçti. 21 Temmuz 1913 Edirne, 22 Temmuz Dimetoka, 27 Temmuz Sofulu geri alındı.

Enver Paşa komutasındaki birlik Edirne’yi tekrar geri almayı başardı. Edirne’nin kurtarılmasından sonra akıncı birlikleri Meriç’in batısına doğru ilerlemeye başladılar. Tabii karşılarında herhangi bir güç o bölgede çıkmıyor çünkü Bulgar birlikleri eski müttefikleri ile mücadele halindeydi. Bu durum Bulgaristan’ı rahatsız etti ve durumu büyük devletlere şikâyet etti ve Osmanlı devletinin Londra Antlaşmasına saygı göstermesini istiyordu. 24 Temmuz’da da Osmanlı Hükümeti verdiği cevapta sınırı geçmiş olan öncü birliklerin geri çekildiğini bildirdi. Türk birlikleri geri çekildi. Ama bölgeden gelen haberler iyi değildi. Batı Trakya’da Türklerin zulme uğradıklarına dair raporlar geliyordu. Türk birlikleri Enver Paşa’nın emriyle Ortaköy mevkiine gönderildi. Bu birliklerde, Teşkilat-ı Mahsusa’nın öncü durumundaki birlikleri bulunmaktaydı. Bu birlikleri de daha sonra teşkilatın başkanlığını yapacak olan Eşref Sencer Kuşçubaşı komuta ediyordu.

Bu arada eski müttefiklerde aralarında 31 Temmuz 1913’de başlayan barış görüşmeleri sonucu 10 Ağustos 1913’te Bükreş Antlaşması imzalandı. Bu antlaşmadan sonra Yunanlılar, Batı Trakya’nın Bulgarlara tesliminde mümkün olduğu kadar zorluk çıkartmaya ve Osmanlı Devleti’ni de bu soruna karıştırmaya çalışıyordu.
10 Ağustos 1913’te Bükreş Anlaşması ile savaş sona erdi. Anlaşma ile Mesta-Karasu Nehri’nin batısı (Kavala, Drama, Serez) Yunanistan’a, Mesta ile Meriç Nehirleri arasındaki Batı Trakya Bulgaristan’a bırakıldı.

II.Balkan Savaşı sırasında Osmanlı Devleti'nin savaşa katılmaması konusunda sıkça nasihatlerde bulunan Batılı Devletler, Edirne'nin kurtarılışından sonra Osmanlı yönetiminden Meriç nehrinin batısına geçilmeyeceğine dair garanti almışlardır.  Ordumuz bu kuralı hiçe sayarak Edirne'nin kurtarılışının hemen sonrasında 3000 kişilik bir akıncı müfrezesiyle Bulgaristan topraklarına girmiş, Habibçe, Harmanlı ve Hasköy'de akınlar gerçekleştirmiştir. Ancak nabız yoklama amacı taşıyan bu akınlar sonucu müfreze tahmin edilen tepkiyi görmüş ve Bulgaristan'ın Rusya ve Batının önde gelen devletlerine yaptığı baskı neticesinde Edirne'ye geri çekilmek zorunda kalmıştır.
15 Ağustos 1913 Enver Paşa, Batı Trakya Türklerini korumak amacıyla, 16 subay ve 100 erden oluşan 116 kişilik bir gönüllü müfrezesini Kuşçubaşı Eşref Sencer’in komutasında Batı Trakya’ya gönderdi. Türklerin direniş harekâtı başladı. Eşref Kuşçubaşı'nın emrine verdiği bu birliği talimatıyla Edirne'den Ortaköy üzerine göndermiştir. Birlik Ortaköy'e geldiğinde Papazköy civarında 1200 kişilik Bulgar Domuzciyef çetesi tarafından katledilen 400 Türk'ün cesetleriyle karşılaşmıştı. Bunun üzerine Eşref Bey Bulgar katilleri bulup cezalandırmak için Koşukavak üzerine yürümeye karar vermiş ve 16 Ağustos 1913'te Koşukavak'taki çarpışmada Bulgar çetesinden 83 er, Domuzciyef'le birlikte 5 subay ve 6 kaptan tutsak edilmiş, geri kalan ise dağıtılmış veya yok edilmişti. Müfreze Koşukavak'ta milli bir tabur kurmuş, Kamber Ağa isimli bir kişiyi hükümet reisi olarak tayin etmiş ve burada durmayarak Mestanlı üzerine yürümüştür. Kısa sürede akıncı birlikleri Koşukavak, Mestanlı ve Kırcaali işgal edildi. 18 Ağustos’ta Mestanlı savaş yapılmadan geri alındı.19 Ağustos’ta Kırcaali geri alındı. Burada 600 kişilik milli bir tabur meydana getirilmiş; Mestanlı ve Kırcali'ye de birer hükümet reisi tayin edilmiştir.

Sonuçta bu üç kazada da asayiş sağlanmış ve kazaların idaresi sadece Eşref Bey'in müfrezesine bağlanmıştır. Bütün bu gelişmeler İstanbul yönetimince hiç de hoş karşılanmamıştı ve birliğe daha fazla ileri gitmemesi emri verilmişti.Bunun üzerine Eşref Kuşçubaşı bağlı bulunduğu Enver Bey'le bizzat irtibata geçmiş ve Batı Trakya'nın tümünün işgalini içeren bir talimat almıştı. Ayrıca, Enver Bey bir grup subay ve askeri daha bölgeye takviye etmişti. Bu gönderilen birlik içerisinde sonradan Teşkilat-ı Mahsusa'nın reisliğini ve I.Dünya savaşında da Irak cephesi komutanlığını da yapacak olan Süleyman Askeri Bey de bulunmaktaydı.

Hemen ardından yerel yönetimler kuruldu. Bulgar Başkumandanlığı Türklerin ileri bir harekât yapabileceğine ihtimal vermediklerinden bölgede sadece bir süvari alayı bırakıp tüm kuvvetlerini Sırp ve Yunan cephesine göndermişti. Bu yüzden akıncı birlikleri bölgeyi kısa sürede ele geçirmeyi başarmıştı. Ama bu başarılar Osmanlı Başkumandanlık Vekâletince tasvip edilmeyince Enver Paşa geri adım atmak zorunda kaldı. Merkez bu harekâta izin vermiyordu. Çünkü batılı devletler ve Rusya ile arasının daha da kötü olmasını hiç istemiyordu.
Teşkilat-ı Mahsusa’nın akıncı birlikleri Batı Trakya sorununu kendi yöntemleri çözmekte kararlıydılar. Bunun üzerine Kuşçubaşı Eşref, Enver Paşa ile 22 Ağustos 1913’de İstanbul’daki görüşmesinde tüm Batı Trakya’nın işgal edilmesi kararlaştırıldı. Yeni kurulan birlik Kırcaali’de kısa bir çarpışmadan sonra (31 Ağustos 1913) o dönem Batı Trakya’nın başkenti olarak görülen Gümülcine’yi, 1 Eylül 1913’de İskeçe’yi ele geçirdi. Birliklerin kendine güvenleri arttı. Bu harekâtın hemen ardından doğal olarak tepkiler gelecekti. (Kaynak: Ercan Tay – Batı Trakya Türkleri )

1 Eylül 1913    “Garbi Trakya Hükümeti Muvakkatesi” kuruldu ve reisliğine de Salih Hoca getirilmiştir. Hükümetin İcra Hükümeti ve Genelkurmay Başkanı Süleyman Askeri, Kuvayi Milliye Umum Müfettişi Eşref Kuşçubaşı oldu. Merkez olarak Gümülcine kabul edildi.

Bu hareketle kurulacak yeni bir devletin temelleri atılmış oldu. Amaç Batı Trakya’daki zulme son vererek yabancı devlet işgalini sona erdirip eski toprakları yeniden kazanmaktı. 1 Eylül 1913’de kurulan Garbi Trakya Hükümeti, Bulgarları ve Osmanlı Devleti’ni telaşlandırdı. Bu arada 7-18 Eylül 1913’de İstanbul’da başlayan barış görüşmeleri sonucu, 29 Eylül’de Osmanlı Bulgar antlaşması imzalandı. Bulgarlar Türklerin Batı Trakya’dan çıkmasını istiyordu. Osmanlı Hükümeti de Batı Trakya’nın boşaltılması emrini verdi. Bölgedeki subaylar da Batı Trakya Türkleri ile anlaşıp hükümetin geri dönme emrine 25 Eylül 1913’de Batı Trakya’nın bağımsızlığını ilan ederek karşılık verdiler. (Kaynak: Ercan Tay – Batı Trakya Türkleri )

Eylül 1913’te Dedeağaç hariç tüm Batı Trakya kurtarıldı, ancak Batı Trakya’da bir hükümet kurulması İstanbul’da tedirginlik yarattı ve Batı Trakya’da mücadele verenlere yurda dönüş çağrısı yapıldı. 25 Eylül 1913  Batı Trakya idarecileri, dön emrine bağımsızlık ilan ederek karşılık verdi. “Garbi Trakya Hükümeti Muvakkatesi” isminin Garbi Trakya Hükümeti Müstakilesine dönüştürüldüğünü ilan ettiler. Yunanistan, gelişmeleri yakından takip etmektedir. Osmanlı’nın Bulgarlar ile antlaşması Yunanistan’ı tedirgin eder ve bu antlaşmanın kendisi için aleyhine bir antlaşma olduğuna kanaat varır. Bunun üzerine Yunanistan, Bulgar ve Osmanlı arasındaki Batı Trakya meselesini daha da körüklemek için 29 Eylül 1913’te Yunanlılar, Batı Trakya’da Türk devleti kurulmasını memnuniyetle karşıladılar, askerî yardım sözü verdiler. Batı Trakya’nın Bulgaristan’ın hakimiyetinden çıkmasını çıkarlarına daha uygun buldukları için Dedeağaç’ı yeni hükümete devrettiler. (Kaynak: Ercan Tay – Batı Trakya Türkleri )

Arkasından, silah ve para yardımında dahi bulunmayı teklif ettiler. Yunanistan’ın amacı, Bulgaristan’ı eski sınırına çekmek ve daha sonra da Batı Trakya’yı kendi topraklarına katmaktı. Ayrıca, Batı Trakya’da güçlü bir Bulgar devleti yerine, zayıf bir Türk hükümetinin kurulmasının gelecekteki planları için daha uygun olacağını da düşünmüştür. Bu olay her ne kadar Yunanistan’ın Batı Trakya devletini tanıyor olduğu gibi bir anlama gelse de bu bir formalitedir. Bu tamamen ileriye dönük, stratejik bir plandı. (Kaynak: Ercan Tay – Batı Trakya Türkleri )

2 Ekim 1913’te Dimetoka kurtarıldı. Ekim 1913’te Dedeağaç’ı da aldıktan sonra daha da güçlenen Batı Trakya Türk Devleti, Gümülcine’yi başkent olarak ilan etti. Ay yıldızlı, yeşil, beyaz ve siyah renkli özel bayrağını resmi binalara çekti. Pasaport sistemini, posta teşkilatını kurdu ve pul bastırdı. Batı Trakya ajansını kurdu. Milli marşını kabul etti. Özgür adında bir resmi gazete çıkarmaya başladı.
Resim: Gümülcine´de tören
Resim: Kircaali de tören

Ama bu sevinç çok fazla sürmedi. 29 Eylül 1913’de imzalanan İstanbul Antlaşması’nın yerine getirilmesi için Bulgarların baskısı üzerine Osmanlı Devleti Batı Trakya Cumhuriyeti’nin derhal feshedilmesi için emir gönderdi. Tabii Batı Trakya’da aylardır mücadele eden subay ve gönüllüleri bu antlaşmaya uymaya zorlamak pek de kolay olmadı. Ama tüm direnmeler boşunaydı. Eğer Bulgarların Batı Trakya bölgesine askeri harekat etmesi durumunda Osmanlı Devleti de fiilen harekata destek vereceğini açıkladı. Talat Bey gelinen son durumu Kuşçubaşı Eşref’e şu sözlerle açıklıyor: “….. Bundan sonra, geçici bir süre için sükunete ihtiyacımız var. İngiltere’de inşa edilmekte olan dretnotlarımız elimize geçsin… Bekleyim, kuvvetlenelim, Yunanlılar ile halledeceğimiz meselelerimiz var. Silahlarınızı saklayacaksınız. Bugün için söz kalemin ve diplomasinindir. Batı Trakya umumi selametimiz namına Bulgarlar’a bırakılmıştır. Maalesef teslim olunacaktır. Hükümetin kararı kesindir.” Batı Trakya Bağımsız Hükümeti'nin kendini zorunlu olarak feshetti ve bölgenin Bulgarlara devri başladı. (Kaynak: H.Bülent Demirbaş – Batı Trakya sorunu sayfa 46 )

O sıralarda kadronun önde gelen isimlerinden biri olan Yüzbaşı Yakup Cemil kat edilen mesafeyi şöyle anlatır: ’’Balkanlara hızla girip, kaybettiğimiz topraklarımızı geri almamız üzerine Düveli Muuazzama derhal sadrazamın makamına koştular. Güya, Londra Antlaşması’nı tek taraflı olarak bozmuşuz, hemen işgal ettiğimiz topraklardan çıkmalıymışız. Kim kimin toprağını işgal etmişti? İttihat ve Terakki’nin uygun görmesiyle Süleyman Askeri Bey, Eşref Kuşçubaşı, Çerkez Reşid, Sapancalı Hakkı ve Fehmi Beyler gibi arkadaşlarla Meriç’i geçip Trakya’ya daldık. Gümülcine, Kırcali, Dimetoka gibi yerleri bir bir geri aldık. Serez’e de el atıp Yunan hududuna dayandık. Bulgarların Ege bağlantısını kesmiş olduk. Avrupa ayağa kalktı. Dış baskıları azaltmak için Garb-i Trakya Muvakkat Hükümeti’ni kurduk. Bu bir cumhuriyetti ve Türk tarihinde bir ilki gerçekleştirmiştik. Bayrağımız vardı, başkentimiz Gümülcine’ydi, pul bile bastırmıştık’’.

Ekim 1913’te İstanbul Anlaşması’nın uygulanmasını sağlamak için, Bahriye Nazırı Cemal Paşa Batı Trakya’ya geldi ve Batı Trakya yöneticilerini ikna etti. 25 Ekim 1913’te Batı Trakya Bağımsız Hükümeti kendini feshetti ve bölgenin Bulgarlara teslimi başladı. 30 Ekim 1913’te Bulgar işgali tamamlandı.

İstanbul’daki İttihat ve Terakki iktidarının alakasızlığı neticesinde kuruluşundan iki ay sonra, 25 Ekim 1913’te varlığı sona erdi. Buna rağmen Batı Trakyalı Türkler I.Dünya Savaşı yıllarında mücadeleden vazgeçmemiş ve aralarında kurdukları teşkilat ile 31 Ağustos 1915’ten 27 Eylül 1917’ye kadar Batı Trakya Bölge Hükümeti’ni kurmaya muvaffak olmuşlardır. Ne hazindir ki, bu hükümette Osmanlı’nın alakasızlığı yüzünden sona ermiştir. Mücadeleden yılmayan Batı Trakya Türkleri üçüncü teşebbüslerinde Batı Trakya Devlet-i Muvakkatesi’ni 25 Mayıs 1920’de kurmuşsa da 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması gereği feshedilmek mecburiyetinde kalmıştır. (Kaynak: Prof.Dr. Mehmet Saray – Atatürk ve Türk Dünyası sayfa 196-197)

1914’te Batı Trakya ve Makedonya işlerini yürütmek üzere İstanbul’da Süleyman Askeri’nin başkanlığında, Muhacirin Müdürlüğü kuruldu. 19 Ağustos’ta Osmanlı Devleti ve Bulgaristan arasında İttifak ve Dostluk Anlaşması imzalandı. 6 Eylül’de Osmanlı Devleti ile Bulgaristan arasındaki sınır yeniden düzenlendi. Bulgaristan, Osmanlı Devleti’nin yanında savaşa girmesi için toprak tavizinde bulundu. Ağustos 1916’da Bulgaristan, Romanya cephesi için Osmanlı Devleti’nden yardım istedi. Karşılığında ise Batı Trakya’yı geri vermeyi vaat etti. Eylül 1916’da Romanya cephesine 27 bin kişilik Türk ordusu gönderildi, fakat Bulgaristan Batı Trakya’yı geri vermedi. 24 Eylül 1918’te Müttefikler arasında yapılan Berlin Anlaşması ile Meriç sınırında düzeltme yapıldı. 6 Eylül 1915 Anlaşması ile Meriç Nehri’nin doğusu Bulgaristan’a verilmişti, ancak bu anlaşma ile nehrin doğu kıyısındaki iki kilometrelik şerit Türklere bırakıldı. Karaağaç ve Dimetoka ve çevresi yeniden Bulgaristan’a bırakıldı.

Batı Trakya’nın büyük bölümü İstanbul Antlaşmasından 1. Dünya Savaşının sonuna kadar Bulgarlar egemenliğinde kaldı. Daha savaş sırasında Türklerin Bulgarların ve Yunanlıların bölgeyi ele geçirmek için yoğun faaliyette oldukları görüldü. Nitekim 1. Dünya Savaş’ından galip çıkan İtilaf Devletleri’nin de desteği ile İtalya’nın San Remo şehrindeki San Remo Antlaşması sonunda Batı Trakya bölgesindeki mücadeleden Yunanistan galip çıktı. Yunanlılar 4 Haziran 1920’de Batı Trakya’yı tamamen ele geçirdi. Batı Trakya Türkleri artık Yunan azınlığıydılar. İşgalin ilk zamanlarında Yunanistan azınlık haklarına karşı çok titiz ve hoşgörülü bir yaklaşım içerisindeydi. (Kaynak: Ercan Tay – Batı Trakya Türkleri )

24 Temmuz 1923' te imzalanan Lozan Barış Antlaşmasının Batı Trakya’daki Türkler açısından önemi azınlık ile ilgili kararlarıdır. Maddeler Türkiye'deki gayrimüslim azınlıkların statüsünü belirlemekte, 45. madde ise söz konusu maddelerde yer alan hükümlerin Batı Trakya'daki Müslüman azınlık için de geçerli olduğunu ifade etmektedir. 45.maddede "Türkiye'nin Müslüman olmayan azınlıklarına tanınmış olan haklar, Yunanistan'ca da, kendi ülkesinde bulunan Müslüman azınlığa tanınmıştır." denmektedir. (Kaynak: Ercan Tay – Batı Trakya Türkleri )
Lozan Antlaşmasına göre Batı Trakya Türklerine her türlü azınlık hakkı tanınmıştır. Lozan’ın 38.maddesinde ‘’Yunan hükümeti tevellüt, milliyet, lisan, ırk, ve din farkı gözetmeksizin Yunanistan’da yaşayan halkın tamamına hürriyetlerini tanımayı ve korumayı taahhüt eder’’ Fakat Yunan hükümeti Batı Trakya Türklerine taahhüt ettiği hakları vermediği gibi, bu hususta yapılan ikazları da dinlememiştir. Atatürk’ün vefatından sonra Türkiye, Batı Trakya Türklerinini haklarının korunması hususunda üzerine düşen sorumluluğu gereğince yapmamıştır. (Kaynak: Prof.Dr. Mehmet Saray – Atatürk ve Türk Dünyası sayfa 196-197 )

Batı Trakya Türk Cumhuriyeti Ulusal Marşı

Ey Batı Trakyalı asil Türk çocuğu ne mutlu sana,
Sen hayat verdin kanınla millî kurtuluş savaşına.
Yüce kahramanlığın nakşedildi cihanın her yanına,
Selam duruyor milletler senin şu millî bayrağına.
Bastığın şu yerler senin şanlı şehitlerinle dolu.
Düşmanlar taciz edemez yüce kahramanların ruhunu.
Şanlı şehitlerin sarılmış kurtuluş bayrağına,
Bu ne ulvi şereftir gömülmek ecdad toprağına.
Yurtta hürriyetin, istiklâlin rüzgârı esiyor,
Kahraman mücahitler şu pis esareti deviriyor.
Bu şanlı millî istiklâl savaşından asla dönülmez!
Karşımıza çelik ordular da çıksa, bizi ürkütemez!
Biz, millî istiklâl için Meriç’i, Karasu’yu aştık,
Bütün müstevlileri ezerek, yenerek hedefe ulaştık.
Balkanlarda şanlı bir cumhuriyet çığırını açtık,
İlk defa hürriyet meş’alesini biz yaktık.
Bu bayrak dalgalanacak, cumhuriyet yaşayacak!
Karşımızdaki düşmanlar bizden ürküp kaçacak!
Binlerce yıl hür yaşayan bir milletin torunlarıyız,
Şu steplerin kurdu, arslanı, göklerin kartalıyız.
Mücahitlerin hamlesi her zaman fırtınalar andırır,
Savaşta heybetimizin dehşetinden düşmanlar bayılır.
Batı Trakya Cumhuriyeti yaşayacak,yaşayacak!
Terakkimizin karşısında milletler şaşıracak!
Ey şirin Batı Trakya! İşte nihayet esaretten kurtuldun,
Ey düşmanlar! Sanmayın savaşlardan bu millet yorgun.
Cumhuriyetin yüce bayrağı her an bu yurtta dalgalanacak,
Su bütün Batı Trakyalılar kıyamete kadar hür yaşayacak!

Süleyman Askeri
P.Kurmay Bnb.
Batı Trakya Türk Cumhuriyeti
Genelkurmay Başkanı

Dedeağaç, 3 Eylül 1913


Hiç yorum yok: