6 Mayıs 2015 Çarşamba

YENİDEN KEMALİST EKONOMİ - Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

   Dünya eskisi gibi batı merkezli olarak yönetilemez bir aşamaya geldiği zaman diliminde birden, küresel bir ekonomik kriz ile karşı karşıya bırakılmıştır. Bunun kendiliğinden ortaya çıkan uluslararası kapitalist sistemin dönemsel ekonomik krizlerinden çok farklı bir yapıda olduğu ve başta ABD olmak üzere batının en zengin ülkelerini de içine çekerek iflas aşamasına getirebileceği konusunda ciddi kuşkuların giderek tırmandığı bir dönemde bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de öncelikli olarak ekonomi tartışılmaktadır. Krizin ABD kaynaklı olması ve buradan
başlayarak bütün dünyaya yayılmağa çalışılması, küresel sermayenin güdümünde yayın yapan medya organlarının etkili bir biçimde kriz reklâmları yaparak, dünya ülkeleri üzerinde karamsar yorumların artmasına yardımcı olmaları gibi gelişmeler, daha uzun süre bütün dünyanın ekonomi ile uğraşacağını açıkca göstermektedir. Atatürk’ün cumhuriyet devleti de bütün dünya ülkeleriyle birlikte bu küresel kriz ile karşı karşıya kalmıştır. Dünyanın geleceği ile beraber, Türkiye gibi ülkelerin de geleceklerinin ekonomideki değişikliklere bağlı olduğu açıkca görülmektedir. Bu aşamada, hem bu küresel ekonomik krizin, hem de Kemalist Cumhuriyetin beraberce ele alınarak değerlendirilmesi, bu çıkmazın içinden çıkılabilmesi açısından Türkiye ve dünya düzenleri için yarar sağlayacaktır.
         Siyonist lobilerin dünya hegemonyası projelerine kilitlenen ABD’nin hem kendini, hem de dünyayı yönetemez bir aşamaya geldiği noktada ekonomik krizin çıkmış olmasının pek de rastlantısal olmadığı anlaşılmaktadır. İsrail’in çıkarları doğrultusunda Irak savaşına odaklanan ABD’nin bu yüzden üç trilyon dolarlık bir borç batağına düşmüş olması, ekonomik açıdan bu dev ülkeyi zorlamış, Irak savaşının yükünden kurtulamayan ABD’nin, gene Siyonist lobilerin baskılarıyla ikinci bir savaş olarak İran’a saldırıya yöneltilmesi aşamasında, Amerikan toplumu ve devletinden tepkiler ve direnişler gündeme gelmiştir. Küresel sermaye üzerinden petrol, otomotiv ve silâh gibi üç büyük endüstriyi kontrol eden Siyonist lobilerin baskıları uzun sürmüş ama ABD içindeki direnmeler nedeniyle, bu büyük savaş devleti İran’a saldırılamamıştır. Bu doğrultuda her türlü provokasyon ve komplo girişimleri denenmesine rağmen ABD’nin Irak savaşı yüzünden doğan üç trilyon dolarlık borç üzerine,  İran gibi bir büyük devlet ile ikinci bir savaş macerasına kalkışması sağlanamamıştır. Bütün savaş kışkırtıcısı politikaların tükenmiş olduğu aşamada, bu kez tersinden gidilerek beklenmedik bir anda büyük bir ekonomik kriz, ABD’yi artık yönetemeyen Siyonist lobiler tarafından Amerikanın içerisinde çıkartılmıştır. ABD ekonomisinin en büyük bankalarından birisi olan Lehman Brothers isimli banka, bir gece yarısı internet üzerinden beşyüz milyar dolarlık sermaye birikiminin İsrail’e aktarılması ve bu küçük ülkede korunmaya alınmasıyla beraber, dünya ekonomik krizi savaş çıkartamayan küresel patronların istek ve çıkarları doğrultusunda yaratılmıştır. Amerikanın en büyük bankalarından birisinin yapay olarak çökertilmesinden sonra diğer ABD bankalarına da kriz sıçratılarak bütünüyle sistemin çöküşü sağlanmak istenmiş ve bu noktadan sonra yaratılacak kaos ile ABD savaş makinesi üçüncü dünya savaşına doğru çekilmek istenmiştir. Tıpkı ikinci dünya savaşı öncesindekine benzer bir durum yaratılarak, ekonomik kriz üzerinden kaos ve sonrasında da dünya savaşı ortaya çıkarılmak istenmiştir. Küçük İsrail ile yetinmeyen, dünyanın merkezinde bir büyük imparatorluk olarak Büyük İsrail devleti oluşturabilmenin ardında koşan Siyonist lobilerin ABD üzerinden dünya ülkelerine karşı oynadığı son oyun olarak bu ekonomik kriz bilinçli bir biçimde tezgâhlanmıştır.
          Dünya tarihinden ders alan devlet adamları ve devlet yapılanmaları sayesinde  üçüncü dünya savaşına gidebilecek bu komplo yerinde tespit edilerek hemen gereken önlemler alınmıştır. Bu doğrultuda, Amerikan devleti hemen ertesi gün devreye girerek diğer bankalara krizin sıçramasını önlemiş ve bir kamu ekonomisi programı açıklayarak bankalardaki birikimlere devlet güvencesi vermiştir. Ayrıca bazı özel bankalara devletin ortak olması sağlanarak ekonomik alanda belirli bir güvenin yaratılması gerçekleştirilmiştir. Devletin ekonomik krize karşı önlemler alarak bütün bankaların çöküşünü önlemesi üzerine Siyonist kriz lobisi bu kez kendi denetimi altında bulunan uluslararası tekel konumundaki bazı  büyük firmaların çöküşünü gündeme getirerek krizi sürdürmek ve evrensel düzeyde yaygınlaştırmak için girişimlerde bulunduğu görülmüştür. Sermaye denetimindeki medya aracılığı ile korku ve panik yaratılarak kriz havası dünya ülkelerine yayılırken, bazı Avrupa ülkelerinde önemli bankalar iflas aşamasına gelmiş ama, devletlerin araya girerek ortak olması ya da mevduata devlet garantisi vermeleriyle bir ekonomik kaos önlenmiştir. İzlanda gibi küçük ülkeler iflas etme aşamasına gelirken Rusya gibi büyük ve zengin ülkeler devreye girerek, küresel bir ekonomik kriz sürecini önlemeğe çalışmıştır. Aradan geçen bir yıla yakın zaman dilimi içinde, bütün dünya devletleri dıştan getirilen ve zorla tırmandırılan bir ekonomik krize karşı  tedbirli olmaya çaba göstermiş, kriz önleyici yeni devletçi plan ve programları yavaş yavaş devreye sokmağa başlamışlardır.  Özel sektörün küresel krize karşı dayanıksız kalması nedeniyle, büyük ve güçlü devletler yeni kamu ekonomisi programlarıyla kendi varlıklarını güvence altına almak istemişlerdir. Başta Fransa ve Almanya olmak üzere, Avrupa ülkeleri  batı sisteminin özel sektörcü ekonomisinden hızlıya ayrılarak yeni devletçi ve kamucu ekonomik girişimleri gündeme getirerek hızla uygulamağa başlamışlardır. Dünyanın önde gelen uluslararası banklarının savaş lobileri aracılığı ile düzenlenen  komplolar aracılığı ile çökertilmek istenmesine karşı ulus devletler devreye girerek her türlü dış bağlantı ya da   antlaşmaları ikinci planda bırakan ulusal ekonomik programlarını acilen devreye sokmuşlardır. İsrail’i büyütmek isteyen Siyonist lobilerin denetimi altındaki  uluslararası bazı tekellerin  iflasları yapay bir biçimde öne çıkarılarak, dünya ülkelerinin küresel bir ekonomik krize sürüklenmeleri  zorlanmış ama tarihten ders alan kadroların direnmeleri sonucunda , kaos ortamın da bir üçüncü dünya savaşı isteyen  Siyonist lobilerin planları istendiği gibi gerçekleşememiştir. 
          ABD gibi bir büyük süper devletin savaşa kilitlenmesi, Siyonist lobilerin çıkarları doğrultusunda  dünya ülkelerinin üzerine saldırması sonrasında bu duruma tepki olarak diğer büyük devletlerin öncülüğünde çok kutuplu bir dünya yapılanması yavaş yavaş devreye girmiştir. İsrail’in politikalarına kilitlenmek yüzünden Amerikan devleti uluslararası alandaki saygınlığını yitirmiş, Irak savaşı yüzünden içine girilen ekonomik çıkmaz nedeniyle de artık ABD, sözünü hiç bir dünya ülkesine dinletemez olmuştur. Böylesine olumsuz bir süreç içinde ABD arka bahçesi olan Latin Amerika kıtası üzerinde etkisini yitirmiş Brezilya’nın öncülüğünde yeni bir batı kutbu siyaset sahnesinde öne çıkmıştır. Ayrıca son yıllarda giderek bir petrol ve doğal gaz zengini konumuna gelen Rusya ile beraber, ucuz mal cenneti konumuna gelen Çin ve onun arkasından Hindistan dünyanın yeni kutup merkezleri olarak ortaya çıkmışlardır. Dünya karalarının altıda birini sınırları içinde barındıran Rusya ile beraber birer buçuk milyarlık nüfuslara sahip olan Çin ve Hindistan’ın da artık büyük ülkeler olarak devreye girmesiyle beraber, altı kutuplu yeni bir dünya düzeni ortaya çıkmıştır. Yavaş yavaş bütün dünya ülkelerini besleyecek kadar üretimin merkezi olan Çin ile bir buçuk milyarlık iç pazara sahip olan Hindistan’ın eskisi gibi bağımlı olmaktan çıkarak yeni dönemin bağımsız ekonomik politikalarına yönelmeleri sayesinde çok kutuplu dünya düzeni ekonomik alanda hızla kendisini hissettirmeğe başlamıştır. Bu aşamada ABD ekonomisini çökerterek bütün dünyayı bir ekonomik krize sürüklemenin mümkün olmadığı anlaşılmıştır. ABD’nin en tanınmış bankasını çökerterek ABD’yi de bir ekonomik kaosa sürüklemenin mümkün olmadığını hemen ertesinde uygulanan devletçi politikalar açıkça gözler önüne sermiştir. Böylece; Irak sonrasında İran’a bir askeri saldırı için elverişli ortam yaratacak ekonomik kriz yolu ile kaos ortamı hazırlama planlarının önü kesilmiştir. 
            Birinci Dünya Savaşı sonrasında, İsrail devletini kuramayan uluslararası Siyonist lobilerin savaş sonrası dönemde bir büyük ekonomik kriz çıkarmaları ve bunun sonucunda bütün dünyayı bir cihan savaşına sürüklemeleri, kriz sonrasında Avrupa’nın merkez ülkelerinde faşist yönetimleri işbaşına getirmeleri ve bunlar aracılığı ile savaşı başlatmaları uluslararası komplonun birbirini izleyen adımları olmuştur. Birinci Dünya Savaşı sonrası göçlerin sınırlı kalması yüzünden dünyanın merkezinde bir Yahudi devleti kuracak derecede nüfus çoğunluğunun sağlanamaması üzerine, ağzını her açtığında Yahudi düşmanlığı körükleyen bir Nazi önderi kullanılarak İkinci Dünya Savaşı  çıkartılmış ve savaş sürecinde Yahudiler Avrupa ülkelerinden kovularak, Orta Doğu’da bir devlet kuracak derecede  iki milyonluk bir topluluk zorla yaratılabilmiştir. Dünya Yahudi hegemonyası planının ilk adımı olan küçük İsrail devleti böylesine provakosyonlar ve birbirini izleyen komplolar ile kurulabilmiştir. Bütün devletler bir halkoylaması ile kurulurken, bu sonradan olma küçük devleti bütün dünyaya kabul ettirebilmek üzere önce Birleşmiş Milletler kurulmuş ve daha sonra da bu uluslararası kuruluşun kararı ile Siyonizm ilk hedefi olan küçük İsrail’in kuruluşunu gerçekleştirebilmiştir. İsrail devletinin kuruluşundan bu yana altmış geçmesine rağmen yeni devlet yerine oturamamış ve sürekli savaşlar yüzünden Orta Doğu’da bir kalıcı barış düzeni kurulamamıştır. Bu doğrultuda uluslararası konjonktür sürekli olarak değişime zorlanmış ve iki kutuplu dünya düzeni bozularak, Siyonizm’in kontrolü altındaki ABD gücü ile Büyük İsrail yapılanması merkezi coğrafya da oluşturulmak istenmiştir. Bu politikaların en sonuncusu Irak savaşı olmuş ama ABD gücünün Iorak çöllerinde iflas etmesi üzerine İsrail’in yol haritasına devam edilememiş ve bu nedenle de ekonomik kriz senaryosu eski politikaların bittiği aşamada devreye sokulmuştur. Siyonizm’in soncul hedefi Siyon tepesi üzerinde bir büyük dünya krallığı kurmak olduğu için, İsrail’in bütün Orta Doğu’ya egemen olması gerekmektedir. Bunun için de Irak’tan sonra İran’ın da vurulması, bu doğrultuda Türkiye’nin kullanılması ve Suriye ile beraber Arabistan ile Mısır’ın da eyaletlere bölünerek Kudüs merkezli İsrail imparatorluğuna bağlanmaları gerekmektedir. Bugünü kadar bu doğrultuda her yolun denenmesine rağmen, küçük İsrail’in büyüyemesi ikinci dünya savaşı öncesinde gündeme getirilmiş olan bir dünya ekonomik krizi senaryosunu yeniden öne çıkarmaktadır. Küçük İsrail aşamasından Büyük İsrail düzenine geçilebilmesi için, ekonomik kriz aracılığı ile büyük bir kaos ortamı yaratılacak ve daha sonra da ABD askeri gücünden yararlanılarak Büyük İsrail İmparatorluğu merkezi coğrafya da kurulacaktır. Bölge ülkeleri ile beraber bütün dünya devletlerini böylesine bir felaket senaryosunun beklediği artık iyice görülebilmektedir. Sahip oldukları büyük sermaye birikimi ve uluslararası tekelci şirketler aracılığı ile kendi çıkarları doğrultusunda her yolu deneyebileceklerini düşünen Siyonist emperyalistler, bu kez karşılarında insanlığın geçmişten gelen birikiminin temsilcisi olarak devlet yapılarını görünce, küreselleşme adı altında yşeni bir emperyalist senaryoyu uygulama alanına getirerek var olan devlet düzenlerini yıkma doğrultusunda kullanmağa çalışmışlar ama tam olarak istedikleri sonucu alamamışlardır. Sovyetler Birliğinin yıkılmasından yirmi yıl sonra bütün dünya devletleri küreselleşme senaryosu ile köşeye sıkıştırılmışlar ama gene de, devletlerarası dayanışma sayesinde çok uluslu tekelci şirketlere teslim olmamışlardır. Bu süreçte Türkiye Cumhuriyeti devleti de diğer devletler gibi yarı yarıya tasfiye edilmiş ama devlet olarak varlığını sürdürmesini bilmiştir. O nedenle İsrail artık Türkiye üzerinde eskisi gibi her istediği politikayı uygulayamamaktadır. 
         Bugün I929 ekonomik krizine benzer bir durum vardır. Dünyayı kendi siyasal ve ekonomik çıkarları için bir büyük savaşa sürüklemek isteyen Siyonist emperyalistler  o dönemde  de benzeri bir senaryoyu devreye sokarak, ekonomik kaos sonrasında ikinci dünya savaşını çıkartmayı başarabilmişlerdir. O dönemde ağzını her açtığında Yahudilere saldıran Hitler aracılığı ile İkinci Dünya Savaşı çıkartılabilmişti. Bugün de benzeri bir üçüncü dünya savaşı senaryosu ağzını her açtığında İsrail diyen Ahmedinejat aracılığı gerçekleştirilmeğe çalışılmaktadır. Hitler Nazizimi ile Rus sosyalizminin Avrupa’da çarpıştıran Siyonist emperyalizm, bugün de ABD  savaş makinesi ile  cihad emperyalizmine kilitlenen bir İran’ı dünyanın ortalarında kapıştırmak için her yolu denemekte ama  başarısız kalmaktadır. Böylesine tehlikeli dönemeçte Türkiye kilit ülke konumuna sürüklenmiştir. ABD ekonomisini çökertemeyen Siyonistler, Türkiye ekonomisini çökerterek, bu ülkede yaratılacak bir kaos ortamını İran’a savaş başlatabilmek açısından kendi çıkarları doğrultusunda kullanabileceklerdir. Bu durumu sağlayabilmek için her türlü yol denenirken ekonomik kriz öne çıkartılmakta, iç ve  dış çatışma konuları tırmandırılmakta, iç ve dış savaş senaryolarına Türkiye kilitlenmek istenmektedir. Türkiye’nin böylesine büyük bir siyasal çıkmazdan kurtulabilmesi için acilen Atatürk dönemi politikalarına geri dönmesi gerekmekte, içeride güçlü ve bütünleşmiş bir Türkiye yaratılarak, bölgedeki savaş senaryolarına karşı çıkacak bir ittifak hemen komşu ülkelerle birlikte gerçekleştirilmelidir. Böylesine savaş karşıtı bir direniş örgütlenmesini gerçekleştirebilecek Türkiye ancak ekonomik yönden güçlü bir devlet yapılanması ile mümkün olabilecektir. Bu durumu yerinde gören, Siyonist emperyalistler okyanus ötesinden gönderdikleri kapitalizm komiserleri ile Türk ekonomisini sitemin denetimi altında tutmağa çalışmaktalar ve Türk devletinin ekonomik gücü ile yapılanmasını tasfiye ederek, Türk ülkesini, Hazar ve Avrasya seferine çıkış için kullanılabilecek bir üs durumuna getirmektedirler. Türkiye Cumhuriyeti’nin kendi ekonomisini yönetemez bir ülke konumuna sürüklenmesi Siyonistlerin planlarına son derece uygun bir ortam yaratmış. Her şeyi satılığa çıkartılan koca Türkiye’yi, Siyonist lobilerin desteği ile küçücük İsrail satın almağa başlamıştır. Su kaynaklarından önemli madenlere, phetrol yataklarından büyük fabrikalara, cumhuriyetin ekonomik kuruluşlarından Türkiye’nin en büyük firmalarına kadar tüm ekonomik varlıklar uluslararası sermaye görünümü altında Siyonist lobilerin tekeline satış ve özelleştirme yolu ile geçirilmiştir. Son olarak mayınlı arazinin temizlenmesi bahanesi ile İsrail’den üç misli büyük Türkiye’nin en büyük tarım üretme çiftliği olan Ceylanpınar’ın bile İsrail’li firmalara devredilmesi gündeme getirilmiştir. Bardağı taşıran bu son damla da sonra artık Siyonist planın her yönü ile ortaya çıktığı görülmektedir. Büyük İsrail yolunda yapılacak İran savaşı öncesinde Türkiye’nin ekonomik olarak çökertilerek ele geçirilmesi ve tüm doğu ülkelerine karşı bir üs olarak kullanılması gündemdedir. Ayrıca daha sonra Türkiye’ye gelerek yerleşmek ve Türkleri Orta Asya’ya göndererek, Ön Asya da bulunan merkezi coğrafyayı bütünüyle ele geçirmek , Tevrat odaklı kutsal topraklar planının uzantısı olarak devreye gireceği anlaşılmaktadır. Ekonomik kriz ve sonrasında oluşacak kaos bu amaçlar doğrultusunda kullanılacaktır. Siyasal değişim için kasıtlı olarak ekonomik kriz çıkartılmakta ve dünya ülkelerinin geleceği ile resmen oynanmaktadır.
           Günümüz koşullarında; Atatürk Cumhuriyetinde yaşayan bugünün yurttaşlarımıza, çatısı altında barındıkları bu devletin, Birinci Dünya Savaşı sonrasında,  bir ekonomik program ile bağımsızlık statüsüne sahip olabildiği gerçeği, yeniden hatırlaması zorunludur. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünden sonra, bu devletin arka ülkesi olan Anadolu’da orta çağ uykusundan bir toplumu uyandırarak çağdaş bir devlet yapılanmasına yönlendiren Kemalist Devrim, ülke koşullarına özgü bir devletçilik uygulayarak tam bağımsızlığı yakalayabilmiştir. Osmanlı Devletinin,  son yüz yılında nasıl bir sömürge durumuna düşürüldüğünü iyi gören Mustafa Kemal, o dönemden kalan bütün borçları tasfiye ederek ve  Düyunu Umumiye yönetimine son vererek, yeni Türk devletini kendi bölgesinde  ekonomik açıdan da güçlü bir devlet konumuna getiriyordu. İlân edilen ulusal sınırlar içerisinde kendi ülkesine sahip çıkmağa çalışan genç Türk Cumhuriyeti,  topyekün bir ekonomik kalkınma seferberliği ilan ederek,  az zaman da çok işler yapılmasını bir düstur olarak benimsiyordu. Osmanlı döneminde yabancıların eline geçmiş olan bütün ekonomik işletmeler kısa zaman da devletleştirilerek, ulusal ekonomi için en önemli adım atılıyordu. Yabancı sermayenin emperyalizmin çıkarları doğrultusunda ülke ekonomisini bozmasına izin vermemek üzere ülkedeki tüm işletmeler milleştirme yolu ile devletin eline geçiyor ve bu işletmeler bir seferberlik düzeni içerisinde çalıştırılarak, halkın gereksinmelerinin karşılanması için çaba gösteriliyordu. Milli bankalar kurularak devlet bankalarının yardımlarıyla bir ulusal ekonomi oluşturma doğrultusunda adımlar atılırken, ülkede tam bir ekonomik kalkınma seferberliği ilan edilmiştir. Köylü milletin efendisi olarak ilân edilirken, kırsal kesimin çağ ile bütünleşebilmesi için Millet Mektepleri, Halk Evleri ve Köy Enstitüleri gibi cumhuriyet kurumları ile ülke düzeyinde birbirini izleyen atılımlar gerçekleştirilmiştir. Okuma yazma öğrenen ve uyanan köylü kesim bilinçli bir tarım seferberliği içinde etkili olarak cumhuriyetin kuruluş döneminde ve ikinci dünya savaşı yıllarında ülkenin dış yardımlara gereksinme duymadan varlığını koruyabilmesine önemli ölçülerde katkılar sağlamıştır. Kendi kendine yeten bir ekonomi düzeni oluşturulduktan sonra, Türkiye uzun yıllar dış yardım almadan ayakta kalabilmiş ve tarım ürünlerini dışa satarak Osmanlı döneminden kalma dış borçları ödemiştir. Öncelikle bir tarım ülkesi olarak Türkiye Cumhuriyeti geleceğe dönük bir yeni yapılanma çerçevesinde, ülke topraklarının planlamasını devletin ve halk kitlelerinin gereksinmeleri doğrultusunda planlayarak, planlı kalkınma dönemine geçmiştir. Tarım alanında uygulanmasına geçilen planlara, İkinci Dünya Savaşı yıllarında Atatürk’ün emri ile sanayi alanında da geçilmiş ve beşer yıllık sanayi planları ile Türkiye’nin endüstri gereksinmelerinin karşılanması için çaba gösterilmiştir. Ekonomik zaferlerle tamamlanmayan askeri zaferlerin hiç bir işe yaramadığını iyi bilen Atatürk, yeni devletin her yönden bağımsız olabilmesi için tam bağımsız bir ekonomik yapılanmayı kendi önderliğinde hazırlanan sanayi planları ile uygulama alanına aktarmağa çalışıyordu. Ne var ki, O’nun Türk ulusunun başından erken ayrılması nedeniyle, Kemalist ekonominin ithal ikamesine dayanan yerli mal üretimi sistemi uzun ömürlü olamıyordu. Yerli malının üretime öncelik tanınmasıyla, oluşmağa başlayan milli burjuvazi devlet desteği ile ayağa kalkıyor ve gene devletin sağladığı teşvik ve yardımlarla yabancı şirketlerle rekabet edebilecek bir düzeye gelebiliyordu. Ne var ki, Atatürk’ten sonra işbaşına gelen İnönü’nün Atlantik güçlerine yakın durması nedeniyle, Kemalist ekonominin bağımsızlıkçı yanı giderek ikinci planda kalıyordu. Atlantik güçleri soğuk savaş döneminde Türkiye’ye girerek, hem Türkiye’yi Sovyet dengesinden uzaklaştırıyorlar hem de İsrail’in kuruluşu ile ilgili bölge hazırlıklarını Türkiye üzerinden yürütüyorlardı. Birinci Dünya Savaşı koşullarında Atatürk’ün önderliğinde bir bağımsız devlet olma şansını yakalamış olan Türkiye Cumhuriyeti, İsmet İnönü’nün yanlış politikaları yüzünden yeniden bağımlı bir devlet olmağa doğru sürükleniyordu. İsrail’in kurulmasıyla ilgili Atlantik hazırlıkları da Türkiye’nin yeni dönemde daha bağımlı bir yapılanmaya kaymasına neden oluyordu.
          Bugün dünya, ikinci büyük ekonomik krizini 2009 krizi olarak yaşamaktadır. İlk büyük dünya ekonomik krizinin I929 tarihinde ortaya çıktığı düşünülürse aradan tam seksen yıl geçmiştir. Atatürk Cumhuriyeti birinci büyük ekonomik kriz dönemini Kemalist ekonomi uygulamaları ile aşabilmiştir. Bütün dünya ciddi bir ekonomik krize kilitlenerek ikinci kez bir cihan savaşına sürüklenirken, genç Türkiye Cumhuriyeti, Kemalist ekonomi politikaları ile bu tehlikeli süreçten uzak durarak, bağımsız yapılanmasıyla kendi ulusal çıkarlarına uygun düşen bir yolu kararlı bir biçimde izleyebilmiştir. Dış ekonomik ilişkileri keserek, içe dönük ekonomik yatırımları artırarak, devletin öncülüğünde ekonomideki yatırım alanlarını kamu yararı doğrultusunda belirleyerek, Türkiye’nin dünya ekonomik krizinden zarar görmesi Kemalist yönetim tarafından engellenmiş ve daha sonra da hızla bir iç pazar oluşturularak Kamu İktisadi Kuruluşları aracılığı ile vatandaşın ve halk kitlelerinin ekonomik gereksinmelerinin karşılanması sağlanabilmiştir. I929 krizinin Türkiye’ye girmesi önlenirken , ciddi bir devletçi ekonomik plan devreye sokulmuştur. Devletçilik bir devlet ilkesi olarak benimsenmiş, başta ekonomi olmak üzere her alanda devletin öncü olması ve devletin gösterdiği yolda halk kitlelerinin sosyal ve ekonomik olarak örgütlenmesi sağlanmak istenmiştir. Türk devleti I929 krizinden Kemalist ekonomi anlayışıyla uzak durmuş ve kurtulabilmiştir. Birinci Dünya Savaşı sonrasında istedikleri haritayı çizemeyenlerin gündeme getirmiş olduğu İkinci Dünya Savaşını çıkartabilmek üzere örgütlenmiş olan dünya ekonomik krizi, büyük bir kaosa ve enflasyona dünya ülkelerini zorlayarak savaşı kaçınılmaz biçimde dayatmıştır. Silah ve petrol şirketleri savaş çığırtkanlığı yaparken, ABD’nin dev Yahudi firmaları da uluslararası alanda tekelleşme şansını savaş koşullarında yakalayabilmişlerdir. Hitler’in yardımları ile ikinci dünya savaşını çıkartmayı başarabilen bu çevreler, bütün Avrupa düzenini çökertirken, Türkiye’yi de bu çöküş zincirine Kemalist ekonomi yüzünden dahil edememişlerdir. Atatürk zamanında atılmış olan bağımsız ekonomik yapılanmanın sağlam temelleri sayesinde kendine yeten bir ekonomik düzene, Türk devleti Kemalist ekonomi anlayışı çerçevesinde sahip olabilmiştir. Dünya düzenini kendi çıkarları doğrultusunda değişeme zorlamak isteyen para babalarının, cihan savaşları ile ülkeleri çökertme projelerine Türkiye Kemalist ekonomi uygulamaları ile karşı çıkabilmiş ve kendi yağı ile kavrularak dış ekonomik yardımlardan uzak durabilmiştir. Kırım savaşı sonrasında Osmanlı devletini dış ekonomik yardımlarla sömürgeleştiren Atlantik güçleri, Atatürk döneminde Türkiye’ye aynı oyunları oynayamamışlardır. Bağımsızlıkçı Kemalist ekonomi, Türk devletinin I929 ekonomik kriz dönemini zararsız belasız atlatmasını sağlamıştır. Hiç bir yabancı devlete el açmadan bu dönemi kapalı iç ekonomi uygulamaları ile atlatabilen Türk devleti ekonomik yardımlar karşılığında hiç bir yabancı devletin yanında savaşa girmek zorunda da kalmamıştır. Osmanlı devleti yardım aldıkça savaşa girmiş, savaşa girdikçe de yardım almıştır. Böylesine bir kısır döngüye Atatürk Cumhuriyeti düşmemiş ve Kemalist ekonomi uygulamaları ile  hem ekonomik kriz hem de savaş yılları başarıyla atlatılabilmiştir. 
      Dünya ekonomik krizi devletçi bir ekonomiyi Türkiye’nin gündemine getirince, halkın gereksinme duyduğu her alanda devlet ekonomik kuruluşlar oluşturarak yerli ve ulusal üretime geçmiştir. Bu doğrultuda, halkın hiç bir gereksinmesi için  dış ekonomik ilişkilere girilmemiş, böylece kriz ve savaş yıllarında bile tasarruf yapılarak, Osmanlı döneminden kalma borç tuzağından kurtulma yolunda  emin adımlarla ilerlenmiştir. Halk her alanda tasarruf etmeğe alıştırılmış, milli bir tasarruf seferberliği ile toplum yokluktan zenginliğe geçiş için örgütlenmiştir. Devletin dış saygınlığının yükseltilebilmesi için denk bütçe hedeflenmiş ve bu doğrultuda devletin maliyesi düzenlenerek borçlanma yerine, ulusal tasarrufa öncelik veren uygulamalarla ülke ekonomisinin kısa zamanda güçlendirilmesi hedeflenmiştir. Ülkede ilan edilen ulusal seferberlik üzerine, iş çevreleri ile beraber tüm işçiler ve çalışanlar da yeni kurdukları meslek örgütleri ve  sendikaları aracılığı ile    devletin yanında yer almışlardır. Sovyetlerdeki sosyalist ekonominin teorik yapılanmasının başarısız kaldığını gören Kemalist rejim dünya ve ülke koşullarını daha gerçekci bir gözle değerlendirerek reel ekonomiye yönelerek  kısa zamanda elle tutulur sonuçlar elde edebilmiştir. Kurtuluş savaşı sırasında çok yoksullaşan Anadolu halkının bu durumdan kurtarılabilmesine öncelik veren ekonomik girişimler sayesinde ülke ekonomisi ayakta tutulabilmiştir. Ulusal tasarruf seferberliği ile beraber yerli malı haftaları başlatılmış ve ülkede üretilen yerli ürünlerin alımına öncelik verilerek, harcanan paranın dış ülkelere gitmesi önlenmek istenmiştir, Böylece yerli malı  seferberlikleri ile ulusal ekonominin kısa zamanda devreye girebilmesi sağlanmıştır. 
         Sanayi planları sayesinde,  planlı bir sanayileşme hedeflenince, ülkenin çeşitli bölgelerinde halkı ekonomik seferberliğe yöneltecek büyük devlet yatırımları devreye sokulmuştur. Demir, çelik, kömür, bakır, kağıt ve selüloz, kimya, kükürt, ipek, cam, porselen, tekstil, mazot, benzin, alkol, meyve, sebze, et ve balık gibi alanlarda fabrika ve işletmeler birbiri ardısıra kurularak devreye sokulmuş ve böylece kısa zamanda Türkiye’nin kendi kendine yeten bir ekonomik sisteme sahip olması sağlanabilmiştir. Birinci ve ikinci sanayi planlarında bu alanlara öncelik verildikten sonra, üçüncü sanayi planıyla da aynı yönde devlet ekonomik kuruluşlarının ve yatırımlarının devam etmesi sağlanmıştır. Ekonomik yatırımlar birbiri ardı sıra devletin öncülüğünde yurt köşelerini zenginleştirirken, Türk ekonomisinin temsilcisi olan Türk parasının güçlendirilmesine de öncelik verilmiş ve Türk parasının değerinin korunması ile ilgili yasal düzenlemeler yapılmıştır. Atatürk Türk parasının güçlendirerek korurken, aynı zamanda yurt dışında yabancı sermaye ile ciddi rekabette bulunabilecek bir güçlü Türk ekonomisinin yaratılmasına da öncelik veriyordu. Halkın refahını en kısa zamanda artırmaya yönelik bir hızlı kalkınma doğrultusunda, enflasyonsuz ve döviz darboğazsız bir ekonomik kalkınma modeli Kemalist ekonomi olarak geliştiriliyordu. Atatürk Cumhuriyeti  hiç bir yabancı ekonomik reçete izlemeden, kapitalist emperyalizme karşı bağımsız bir yapılanmaya yönelirken Kemalist ekonomi anlayışı uygulama alanına geliyor ve Türkiye gibi mazlum ülkelere örnek olacak derecede  yön gösteren bir emsal uygulama  olarak  gerçeklik kazanıyordu. İzmir İktisat kongresinde ilan edildiği gibi sosyalist bir ekonomiye yönelinmiyor ama liberal görünümlü bir batı taklitçisi ya da uydusu sömürge ekonomisine de gidilmiyordu. Doğu ve batı sistemleri dışında kalan üçüncü dünya ülkelerine yön gösteren hızlı kalkınmacı ve ulusal seferberlikçi bir yöntem Kemalist ekonomi anlayışı çerçevesinde gündeme getiriliyordu. Cumhuriyetin onuncu yılı az zamanda başarılan çok işler felsefesine dayanarak kutlandığı aşamada, dünya ekonomik krizi Kemalist ekonomi ile geride bırakılıyor, İkinci Dünya Savaşına küresel sürüklenme döneminde Türk ülkesi bağımsız bir yapılanma ile Dünya savaşından kendini uzak tutabilecek gücü ortaya koyabiliyordu. Kemalist ekonominin hızlı ulusal kalkınmacı modeli böylesine olumlu sonuçları kısa zamanda verince, Atatürk Cumhuriyeti de  bir büyük bela olan ikinci cihan savaşından  kurtulabiliyordu. Askeri zaferlerini ekonomik zaferlerle tamamlayan Atatürk Cumhuriyeti Kemalist ekonomi ile büyük devletlere karşı direnebilecek ve kendi ulusal çıkarlarını koruyabilecek bir güçlü duruma gelebiliyordu. Kemalist ekonomi Atatürk cumhuriyetinin gelecekte sonsuza kadar var olabilmesini sağlayacak koşulların yaratılmasında en büyük rolü oynuyordu. 
        I929 küresel ekonomik kriz dönemini Türkiye Cumhuriyeti, Kemalist ekonomi anlayışı ve uygulamalarıyla zarar görmeden atlatabilmiştir. Küçük İsrail’in yaratılmasını sağlayan ikinci dünya savaşına girmekten Türk devleti Kemalist ekonomi sayesinde kurtulabilmiştir. Şimdi seksen yıl sonra Büyük İsrail’in kurulmasını sağlayacak bir üçüncü dünya savaşı çıkartmak üzere kasıtlı ve kararlı bir biçimde gündeme getirilmiş olan 2009 dünya ekonomik krizinden gene Türk devletinin kurtulabilmesi için Kemalist ekonomiye geçiş zorunluluğu bulunmaktadır. Bugün tarih tekerrür etmekte bütün dünya ülkeleriyle beraber Türkiye Cumhuriyeti de önce bir ekonomik krize daha sonra da büyük bir kaos ortamıyla beraber üçüncü dünya savaşına zorlanmaktadır. Türkiye seksen yıl önce nasıl küresel ekonomik krizi Kemalist ekonomi uygulamalarıyla atlattı ise bugün de aynı yolu denemek zorundadır. Tarihten Türk ulusu dersini almışsa, bu aşamada hızla devletin öncülüğünde bir kamu ekonomisini örgütleyecek yeni bir Kemalist ekonomi programına gereksinme vardır. Seksen yıl önce I929 ekonomik krizini aşarken uygulanan yöntemlere bugünkü 2009 krizini aşmak için de gereksinme duyulmaktadır. Öncelikle özelleştirme uygulamalarına son verilmelidir. Özelleştirme kurumu kapatılarak yerine millileştirme kurumu kurulmalıdır. Dış baskı il e zorla kapatılan Sümerbank, Etibank, Emlakbank gibi milli bankalar yeniden kurularak diğer milli bankalarla bir ulusal ekonomik yapılanma içerisinde çalışmalı ve böylece ulusal ekonomik kuruluşların çöküşü önlenmelidir. Zor durumda olan büyük Türk firmaları devlet desteği ile ayakta tutulmalı gerekirse bunların bazıları devletleştirilerek yeniden kamu iktisadi kuruluşları uygulamalarına başlanmalıdır. Türkiye’nin ulusal kaynaklarına ve yeraltı zenginliklerine el koymuş olan küresel sermayenin baskılarının önlenebilmesi için, uzun vadeli ödeme planları ile Türkiye’nin ulusal zenginlikleri yeniden milli güçlere kazandırılmalıdır. Milli burjuvazinin bu doğrultuda yeniden oluşturulabilmesi için Türkiye’nin zenginliklerinin çok uluslu tekelci şirketlerden geri alınarak milli sermaye sahibi Türk şirketlerine devri sağlanmalıdır Devlet hem kendi bankalarıyla hem de yeniden oluşturulacak kamu iktisadi kuruluşları aracılığı ile Türk ekonomisini kontrol edebilecek düzeye yeniden getirilmelidir  
        Ekonominin bütün yükü, devletin sırtına bırakmamak için OYAK modeli öne çıkartılmalıdır. Bu başarılı kuruluşun gerçekleştirdiği büyük yapılanma toplumun diğer kesimleri için örnek alınarak yeni bir toplu yapılanmaya, bir milli plan çerçevesinde gidilmelidir. Askerler için kurulan OYAK gibi polisler için POLYAK,  memurlar için MEYAK, işçiler için İYAK, eğitimciler için EYAK, çiftçiler için ÇİYAK, esnaflar için ESYAK, Serbest çalışanlar için SERYAK, Sanatçılar için SAYAK, gibi değişik alanlarda çalışanlar için yardımlaşma kurumları kurulabilir ve bunlar eski yardım sandıklarının yerini alarak büyük çapta örgütlenmelere gitmelidirler. OYAK’ın kurmuş olduğu Oyakbank benzeri milli bankacılık uygulamalarında bu tür yardımlaşma kurumları başı çekebilir ve ülkede devlet ile özel sektörün yanısıra bir üçüncü sektör olarak yardımlaşma kurumlarının oluşturacağı sosyal sektör kurulabilir. Çeyrek yüzyıl önce dış ve iç egemen çevrelerin baskılarıyla önlenmiş olan halk sektörünün yerini, yardımlaşma kurumlarının örgütlenmesiyle gündeme gelecek bir sosyal sektör kurulabilir.  Devlet kendine bağlı ekonomik kuruluşlarla milli ekonominin yönetimini yeniden eline alırken, özel sektörün yabancı sermayeye teslim olmasıyla yan yatmış olan Türk ekonomisini düzeltmek üzere  Oyak benzeri yeni yardımlaşma kurumlarının bir üçüncü sektör olarak devreye girmesi sağlanabilir. Tek başına Oyak Türkiye’nin en büyük sanayi kuruluşu olan Ereğli Demir çelik’i nasıl milli patronajda tutabildiyse, bu doğrultuda çalışacak olan yeni yardımlaşma kurumları da Türk ekonomisinin milli çizgide kalabilmesini sağlayabilecek ve böylece çok uluslu tekellere Türk ekonomisinin teslim edilmesi önlenebilecektir. Türk özel sektörünün gayrimüslim bir yapılanma doğrultusunda küresel sermayeye teslim olmasına karşılık Türk ulusu, Oyak benzeri on yardımlaşma kurnuluşu ile kendi ekonomisinin bağımsız bir çizgide kalabilmesini sağlayabilecektir. Atatürk döneminin güçlü bağımsız kamu iktisadi kuruluşlarının bir benzeri olarak örgütlenecek yardımlaşma kurumları sahip oldukları ekonomik güç ile hem kendi üyelerine daha iyi yaşama koşulları sağlayacak hem de Türk ekonomisinin ulusal üstünlük altında kalmasını güvence altına alacaktır. Oyak’ın yarım yüzyıllık her türlü olumsuz koşula rağmen başarılı çalışma döneminin tartışmaya açılması ve Oyak benzeri yardımlaşma kuruluşlarına Türk ekonomisinin ve çalışan kesimlerin bir an önce kavuşmaları gerçekleştirilmelidir. Sosyal sektörün oluşumunu sağlayacak yeni yardımlaşma kurumları, anayasal eşitlik ilkesi doğrultusunda bütün çalışan kitlelere ek olanaklar sağlayacak ve böylece Türk ekonomisinin daha da güçlenmesini kısa zamanda gerçekleştirecektir. Dış ekonomik çevreler ve onların yerli işbirlikçileri doğal olarak kendi avantajlı durumlarını ortadan kaldıracak böylesine bir oluşuma karşı çıkacaklardır. Ne var ki, artık bilinçlenmiş olan Türk çalışan kesimleri hem kendi haklarına hem de ülkenin ulusal çıkarlarına sahiplenerek, böylesine yeni bir ulusal ekonomik yapılanmayı Kemalist ekonomi doğrultusunda gündeme getirecek siyasal güçlere destek vereceklerdir. Yabancı sermayeye teslim olan Türk özel sektörünün gayrimüslim lobiler aracılığı ile Türkiye’nin çıkarlarına aykırı düşen girişimlerinin önlenebilmesi için devletin tüm çalışan kesimlerle bütünleşerek ulusal ekonomiye sahip çıkmaları gerekmektedir. Kapatılan devlet banklarının yeniden açılması ile beraber eski kamu iktisadi kuruluşlarının tekrar devreye sokulması ve Oyak benzeri yardımlaşma kurumları aracılığı ile oluşturulacak  sosyal sektörün devreye girmesiyle, Türkiye‘nin sömürgeleştirilmesi süreci durdurularak yeniden Kemalist ekonomiye geçiş sağlanabilecektir. 
        Küresel emperyalizm Türk ulusunu dış baskılarla, dünyanın en yoksul toplumlarından birisi durumuna düşürmüştür. Türkiye’nin bu duruma sürüklenmesinde işbirlikçi ve mandacı politikacılarla satılmış aydın kesimlerinin çok ciddi rolleri olmuştur. Türkiye’nin satışından pay alan bu kesimler Türk devletinin yıkılarak yeni tür devlet modellerinin kurulmasına da aracılık yapmaktadırlar. Atlantik emperyalizmi ve İsrail siyonizminin kontrolu altında bir Büyük İsrail  yapılanmasına giden yolda, ulusal ve üniter yapıya saldıran ve bunu çökertmek isteyen girişimler  sömürge ekonomisi aracılığı ile Türk ulusuna dayatılmakta  ve bazı cemaatlar da bugibi planlarda aracı yapılmaktadır. Türkiye Cumhuriyetinin yer aldığı Trakya ve Anadolu toprakları dünyanın en zengin kaynaklarına sahip bulunmaktadır. Emperyalizm Türkleri dünyanın en zengin ülkesinde en yoksul halkı olmağa mahkûm etmiştir. Dışa açılma ve liberal görünümlü sömürge politikaları ile bir yarı sömürge devlet konumuna düşürülmüş olan Türkiye Cumhuriyeti daha bitmemiştir. Seksen yıl önce dayatılan 1929 ekonomik buhranından Türkiye nasıl Kemalist ekonomi anlayışı ile kurtulduysa, dış ekonomik ve emperyal çevreler bugün dayatılan 2009 ekonomik kirizinden de gene Atatürk Cumhuriyeti Kemalist ekonomi anlayışı ve uygulamalarıyla kurtulacaktır. Bunun için işbirlikçi kadroların devre dışı bırakılmaları ön koşuldur. Türkiye’yi satan ve her türlü zenginliğini yabancılara pazarlayan, yabancılarla ortaklıklar kurarak kendi ülkesinin sömürülmesine aracı olan işbirlikçi kesimlere karşı,Türk halkının yeniden silkelenerek toparlanması ve Atatürk’ün yolundan giderek kendisini bağımsız bir devlet olarak ortaya çıkaran politikalara yönelmesi yaşamsal öneme sahiptir. Türk ulusu, yeniden büyük Türkiye ideali doğrultusunda bir ulusal program ile hem 2009 ekonomik krizinden hem de üçüncü dünya savaşı sürecinden kurtulmayı başarmak zorundadır. Bunun için şimdiye kadar başarısız olmuş tüm politikaların ve bunları yürüten kadroların siyaset sahnesinden silinmeleri gerekmektedir. Türkiye’yi yirmi birinci yüzyılda  ayakta tutacak, Atatürk döneminde olduğu gibi bölgesinin merkezi yapacak politikaları devreye sokabilecek yeni siyasal oluşumların bir an önce siyaset sahnesine getirilmesi, örgütlenerek iktidar yapılması bu aşamada yaşamsal  anlama sahiptir. Türkiye’nin sahip olduğu zenginliklerini ve ulusal çıkarlarını koruyacak yeni siyasal hareket ya da oluşumun daha fazla zaman yitirilmeden öne çıkması ve bilinçli halk kitlelerinin desteği ile ülke ve devletin kaderinde söz sahibi olması gerekmektedir. 
          Kemalist ekonomi ile gerçekleştirilecek daha güçlü bir Türkiye her türlü zorluğun ve engelin aşılmasını başaracaktır. Atatürk’ün dediği gibi, siyasal zaferlerin yeni ekonomik zaferlerle tamamlanmasının zamanı gelmiştir. Dünyanın en zengin ülkesinde dünyanın en yoksul halkı olmak kaderinin değiştirilebilmesi ancak Kemalist ekonomi ile mümkün olabilecektir. Yeniden Kemalist ekonomi ile daha bağımsız ve refah dolu günlere Türkiye kısa zamanda kavuşabilecektir. Beşer yıllık ekonomik kalkınma planları bu doğrultuda ulusal çıkarlar doğrultusunda uygulayamaya konulmalı, Türkiye’yi sömürgeleştiren İMF ve Dünya Bankası programları acilen kaldırılmalıdır. I929 buhranı gibi 2009 krizi de Kemalist ekonomi politikaları ile aşılmalıdır. Bu nedenle yeniden Kemalist ekonomiye dönülmelidir. 

Hiç yorum yok: