12 Nisan 2015 Pazar

KÜRESEL ŞİRKETLER DÜNYAYA EL KOYABİLİR! - Prof.Dr. Cihan DURA


Küreselleşme bir yönü itibariyle “dünya çapında bir toplumsal ilişki artışı ve yoğunlaşması”dır; diğer bir yönü itibariyle ise “yeni sömürgecilik”tir, “yeni emperyalizm”dir. Denebilir ki, emperyalizmle birdir, aynı şeydir. Bir fark varsa o da çağdaş emperyalizm olmasıdır;  eski emperyalizmin, günümüzde “tek ve kaçınılmaz bir olgu olarak” dünyaya yeniden sunulmasıdır. Küreselleşme kapitalist sermaye birikiminin, sadece yeni bir aşamasıdır.
Küreselleşme süreci; doğası gereği ülkeler arasındaki sınırları, ekonomik olan ve olmayan bütün sınırları ortadan kaldırmak istiyor ve bunu başarıyor. Bu kapsamda mal ve hizmet ticareti, üretim faktörleri hareketleri, finans akımları küresel boyutlar kazanmaktadır. Ancak ilginçtir ki, üretim faktörlerinden “işgücü” üzerindeki kısıtlamalar devam ediyor. Bu da hayli anlamlıdır ve üzerinde ayrıca durulması gereken bir konudur.
Son derecede önemli olan, ancak gözlerden itina ile gizlenen bir husus da küreselleşmenin esas itibariyle “ulusötesi şirketler”in eseri olmasıdır; yani, bir zamanlar ulusal boyutta olan şirketler, ulusötesi (trans-national) şirketler haline geldiği ve gelmekte olduğu içindir ki, küreselleşme denen olgu ortaya çıkmıştır.
Peki, ulusötesi şirket (UÖŞ) nedir?
Bir ulus-ötesi şirket veya “küresel şirket”, doğrudan yabancı sermaye yatırımı yapan, birden fazla ülkede üretim faaliyetlerinde bulunan şirkettir. UÖŞ’ler Batı’da Sanayi Devrimi’nin ardından, 19. yüzyılın sonlarında, uluslararası faaliyetler de gösteren güçlü sanayi şirketleri olarak ortaya çıktı. Özellikle 1920’lerden itibaren tekelleşmeye, giderek daha fazla küreselleşmeye yöneldiler. Birleşme ve satın almalarla, dev boyutlu dünya şirketleri haline geldiler. Ulusötesi şirketlerin sayısı 2010 yılı itibariyle 80 bini, şube sayısı 800 bini aşmış bulunuyordu. Başlıca örnekleri şunlar: General Motors, Wal Mart, Exxon Mobil, IBM, Volkswagen, Hitachi, Sony, Deutsche Bank, Mitsubichi, China National Petroleum, HSBC,… Bu şirketlerin yüzde 90’ı sanayileşmiş ülkelere (ABD, Avrupa ve Japonya’ya) aittir. Asıl güç ve servet zirvedeki 100 şirket elinde yoğunlaşmıştır.
Bugün diyebiliriz ki, ulusötesi şirketler dünya ekonomisinin yeni egemen aktörleri konumundadır. Dünyada gittikçe artan miktarda sermayeyi kontrol altına almakta; faaliyetleri, gittikçe artan bir hızla “ulus-devlet”lerin kontrolü ve hukuku dışına çıkmaktadır. Ekonomik büyüklükleri açısından devletlere rakip bir konuma gelmişlerdir. Bu demektir ki, dünya ekonomisi hızlı bir şekilde UÖŞ’lerin kontrolü altına girme eğilimindedir. Bu şirketler –Türkiye gibi- ulus-devletleri “küresel gelişme”nin baş engeli olarak görür. “Küresel gelişme”den anladıkları ise, her şeyi ile kendi ellerine geçmiş, yalnızca kendilerinin hükmettiği bir dünyadır. Nitekim bir görüşe göre dünyayı “7 kız kardeş” yönetiyor, yani 7 küresel petrol şirketi: Exxon, Cheuron, Gulf,Texaco, BP, Mobil veShell!... Amerikalı yazar Texe Marrs, bir yapıtında dünya ekonomisini 10 büyük ailenin yönettiğini ileri sürer.
“Ulusötesi şirketler küresel pazarlarda istedikleri gibi hareket ediyorlar” desek, yanlış olmaz. Bu firmalar tüm etkinliklerini dünya çapında değerlendiriyor, pazarlama ve üretim stratejilerini küresel boyutta belirliyorlar. Teknolojik güçlerini ve üstünlüklerini kullanarak rekabeti önlüyor, tekel olmanın büyük avantajını kullanıyorlar. Muazzam finans güçleri ile rakip şirketleri ele geçiriyorlar. Sermaye piyasalarında hisseleri topluyor, sınır-içi ya da sınır ötesi şirketlerle birleşerek veya rakip şirketi satın alarak rakiplerini piyasadan siliyorlar. Bu yüzdendir ki, dünya ölçeğinde başlıca sanayi ve hizmet sektörlerinde mevcut şirket sayıları gittikçe azalmaktadır. Bu trajik ve tehlikeli eğilim gelecekte bir “despotlar ekonomisi ve dünyası”nın habercisi gibi görünmektedir.

‘***’
Ulusötesi şirketler birleşiyor, güçleniyor, tekelleşiyor; uluslararası güç dengelerinde çok önemli aktörler olarak sahneye çıkıyorlar. Küreselleşme sürecinin dönüşümlerinde önde gelen roller alıyor, hatta pek çok değişime yön veriyorlar. Küresel şirketlerin bugün ulaşmış olduğu güç, denebilir ki, insanlık için felaket boyutlarına erişmiştir. Ulusal sınırların dışına taşan sermaye, küresel ölçekte bu şirketler tarafından yönlendiriliyor. Ulus-ötesi sermaye, tarihte görülmemiş ölçekte sanal bir hiper-birikim sürecine girmiş bulunuyor. Bu yeni rejim; sermayenin mantığına karşı çıkabilecek her türlü toplumsal ve kültürel direnç noktasını, parçalayarak, küresel sermayenin tahakkümüne sokuyor [Erinç Yeldan].
Trilyonlarca dolara hükmeden ulusötesi şirketler, dünya ekonomisi üzerinde muazzam bir yaptırım gücüne sahiptir. Bir avuç elit –bir tür aristokrasi- hedeflerine ulaşmak için, birlikte hareket ediyor, planlarını önceden yapıyor, hükümetleri, medyayı satın alıyor, savaş dahil her araca başvuruyorlar. Günümüzde ulusötesi şirketlerin gücü o denli artmıştır ki bunlar artık yalnız ülke ekonomilerinin yapısını ve kurallarını değil, dünya ekonomisinin yapısını ve kurallarını da belirlemektedir[i].
Dünya toplam ticaretinin büyük bir bölümünü çok uluslu şirketler gerçekleştiriyor. Teknolojik gelişmeyi de denetliyorlar. Dünyanın hangi yöresinin gelişeceğini ve hangi yörelerinin yeni teknolojiye sahip olacağını da onlar belirliyor. Küresel şirketler için, bir hukuk düzeninin mevcudiyeti elbette önemliydi. Ancak bu, kendi faaliyetlerini çıkarlarına en uygun şekilde yürütmelerini sağlayacak uluslararası bir hukuk düzeni olacaktı. Bunu da başarma yolundalar, dünyada kendi hukuklarını geçerli kılmak için büyük bir çaba içindeler. Ancak bununla da yetinmiyor, toplumların yaşayışlarına, siyasi mekanizmalarına ve kültürlerine de önemli etkiler yapmakta, hatta doğrudan veya dolaylı olarak müdahale etmektedirler. Dünya üzerinde bütün insanlar benzer şekilde yaşasın istiyorlar (homojenleştirme). Kendi ekonomik, kültürel ve toplumsal bakış açılarını bireylere ve devletlere dayatıyorlar.
‘***’
Netice olarak, dünya ekonomisi yalnızca küresel şirketlerin hizmetinde olan bir sisteme dönüşme yolundadır. Bundan dolayıdır ki, bir “küresel işletim sistemi”nden bile söz edilebilmektedir artık.
Thomas Friedman, bu açıdan, küresel sistemin nasıl çalıştığı konusunda şu görüşü ileri sürmüştür: Ülkelerin devlet ve yönetim sistemleri bilgisayarların “işletim sistemleri”ne, bu sistemlerin içeriği de “yazılımlar”a benzetilebilir. Eğer bir devlet ve hükümetin yapısı eskimiş ise (yani UÖŞ’lerin gelişip yayılmasına engel teşkil ediyorsa, cd), küreselleşmenin (yani UÖŞ’lerin çıkarlarının, cd) gerektirdiği yazılım sistemi işleyemez. O zaman sistem kilitlenir. Bugün, ülkelerin çoğunda söz konusu işletim ve yazılım sistemi, uluslararası sermayenin işleyeceği şekilde değildir. Bu yüzden yeni yazılım (küreselleşme) için, işletim sistemini (devletleri, hükümetleri, bireyleri) değiştirmek, belirli değişimlere tabi tutmak gerekiyor![ii]


[i] Cihan Dura, “Büyük Tehlike: Ulus-Ötesi Şirketler”,  http://cihandura.com/emperyalizm-yazilari/304-bueyuek-tehlke-ulus-oetes-
[ii] Abdullah Özkan, “Küreselleşmenin İşletim Sistemi ve Büyük Ortadoğu Projesi”,https://docs.google.com/document/d/1N8Emk1bfk9RYzfR6R1fWsUlr_EcVZw4HA2F84eMXzPE/edit  (6.5.2014)

Hiç yorum yok: