15 Nisan 2015 Çarşamba

SOYKIRIMCI AMERİKA - Prof. Cihan DURA


Bundan 514 yıl öncesi...  12 Ekim 1492... Azrail’in çıkıp geldiği tarih...
Okyanustayız. İspanyol gemiciler bir adanın rüzgâra açık tarafında bir ışık titremesi fark ederler. Adaya “Kutsal Kurtarıcı” anlamında San Salvador adını koyarlar. Bu olay, insanlık tarihinde görülmedik boyutlara ulaşan çok kanlı bir soykırımın da başlangıcı olmuştur.
Olup biteni yer yer kendi yorumlarımı da katarak David E. Stannard’ın bir şaheser olan “Amerika’nın Soykırım Tarihi” adlı kitabından [Çev. Şaban Bıyıklı, Gelenek Yayıncılık, İst., 2004, ss. 11-91] özetliyorum.
Kristof Kolomb’un Hispaniola adını verdiği ada... Hep “durmak istemiyorum, daha fazla adaya çıkıp altın bulmalıyım” diye sayıklayıp duran bu sözde “Kâşif”in Karayip’lere ayak basmasından 21 yıl sonra, o kalabalık, o cıvıl cıvıl ada ıpıssızdır artık. Yaklaşık 8 milyon yerlinin, çaresizlikten, vahşet ve hastalıktan kökü kazınmıştır. 50 Hiroşima’nın yapabileceği yıkımdan da fazla bir yıkımdır bu. Daha da acısı karşı karşıya kaldığı felaket, talihsiz Hispaniola için yalnızca bir başlangıçtı.
I) Evet ey okur, Batı Yarıküre’nin yerli halklarının büyük çoğunluğu imha edilmiştir! Kimler tarafından? Avrupalılar tarafından! Kendilerini dünyaya “uygar” diye yutturmuş olan Avrupalılar tarafından! Ve sadece bir kaç kuşak içinde!... Demografi tarihçilerine göre, üzerine atılan kalın örtü yeni yeni kaldırılmaya başlayan o vahşet ve barbarlık çağı boyunca, yerliler arasında nüfus azalış oranları yüzde 95’leri bulmuştur. O topraklar ki Avrupalılar gelmeden önce mutlu insanlarla dolup taşıyordu. Meksika Vadisi’nde ve çevresinde yaklaşık 25 milyon insan yaşamaktaydı (o zamanki İngiltere’de yaşayan halkın yaklaşık yedi katı!). O tarihten sonra ise her yirmi yerliden yalnızca biri, evet yalnızca biri sağ kalabilmiştir! Görüyor musun ey okur, asıl soykırımı kimler yapmış? Dünya bunun hesabını Amerika’ya, “kuru kafa ve kemikçi” Corc Puş’a neden sormuyor? Başta parafesörler, bizim aydınlarımız neden böyle kayıtsızdır, neden kendiliklerinden özgün bir girişimde bulunamazlar?
“Amerika yerlilerinin imhası dünya tarihinin en büyük soykırımıdır” desem yanlış söylememiş olurum. Öyle ki eğer Avrupalıların Amerika’ya çıkıp yerleşmesinin, gerçeği en iyi anlatan bir simgesini yapmak gerekseydi, bu; kafataslarından oluşan bir piramit olurdu.
Soykırım Kolomb’la bitti mi? Asla, o gözü dönmüş altın hırsızından sonra da devam etmiştir, kıyımlar! Kolomb’un Yeni Dünya’ya ayak basmasından sadece 20 yıl sonra, bir İspanyol serüvenciye göre İspanyol istilacıların, Kızılderilileri soymak ve mahvetmek, bölgeyi yerle bir etmek için yaptıkları her şey yazıya dökülseydi, ne kâğıt yeterdi, ne de zaman. Bu İspanyol, sel gibi akıtılan yerli kanından bizzat kendisinin de haz duyduğunu kaydetmekten de utanmamıştır.
Yazar Tzvetan Todorov 1492’deki olaylar hakkındaki çalışmasına Hıristiyan Avrupalının şu vahşetini anlatarak başlar: Yüzbaşı Alonso Lopez, Bacalan Savaşı sırasında genç ve güzel bir Kızılderili kadını esir alır. Kadın, savaşa katılan kocasına kendisinden başka hiçbir erkekle birlikte olmayacağına söz vermiştir. Lopez çok dil döker kadına; ancak boyun eğdiremez. Bunun üzerine zavallı kadın vahşi  ve aç köpeklerin önüne atılır.
Bundan daha korkuncu olur mu ey okur?
Olur!... Okuyunca da insan, insanlığından utanır: 1864 yılının bir günü, Amerika’dayız. Doğu Colorado’da sakin bir derenin kenarı... Küçük bir Kızılderili çocuk oynuyor orada; ta ki Amerikan askerleri gelene kadar. Süvarilerden biri daha sonra, olup biteni anlatıyor: Arkadaşlarım yakalayabildikleri kadın ve çocukları öldürdüler.  Kaçmaya çalışanlar arasında küçük bir Kızılderili çocuk vardı, üç yaşlarında olmalıydı. Büyükler önde gidiyordu, küçük çocuksa peşlerinden. Bir Amerikan askeri atından inerek tüfeğini çıkardı ve ateş etti çocuğun üzerine, ancak isabet ettiremedi. Başka biri çıktı ortaya, “bir de ben deneyeyim” dedi, “belki ben vurabilirim veledi.” Diz üstü çöküp ateş etti, ancak o da başaramadı. Sonunda üçüncü biri çıkageldi. O da benzer şeyleri geveleyerek tetiği çekti. Minik Kızılderili kanlar içinde yuvarlandı kumların üzerine.
Kahrımdan söyleyecek söz bulamıyorum ey okur.
Amerika’da Kristof Kolomb’dan sonra da o kadar çok insan kurşunlanarak, süngülenerek, kesilerek ya da yakılarak katledilmiştir ki milyonları bulmuştur sayıları. Bu sebeple arkalarında, tarihlerini yazmaya yarayacak yeterli izler de kalmamıştır.
II) Kimlerdi yerlilerin bu uğursuz düşmanları?
Tekrarlayalım: Avrupalı işgalcilerdi! Aralarına girmek için taklalar attığımız bugünün Avrupa Birliği kurucularının atalarıydı!
Ancak yerlilerin bir de “daha uğursuz” düşmanları vardı ki onlar da bu aşağılık işgalcilerin, kanları ve nefesleriyle getirdikleri görünmez katillerdi. Gerçekten, Avrupa ve Amerika arasında kurulan ilk insan temasıyla birlikte, mikrobik salgınlar kasıtlı soykırım kasırgalarıyla birleşerek Amerika yerlilerini tırpan gibi biçmeye başlamıştı. 1492 yılını takip eden, yıkımlarla dolu uzun yüzyılların büyük kısmında hastalıklar ve soykırımlar birbirine bağlı güçler olmuş, -insanlık bahçesinin o kuruyan çiçeklerini- birçok eski halkı ya tamamen ortadan kaldırmış, ya da yok olmanın sınırına getirmiştir.
Ya günümüzde..., bugün bitti mi sanki katliamlar? Kesinlikle hayır! Amerika’da ve dünyanın başka yerlerinde asla durmamıştır soykırımlar. Guatemala’da 15 yıl içinde 40 bin insan “ortadan kaybolmuş”tur; 100 bin insan da alenen öldürülmüştür. Bütün bu ölen ve kaybolanların nerdeyse tamamı Kızılderiliydi, dünyanın gördüğü en görkemli uygarlıklardan birinin kurucuları olan Mayaların torunlarıydı. Bu insanlar 500 yıl önce olduğu gibi bugün de işkence görmektedir, katledilmektedir; köyleri ve evleri bombalanarak yerle bir edilmektedir. Vatanları olan yağmur ormanlarının üçte ikisinden fazlası kasıtlı olarak yakılmıştır, yok edilmiştir. Cinayetler ve yıkımlar şu sırada bile devam etmektedir; hem de ABD’nin desteğiyle, ABD’nin yardımlarıyla!...
XV. ve XVI yüzyıllarda Hispaniola yerlileri, Avrupalıların düzenlediği askerî saldırılar ve getirdikleri hastalıklarla yok edildiler. Bu imha başka katliam alanlarında bunları izleyen ve günümüzde hâlâ devam eden felaketlere sadece bir giriş niteliğindeydi. Ancak o güzel insanlar her şeye rağmen yine de direndiler, şaşırtıcı bir yaşama gücü gösterdiler. Şöyle yazıyordu B. Diaz del Castillo: Ne top, ne tüfek, ne dövüş, ne de her defasında otuz kırkını birden öldürmemiz fayda etmedi; çünkü hâlâ sık saflar halinde ve öncekinden daha büyük bir şevkle savaşıyorlardı (Bugün Irak’ın kahraman direnişçilerinin yaptığı gibi).
III) Amerika yerlilerinin belirgin bir özelliği, olağanüstü derecedeki konukseverlikleriydi. Yerli halkların yabancıları karşılarken gösterdikleri bu müşfik ve korkusuz içtenlikten, ilk Avrupalı “kâşif”lerin neredeyse hepsi söz etmiştir. İşte iki örnek: “Kızılderililer yıllardır dostmuşuz gibi, büyük bir itimatla bizi karşılamaya geldiler” (Vespucci, 1502). “Kızılderililer sanki bir arada büyümüşüz gibi, hiç çekinmeden, serbestçe ve âşinalıkla yanımıza geldiler” (Cartier, 1535). Bu davranışlar törensel davranışlar ya da geçici cömertlikler değildi. Şu husus çok önemlidir: Eğer yerlilerin yiyecek yardımları, avcılık, balıkçılık ve çiftçilik hakkındaki öğütleri olmasaydı, ilk Avrupalı yerleşimleri özellikle Kuzey Amerika’da kesinlikle kök salamazdı. Edmund S. Morgan şöyle yazıyor: Eğer Kızılderililer İngilizlerin işini bitirmek istemiş olsalardı, onları tek başlarına bırakmaları yeterli olurdu. Ama bunu yapmadılar. Yapmayınca da kendi kara talihlerini belirlemiş oldular. Yerlilerin kültürel özellikleri ve maddî başarıları, bütün Amerika’da kendi aleyhlerine döndü. Kızılderililer ne kadar içten, cömert ve barışsever ise, Avrupalılar da o derecede sinsi, açgözlü ve savaşçı idiler (Dikkat, burada alınacak bir ders var, AB karşısında! Biz de konukseverliğiyle öğünen bir milletiz. Avrupalı bu davranışı bir zayıflık olarak görüyor. Ülkelerini, topraklarını onlara safça açanlara, her dediklerini yapanlara, onları bağırlarına basanlara ithaf ediyorum bu gerçeği, cd ).

IV) Evet, bugün kendini dünyaya insan hakları savunucusu olarak yutturmaya kalkışan Amerika; dünyanın görüp göreceği en geniş çaplı ve en barbarca insan soykırımını gerçekleştirmiş olan bir ülkedir.
Bu insanlık suçu bir insan olarak dünya üzerinde yaşayan herkesi, tabii bizi de ilgilendiriyor. Ancak biz Türkleri çok daha fazla ilgilendiriyor. Neden mi? Açıklıyorum.
İki sebepten dolayı daha fazla ilgilendiriyor bizi.
i) Birincisi, Avrupalıların neredeyse yeryüzünden sildiği Amerika yerlilerinden en azından bir kısmı bazı araştırmalara göre biz Türklerle ortak bir köke sahip. Bu görüşü ileri süren pek çok eser kaleme alınmıştır. Ben kanıt olarak en son çıkanlardan birine değineceğim: Ethel G. Stewart’ın “Cengiz Han’dan Amerika’ya Kaçan Türkler M.S. 1233”  adlı kitabı, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı tarafından yayımlanmış. Kitap Orta Asya’dan çeşitli vesilelerle, özellikle Moğol baskısı sonucunda Kanada ve Amerika’ya göç eden Türk boylarının dili, kültürü, uygarlıkları ile, halen Orta Asya’da yaşayan Türk toplulukları arasındaki büyük benzerlikleri gözler önüne sermektedir [Yeniçağ, 14.4.2006].
ii) Tarih 1913…, bakınız Parvus Efendi bundan 93 yıl önce Osmanlı dedelerimizi nasıl uyarmış [Türkiye’nin Mali Tutsaklığı, (Hazırlayan: M. Sencer), İleri Yayınları, İst., 2005, s. 308]: Siz ey Türkler! Eğer siz ülkenizin, kanının son damlasını akıtmakta olduğunu görmüyor, İstanbul’un kapıları önüne yaklaşmakta olan topların sesiyle sarsılmıyorsanız, eğer siz düşman tarafından çevrilmiş ve bir av hayvanı gibi sıkıştırılmış olduğunuzu fark etmiyorsanız, size daha ne söyleyebilirim ben? Amerika’da yok edilen yerli halklar gibi ortadan kaldırmak istiyorlar sizi. Köyleriniz yakılıp yıkılmakta, her yerde insanlarınız kitleler halinde öldürülmekte, üzerlerine dehşet salınmaktadır. Bir zamanlar Amerika yerlilerinin işgalci Avrupalıların önünden kaçmaları gibi, bugün de Türk köylüsü mütevazı mal ve servetini sırtına vurup Avrupa “medeniyetçileri”nin önünden kaçmaktadır. Toprakları elinden alınmaktadır.
Bütün bunlar aynen Amerika’nın yerli halklarına da reva görülmüştür.
Daha ne söyleyeyim, ey okur?
Aralarına gireceğiz diye, hoşlarına gideceğiz diye, yöneticilerimizin bir pis ayaklarına sarılıp öpmediği kalan Çirkin Batı budur, Çirkin Amerika budur.
Uyan ey Türk Ulusu!
Uyan artık, uyan!

Hiç yorum yok: